17 Aralık 2020 Perşembe

KURAN'I NASIL ANLARIZ

Zâhir ilim âlimleri Kur’ân’ı anlayamadıkları için tefsîr ediyorlar. Anlasalardı tefsîre hâcet yoktu. Allah: (Ben Kur’ân’ı anlayasınız diye gönderdim.) diyor; (Tefsîr edin diye gönderdim) demiyor! Kur’ân’ın anlaşılmayışı, Aşk mahsulü olmasından; okuyanların da âşık olmayışlarındandır. Bu ilâhî ilim, kâğıt üzerindeki yazıları okumakla anlaşılmaz. Mümkün değil. Hakîkati bir (Canlı Kur’ân)dan öğrendikten sonra kâğıt üzerindeki Kur’ân’ı okursak, oradaki sözleri o vakit anlarız. Daha doğrusu (Canlı Kur’ân)dan öğrendiğimiz şeyi (Cansız Kur’ân)ın kâğıtları üzerinde görmüş, tekrarlamış oluruz. Aşkı anlamak için aşkı anlamış olana yapışmalı. Kendikendimize anlamaya çalışırsak hiçbir şey anlayamayız. Anlayan, bize anlatmaya çalışıyor; ondan istifâde edebilmeli. Yoksa emeklerimiz boşa gider. Söylediklerine göre, Avusturya’da bir altın kimyagerine türbe yapmışlar. Türbenin yanında da bir kütüphane varmış. Altın yapmak için uğraşan, fakat muvaffak olamayan kimyagerler, yarım kalan eserlerini o kütüphaneye bırakırlarmış. İşte tıpkı böyle, bu ilmi kitaptan güyâ öğrenirler, söyler söyler, giderler; yani kitaplarını kütüphaneye bırakırlar, giderler. Hâlbuki iş, altın yapmada değil, yapılmış altından istifâde etmektedir. İçinde altın olmayan hiçbir madde yoktur amma, altını o maddelerden çıkarmaya uğraşırsak aç kalırız. Mânevîyyet de böyledir. İlimle anlamağa çalışacağına, anlamış bir adama yapışsana… Niyâzî: (Vahdet-i Hakkı duyanın dili lâldir, aklı mat.) diyor. İlim anlatamaz; onun için, söylenen her söz, o sırra bir perde olur. Ben Niyâzî dîvânını çok okudum. Aklımda en fazla onun sesleri kalmış. Yine Niyâzî: Her ne denlü âşikâr etsem, hafâsın arttırır, Ol âyân iken, ânı örter delâil, beyyinât.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder