30 Haziran 2020 Salı

ŞEYTANİ FİKİRLER

Paraya sahip olma uğruna bazen insanın aklına şeytani fikir dürtüleri geliyor. Türkiye, Libya'da asker bulunduruyor ve mevcut hükumeti isyancı Hafter güçlerine karşı koruma mücadelesi veriyor. Acaba Mevcut hükumet Türkiye'ye kaç dolar verdi, yahut dolar yerine Petrol verdi mi?
"Bataklık"operasyonu namıyla uyuşturucu baronlarına yasal işlem başlatıldı ve tüm mal varlıklarına el konuldu. El konulan nakit, araç ve tapunun değeri katrilyon TL.
Yarın,"nereden buldun" nam altında, Dolar milyarderlerinin mal varlıklarına el koyarak,gelirlerinin kaynağını izah edemeyecek bir pozisyona sokup uzlaşı adı altında bir takım feragatler istenebilir mi?Burası Türkiye demeli mi? Yoksa hukuksuz yolla hak mı temin edilmekte. Malum, gelirinin kaynağını açıklayamayan yahut vergilendirmeyenlerin başına gelebilecek bu durumlar da devlet haksız sayılmaz.
Rüzgar tersine dönebilir. Devlet imkanlarından büyüyen "prens" tabir edilen inşaat zenginleri gün gelir sermayelerinin elinden uçtuğunu görüp, canlarının bağışlanması karşılığı olanlara razı gelebilirler.  

ÇÖZÜM

İki yüzlü günahkar kimselerden kaçmak gerekir. Özü sözü bir olan salihlerle beraber olmak gerekir. Çözüm bulamayıp salih ve iki yüzlü kimseleri birbirinden ayırt edemediğin vakit geceleyin kalkıp iki rekat namaz kıldıktan sonra "Rabbim ! Bana kullarından salih olanları göster, beni senin yoluna iletecekleri, senin yemeğinden yedirecekleri, senin içeceğinden içirecekleri, gözüme senin yakınlık nurunla sürme çekecekleri, başkalarını taklit ederek değil, gözüyle gördüğünü haber verecekleri göster" diye dua etmek gerekir.

CÖMERTLE ÇALIŞMANIN FAİDELERİ

Eli açık, cömert biriyle çalışırsan saygılı olup servet ve ücret istememek gerekir. Cömert, bunları sen istemeden sana verir. Sen istemeyi bırakırsan cömert kişi, seni diğerlerinden ayırır ve sana özel muamele eder.
Kadere uyanların Allah'la arkadaşlığı devam eder.

MUSİBETLERİN SAKLANMASI

Cenabı Resulullah efendimiz (sav) buyurmuştur:"Musibetlerin saklanması arşın hazinelerindendir"
İnsanlara şikayetlerini iletmenin sana bir faydası yoktur. Onlara güvenmek Hakk'a ortak koşmak gibidir ve seni Hakk'ın kapısından uzaklaştırır.
Hayvanlar bile eğitimle tabiatlarını değiştiriyor.Yırtıcı kuş eğitilerek avını yakaladığı vakit avını yeme özelliğini bırakıyor. Nefis eğitilmeye müsaittir. Yeter ki iyi bir eğitimci ola ve eğitmek hususundaki düsturlara titizlikle riayet oluna.

29 Haziran 2020 Pazartesi

OLMASI GEREKEN

Sözsüz amel, gösterişsiz ihlas, şirksiz tevhid, zikirsiz dilsizlik, kalabalığa karışması olmayan bir yalnızlık ve dışsız iç olmak.
"Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz" sözü bir yerde hazır bulunan bir kimseye yapılmış hitaptır.
Kalbi, helal lokma yiyerek temizlemek gerekir.

28 Haziran 2020 Pazar

SADAKANIN GİZLİ ŞEKİLLERİ

YOĞURTÇU
Bir zamanlar havanın aşırı soğuk olduğu bir günde temiz salih bir zat dışarıyı seyrediyormuş. Yoğurtçunun sesini duyunca hanımına “hanım, kap getir de yoğurt alayım” der. Hanım “yoğurdumuz var. İhtiyacımız yok” der. Adam da 
-Bizim ihtiyacımız yok ama yoğurtçunun buna ihtiyacı var ki bu soğukta bu sokaktan üçüncü geçişi…” der.

SADAKANIN GİZLİ ŞEKİLLERİNDEN

Kadın pazardaki yaşlı yumurta satıcısına:
-"Yumurtaları kaça satıyorsun?"
diye sordu."
Yaşlı adam:
-"Tanesi 1 lira hanımefendi" dedi. Kadın
-"5 liraya 8 yumurta alacağım, yoksa gideceğim" deyince,
Yaşlı satıcı şöyle cevap verdi:
-"Gel istediğin fiyata al. Belki bu iyi bir başlangıç olur. Çünkü bugün tek bir yumurta bile satamadım"
Yumurtaları aldı ve kazandığını (!) düşünerek üslü arabasına bindi. Oradan arkadaşıyla lüks bir restorana gitti.
Restoranda arkadaşıyla istedikleri her şeyi sipariş ettiler. Biraz yediler ve sipariş ettikleri birçok şeyi de yemeden bıraktılar.
Sonra hesabı istedi. Hesap 150 TL idi. 200 TL verdi ve üstü kalsın dedi...
▪Mesele şu ki,
Neden her zaman muhtaç olanlardan satın aldığımız zaman güç bizde oluyor?
▪Ve neden biz ihtiyacı olmayan insanlara karşı cömert olduk?
Bir yerde okumuştum.
▪Babam, ihtiyacı olmasa bile yüksek fiyatlarla fakir insanlardan basit ürünler satın alırdı. Bazen onlardan gereksiz şeyler de alırdı ve fazladan para öderdi.
Bu rol beni endişelendirdi ve ona,
-"Neden böyle yapıyorsun.?" diye sormuştum. Babam şöyle cevap vermişti:
-" Bu, insanların onurunu kırmadan, yapılan bir yardım şeklidir.

DİNİN HARAB OLMASI

Bir hadisi şeriftir. Kim, zenginliğinden ötürü bir kimseye tevazu gösterirse dininin üçte ikisi gitmiştir. Dünyalık beklentisi ile zenginlere, makam sahiplerine, milletvekili yahut bakanlara yüz suyu döken o kadar çok insan var ki alnı secdeye de gitse dinlerinin harap olma nedenlerini bilemiyorlar.

SİVİL OLUŞUMLAR

Ülke genelinde Osmanlı Ocakları nam altında bazı sivil kuruluşların örgütlenmeleri iktidar destekli olarak hızlanmıştır.Oluşumun içinde bulunan sivil bireylerin fiziksel görünüşleri iri yarı obez,eli tesbihli ,görünümü "dayı" tipli kişilerdir.Bir sokak hadisesi olsa, çabucak ayranı kabarıp o hadisenin ortasında bulunacak teşne kimselerdir.Merkezine Allah'ı almayan tüm oluşumlar nefsanidir.Ak Parti hükümetinin bu cemiyetle ekonomik ilişki içinde olduğu aşikar olup "bizim gölgemize bile yan bakamazlar" havası hakimdir.Eğer iktidar 100 yıl önce yaşandığı gibi, bir takım sokak hadiselerini bahane ederek seçimleri askıya alıcı bir hazırlık içinde ise bu sivil cemiyetin silahlandırılması yeterlidir.Ancak bilinmelidir ki Ne takriri Sükun kanunu ne de İstiklal mahkemelerinin kuruluşu nede Topal Osman gibi silahlı güçlerle iş tutmak sahiplerini ebedi kılmamıştır.Osmanlı'yı yıktılar ancak bu Kaderi ilahinin bir gereği idi.Zira Padişahın en yakınındaki kimseler içinde hain, rüşvetci ve vatanını satıp şahsi menfeat peşinde olan bir çok sadrazam ve paşa bulunmakta idi.Bazı şeyler tersinden yaşanabilir.Nasıl ki Hilafeti kaldırmak,inkilap kanunlarını uygulamak bir zora dayalı hadise idiyse 100 yıl sonra  Hak Teala bu devrimi tersinden işletip İslam Güneşini yükseltebilir.

26 Haziran 2020 Cuma

PAŞALARIN AKİBETİ

Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuad Cebesoy Paşa, Rauf Orbay paşa İsmet paşaya muhalif olan Terakki Perver Cumhuriyet  Fırkasına mensup olup,Takriri sükun kanunu çıkartılmasına muhalefet etmişlerdi.Fırkanın tüzüğünün altıncı maddede yer alan "Partimiz, efkar ve itikadatı diniyyeye hürmetkardır" ifadesi nedeniyle irtica ile ilişkilendirilip kapatılmış, Milli mücadelenin önde gelen bu paşaları "İzmir suikastı" suçlamasıyla tutuklanmış, İstiklal mahkemesinde idamla yargılanmış fakat askerin paşalara sahip çıkması nedeniyle Mustafa Kemal'in arzusu yerine gelmemiştir. Ancak kalan yaşamlarında bu paşalar sürekli göz hapsinde ve ticari hayatlarına dahi müdahale edilerek kalan hayatlarını yoksulluk içinde geçirmişlerdir. Kazım Karabekir çocuğuna süt alamamış, Ali Fuad Paşa ise yamalı pantolonla gezmiştir.

FECİ AKİBET

İstiklal mahkemesi üyelerinden Ali Saib (Ursavaş) kara vicdanlı birisi idi. Mustafa Kemal'e hazırlandığı iddia edilen bir suikast tertibi içinde olduğu suçlamasıyla tevkif edildi. Halbuki suçu yoktu. Ancak bu kişi Şark İstiklal Mahkemesinde vazife yaparken bazı kaçakçılık işine karışmaktan ve maddi menfaat sağlamaktan zanlıydı. Atıldığı zindan da bir böcek kendisini sokup zehirledi, bacağı kesildi. Sefil bir şekilde kalan hayatını tamamladı.
İstiklal mahkemelerinde yargılanan insan sayısının 80.000 'i aştığı söylenir. Tutulmayan kayıtlar nazara alınırsa bu sayı daha yüksektir. İdamlar, müebbetler ve kürek cezaları v.s düşünüldüğünde Bazı insanlar aylarca zindanlarda tutulup suçsuz yere süründürülerek korkutulup sindirilmiştir.
Şeyh Said hadisesi tamamen din endişeli bir hareket olup resmi ideoloji bu hareketi muhaliflerin tasfiyesi  ve laik değişimlerin başlamasına vesile addetti.
Doğudaki hadiselerde 20.000 den fazla insan isyancı diye öldürülmüştür.1927 de 1500 den fazla Kürd ailesi batıya sürgüne gönderilmiştir.

ŞEYH SAİD'İN SON SÖZLERİ

28 Haziran 1928 günü saat 2.30 da idam sehpasına çıkartılan Şeyh Said'e "Son Saat gazetesi" muhabiri hatıra olsun diye bir defter uzatır ve Şeyh Said bu defter üzerine soğukkanlı bir şekilde Mekke Müşriklerince asılaın ilk şehid Hubeyb'ın sözlerini yazar:
"VELA UBALİ Bİ-SALBİ ALA CUZUİ'R-REDDİ
LEV KANE MASRAİ FİLLAHİ FİDDİN
"Eğer Allah ve din için kavga vermişsem
basit dallarda asılmaktan perva etmem
"Aşağıda ifade edilen şiir Şeyh Said'e atfedilir:
Devranın faciaları çeşit çeşit , türlü türlüdür.
Zamanın da sevindirici  ve hüzün verici anları  vardır.
Zaman için bazı kolaylaştırıcı teselliler vardır
Dine gelen zararın ise teselli edicisi yoktur.
Şeyh Said’i İslam davasının aziz bir şehidi olarak anlamayan ve Şeyh Said’le anlaşamayan ve onu kabullenemeyen bir Türkiye’nin İslam adına ileriye doğru atacağı bir tek adımı yoktur.
Mesela son yıllarda heveslendiği gibi ne zaman böyle bir şey yapmaya çalışsa, yani İslam adına ümmete ağabey olmak için emperyalizm tarafından çizilmiş ulusal sınırlarının dışına çıkmak istese; “Geri dön ve Şeyh Said’i anla ve anlaş, ondan sonra gel” diye derinlerden bir ses duyacaktır.
Şeyh Said’i anlamayan bir Türkiye ‘Küçük bir Türkiye’dir’, işin daha da kötüsü; ‘Küçülmeye devam edecek bir Türkiye’dir.
Unutmayalım ki tarih sahnesine çıktığından bu yana en izzetli ve şerefli günlerini Müslüman olduktan sonra yaşayan ve bunu bütün dünyaya kabullendiren Türkler, Kemalizm dayatmasıyla birlikte bu işin noktalanmasını istemişlerdir.
İddia ediyorum; İslam’la birlikte aziz olan ve tarih yazan Türkler, Kemalizm’le birlikte tarih sahnesinden silinip gidecek, olsa olsa Bulgarlar, Macarlar, Moldovlar ve kökeni Türk olan ama Müslüman olmayan uluslar gibi silik bir ulus olarak yaşayacaklardır.
Ve Kemalizm’in İslam’ın yerine geçmek üzere alternatif bir din olarak dayatıldığını en net bir şekilde anlayan ve buna karşı çıkan ve bu uğurda canını feda eden Şeyh Said hazretleri olmuştur.
Bugün hâlâ ona yapılan saldırılara cevap vermeyeceğim, özellikle ona “İngilizlerin adamı” iftirasını atanlara bir tek şey söyleyeceğim; Lütfen aynaya bakın, kim daha çok İngilizlere benziyor, kimin hayat tarzı İngilizlere benziyor?
Şimdi Kürtlere sesleniyorum, özellikle Şeyh Said’i inancından ve düşüncelerinden dolayı reddeden Marksist çevrelere, hdppkk yöneticilerine sesleniyorum. Şeyh Said’i anlamadığınız, kabullenmediğiniz sürece yapabileceğiniz hiç bir şey yoktur. Onun imanını ve düşüncelerini kavramadan ve kabullenmeden atabileceğiniz bir tek adım yoktur. Yapsanız yapsanız sadece emperyalistlerden kendinize efendi beğenmekle geçecek vaktiniz; Rusya olmadı Amerika olsun, yok Avrupa olsun, yok israil olsun... Tabi ki bu arada olan Kürdlere olacaktır, bugün olduğu gibi.
Şehadet yıldönümünde onu ve arkadaşlarını bir daha rahmetle yâd ediyorum.(Mehmet Göktaş-Doğru Haber Gazetesi

ŞİİR

Şeyh Sait isyanında idam kararı verilen  Hani'li Kadı Salih'in bir şiiridir:
"Gerçi enzar u ehibbadan dahi dur olmuşuz
Bu harabiyetle biz manada mamur olmuşuz

Hak yolunda müflis ü hane-harab olduksa da
Bu harabiyetle biz manada mamur olmuşuz

Kul bize zulmen mücazat etse perva etmeyiz
Şüphemiz yoktur ki indallahda me'cur olmuşuz

Ehli Hakk'ız korkmayız idamdan ber-dardan
Çünkü teyid-i ilahiye mansur olmuşuz

SALİH'im ehli salahım, dine can kıldım feda
Lütfi Hakk'la teşnegane-ı ab-ı Kevser olmuşuz

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri aleyhine 700 dava açılmıştır. Münevver bir İslam alimi  ve mücadele adamıdır. 1925 den başlayarak vefatına kadar "rejim aleyhtarı "olmak "gizli cemiyet kurmak" gibi suçlamalara maruz kalmıştır. En çok Türk Ceza Kanunu m.163 "devletin temel nizamını dini esaslara uydurmak"la suçlanmıştır. Bu mihvalde "tehlikeli" bulunarak , hapishanelerde sürekli takip edilmiştir. Kendisi, eserlerinde belirttiği zre pek çok zehirlenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. 1925 den sonra ömrünün geri kalanı sürekli sürgünlerde ve hapishanelerde geçmiş ve 1960 yılında Urfa'da vefat etmiştir.
Molla Sadreddin Yüksel'in Said Nursiyle alakalı bir aktarımı şudur:
"Doğu medreselerin yetiştirdiği güzide alimlerden bir olan Sadreddin Yüksel Hoca, Bediüzzaman'ı Emirdağ'da ziyaret eder. Said Nursi onu kucaklar, iltifatlar eder ve daha önce tanıştıkları için uzun uzun hasbıhal ederler. Nihayetinde vedalaşarak ayrılırlar. Sadreddin Hoca tam şehirden ayrılmak üzere iken , Said Nursi tarafından geri çağrılır.Molla Sadreddin bu çağrıya uyarak tekrar Said Nursi'nin yanına gelir. Said Nursi şu tavsiyede bulunur:
"Gel hoca kardeş dedi. Bak mühim bir mesele için seni tekrar görme ihtiyacını hissettim. Çok dikkatli ve ferasetli olmamız gerekiyor. Bu rejim her zaman bu masum ve mazlum Kürd milletini harekete getirmiş, oyunlar tezgahlar kurarak onların liderlerini, önderlerini ve ilim adamlarını yok ederek onları başsız bırakmıştır. Artık onların bu oyunlarını bozmak icab etmektedir. Bunların oyunlarına gelmeyelim, bizler ilme kuvvet vererek kadrolar yetiştirerek bunların oyunlarını bozalım.."(Mahmud Sıddık Şeyhanzade "Nurculuğun Türkcesi ,Medeniyeti islamiyye Tenvir neşriyat ,İstanbul 2003)

TARİKATLARIN İKTİDARIN ARKA BAHÇESİ OLMASI

Tarikat terbiyesi içinde olan insanlar bu terbiyeyi ikmal ederken,mürşidin terbiye usulüne göre davranış sergiler. Zühd İslam'da esastır. Bu da dünya ile olan kontrollü ilişkidir. Kontrol mekanizman sağlamsa dünya metaı ile iş tutabilirsin. Bu mekanizma sağlam değilse, dünya metaı senin sırtını yere getirir.
Bugün Ak Parti iktidarı son dönemi itibarı ile Adıyaman/Menzil cemaatine dayandığı konuşulmaktadır. Özellikle Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığındaki personel alımında bu cemaatin referansının etkili olduğu söylenmektedir. İnsan, tarikat ehlidir diye çalışmayacak, devlet memurluğu yapmayacak diye bir kural yoktur. İdare, liyakat esaslı iş yapmalıdır. Osmanlı altı asır süren idaresinde personel ihtiyacını liyakat esası üzerine oturtmuştur. Benim aşiretim, benim meşrebim yahut tarikat arkadaşım diyerek makam dağıtmak vebaldir. Zira bir zamanlar Gülen cemaati sınav sorularını dağıtmak yahut mülakatlarda tüyo vermekle bu vebalde boğulmuştur. Tarikat eğitiminde mürşide karşı itaat ve sorgulamama esastır. Ancak her değerli şeyin sahtesi olduğu gibi tarikat adı altında sahte insanların irşada kıyam etmesi de rastlanan bir durumdur. Müritlerin sorgulamama yönünü bir iktidar kullanabilir mi? mümkündür. Zira, yarın hükumete karşı bir sokak hareketi başlatıldığında, Devletin silahlı emniyet güçlerinin(asker-polis-bekçi) dışında bir gücü kullanma düşüncesi kaos ve hukuksuzluktur.

SAİD NURSİNİN MUSTAFA KEMAL'E KARŞI ÇIKMASI

Said Nursi hazretleri Ankara'ya davet edilmişti. Mecliste Hoş geldin töreni düzenlendi. 19 Ocak 1923 de Said Nursi 10 maddelik bir beyanname hazırlar ve dağıtır. Beyanname içindeki dini konular Mustafa Kemal'i rahatsız eder. Mecliste 50-60 milletvekilinin bulunduğu bir ortamda karşılaşırlar.Mustafa Kemal:"Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır; sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, öncelikle namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz"
Bu söz üzerine, Bediüzzaman, bir kaçmaklı cevap verdikten sonra şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri doğru uzatarak:Paşa Paşa! İslamiyet'te, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur (Kovulmuştur, reddedilmiştir)"der.
Said Nursi Mustafa Kemal'le görüşmeleri sırasında yaptığı bazı tekliflerin kabul edilmesine rağmen, hiçbirin tatbik sahasına konulmadığını ve kendisinin bu yolla meşgul edildiğini görünce 1923 ortalarında Ankara'dan ayrılıp Van'a hareket eder

MENDERES İSMİNİ TAŞIMAK

Bu millet kendi bağrından çıkarttığı devlet adamlarının ismini çocuklarına koyarak sevgilerini ve hürmetlerini gösterirler. Tek partinin despot idaresini seçimle yıkan Adnan Menderes haksız bir şekilde idam edilse de milletimiz, yeni doğan çocuklarına "Adnan" yahut "Menderes" veya "Adnan Menderes" isimlerini koymak suretiyle sevgilerini göstermişlerdir.

SU VE AĞAÇ ÇEŞİTLERİ

GAFLET AĞACI BİLGİSİZLİK SUYU İLE BÜYÜR. UYANIKLIK VE MARİFET AĞACI İSE DÜŞÜNCE VE TEFEKKÜR SUYU İLE BÜYÜR. TEVBE  AĞACI PİŞMANLIK SUYU İLE BÜYÜR, SEVGİ AĞACI İSE RIZA SUYUYLA BÜYÜR.

AMELEDEN SUSSA DAHİ KONUŞMUŞ HÜKMÜNDEDİR

İlim ezberlenip insanlara sunulmak için değil, kendisiyle amel edilmek için var edilmiştir. Öğren, öğrendiğini uygula  sonra da onu başkalarına öğret. Öğrenip öğrendikten sonra amel edersen ilmin senin adına konuşur. Sussan bile amelinle, ilim dili ile söyleyeceklerinden daha çoğunu söylersin. Bundan dolayı sufilerden biri "Sana bir bakışı fayda vermeyen kimsenin verdiği öğüdün hiç faydası olmaz." demiştir. Kişi ilmiyle amel ederse ondan kendisi de , başkası da faydalanır. Allah, bendeki huzur miktarına göre bana dilediğini söyletir. (Abdülkadir Geylani hazretleri)

25 Haziran 2020 Perşembe

İTİBARI İADE GEREKENLERDEN:BİTLİS MİLLETVEKİLİ YUSUF ZİYA BEY

Musul meselesi için Birinci Mecliste yapılan gizli oturumda, Bitlis Milletvekili Yusuf ziya Bey, Musul'un İngilizlere satılmak istendiğini belirterek misakı milli sınırlarının muhafaza edilmesi gerektiğini belirtir. Bu hususta Hamdullah Suphi ile tartışır.Hamdullah Suphi, bu zata aşağılık ve rezil kelimelerini kullanır, Yusuf Ziya Bey'de aynısıyla mukabele eder.
Lozan görüşmeleri yapılırken Musul meselesi en önemli mesele olarak gündemdedir.Mecliste Mustafa Kemal'in başını çektiği birinci gurup, Musul'u verip bir an önce anlaşmayı imzalamayı isterken , ikinci guruba mensup milletvekilleri Musul konusunda tavize yanaşmaz. Bunlardan birisi de Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya beydir.Yusuf Ziya Bey'in (1882-1925) musul konusundaki hassasiyetine karşı Mustafa Kemal'in adamlarından Hamdullah Suphi işi küfre döker, Yusuf Ziya bey, Musul'u satıyorlar derken kimi kastettiği bellidir. Daha sonra Mustafa Kemal'in emriyle tutuklanarak hapsedilmiş ve Şeyh Said'in yakalandığı tarih olan 15 Nisan 1925 de idam edilmiştir.
Ak Parti, bu tarihi şahsiyetlerin de itibarını iade etmelidir.

BAŞLAMIŞKEN DEVAMINI DİLEDİKLERİMİZ

Hükümet Yassıada mahkemeleri, Adalet divanı kararlarını ve bu dönem için çıkartılan Kanunları yok hükmünde sayıp zarar görenlere maddi tazminat yolunu açtı. Atmış yıldır, bu ülke insanının kalbinde küllenmiş olan bu ateşi söndürmek için hukuken yapabileceğini yaptı. Buna teşekkür gerekir. Ancak bu yola girdi ise düzeltilmesi gereken yanlışlar, söndürülmesi gereken ateşler mevcuttur. Öncelikle Said Nursi hazretlerinin kabrini alenileştirip layık olduğu şekilde ya ilk defnedildiği Şanlıurfa'ya mezarının nakli ve türbe yaptırılması yahut bulunduğu yere türbe yaptırmasını bekliyoruz. Bu rejimin bir ayıbıdır. Hala mezarının yerinden korkuluyorsa bu korkunun üzerine gidilmelidir ki tekrarı olmasın.
Akabinde Yurt dışına sürülen Osmanoğullarının maddi zararları karşılansın.
Akabinde İstiklal Mahkemeleri kararı ile haksız şekilde idam edilenlerin itibarları iade edilsin. Devletimiz, geçmişi ile yüzleşsin,hata varsa kabul edilsin.

ALLAH'I SATMAK YAHUT ALLAH'I SATIN ALMAK

Nizamülmülk ölüm döşeğinde dedi ki:"Allahım eli boş bu dünyadan gidiyorum. Ey yaratıcım! Ey Rabbim! Ben, Senden bahseden her kimi gördüysem, her ne şekilde olursa olsun sözünü satın aldım ve kendisine her türlü yardımda bulundum.
Senin yolunda satın alıcı olmayı öğrendim. Ama asla seni kimseye satmadım
Seni bir hayli satın aldım ama diğer insanlar gibi asla seni satmadım
Sen de son anlarımda beni satın al. Dostu olmayanların dostu sensin, bana yardımcı ol"

DUALAR NEDEN KABUL OLMUYOR

İbrahim Ethem hazretleri Basra'ya geldiğinde halk etrafına üşüşür ve sorar:"Ey İbrahim ! Musibetlerden bir türlü kurtulamıyoruz.Bu konuda dua ediyoruz ama duamız kabul olmuyor. Acaba neden?
Büyük Veli derhal cevap vermez ve onlara "Bir müddet içinizde kalayım sonra cevap vereyim "der. Bir müddet sonra bu insanlara şunları söyler:Ey Basra halkı halinizi inceledim. Kalbinizin günahlarla ölmüş olduğunu anladım. Ölmüş kalplerin duası kabul olmaz.
Halk Kalbimizin ölmesine neden olan günahlarımız nedir?
Hazret şöyle cevap verir:Bunlar on adet günahtır.
1-Allah'ı tanıdığınızı söylüyorsunuz ama emirlerini tanımıyorsunuz.
2-Kuran'ı okuyorsunuz ama muhtevasıyla amel etmiyorsunuz.
3-Peygamberi sevdiğinizi söylüyorsunuz amma onun sünnetini sevdiğinizi göstermiyorsunuz.
4-Şeytanla düşman olduğunuzu söylüyorsunuz amma onunla dostluktan geri kalmıyorsunuz.
5-Cenneti sevdiğinizi söylüyorsunuz ama ona layık amel yapmıyorsunuz
6-Cehennemden korktuğunuzu söylüyorsunuz ama ona götürecek fiillerden geri durmuyorsunuz
7-Ölüm haktır diyorsunuz ama ölüme hiç hazırlık yapmıyorsunuz
8-Din kardeşlerinizin ayıbı ile uğraşıp kendi ayıplarınızı görmüyorsunuz
9-Allah'ın sunduğu nimetleri bolca tüketiyorsunuz ama hiç şükretmiyorsunuz.
10-Ölülerinizi gömüyorsunuz ama bir gün sizinde gömüleceğinizi düşünmüyorsunuz

KONUŞTUĞUN SÜRECE

Yoldan giden müflis bir sufinin ensesine taş kalpli birisi bir tokat attı. Sufinin gönlü kanla doldu. Başını çevirip dedi ki:"Senin kendisine tokat attığın kimse, yaklaşık otuz yıl önce ölüp varlık alemiyle ilişkisini kesti ve çekip gitti."
Taş kalpli adam dedi ki:"Sen boş iddiada bulunuyorsun, ölü adam nasıl konuşabilir?Bu sözlerinden dolayı utan."
Sen konuştuğun sürece hemdem değilsin ve kıl ucu kadar bile olsa varlık nişanesine sahip olursan mahrem olamazsın.
Bir kıl ucu kadar bile olsa varlıkla irtibatın olursa hakikat ile aranda yüzlerce alemlik mesafe var demektir.Eğer menzile ulaşmak istiyorsan içinde zerre kadar olsun varlıktan bir eser olmaması gerekir.olursa zordur.

24 Haziran 2020 Çarşamba

PASLANAN KALPLER İÇİN

Efendimiz (sav) buyurmuştur:Hiç şüphe yok ki bu kalpler paslanır. Kalplerin parlatıcısı ise Kur'an okumak, ölümü hatırlamak ve zikir meclislerine katılmaktır"
Kalp aydınlıktan uzaklaştığı için, dünyayı sevdiği için kendini hiç korumadan dünya malını elde etmeye çalıştığı için kararır. Kalbine dünya sevgisi yerleşen  kimsenin vera'ı (haramdan ve şüpheli şeylerden sakınma duygusu) yok olur. O da helal haram demeden dünya malını toplar.
Bir insan hasta olsa ve doktor ona bir ilaç tavsiye etse hasta o ilacı kullanmadan rahat edemez.

DERDİN VARSA

Adamın birisinin dünya işlerinden arınmış, elini eteğini çekmiş çevik bir kölesi vardı. Köle her gece sabahlara kadar namaz kılardı.
Efendisi köleye dedi ki:"Ey çalışkan köle! gece kalktığın zaman beni de uyandır. Ben de abdest alıp seninle namaz kılayım.
Köle, efendisine şu cevabı verdi:"Başkasının, doğum sancısı olan bir kadını uyandırmasına gerek yok. Derdin varsa zaten uyanıksın demektir. Bu durumda gece gündüz ibadetle meşgul olursun. Eğer birinin seni uyandırması gerekirse başka birinin de işlerini yapması gerekir.
Kimde bu hasret ve dert olmazsa toprak başına saçılsın. Çünkü bu adam hakkın eri değildir. Ama kim gönül derdiyle yoğrulmuşsa hem cennetten hem de cehennemden kurtulmuştur.

BİR DAHA İŞİN DÜŞMEYECEKSE ADAĞINI YERİNE GETİRME!

Hintliler, Sultan Mahmud'a karşı büyük bir ordu düzmüşlerdi. Padişahın buna canı sıkıldı, rahatsız oldu. Padişah o gün bir adakta bulundu:Eğer bu orduya karşı zafer kazanırsam, buradan elde edeceğim tüm ganimetleri fakirlere dağıtacağım"
Müslümanlar, zorlu mücadeleden sonra savaşı kazandılar. Çok fazla ganimet ele geçti. Ganimetlerin bir kısmı bile yüzlerce alimin hesaplayamayacağı kadar çok ve değerli idi. Adamlarından birini çağırdı:Bu ganimetleri yoksullara ulaştır. Çünkü savaştan önce ben Allah'a adakta bulundum ve ahdime vefa etmem gerekir.
Herkes "Bu kadar mal ve altın bir avuç dünyadan habersiz yoksula nasıl verilir. Askerlere ver ki düşmana karşı daha çok kin beslesinler.
Padişahın kafası karıştı ganimetleri dağıtıp dağıtmamak hususunda tereddüde düştü.
Ebul Hüseyn denilen çok zeki ve cesur bir meczup vardı. Askerlerin arasında onu gördü. Meczubu yanıma çağırıp ona sorayım, meczup garazsız bir şekilde içinden geçeni söyler diye düşündü.
Meczup huzuruna geldi olayı kendisine söyledi. Meczup padişaha dedi ki:"Artık işin iki altına kalmış. Eğer bir daha Allah'a işin düşmeyecekse merak etme, sen altını düşün. Yok eğer zamanı gelirde bir daha ona işin düşerse, utan ve iki altını ondan esirgeme. Hak Tela sana yardım etti, zafer kazanmanı sağladı. O üstüne düşeni yerine getirdi. Sen neden yerine getirmiyorsun?"
Sultan Mahmud rahatladı ve altınların dağıtılmasını emretti.

MÜKAFAT HAK'DAN BEKLENİRSE

Sultan Mahmud Gaznevi hazretlerinin askerleri Suminatta Lat denilen Hintlilere ait bir putu ele geçirmişlerdi. Hintliler tekrar puta sahip olmak için ağırlığının on katı altın vermeyi teklif ettiler. Sultan Mahmut o putu satmaya razı olmadı ateş yaktırıp içine attı. Birisi padişaha dedi ki "Onu yakmamalıydın, altın puttan daha değerlidir bu yüzden onu satmalıydın.
Sultan Mahmud Dedi ki:"Allah Teala kıyamet günü bütün insanların önünde, Azer'le Mahmud'a bakın biri put yapıyor diğeri de put satıyor demesinden korktum"
Söylenildiğine göre o put ateşte yandı put yanınca içinden yirmi batman mücevher ortaya çıktı. Sultan altına tamah etmemişti amma Hak teala teklif edilen altının yüzlerce misli mücevher bahşetmişti.

HAK TEALA'NIN KARŞILIKSIZ NİMETLERİNE NE BEDEL ÖDEMEKTEYİZ

Bahçelerimizin sulama zamanı. Suyu kuyudan elektrik bedeli ödeyerek almaktayız. İşçi tutup ücretini ödeyerek bahçemizi  sulatmaktayız. Gerçi işçinin sulaması ile yağmurun sulaması çok farklıdır. Yağmur ağacı üzerindeki tozlarıyla beraber yıkayıp toprağın her karışına suyu indirirken, işçi vasıtasıyla yapılan sulama ancak belirli yerleri suya kandırmaktadır. Sulama için işçilik ve elektrik ücreti öderken, Hak Teâlâ'nın vermiş olduğu yağmur'un karşılığını nasıl ödemek gerekir.?

SARHOŞ EDEN ŞEYLER

İslam hükümlerinin uygulandığı zamanlarda, bu kurallara uyulup uyulmadığını tetkik ve takip eden kişilere Muhtesip denirdi. Muhtesibin biri, sarhoş yakaladığı adamın birini adamakıllı dövmeye koyuldu. Sarhoş dedi ki:"O kadar üstüme gelme. Eğer haram olan bir ekmek adamı sarhoş edip yere yıksaydı, sen benden daha fazla sarhoş olurdun. Lakin kimse senin sarhoşluğunu göremiyor.
Bundan fazla bana işkence etme. Biraz da adaleti kendine uygula"

YOLDAN GERİ BIRAKANLAR

Hz.Musa (a.s) zamanında bir adam vardı. Çok güzel sakalı vardı. Ara sıra sakalını itinalı bir şekilde tarardı. Bu adam Hz. Musa'yı görünce bir istekte bulunur:"Ey Tur dağının serdarı! Allah rızası için Hakk'a sor. Neden irfani bir halet ve zevke eremiyorum?".
Hz. Musa (a.s) Tur dağına giderken bu isteğe muhatap oldu ve tur dağında Hakk'a bu isteği iletti:Hak Teala dedi ki:"Uzak dur. O bizim vuslat incilerimizi elde edemeyip yoksul kaldı. Her zaman kendi sakalıyla uğraşıp durdu."
Bugün bir takım şekilperestler, Resulullah efendimizin sakal hususundaki sünnetinde ifrat yapıp tüm mesele sakal bırakmak yahut sakalsızlık merkezli bir mücadeleyi islami mücadele olarak görürler ve kıymetli nefeslerini heba ederler.

BİLMEDEN YOL ALMAK

Tarikat terbiye sürecinde, kişinin çektiği çileler ve yaptığı mücahede nedeniyle(açlık-uykusuzluk v.s) yolun başında olanlar bir takım haller yaşarlar. Bu haller, süluk ehli için tehlikelidir. Zira, insanda varlık duygusu oluşturup bu kişiyi yoldan alıkoyar. Kişi "Ben de diğer insanlarda olmayan haller oluştu, demek ki ben mübarek bir insanım. Günah içinde gafletle ömür tüketenlere göre ben daha üstünüm" Bu duygu bir zehir gibi o insanın benliğinde yer eder. Bu nedenle bazı Mürşidler, terbiyelerini üstlendiği müritlerinin kapalı gitmelerini Hak Teala'dan temenni ederler. Zenginlik büyük tehlike olduğu için bazı mürşitler, müritlerinin zengin olmasını istemezler imiş.
Gemi, yahut uçağa binen kimse uçak yahut gemi içinde uyusa da yolculuk devam etmekte, gideceği menzile doğru yol almaktadır. Bu şekilde uyuyarak gitmek nefsin ve şeytandan gelecek riskleri önler.

23 Haziran 2020 Salı

YAŞASA NOLACAKTI?

Yaşlı bir adamın küçük çocuğu vefat etmişti. Adam yaslı ve kararsız bir şekilde tabutun arkasından gidiyor, inleyerek şöyle diyordu:
"Ey alemi görmeden giden yavrum, sen hiçbir şey görmeden dünyayı bırakıp gittin"
Bir aşık bu sözleri işitti adamın durumunu görünce dedi ki:"Farz et ki dünyayı yüzlerce defa gördü. Ne çıkar? Sen alemi kendinle birlikte götürecek olsan bile, yine öleceksin. Ne zamana kadar alemi seyretmeye koyulacaksın?
Eğer sen pis nefsinle uğraşmazsan güzel canın necaset içinde kaybolacak.
Dertli bir adam Şibli'nin huzurunda ağlıyordu.Şeyh adamdan sordu :Neden ağlıyorsun?Adam dedi ki:Şeyhim. Güzelliği canıma can katan bir sevgilim vardı, dün öldü, bende onun gamından ölüyorum. Onun mateminden dünyam karardı. Şeyh dedi ki:Madem ki gönlün bu yüzden perişan, bu yas azdır. Sana bundan fazlası gerek. Sen bu defa ölmeyen başka bir sevgili bul ki kendine, derdinden inleyerek ölüp gitmeyesin .Ölümle noksanlığı hissedilen sevgilinin sevgisi, cana gam ve keder salar. Suret sevdasına müptela olan, bu suret yüzünden yüzlerce belaya duçar olur. O suret çabucak elden çıkar, aşıkta kanlara gark olur.

İYİLER NEDEN AZALIYOR

Son yüz yıldan beri iyiler azalmaktadır. Yerlerine yenileri gelmemektedir. Bu bir takdiri ilahidir. Göl yerinde su eksik olmaz amma,dünyasın terk eden efendinin yerine yeni birisi gelmiyor. Hilafetin kaldırılıp din kanunlardan soyutlanınca şeriatın artık işlevsiz kaldığını anlıyoruz. Tarikat sahasında da göçenlerin yerine gelenler olmayınca muhtemelen de tarikat süreci de bitmektedir. Bu süreçleri Hak Teala bitirmektedir. Çünkü, ne şeriat ne de tarikat artık işlevini yerine getirmemekte,Hakk'ın razı olduğu sonuç ortaya çıkmamaktadır. Şeriat diye söylemler içinde olanlar, dünyevi nimetlere ulaşınca, nimet verip makam sahibi yaptığı din alimlerinden hata ve yanlışları ikaz görmeyince ulvi değerler nefislere heba edilmekte ve nihayetinde İslam zarar görmektedir. Tarikat ehli ise saltanat sahiplerinin yanında gözüküp, müridanın mevki ve makam sahibi olması için idarecinin hatasına tavır koymaz bir tutum içinde olursa sonuç yine hüsrandır.
Belki Hak Teala lütuf ve merhameti ile İslam'a ve Kuran'a sahiplenecek,günlük hayatta kurallarının yaşandığı bir devreyi(Kıyamet öncesi mehdi resul idaresini) yaşatıp kainat perdesini kapatacaktır.  

HZ.ADEM CENNETTEN NİÇİN KOVULDU?

Şakirin biri üstadından sordu:"Adem cennetten niçin kovuldu?"
Üstadı dedi ki:"Adem yüce cevher sahibi biriydi. Cennete kanaat etti" Hatiften şöyle bir ses geldi:"Ey cennete yüzlerce bağla bağlanan. Bizim kulumuz her iki alemde de bizim dışımızda bir şeyle kanaat etmemeli. Bizim dışımızda kanaat ettiği şeyi zevale erdiririz. Çünkü dosttan başkasına bağlanmak reva değildir. Canın yeri cananın yanıdır. Canansız yüz binlerce yer ne işe yarar? Cananın dışında başka bir şeyle zinde olan biri Adem bile olsa sürülüp kovulur.

HIZIR'IN DOSTLUK İSTEĞİ

Yüce makama sahip bir aşık var idi. Hızır kendisine dedi ki:"Ey kamil er! Benim dostum olmak ister misin?"
Aşık, Hızır'a dedi ki:"Benim seninle işim olmaz. Zira sen çok uzun bir zaman hayatta kalabilmek için kaç defa Ab-ı hayatı içtin. Oysa ben her an canımı feda etmek arzusundayım, çünkü cansız cana rağbetim yok. Sen canını koruma sevdasındasın, halbuki ben her gün canana can feda ediyorum. En iyisi kuşların tuzaktan uzak durdukları gibi bizler de birbirimizden uzak duralım vesselam."

BEDEL ÖDEYENLER

Peygamberlik yolunda verilecek en az şey "can" dır.
Hz.Yahya içine gizlendiği ağaç kovuğunda testere ile biçilerek can vermiştir. Hz.İsa (a.s) darağacına çekilerek yaşamına son verilmek istemiştir. Hak Teala ,Hz.İsa'yı ihbar eden kişiyi Hz.İsa'ya benzeterek dar ağacına çektirmiştir. Hz.İbrahim (a.s) ateşe atılmıştır. Hz.Yusuf  kuyuya atılıp  köle olarak satılmış, namus iftirasına uğramış, yıllarca zindan da yatmıştır. Bu  örnekleri tüm peygamberler sayısınca artırmak mümkündür. Efendimiz (sav) 'in de buyurduğu gibi Dünyevi belaların en büyüğü Peygamberlere, sonra velilere ve manevi derecelerine göre diğer Allah adamlarına isabet eder.

KUDÜS HALKINA VERİLEN "EMAN"

Hazret-i Ömer efendimizin hilafeti zamanında Yermük savaşında Bizans mağlup edilmişti. Akabinde Humus v.s fethedildi ve Kudüs kuşatıldı. Halk kendilerine eman verilmesini diledi. Halife Ömer efendimiz Medine'de yerine Hz. Ali Efendimizi halife bırakarak Kudüs'e geldi. Kölesi ile ortaklaşa bindikleri deve ile Kudüs'e geldi. Kendisini karşılayan Halid Bin Velid'in ipekli gömlek giymesinden dolayı onu azarladı. Kudüs halkına istediği emannameyi imzaladı. Bu emanname şöyle idi:
"Bismillahirrahmanirrahim
Bu ahidname, Müminleri emiri ve Allah'ın kulu Ömer'in İlya (Kudüs) halkına verdiği bir emandır. Onların, canlarına, mallarına , kiliselerine , haçlarına, hastalarına sağlamlarına ve bütün fertlerine verilen emandır. Kiliselerinde oturulmayacak ve yıkılmayacak, içlerindeki haç, tasvir ve diğer eşyaya dokunulmayacak, kimse dini inançları için zorlanmayacak, zarar verilmeyecek ve onlarla beraber Kudüs'e Yahudi yerleştirilmeyecek.
Buna karşılık Kudüs halkı, diğer şehirler gibi cizye verecek ve orada bulunan Rum ve Sus halkı çıkarılacak ancak onlar gidecekleri yere kadar canları ve malları korunacaktır. Burada oturmak isteyenler, Kudüs halkı gibi emniyette olacak ve cizye verecek. Burada kalıp hasadını almak isteyen de hasadını alacak ve malını satmak isteyene gerekli kolaylık gösterilecektir. Bu, Allah'ın ve Resulü'nün, halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği bir emniyet akdidir.
Şahidler:Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Muaviye...

22 Haziran 2020 Pazartesi

EVLİYAYI İNKAR KÜFÜRDÜR

Her Peygamber Veli'dir. Ancak her veli Peygamber değildir. Velayet yönü itibarı ile Evliyaullah'ı inkar etmek bir anlamda nübüvveti kabul etmemek anlamına gelir ve bu küfürdür.

MÜNKER NEKİR SUALLERİNİ BİLEBİLMEK NASIL MÜMKÜNDÜR?

Kabirde Münker/Nekir melekleri gelip sual eylerler:Kitabın nedir? Kimin kulusun?
Biz sanırız ki kolayca Kitabım Kur'an dır, Rabbim Allah Teala'dır diye cevap vereceğiz. Bizim Cevabımız "Kur'an" olsa da hayatımızda hükümlerini yaşamamışız, Kitabullah'ın yasak ettiği (Faiz, Piyango, Zina v.s) serbest edilmiş, ancak sen soruyu bileceksin?
Rabbim "Allah"dır diyeceksin amma Hak teala sana "kulum" diyecek mi?
Zatın bir tanesi demiş ki;"Celal ve azamet sahibi olan Hakk'ın huzuruna dönüp benim halimi sorun, eğer O beni kulu olarak kabul ederse o zaman onun meşhur kulu olurum. Onun kulu olmadıktan sonra nasıl O'nun Rabliğinden dem vurup Rabbim diyebilirim ki?
Aşk cezbesi Allah tarafından gelirse sen gerçekten de O'nun aşkına layıksın. Lakin aşk senin tarafından olursa bil ki bu aşk ancak sana layık olur, ona değil.

ZARARI KİM TAZMİN EDECEK?

Yoksul birisi, dağdan odun toplayıp şehirde satmak için komşusunun eşeğini ödünç aldı. Fırsatını bulan eşek kaçtı bu esnada bir kurt eşeği yalnız bulunca parçalayıp yedi. Sonraki gün eşeğin sahibi, eşeğin değerini adamdan istedi. Çıkan ihtilaf üzerine her ikisi Hakimin huzuruna çıktılar. Ona "bunun bedelini kim ödemeli?"diye sordular.
Hakim dedi ki:"Kim bu kurdu aç bir halde sahraya bırakmışsa o ödemelidir. Şüphesiz bu suçun cezasını o çekmeli. Her ikiniz de bedelinizi ondan isteyin."
Mısır'da bir kıtlık baş gösterdi. Ekmeksizlikten halk kırılmaya başladı. Tesadüfen bir meczubun yolu o beldeye çıktı, ölen insanları gördü. Kafasını gök yüzüne kaldırdı :"Ey dünyanın ve dinin tek sahibi. Madem ki bunlara verecek rızkın yoktu, bari az yaratsaydın."
Bir meczubu çocuklar taşlamaktaydılar. O biçare çocuklardan kaçıp bir viraneye sığındı. Hava karanlıktı aniden kuvvetli bir dolu yağmaya başladı. Dolu taneleri meczubun başına çarpmakta  idi. Biçare, başına çocuklar hala taş atıyor zannı ile küfürleri sıralamaya başladı. Rüzgar aniden viranenin kapısını araladı ve çakan şimşek içeriyi aydınlatınca kafasına çarpan şeylerin taş olmayıp dolu olduğunu anladı ve kötü küfürler ettiğine pişman oldu.
Dedi ki:"Ya Rabbi ! Bu külhan karanlıktı. Fark edemedim yanıldım. Her ne dediysem kendime dedim.
Aşık ve meczup sözlerinden mazurdur.

HAK TEALA MECZUPLARI HOŞ GÖRÜR

Meczuplar Hakk'ın kendine çektiği şahsiyetlerdir.Bu nedenle meczubanın ağzından çıkan sözleri Hak teala başka şekilde değerlendirir.Normal bir şahsın ağzından bu sözlerın çıkması küstahlıktır.Meczubanın bu sözleri latife kabilindendir.Yahut dostun dosta sitemi kabilindendir.Normal bir kimse asla bu sözleri kullanmamalıdır.Attar hazretleri, mantıkuttayr da anlatır:"Horasan bölgesine bir vali gelmişti.Valinin selvi boylu mutantan elbiseli ,ay yüzlü köleleri vardı.Kollarında gümüş bilezikler,kulaklarında inci küpeler mevcuttu.Eski püskü bir hırka içinde ,başı ve ayağı yalın bir meczup bu köle topluluğunu uzaktan gördü.Dedi :"Bu huriler ordusu kimin?"
Şehirlinin biri kendisine doğruyu söyledi:"Bunlar şehrimizin valisinin köleleridir"
Meczup bunları işitince perişan olup divanevari oradan uzaklaştı ve dedi ki:"Ey yüce arşın Sahibi! Kul yetiştirip büyütmeyi validen öğren".
Belki aynı meczubdu bilinmez.Üstünde elbisesi yoktu, yolda acıktı, hava soğuk ve yağmurlu idi.Meczub ıslandı.Bir viraneye sığındı.Viraneni içine ayak basar basmaz damdan başına bir kiremit düştü.Başı kırıldı,başından kan akmaya başladı.Meczup yüzünü gök yüzüne çevirdi.Dedi ki:
"Daha ne zamana kadar padişahlık davulunu vuracaksın? Başımıza vurmak için bu kerpiçten daha iyi bir şey yokmuy du?

YAŞANAN GARABETLER

Saltanat kaldırılıp Cumhuriyet ilan edilmiş akabinde hilafet kaldırılmış ve sonraki süreçte Anayasa'dan "Devletin dininin İslam olduğu" maddesi çıkartılıp mukaddesata ilişkin ne varsa inkılaplar yoluyla ortadan kaldırılmıştı. Bu süreçte otoriteye yağ çeken, devrim konusu konularda aşırılığa giden insanları otorite hep makam sahibi yapmıştır. Anlatılan şu hadiseler garipliklerden bir tanedir.
Mustafa Kemal, Konya da Alaattin Tepesinde bulunan Halk fırkasının geniş salonunda Konya'nın ileri gelenleri ile toplantı halinde şikayet dinlemektedir. Halk vaki kuraklık nedeniyle buğday fiyatlarındaki düşüşten şikayetçi, sulama ihtiyacından, şundan bundan bahsetmekte idiler. Uzaktan bir ses :"Paşa hazretleri müsaade buyurur musunuz? dedi.
Toplantıdakiler başlarını çevirir, orta yaşlı bir zat ayağa kalkmış söz için müsaade ister. İnsanlar bu kişinin söyleyeceklerine meraklanırlar. Zira ya Ziraat Bankasının uygulamasından yahutta vergilerden şikayet edecektir, belki de hükumetin bir yolsuzluğunu dile getirecektir. Konya'nın medrese şivesiyle  ve gaynları çatlatarak söz söylemeye başlar:
"Paşa hazretleri, Gonya'nın derdi ne guraklıktır, ne de mahsulün para etmemesindendir. Sayenizde guraklık gider; mahsul para eder; her şey düzelir. Emme, lakin Gonyalıları asıl müteessir eden asıl nokta, biz laik bir hükumet olduğumuz halde, niçin hala camilere ve mescitlere umumi bütçeden tahsisat vererek onları yaşattığımızdır. Gonya halkı bu tahsisatın Halkevleri'ne verilmesini istemektedir.
Yeniden seçilmek isteyen eski bir mebus, eski hoca. Yeniden mebus seçildi ve otoriteyi memnun etmek için Türkçe kelimelerin Arapçadan geldiğini ispat için eser yazmış bir zat!
Bu kişi Naim Hazım Onat  isimli kişidir.

NAR İÇİNDE NUR

Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten atılan, haklarında açılan davalarda "Beraat" etmesine rağmen mesleğine döndürülemeyen kimselere sözüm şudur:Onlar ateşe atılan Hz.İbrahim gibi Hak Teala tarafından muhafaza edildiklerini sabırlarının sonunda anlayacaklardır. Zira, Hak Teala'nın rahmeti ilahiyyesinin çoşması için bir mazlumun ağıdı gerektir. Bu ağıt sonucunda Hak Teala sistemi değiştirir, ağlayanın dünyevi ve uhrevi isteklerini verir, diğer mağdurlar da bundan nasiplenirler.

20 Haziran 2020 Cumartesi

DİL BAYRAMI KUTLAMA TEBRİĞİ

Harf inkılabıyla Türkçemizde başlayan tasfiye hareketinin amacı Kur'an la irtibatımızı kesmekti.Ancak alışılmış kelimelerin yerine konulan kelimeler gülünçtü. Mustafa Kemal'in dil inkılabı yıl dönümündeki tebriği şöyle idi:
"Dil bayramımızdan ötürü Türk dili Araştırma Kurumu genel özeğinden, ulusal kurumlardan, türlü orunlardan bir çok kutun bitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kumuyu kutlarım. Gazi M.Kemal  22 Eylül 1934"

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"sözü

Ne mutlu sözü bir hasret ifadesidir. Bir zengin "Ne mutlu zenginlere!.." veya sağlıklı bir kimseye "Ne mutlu sağlığı yerinde olana " dese gülünç olmaz mı? Bu sözler ancak fakir  ve hasta kimseler için mantıklı değil midir?
Bu mantık çerçevesinden bakılırsa " Ne mutlu Türküm diyene " sözü de insana şuur altı boşalması gibi görünüyor.aksi halde yani söyleyen bir Türk ise onu mantıken gülünç olmaktan nasıl kurtarabilirsiniz

YAVUZ SULTAN SELİM'İN SORDUĞU FETVA

Yavuz dindarlığı ve adaleti yanında şiddet ve hiddeti ile tanınmıştır. Devrin Müftüsü Zenbilli Ali efendi onun bu mizacından gelen kararlarını değiştirmede ne derece alim, dindar ve cesur idiyse padişahta Şeriata ve alimlere o nispette saygılı idi. Yavuz büyük müftüye "Dünyada üçte birin selameti için üçte iki insanların idamının" caiz olup olmadığını sorar. Ali Efendi:"Büyük halel vaki ise mubah olur"fetvasını verir. Fakat müftü bu fetvanın yüz elli kişiye gazaplandığı için alındığını öğrenince onların idamının fetvaya uymadığını bildirdi ve müdahalede bulundu.Padişah siyasete karışma hakkının olmadığını söyleyince Ali Efendi:"Ahirete taalluku cihetiyle müdahale vazifemizdir"cevabını verdi ve Padişah da bu cezayı tatbikten vazgeçti.
Padişahın bütün Hristiyanları İslam yapmak teşebbüsü daha büyük olup da buda büyük müftünün teşebbüsü ile durdurulmuştur.İslam ve cihan hakimiyeti mefkuresi ile dolu olan Padişah "Bütün dünyayı fethetmekten veya milletleri İslam'a getirmekten hangisi daha makbuldür " diye müftüye sorar. Zenbilli Ali efendi:Müslüman olmalarının Allah'ın rızasına daha uygun bulunduğu fetvasını verir. Bunun üzerine Yavuz Hristiyanların Müslüman yapılmasını, kiliselerinin camiye çevrilmesini emreder. Bu emrin tatbikatından önce müftünün haberi olur ve Kuranın din değiştirmeye cevaz vermediğini, Fatih Sultan Mehmed'in ahidnamesine uygun bulunmadığını, dini ve hukuki bakımdan bu teşebbüsün meşru olmayacağını  ve fetvasının bu manada verilmediğini beyan etti ve Padişah bu teşebbüsten vazgeçti.

19 Haziran 2020 Cuma

ALLAH'I TANIMA YOLLARI

Allah (C.C)'ı tanıma yollarından birisi O'nunla tartışmaya ve şikayet etmeye son vermek ve tedbirine rıza göstermektir. Malik b.Dinar hazretleri müritlerine buyurmuştur ki:"Allah'ı tanımak istiyorsan tedbirine ve takdirine rıza göster.Nefsini, hevanı, tabiatını ve isteklerini tedbir ve takdir etme konusunda Allah'a eş tutma"
Kalbimiz dünya sevgisi ve hırsıyla yaralanmıştır. Onu dünyaya değer vermeyerek ve Hakk'a yönelerek iyileştirmek mümkündür. Gönül ehli ile düşüp kalkmak gerek ki gönlümüz hoş olsun. Mümin, şeriatın mubah kıldığı şeyleri yer. Veli kula ise yemesini emreden ve yasaklayan kalbidir. Ebdallar ise hiçbir şeye önem vermez iş yerini Rabbiyle beraber olup kendinden geçmiş bir halde yapar. Veliler emirlere uyar. Ebdal kulların ise iradeleri ve seçme hakları elinden alınmıştır.Bütün bunlar dinin sınırlarını koruduktan sonra(şeriatı yaşadıktan sonra) olacak şeylerdir.

VARLIKLARDA TEMEL GAYE

Yaratılanlarda temal gaye İslam'ı yaşamak veya İslam'a göre yaşamaktır.
İnsan, ezelde yalnız kendisi var olan Rabbi'nden kopup gelmiştir. Tekrar O'na dönmek isteği, şuuraltının en esaslı temayülüdür. Bu nedenle ruh, beden hapishanesinde ızdırap içindedir. Bu bir gurbet ızdırabıdır. İnsan ilk gurbet acısını Alemi ervahdan ayrılıp bu dünyaya geldiğinde tadar. Kalbin ancak Allah'ın zikri ile tatmin olması bundandır.Rab'den ayrılıp, dünya gurbetine düşmenin ızdırabı vasıl-ı ilellah oluncaya yani asli vatanına dönünceye kadar sürer.Lakin bu  dünyanın insanı teselli edip oyalayan evlad, mal, makam nevinden çeşitli oyuncakları vardır.
Bu oyuncaklar beden kafesini sararlar. Ancak dünyanın süsü olan bu oyuncaklar aslında ızdırap kaynaklarıdır. Evladın isyankar olur. Mal nedeniyle düşmanların çoğalır. Makam ise büyük bir düşmandır.
Ulvi gayeye ulaşmak için hangi meşakkatları çektik? Nefsimizin hangi isteğine direndik? Mukaddes kalbimizde hangi sevgileri var ettik?

SERVET VERGİSİ

Savaş sonrası Almanyasında %50 olarak Alman'yada uygulanırken, Japonya'da ise %80 civarında uygulanmıştı. Ülkelerin borçlarından kurtulmalarında etkili olmuştu.Muhtemelen pandemi gerekçe gösterilerek bu uygulama yapılabilir. Ancak "devlete verilen bir borç" olarak telakki edilsin diye yumuşatılabilir.

SİYONİSTLERİN TÜRKİYE OYUNU

1-) Manevi kalkınmayı bir muvazaaya dönüştürerek aldatıcı bir şeriat görüntüsü verip müminlerin enerji ve isteklerine sahte bir mecra bulmak
2-) Nüfus artışını durdurmak için doğum kontrolü, aile planlamasına ilaveten sezeryanı yaygınlaştırıp çocuk sayısını iki de tutmak.
3-) Sınai kalkınmayı montaj ameliyesine döndürmek. Tarım girdilerini yükseltip tarımı öldürmek.

TERSİNDEN TEKRARLAR

Bir oluşun başı ile sonunu layıkıyla tefrik etmek dikkatli bir takibin neticesidir. Her şey kemale varıp dönüşe geçtikten sonra, yükselirken takip ettiği seyri, bir kere de tersinden tekrarlayarak sukut eder. Bu bir hilkat ve tabiat kanunudur.
Yükseliş ve Düşüş de dümdüz bir çizgi olarak ortaya çıkmaz. Mevsim kışa yaklaşırken aldatıcı bir yaz günü yaşayabilirsiniz. Amma bu çok sürmez. Bir kaç gün sonra mevsimin tabi seyri kendini belli eder,sıcaklık düşmeye başlar. İlk baharda bunun aksine bir tecelliye şahit olabilirsiniz.
Bu alem zıtlıkların teşhir yeridir. Zıddı olmayan bir varlık ,bir keyfiyet bizim idrak çevremizde yok demektir. Zira kavranamaz. Zıtların kaderleri birbirinin tamamıyla tersidir. Biri için olan lütuf diğerine kahırdır. 1071 Malazgirt zaferi ile yükselişe geçen Müslümanların bu yükselişi 1839 Tanzimat ilanına kadar sürmüştür. Bu tarih İman ve İslamın düşüş çizgisinin resmi başlangıç tarihidir. Bu tarihten 1924 yılında hilafetin ilgasına kadar iman namına sükut, küfür namına ise  yükseliş devam etmiştir. Bu süre içinde gelen büyük ve ileri görüşlü şahsiyetlerin mukavametleri umumi cereyanları durduramamıştır. Sultan Abdülaziz, Abdülhamid ve hatta Vahdeddin'in konumu budur.
1924 de başlayan imanın temsil planındaki düşüşü, küfrünse yükselişi 1930 Menemen hadisesi ile kemale ermiştir. Her kemalin bir zevali olacağı için 1950 seçimleri ile İslamın yükselmesi başlamıştır...

"HAK" ÖLÇÜSÜ ÇOĞUNLUK DEĞİLDİR

İslam'da Hakk ölçüsü çoğunluğun isteği olmayıp Allah'ın emri olmasıdır. Yani bir ülkedeki tüm çoğunluk bir araya gelip "faizi helal kılma" kararı alsa bu çoğunluk görüşü faizi haklı kılmaz. İslamda hakkı, çoğunluğu reyi değil Rabbımızın iradesi tayin eder.

FERD VE CEMİYETİN MENFEAATLARINI TELİF

Ferd ve cemiyetin menfaatlarını telif bakımından İslam kadar hukuki, siyasi, iktisadi ve bilcümle içtimai hadiselerde kılı kırk yarmış bir sistem mevcud değildir. Cemiyetin kaderini alakadar eden her hususta, herkes birinci derecede  ve münhasıran kendisi mes'ul gibi muhatap almaktadır. Amme menfaatinin korunmasında her ferdi mesul kılmıştır. Hepiniz çobansınız ve çobanlığınızdan mesulsünüz diyerek mesuliyeti şümullendirmiştir. Nasılsanız öyle idare olunursunuz, demek suretiyle de şikayetlerin önce nefislerimize tevcihini talep etmiştir. Günlük kılınan beş vakit namazın cemaatla kılınmasının faziletini ferdi kılınana nazaran 27 kat fazla tutması bütün dua ayetlerinin "Biz...Biz" diye çoğul sigasıyla beyan buyrulması cemiyete verilen önemi gösterir.
Bir mahallede bir ferd açlıktan ölse, ahirette o mahallenin tamamının o ferdin katili olarak hesaba çekileceği belirtilmiştir. Zekat ve sadakanın en yakından başlayarak uzaklara gitmesi, zekatın kardan değil mevcuttan verilmesini emrederek iktisadi muvazenesizliği önlemesi cemiyetin dengesinin bozulmaması için verilen emirlerden biridir.
Ticaret helal, faiz haram kılınarak sermayeyi emeğe yönlendirmiştir.

EGEMENLİK HAKKIMIZ

Kuzey Irak'taki PKK kamplarının bombalanması akabinde Mehmetçiğin buralarda üs kurup konuşlanma haberlerini duymaktayız. Bu isabetli bir karardır. Bölgesel yönetim yahut Irak hükumeti, kendi topraklarını koruyamıyorsa, buralardan sızan terör örgütü mensupları ülkemize zarar verdiklerinden, Türkiye Cumhuriyetinin, halkını ve ülkesini korumak için yabancı topraklar içinde önlem alması en tabi hakkıdır. Büyük İsrail için Suriye, Irak ve İran Kürtlerinden oluşacak bir koridorun oluşturacağı Kürt devletinin kurulması gizlenen bir durum değildir. Zira bu hareketin arkasından bölgenin su kaynaklarına sahip Türkiye için Siyonizm plan yapmaktadır. Bu girişimi Hükumet aşikaren görmekte ve tedbir geliştirmektedir. Gelecek olan zamanlar bu mücadelenin şiddetleneceği zamanlar olacaktır.

