25 Aralık 2020 Cuma

KORKULARIMIZ NASIL GİDER

– Nefis ölmeyince ora tarif edilemez. Ölüynen konuşmak için “ölmeden evvel ölünüz!” lâzım. Fakat biz yanlış anlıyoruz. Nefse ölüm yok. Peki nedir bu? “Aciz ilmi” bitmeyince o ölümün mahiyeti anlaşılmaz. İlmin en büyüğü, “aczi bilmek”tir. Sual – Bunu öğrendik. – Öğrensek, nefis kalmaz. Şu kapının önünde bir çukur varsa ve akıl onu öğrenirse, oraya bir daha düşmez. Veyahut bir başka misal verelim: Para ile et alacağız farzedelim. Paranın varlığı kasap dükkânına kadardır. Eti aldıktan sonra paranın sözü kalmaz: İlim var, fakat ikmal edilmedi; yani akıl iknâ olmadı. İknâ olsa, kendini hemen oraya bırakacak. Ama kolay iş değil. Ben 18 yaşımdan beri çalışıyorum, daha bitiremedim. Sual – Ya biz pek geç başladık? – Beraber bitireceğiz. Sual – Ölüm geliyor fakat? – Bizdeki korkunun bir kısmı, biz, Allah’ın mahlûklarına bir zarar düşünmediğimiz zaman gider; bir kısmı, Allah’ın “Rezzâk-ı âlem” olduğunu anlayınca gider. (Mü’min ölmez, bir “dâr”dan bir “dâr”a göçer) diyor Peygamberimiz. Bu “dâr” ev mi, dünya mı? Bir evden bir eve göçecek olan şey, akıldır, akıl; vücut değil. Korku, ahlâklar gidince biter. Bu odadaki kedi bizden korkar mı? Fakat yılan girebilir mi bu odaya? Ama yanda yönde bizi dinleyip duruyor. Vahşet tükendikçe cemiyete doğru. Vahşi hayvanlar cemiyetsiz yaşıyorlar. Demek ki korku, ihanetin ta kendisidir. İhanet bitsin, kanundan da, hemcinsinden de, Allah’tan da korkmazsın; çünkü cemiyetteki insanlar hep kardeşlerin olur. Kanuna muhalif bir hâlin kalmaz ki kanundan korkasın. Allah’tan da korkmazsın; çünkü mahlûkatına hiçbir zarar düşünmezsin. Rızkından da korkmazsın; çünkü Allah’ın Rezzâk-ı âlem olduğunu bilirsin. Bu bilgi bizi tenbelliğe sevk etmemeli; çalışırız, “Aç köpek fırını yıkar” derler. Aç kalan insan her şeye tenezzül eder. Onun için, çalışmalı. İslâm dini en mütekâmil dindir. Fakat hangi millet şarklılar kadar yalan söylüyor? Çünkü çalışıyorlar. Medeniyyet çoğaldıkça insanlar ıslah oluyorlar. İlâhî zevk, işte bu korkular gittikten sonra tecellî eder. Onun arkası ölümsüz bir âlem. Sual – Ölümsüz âlemde kalmayacak mıyız? – O âlemin kendine mahsus bir dili yok. O âlemin dili: “hâl”dir. Her lisanla karışık; fakat onu tarif etmeğe huruf kâfi gelmiyor. Bu hayat, tabiata bağlı. O hayat, tabiatın fevkindedir. Her lezzetin vuslatı hasretindedir. Tabiatta ise vuslattan sonra hasret kalmaz. O âlem, bu âlem gibi değildir. Maddî hayat zevkinin sonu cinnettir; tayyareden kendini atan milyonerin hâli gibi. O milyoner, şuurunu harcamış bitirmiş. İnsan şuurdan başka nedir ki… İnsanın kıymet ölçüsü şuurdur. Bir garson elli lira alır; onun hizmet ettiği adam 500 lira alır; ölçü şuurdur, bilgidir. Sorduğunuz âlem, ömürsüz bir âlemdir, leziz, doyulmaz bir âlem. Yaşayacak olan biz değiliz ki bıkalım; O yaşıyor, O yaşayacak. Sual – Biz zevk edecek