KANUNLA KİŞİLERİN KORUNMASI

Bu memlekette kutsal değerlere,Yaratıcımıza, Peygamberimize ve diğer kutsallarımıza yapılan saldırı, Mustaa Kemal'in hatırasının korunması kadar korunmamıştır. Düşünün ki 5816 sayılı Atatürk'ü koruma kanunu vefatından 15 yıl sonra Demokrat parti zamanında çıkartılmıştır. Niçin 1940 lı yıllarda çıkartılmamıştır. Bu Kanunu çıkartanlar, bu kanun nedeniyle bugüne kadar yargılanan tüm insanların veballerini taşıyacaklardır. Zaruri yahut zorunlu mu idi? Muhatap şahsın hayatta iken böyle bir kanun çıkartılmasına muvafakat verir miydi? Ve bu kanun bu ülkede kutuplaşmanın önde gelenidir. Atatürk'ü kendilerine perde yapan vesayet odaklı karanlık emeller taşıyanların varlıklarını taşıyan istinatgahtır. Fotoğrafından, büstünden para kazanılmıştır.
İslamın izzeti üzerine bu kadar mücadele yapılmamıştır. Şu bir gerçektir ki her şey fanidir. Bir zamanların muktedir, şöhretli adamlarının ahir ömürleri hususunda bir kitap yazılsa insanlık için büyük hizmet edilmiş olur. Dünyevi makamlar uğruna tüm kutsallarını ayaklar altına alanların ibretlik hayat hikayelerini dinlemek dinlendirici olacaktır.

KURANIN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ

Kazım Karabekir nakleder "Evet Karabekir; Arapoğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran'ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece okutturacağım! Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler"
Kazım Karabekir "Paşaların Kavgası" Truva yayınları sh.152.

İFADE HÜRRİYETİNİN SINIRLARI

İfade hürriyetinin sınırlarını din tayin etmiştir: Bir kimsenin huzurunda iken yüzüne karşı söyleyemeyeceğin sözleri onun gıyabında söylemek gıybettir. Gıybet ölü eti yemektir.
Ancak, toplumu yönetmeye talip olmuş, onu idare ile mükellef olanların yanlışlarını ifade ederek toplumu zarardan kurtarmak da bu kuralın istisnalarındandır.
Yönetici hırsızlık yapmakta ise bunu ifade etmek nasıl olur?
İslamda aslolan niyetlerdir. Ancak "Hırsızlığı"ifade niyetinin altında farklı görüş nedeniyle nefsin bir dürtüsü olabilir. Yahut hasedin uzantıları olabilir. Bugün kötülüğe mani olmanın vatandaş yönü idarecilerin seçimleri olduğu vakit, İslam'a uygun olmayanları tercih etmemekle gösterilir. Nehyi anil münkerin toplumsal yolu budur.

18 Haziran 2020 Perşembe

RUSLAR HAKKINDA

"Bir sahte dervişin orta asya gezisi" isimle anılarını neşreden Macar Yahudisi, Osmanlı hayranı Vambery, Ruslar hakkındaki kanaatini şöyle arz eder. Ruslar, rejimleri ne olursa olsun Türk anavatanını elden kaçırmamak için icabında hatıra gelebilecek tüm entrikalara başvuracaklar, şeklen sulh sever olacaklar, gerektiği zaman ırklarının ve idare tarzlarının kendilerine en uygun şekli olan zulmü ve istibdadı bütün dehşetiyle tatbik edeceklerdir.Bundan şüpheniz olmasın ki muvaffak olacaklardır."
Suriye'de Ruslarla olan konumumuz net değildir. Libya'da Türkiye'nin karşısındadır. Savunma sistemleri satarken, Nükleer Enerji tesisi kurarlar ve ürettikleri doğalgaza bizi mahkum ederler. Ruslara tereddütlü yaklaşmayanlar mutlaka zararlarını görürler. Kırım Tatarlarını unutmayalım.

PİR SULTAN ABDAL

Bir nefesçik söyliyelim,Dinlemezsen neyliyeyim
Aşk deryasın boylıyalım,Ummana dalmağa geldim.

Aşk harmanında savruldum, Hem elendim hem yoğruldum.
Kazana girdim kavruldum, Meydana yenmeye geldim.

Ben Hakk'ın kemter  kuluyum, Kem damarlardan biriyim.
Ayn-ı Cem'in bülbülüyüm, Meydan ötmeğe geldim.

Ben Hak la  oldum aşina, Kalmadı gönlümde nesne.
Pervaneyem ateşine, Şem'ine yanmağa geldim.

Şah Hatayi dir özümde, Hiç hilaf yoktur sözümde
Eksiklik kendi özümde, Darına durmağa geldim.

Z KUŞAĞI GENÇLERİ

Konya Üçler mezarlığında türbesi olan ve 1969 yılında dünyasını değişmiş son Mevlevi mürşidi Muhammet Fikri Metli Dede'den yetişmiş Mevlevi şeyhi Hasan Gürler efendi 30 yıl önce anlatmıştı."Bir gün gelecek, insanlar şeriatı yaşamadan,Tarikatın çilesini çekmeden Hakikattan başlayacaklar".
Bu söz garibine gitmişti, bir insan nasıl şeriatı yaşamaz, yahut tarikat terbiyesi çekmez,çileyi tatmadan Hakikattan başlar. Çünkü Şeriat sürecini tamamlamamış milyonlar, Tarikat sürecini tamamlamamış Yüzbinler mevcutken bu sınıflardan diploma almış gibi Hakikattan başlamak nasıl mümkün olur?
Şeriatı yaşayanların,yahut tarikatı yaşadığını iddia edenlerin saltanat imtihanında sınıfta kaldıklarını gördüğümüzde (Emevi-Abbasi-nisbeten Osmanlı) Şeriat ve Tarikat müesseselerinden diploma alabilmiş pek az insan kalmakla, Hak Teala nurunu tamamlamak için ,lütfedip ve merhamet buyurup "Z kuşağını" harddiskleri proğramlanmış vaziyette donatıp gönüllerini lütfuyla cilalayıp müşterek bir dava uğruna bir araya getirecektir. Şeriat devrinin, Tarikat devrinin geçtiğini,  yeni bir devrin başladığını kabul etmek durumundayız.Bu devrin önderliğini kim yapacak denirse deriz ki Hakk, bir Musa tecelli ettirecektir. Bu Musa'nın etrafında sultanların sofrasında oturup yemek yememiş,Hadis cerh alimlerinin Ravi değerlendirmeleri içinde olan "Sultanlarla oturmamış" prensibine sahip bu  meşrebdeki  Z kuşağından bir topluluk meydana çıkartıp , dünyaya meydan okuyacaktır.  

BİTİŞİ İDRAK EDEBİLMEK

Hakk Teala'nın el-BAKİ ismi Zat'ına mahsus olup yaratılan mahlukatın bundan nasibi yoktur. İnsan'da diğer eşyalar gibi oluş/bozuluş tabi kuralına muhataptır.İnsanlardan oluşan çoklu birimler (Devlet-Parti-Sendika v.s) de bu kurala tabidir. Süreci uzatan yegane neden Adalet ve şükür, kısaltan etken ise zulüm ve şükürsüzlüktür.
Allah adamlarının vazifesi, insanları Allah'a doğru sevketmek olan Peygamber mesleğidir. Bu nedenle adına dünya denilen sahiplenmelerden uzaktırlar. Bu nedenle siyasetten uzak dururlar. İslami kimlik sahibi olduklarını iddia edenler, iktidarı ele geçirdiklerinde niçin başarılı olamazlar? Çünkü İslamı yaşamazlar. İslamı yaşamak sadece beş İslam şartına uymak demek değildir. Yanlışımız buradadır. Müslümanın illaki çağında yetki sahibi ve iktidar olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Çünkü imtihan dünyası olan bu dünyadaki imtihan kıyamete kadar süreceği için Hak Teala, hakiki Müslüman belli olsun diye küfrü hep galebe etmiştir. Münferit hayatlarında İslamı yaşamayı beceremeyenlere Devlet bazında bir imkan verilmez. Zira böylelerine devlet ölçüsünde verilecek bir imkan, İslam dininin lekelenmesine sebebiyet verir.
Siyasetçilerin sofrasında oturmayanlar doğru yoldadır.

DÜNYA SEVGİSİNİ KALPTEN ÇIKARTMAK

Dünya insanı derece derece yukarılara insanların üstüne çıkartır. Dünyanın hazinelerine ve güzelliklerine ulaştırır. Elde edilen imkan ve güzel yaşam ve dünyanın kendisine yaptığı uşaklığı gören insan tam havaya girmişken ansızın o kimseyi yakalayıp bağlar ve baş aşağı yuvarlayıverir. Paramparça olup dağılırken dünya ve şeytan o kimsenin arkasından gülerler. Bu kuraldan kurtulabilen pek az üç beş kişidir.
Dünyanın ayıplarına kalp gözüyle bakarsan onları kalbinden çıkartabilirsin. Yok eğer beden gözüyle bakarsan onun süsleri ile oyalanarak ayıpları görmez, kalbinden çıkartamaz ve ondan uzaklaşamazsın. Nefsin huzur bulması, emir ve yasakları kabul etmek, Hakk Teala'nın verdikleri ile yetinmek, engel olduğu şeylere de katlanmaktır.
Allah'a şükretmek verdiği nimetlere şükretmekle olur. Allah'a şükretmenin iki ana unsuru vardır. Nimetleri itaat ve ibadet için, fakirlere yardım etmek için kullanmak. Nimetin, nimet verenden geldiğini itiraf edip nimeti indirene şükretmektir. Verilen nimet, seni ibadetlerden unutturuyorsa o nimet uğursuzdur.

17 Haziran 2020 Çarşamba

GAZİLERİN İSYANI

15 Temmuz gazileri Ankara'da eylem yapmış ve polis bu gösteriyi zor kullanarak dağıtmış. Gösterinin amacı, 15 temmuz akabinde toplanan paralardan nemalanmak yahut, 3173 sayılı kanun kapsamında kendilerine sürekli bir gelirin bağlanmasını istemek. Yani, ülkeyi darbeden kurtarmak için canını hiçe sayan insanların bir müddet sonra zararları ile başbaşa kalması akabinde farklı düşünceye sapmaları. Bir kimsenin devlet adına canını hiçe sayması İslami bir duygunun sonucudur. Bugün, Suriye'de savaşmak için para etkin rol oynuyorsa, 15 Temmuz gazileri para için gösteri yapıyorsa bazı şeylerin değiştiğini anlamak gerekir.

SULTANLARLA OTURANLAR

Hadis-i şerifleri tasnif eden alimler, ravileri o kadar incelemişler ki bu raviler içinde Sultanla(Halife) yahut halifenin valisiyle oturmuşlar olan kimseleri hoş görmemişler ve bu şahısların rivayetlerini kabul etmemişlerdir.
Siyasiler ve raviler arasındaki ilişkiler nedeniyle ortaya dört grup çıktı. Birincisi Hariciler. Bu ekol insan öldürmeyi mahkeme kararından çıkartıp kişilerin iradesine teslim etmiş kişilerdir. Radikal gruptur. Hadisi şerifleri ve Kur'an ayetlerini evirip çevirdiler. İktidar oldukları zaman istedikleri kötülükleri icra ettiler.
İkinci gurup Şiilerdir. Uydurma hadisten uydurma ayete kadar her şeyi saptırmışlar ve İslam'ı bir aileye mensup kılmadır. Radikal bir gruptur. Uydurma hadislerin büyük bölümü Şii kaynaklıdır.
Üçüncü fırka Mürcie fırkasıdır. Allah'ın tehditlerini sembolleştirirler. En büyük tehdit Cehennem olup, bu grup cehennem korkusunu tehditten çıkartıp basitleştirirler. Bu grup islamın haramlarını basitleştirme hareketidir. Dördüncü gurup muteziledir. Bunlara göre Allah vardır, büyüktür, cennet cehennem vardır amma dünyayı insanın aklı idare eder.

MEŞHURLARDAN, SANATÇILARDAN MEDET UMMAK

Pandemi sürecinde bazı şarkıcılar dert yandılar:Yandık, bittik, mahvolduk" diye. Çalışamamışlardı bu nedenle ekonomik zorluklarını ileri sürdüler. İktidar kamu oyu önündeki bu şöhretlere ilgisiz kalamazdı.Tıpkı seçimlerde, meşhur bir sporcuyu milletvekili yaparak onu sevenlerin oyunu alma düşüncesinde olduğu gibi, bu kez şarkıcılara İstanbul'da konser verdirerek kendilerine miktarı meçhul ödemeler yaparak aleni "teşekkür" ettirdiler. Çöküş sürecinde olanlara, nefisleri bu tip uygulamaları parlak gösterir. Milletin malını, bu tip sanatçılara akıtmakta beis görmezler. İnstagramda milyon takipçisi olan Acun 'un kariyerinden faydalanmak için gizli pazarlıklar yaparlar. Bu şahıslar üzerinden kamuoyunu etkileyeceğini sanır.
Çok fazla bağıranın yüksek sesi "haklılığının" işareti değildir."Tuzu kuru" bir kaç zenginin magazinsel haberleri dünyaperestlerin ilgisini çekerse de bu azınlığın memnuniyeti Hakk'ın razılığı olmayıp, mazlumun, acizin, fakirin ve muhtacın gönlünde olmak iktidarın ömrünü uzatır.

BUDAPEŞTE İÇİN

150 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Budapeştenin kaybedilmesi üzerine nice yanık şarkılar söylenmiştir:
"Çeşmelerde abdest alınmaz oldu,
Camilerde namaz kılınmaz oldu.
Mamur olan yerler hep viran oldu
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i"
 Gazi Aşık Hasan isimli bir asker de Budin için şunları söyler:
Olmuş idim bir zaman ben seddi İslam'a kilid
Nice canlar din yolunda uğruma oldu şehid.
Ta kıyamet haşrolunca kesmezem Hak'dan ümid
Bir gün ola açıla bahtı siyahım der ,Budin"

RUMLARIN ŞEHRİ TESLİM NEDENLERİ

Orhangazi Bursa'yı fethetmişti. Fetih sırasında Rumlara şehrin teslimi sebepleri sorulduğu zaman onlar bir takım sebepler söylediler:"Sizin devletinizin günden güne yükseldiğini ve bizim devrimizin geçtiğini anladık. Babanızın idaresine geçen köylüler memnun kalıp bir daha bizi anmadıklarını gördük ve biz de bu rahatlığa heves ettik".
Anadolu'daki Selçuklu sonrası oluşan beylikler kendi içlerinde saltanat savaşı yahut, komşu beylerle sınır mücadelesi yaparken Osmanlı, Bizans'a yönelmişti. Bu nedenle beyliklerdeki mağlup insanlar kaçıp Osmanlıya sığındıkları gibi, Osmanlının fethettikleri yerlerdeki Rum halkı da uygulanan adaleti ve rahatlığı görünce hiçbir şekilde huzursuzluk çıkartmamakta idiler.
Orhangazi'nin oğlu için "Süleyman Paşa o kadar adalet etti ki, o vilayetin halkı "nolaydı bunlar bize kadim zamanlarda bey olaydı"demiştir.

OSMANLININ GAYRİMÜSLÜME BAKIŞ ÖRNEKLERİ

Sırp Kralı Macar İmparatoruna sormuş:"Memleketimizi alınca ne yapacaksınız?"
Macar kralı:"Ülkenizi Katolik yapacağız".
Aynı soruyu Türk Padişahına sorulmuş, cevap pek muhteşem:"Her cami yanında bir kilise bulunacaktır"

HUKUKSUZLUK ŞAHESERLERİ:İSTİKLAL MAHKEMELERİ

1920 li yıllarda kurulan İstiklal mahkemeleri üyeleri hukukçu değildi. Biz mahkeme denince Hakimleri ve savcıları anlarız. İstiklal mahkemeleri tamamen Mutlak Otorite olan Mustafa Kemal Paşa'nın tensip ettiği kişilerden oluşmakta idi. Bu kişileri güya meclis seçiyordu. Meclis ise tek partinin üyelerinden oluşmuştu. Bu mahkemelerin verdiği kararların üst temyizi yoktu ve verdiği kararların infazı hemen gerçekleştirilmekte idi. Birinci İstiklal mahkemeleri için İdam kararlarının meclisçe kabulü şart edilmiş ise de ikinci istiklal mahkemelerinde böyle bir usul de yoktu. Suçlu için delile gerek yoktu mahkeme kanaati yeterli idi.

SİBER VATAN YAHUT TAKRİRİ SÜKUN

Otoriter idareler, asla eleştiriye tahammül edemezler Hak Teala'nın kendilerine sunduğu bu yetkiyi kendi kabiliyetleri ve bileklerinin hakkıyla kazandıklarını düşünerek bu yetkinin devam etmesi hususunda her türlü vasıtayı mubah görerek tedbirler alırlar. Hakiki müminler bilirler ki; İnsanların idaresine talip olmak en büyük mes'uliyeti gerektiren bir durumdur. Bu vazifeyi nefisleriyle istemezler. "Yük" olarak telakki ederler. Ve dünyevi her türlü makamların biteceğini, akabinde hem bu dünyada hemde öbür dünyada bir hesap kitap sonucu karşılığının olacağını bilirler.Bu nedenle eğer vazifeyi kabul ederlerse mutlaka "Halka hizmetin Hakk'a hizmet olduğu"nu düşünerek kabul etmişlerdir.
Bugünkü iktidar siber vatan sözünü etmeye başladı. Bu elektronik dünyası ve sosyal medya demek olup, Vatan müdafaasını bu alanda yapma düzenlemeleri yapacağının işaretidir. Bu alan ifade ve fikir hürriyetinin kullanıldığı bir alan olup, iktidar vatan müdafaasının kriterlerini ve süzgecini de kendi belirleyecektir. İdareye yöneltilecek bir eleştiri hemen vatana hıyanetle suçlanmaya muhatap olacaktır. 1920 yılından sonra bu ülkede "Takrir-i sükun" kanunu nam altında meclisten çıkartılan ve idareye, muhalif basını kapatmak ve idarecilerini hapse tıkmak şeklinde tecelli eden bir zamanın arifesindeyiz. Bu kanuna dayalı olarak, hükumetin yaptığı devrimleri eleştirenler üyeleri hukukçu olmayan İstiklal Mahkemelerinin kararlarıyla idam edilmiş yahut hapislerde çürütülmüştür. Tüm bu baskılar şiddetleri ne kadar olursa olsun Demokrat Parti'nin zaferine mani olamamıştır. Ancak Demokrat Parti'nin hatası geçmişi yargıya taşıyamamaktır.Yargıya taşıyamamakta haklıdır çünkü Ülkedeki vesayet odakları güçlü bir şekilde durmakta idi.
Yaşayacağımız süreçler var demek ki.

16 Haziran 2020 Salı

MEVLEVİ EVRADI ŞERİFİNDEN

Mevlevi virdi içinde geçer:"Her korku için ,"Lailaheillallah"ı, bütün elem ve kederler için;"Maşaallah'ı, Her niyet için "elhamdülillah'ı, Her nimet bolluğu için eş şükrü lillah'ı, her şaşılacak şey için sübhanallah'ı, her günah için esteğfirullah'ı, her darlık için hasbiyallah'ı, her kaza ve kader için 'tevekkeltü allah'ı, her darlık için hasbiyallah'ı, her kaza ve kader için tevekkeltü alallah'ı, her musibet için inna lillah'ı, her taat ve masiyet için La havle ve la kuvvete illa billah'ı hazırladım.

MEVLEVİLİKTE ZİKİR

Mevlevilikte biri zikri celi, diğeri zikri hafi olmak üzere iki türlü zikir vardır. Zikri celi, açıktan sesli olarak yapılır. Postnişin olan şeyhin, bulunmadığı zaman sertabbah dedenin riyasetinde, halka teşkil etmiş dervişler tarafından alenen okunan ismi Celal'dir. Zikri hafi ise ayini şeriftir. Ayini şerif her ne kadar açık şekilde icra edilmekte ise de dervişin sema esnasındaki zikri hafidir. Derviş, sema esnasında attığı her çarhda içinden İsmi Celal zikreder.

AĞLAMAK BİR İBADETTİR

Ağlamak bir ibadettir ve alçalmanın son noktasıdır. Bir insana ne zaman ağladığını sorunuz. Eğer kişi ağlamıyorsa yahut ağlayamıyorsa gaflet perdesi ziyadesiyle kalındır. Bu perdeyi kaldırmak, ışığa ulaşmak gayet zor olur. Nice istekler vardır ki ancak göz yaşı ile yolu açılır.

15 Haziran 2020 Pazartesi

YAZIKLAR OLSUN

Cenab-ı Peygamber (sav) efendimiz buyurmuştur:"Bilmeyene bir defa, bilene yedi defa yazıklar olsun".
Bilmeyene bir defa yazıklar olsun, neden öğrenmedi diye. Bilene de yedi defa yazıklar olsun, çünkü o öğrendi fakat bildiği ile amel etmedi. Bundan dolayı bilgisinin bereketi ondan çekilip alındı. Fakat hücceti(yani aleyhinde delil olması) kaldı.

HİLAFET HUSUSUNDA SON SÖZ

Hilafet hadisesi İslamın Devlet boyutuna ait bir mesele olup, sadece bir devleti ilgilendirmeyip tüm dünya Müslümanlarını ilgilendirir. Ancak, Hilafetin kaldırılması hadisesinde şu, bu  sebep olmuştur demek, hadiseyi sebepler tahtında gören şeriat boyutundan bakmak demektir. Bugün farzı muhal, Türkiye Cumhuriyeti bu müesseseyi tekrar ihya ettiğini ihtiva eden bir kanun çıkarsa yeniden ihya olunacak bu müesseseyi bekleyen bir yığın sorular ve sorunlar olacaktır. Bu sorulara net bir cevap verilemeyeceği gibi sorunlarda çözümsüz kalacaktır."Olanda hayır vardır" düsturu gereğince Hak teala bu müesseseyi kaldırmıştır. Aynı müessese tekrar ihya olmayacak kanaatindeyim. Bugün için milyarlık İslam aleminin üç milyon Yahudiye karşı Kudüs meselesindeki dağınıklığını gördükten sonra Hilafet müessesesini ihya etmek fitneden öteye geçmeyecektir. İhyasını talep eden insanlar şüphesiz samimi niyetlilerdir. Ancak vakti okumak gerekir. Hak Teala ne istemektedir, Resulullah Efendimiz ne istemektedir bunlara cevap verecek birisi bulunursa bu konu gündeme getirilebilir. Manevi yetki sahibi'ne maddi alemde de yetki verilirse Müslümanları bir araya getirecek, İslam'ın bayraktarlığını yapacak insan ortaya çıkmış olacaktır.
Hilafet konusuna tasavvuf cihetinden bakanlar, sabırla vaktin sahibinin gelmesini beklemek durumundadırlar.

SULTAN VAHDETTİN HAİN Mİ?

Asla! İstanbul'dan ayrılmadan bir gün önce TBMM (17 Kasım 1920) onu vatana ihanetle itham eden bir karar almıştı. Ali Kemal gibi hilafet karşıtlarına muhalif olan gazeteci, göz altına alınarak (Nurettin Paşa) halk linç etti diye askerlere linç ettirilmesi örneklerinde olduğu gibi hayati tehlike içinde idi. Vatandan kaçması için manevi baskı yapılmakta idi. Hususi doktoru kılığında Reşat Paşa aslında bir casus olup onunla birlikte İngiliz Malaya gemisine binerek İstanbul'dan ayrılmıştı. Reşat Paşa, Padişah'a O'nu aldatıp ihanet ettiği yolunda bir mektup yazıp bırakarak İtalya'da intihar etti. Padişah hayati tehlikeyi görmekte idi. Çünkü Abdülaziz'in başına gelenleri biliyordu. Abdülhamid'i hal eden çeteyi bilmekte idi. Can korkusu içinde olan bir kimse, kaçmayı bir hicret olarak telakki etti...

14 Haziran 2020 Pazar

HİLAFET PEŞİNDE OLANLAR

Hilafet peşinde olanların bir kısmı art niyetli bir senaryonun figüranlarıdır. Bunlar, Vatikan modelinde bir Hilafet  istemektedirler. İslami hükümleri uygulama yetkisi olmayan sadece bir makamda oturan ve böylelikle İslam ülkelerindeki Müslümanların turistik ziyaretini amaçlayan bir hilafetin peşindedirler.

ETME BULMA DÜNYASI

İngilizlerin kandırması ile Osmanlı'ya başkaldıran Şerif Hüseyin, ilerleyen zaman içinde İslam alemine halife olmak düşüncesine sahip olmuştu. Bu bardağı taşıran son damla oldu. 1932 yılında Arabistan'da fili bir derebeylik durumundaki Necid'den yürüyüp gelen Suudiler, İngilizlerin desteğiyle Hicazı zaptettiler. Şerif Hüseyin'e yapılan iyilik ise bir İngiliz savaş gemisi ile Kıbrıs'a nakletmek ve ölümüne kadar orada göz hapsinde bulunmaktı. Tuhaf olan şu idi ki kaçan'a da İngiliz yardım ediyordu, kovalayana da.

İNİŞ ÇIKIŞLAR

Mustafa Kemal'in evvelinde İngilizlerle anlaşarak hilafeti yıkmak hususunda anlaştığı aşikardır. Zaferden sonra bu fikrinden vazgeçerek kendisinin "Halife" olmak isteği katidir. Bu dini bir zaruret ve inanıştan dolayı değil alemşümul bir şahsi otorite sağlamak maksadına mebni idi. İngilizler, Hilafet meselesi kaldırılmadığı için Lozan anlaşmasına imza koymamışlar, ne zamanki hilafetin ilgasına ilişkin kanun çıkması akabinde bir anlaşmayı imzalamışlardır. İzmir iktisat kongresine giderken Mustafa Kemal konuştuğu her yerde Hilafet lehinde beyanda bulunurken, İzmir'e vardığında Hayim Naum, kati surettte İngilizlerin isteğini bildirince İzmir kongresindeki konuşmasında tamamen ters yönde ve aleyhinde olmak üzere hilafeti kötülemiştir.
Hilafetin kaldırılması hususundaki kanun teklifini veren Şeyh unvanlı Urfa mebusu Şeyh Saffet efendidir. Şeyh  Saffet efendi "Tasavvuf" isimli haftalık çıkan bir dergiyi çıkartan kişidir. Şeyh Ali efendinin halifesidir. Şeyhler meclisi kendisine İstanbul'da bir tekke vermediği için Meclisi Meşayih'e kızıp buğz etmesinden dolayı tekkelerin kapatılması yönünde teşvikatta bulunduğu rivayet edilir.

12 Haziran 2020 Cuma

DERTLER VE DEVALARI

Allah Teala derdi de devayı da yaratmıştır.
Günah derttir devası itaattır. Zulüm bir derttir, devası adalettir.Hata bir derttir, devası ise doğruyu yapmaktır. Allah'a karşı gelmek bir derttir, devası günahların sarhoşluğundan tövbe etmektir.
Tedavinin başarılı olması insanın kalbini insanlardan büsbütün uzaklaştırıp Allah'a yaklaştırmasına bağlıdır. Nefsin Allah'a itaat konusunda senin isteklerine uymazsa açlık, susuzluk, zillet ve kimseciklerin olmadığı bir yerde yalnızlık kırbacıyla onu cezalandır.

RESULULLAH'IN ENDİŞE ETTİĞİ KİMSE

Cenabı Resulullah buyurmuştur:"Ümmetim hakkında en çok endişe ettiğim şey, ağzı laf yapan münafıktır."

SAHABE ARASINDAKİ İHTİLAFLAR

Sahabe hakkında çıkmış ihtilaflar hakkında bugünün Müslümanı ileri geri konuşmaması gerekir. Sahabe arasındaki ayrılıklara dalmamamız gerekir ve onların iç hallerini Allah Teala'ya havale etmek en uygun davranıştır.
Ömer b. Abdülaziz  şöyle demiştir:
"Onlar, Allah'ın ellerimizi kanlarına bulaştırmayıp, temiz çıkardığı kimselerdir. O halde biz de onların haysiyetlerine dil uzatmayarak dillerimizi temiz tutalım".
Hasan Basri hazretlerine sahabenin birbirleriyle yaptıkları savaşlar hakkında soru sorulunca o şeyle cevap vermiştir:
"Bunlar, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin ashabının hazır bulunduğu, bizim ise hazır bulunmadığımız, kendilerinin bildiği, bizimse bilmediğimiz savaşlardır. Onlar ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi oluruz. Aralarındaki anlaşmazlıklarda da haddimizi bilir, orada dururuz.

HİLAFET TAYİNİNDE USULLER

Resulullah Efendimiz (sav) Devlet Başkanı idi. Ancak kendisinden sonrası ile alakalı olarak bir kimseyi sarahaten tayin ve teklif etmemişti. Hz. Ebubekir efendimiz ise kendinden sonra halife olacak kimseyi vasiyet yazdırarak Hz. Ömer olarak tayin etmişti. Hazret-i Ömer efendimiz ise bıçaklı yaralanması akabinde namaz kıldırmak üzere Abdurrahman b.Avf'ı yerine namaz kıldırmaya tayin etmiş, yeni halifenin aşeri mübeşşere(cennetle müjdelenen on kişi) arasında seçilmesini istemişti. Bu vakte kadar hayat sağ kalan sekiz kişi vardı. Abdurrahman b. Avf hakem olmakla kendisini istinkaf etti. Geriye yedi kişi kalmıştı. Bu kişilerden biri uzun bir seyahatta idi. Geriye altı kişi kaldı. Hz. Ömer ekseriyet olsun diye oğlu Abdullah'ı teknik bir zarurete binaen ve aday olmama koşulu ile bu heyete dahil etti.
Toplanan heyette "aday olmak isteyen" olup olmadığı sorulunca üç kişi "Ben namzed değilim" dedi. Geriye üç kişi kalmıştı. Abdurrahman b.Avf, Hz.Ali, Hz.Osman. Abdurrahman bin Avf:Ben de namzet değilim, siz ikiniz kalıyorsunuz. Beni aranızda hakem tayin eder misiniz? diye sordu. Her iki sahabe kabul ettiler. Hz.Abdurrahman Medine çarşısına çıktı halkın nabzını tuttu. Bu yoklamada İbni Kesir'e göre halk Hz. Osman'ı ekseriyetle tutmuşlardı. Abdurrahman b Avf tekrar, Hz.Ali ve Hz. Osman Efendilerimizle görüşüp onlara "Şayet seni seçmezsem, sen bunu gönül rızası ile kabul edip seçtiğim kimseye biat eder misin? diye sordu. Her ikisi de müspet cevap verince sabah namazı mimbere çıkıp:"Dağılmayınız, size halifenin kim olduğunu bildireceğim "dedi. Minberden ve cemaat önünde adaylar hazır olduğu halde her ik adaya şu soruyu sordu:"Şayet ben halife olarak seni seçersem Kuranı Kerim ve Hz. Peygamberin sünnetine ve Hz.Ebubekir'in ve Ömer'in tatbikatına uyacağınıza söz verir misiniz? sorusunu surdu.
Hz. Osman kayıtsız ve şartsız "Evet " dedi. Hz. Ali efendimiz:Kur'ana ve Hz. Peygamber sünnetine "evet", fakat Ebubekir ve Ömer'in tatbikatına uymaya mecbur değilim. Ben de müçtehidim. Her hususta onlara uymaya mecbur değilim" dedi.
Abdurrahman b Avf  Hz.Osman'ı seçtiğini bildirince Hz.Osman'a mimberde ilk biat eden Hz.Ali efendimiz olmuştur. (Hazreti Abdurrahman hazretleri, kamuoyu araştırmasında Medine'de bulunan yaşlı, genç, alim, cahil, tüccar, sanatkar, Medine'de geçici oturan Yabancı Müslümanlar, ordu kamotunları ile de görüşmüştür)

HAZRETİ ÖMER'İN KATİLİNE TÜRBE YAPANLAR

Mugire bin Şube'nin İranlı Mecusi olan kölesi Ebu Lü'lü  isimli katil, Hz.Ömer Efendimizi katletmiştir. Bu şahıs ateşperest olup İran'da bu şahsın tantanalı bir türbesi mevcuttur. Bugün İran devleti o türbeye varan sokağa "Ebu Lü'lü Caddesi" ismini vererek katilin ismini yaşatmaktadırlar.

FİTNENİN KAPISI

Hz. Ömer Efendimizin idaresi esnasında devlet zenginleşmiş, sınırlar genişlemişti. Ancak Resulullah Efendimiz hayatta iken geleceğe dair haberlerin bir kısmını sahabelere söylediği gibi tamamını ise Hz. Huzeyfe'ye söylemişti. Bu hususu bilen Hz. Ömer efendimiz huzurunda bulunanlara bir sual sormuştu:"Resulullah'ın  (SAV) Fitne hakkındaki sözü hanginizin hatırındadır? Huzeyfe (ra):Ya Emirel müminin Resulullah'ın sözü bütünüyle hatırımdadır ki kişinin çocukları, mal ve evladından, komşusundan dolayı fitneye duçar olmasıdır. Bu misillü günahlara oruç, namaz, emribil maruf ve nehyi anil münker kefaret olur" diye cevap vermiş.
Hz.Ömer:"muradım o değil, deniz gibi temevvüç edecek fitneyi soruyorum" dediğinde Hz.Huzeyfe:"Ya Emirel Müminin. Senin için onda bir beis yoktur. Senin zamanınla onun arasında kapalı kapı vardır" demiş
Hz Ömer:"Bu kapı kırılacak mı yoksa açılacak mı?"dediğinde Huzeyfe:""KIRILACAK" demekle Hz.Ömer:"Öyleyse artık kapanmaz " deyip izharı teessüf etmiştir.

HAZRET-İ HASAN (R.A) SÖZÜ

İmam Hasan hazretleri, halifeliği Muaviye'ye terk ettiği zaman:"Cenab-ı Hakk, nübüvvet ve Hilafet'in her ikisini birden bizde cem etmeyi arzu etmemiştir" demiştir. (Medeniyeti İslamiyye Tarihi Corci Zeydan sh:51)
Bediüzzaman hazretleri de bu görüşü paylaşarak diyor ki:
"Al-i Beyt ise hakak-i İslamiyyeyi ve ahkam-ı kur'aniyyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen ya Nebi gibi masum olmalı veyahut Hülefai Raşidin ve Ömer ibni Abdülaziz-i Emevi ve Mehdi Abbasi gibi harikulade bir zühdü kalbi olmalı ki; aldanmasın. Halbuki Mısırda Ali beyt  namına teşekkül eden Fatımi Devletinin hilafeti, Afrika'da Muvahhidin Hükumeti ve İran'da Safeviler Devleti gösteriyor ki saltanatı dünyeviyye ,Ali Beyt'e yaramaz; vazifei asliyesi olan dinin muhafazası ve İslamiyete hizmeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek şekilde İslamiyete ve Kuran'a hizmet etmişler.
Hazreti Hasan efendimizin neslinden gelen Aktablar, Dört kutub, bilhassa Hz. Abdülkadir Geylani, Hazreti Hüseyin soyundan gelen imamlar, hususan Zeynelabidin ve Cafer-i Sadık ki her biri birer manevi mehdi hükmüne geçmiş, manevi zulmü ve zulümatı dağıtıp envarı kuraniyeyi  ve hakiki imaniyyeyi neşretmişler, atalarının birer varisi olduklarını göstermişler"(Mektubat  sh 99)

CENNETLE MÜJDELENEN ON SAHABE

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE (Müjdelenmiş on kişi) denilen bu sahabeler henüz hayatta iken Hz.Peygamber (sav) tarafından cennetlik olarak vasıflanan ve ifade buyurulmuş  olan şu şahıslardır:
Ebubekir es SIDDIK
Ömer ül  FARUK
Osman b. AFFAN
Ali b. EBİ TALİB
Talha bin. UBEYDULLAH
Zübeyr b.AVVAM
Sa'd İbni Ebi Vakkas
Said ibni ZEYR
Abdurrahman ibni AVF
Ebu Ubeyde ibni CERRAH

DUA

Allahım bize bela(imtihan) verme! Allahım bizi imtihana tabi tutmadan zatına yakın olmamızı lütfet. Allahım yakınlığını ve lütfunu esirgeme. Allahım bize uzaklığı olmayan bir yakınlık ver. Bizim senden uzak kalmaya ve belalara dayanmaya gücümüz yok. Bize afet ateşi olmadan yakınlık nasib et. Afet edişini görmemiz mutlaka gerekiyorsa, bizi ateşin içinde yumurtlayıp yavrulayan semendel kuşu gibi yap. O ateşi bize Halil İbrahim'in ateşi gibi yap. Onun etrafında bitirdiğin gibi bizim de etrafımızda otlar bitir. Onu hiçbir şeye muhtaç etmediğin gibi bizi de muhtaç etme. Onu koruduğun gibi bizi de koru ve kendine ısındır.Amin.

MADDİ YARATILIŞ,MANEVİ YARATILIŞ

Maddi yaratılış konusunda tüm insanlar ortaktır. Hz. Adem, Hz.Havva, Hz. İsa (a.s) hariç tüm insanlar bir anne ve Baba'dan dünyaya gelmişlerdir. Manevi insanlarla alakalı olarak Hak Teala buyurmuştur:"Sonra onu başka bir yaratılışla yeniden var ederiz.Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir"(Müminun 14). Bu ayette belirtilen yaratılış ise müfrettir, ayrıdır,özeldir. Onu kardeşlerinden, insanoğlundan ayırır. Onun ilk manasını değiştirir, altını üste getirir, onu rabbani ve ruhani hale getirir. Artık kalbi insanları görmekten daralır, sır kapısı insanların yüzüne kapanır. Ona dünyayı, ahireti, cennet, cehennemi, bütün yaratılanları ve evreni tek bir şey olarak gösterir. Hikmetten kudrete geçirir.

11 Haziran 2020 Perşembe

HAK TELA KULLARINA NE SUAL SORACAK

Allah (c.c) kıyamet gününde Peygamberlere ve alimlere "Siz insanların çobanıydınız.Güttüğünüz bu insanlar hakkında ne yaptınız ?" der.Hükümdar ve zenginlere "Siz benim hazinelerimin bekçisiydiniz, fakirleri gözetip yetimleri yetişdirdiniz mi, sizin üzerinize farz kıldığım hakkımı, mallarınızdan çıkarttınız mı? der

EŞİTLİK

İnsanlar doğuştan eşittirler. Kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra İman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Hukuki ve müspet eşitliktir. Kul mümin olunca hukuki bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet.
Ulul emr Allah'ın bir aletidir. Allah'ın dışında cismani bir otorite yoktur. Vardır demek, şirk koşmaktır. İslamın temel mefhumu olan eşitlik, bir amaç değil bir haktır. Hürriyet eşitliğin bir başka adı ve görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde, kimin