değiliz ha? – Bu âlem serapla zevk, esasen. Zevkte fânî olacağız. Sual – Bir türlü anlayamıyoruz… – Çok güzel söylüyorsunuz. Herkes söyleyemez bunu. Halbuki içinizdeki kudret anlıyor. Anlamasa böyle diyemez. Meselenin ehemmiyetini anlıyor içimizdeki.Ne kadar zor bu iş… Bazen akıl, geri dönüp geldiği yerlere bakıyor da… İnsan öğrenecek de unutacak. Hz. Muhammed de yetmişbin hicap diyor ya… Karşısına “hicap” dikilince “hicap” tan bahsetmiş. (Küllü men aleyhâ fân) demiş. Bu iki söz birbirini tuttu mu? Bu sözler, onun yürüdüğü yolların ifadesidir. Sırat köprüsü hazmetmeden geçilmez. Sual – Kurban nedir? – İnsan hemcinsinin fakirlerini doyurur, onlara yardım ederse, iç ferahlığı duymaz mı? Maksat budur. Cennet: Zevktir. Bâzı insanlar iyilikten zevk alır. Sual – Bazıları da fenalıktan. – O zevk almıyor, azap çekiyor. Onunki, zevk gibi görünen azap. O, Allah’ın Celâl sıfatına mazhar olmuş. Sual – O halde bütün âlem Allah’ın sıfatlarından ibâret? – Ama zâtı değil. Sıfatlar neye benzer: Hz. Muhammed mağaradan çıkıp uyanınca, Vâhid olan Allah’a 1001 isim vermiştir. Halbuki bir insanın, bir adı, bir de soyadı var; ne lüzum vardı Allah’a binbir isim vermeğe? Hz. Muhammed, Allah’ın sıfatlarının, insanlarda, hayvanlarda tecellîlerini görüyor da onları söylüyor. Şu lâmbanın ışığından istifâde ediyoruz; fakat zâtına bakamıyoruz; gözümüz kamaşıyor. Ancak sıfatına bakabiliyoruz. Zâtının rengi birdir; sıfatlarınınki muhtelif; yani şu halıdaki, odadaki renkler gibi. “Kâfir”, örtülü olan şey demektir; yani şu kilimin altındaki karanlık küfür; açarsak îmân, yani ışık olur. Zât aynen bu elektrik gibi çatır çatır yanıyor, bak. Vücudumuzun muhtaç olduğu gıdaları, ağız ne zahmetler çekerek yiyor. Kendine ne kalıyor? Fakat tadını hep ağız alıyor. Neden? Hizmet ettiğinden. Elimiz şekeri tutar, fakat lezzetini alamaz. Vücut tevhîdinin lezzetini ağız bilir. Fakat “Sana ben hizmet ediyorum!” diye vücudun başına kakar mı? Neden? Bu hizmetten zevk aldığından. Boyuna ister ki yiyeyim. Yiyen kendi mi? Yiyen, içen vücuttur. Vücut yükünü gıdasını alınca, ağız yemez; çünkü onlara hizmetçi. Fakat aldığı yediği gıda bitiyor mu? Şimdi yemezse, 5 saat sonra yiyecek. Bütün peygamberler karşılık gözlemeden uğraşırlar. Ne kadar tatlı gelir bu onlara… Bu hizmet uğrunda Yahya, sinemalarda gördük, kafasını kestiriyor. Yahyalık, onun vücudu değil, ahlâkı idi. Yahya’nın ancak vücudunu öldürdüler; ahlâkı ise hepimizi muhît. Îsâ’lık hâli de mevcuttu Yahya’da. Onun için Îsâ’nın geleceğini haber vermiştir. Bir binbaşı, birkaç sene sonra yarbaylık, albaylık geleceğini bilmez mi? Yahya da meselâ binbaşılıkta kalmış ama, kendisinden sonra yarbay bir Îsâ geleceğini haber vermiştir. Îsâ kendisinin ölümsüz bir âleme yetiştiğini, yani bütün kudretlerin Allah’tan olduğunu bilince Îsâ olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder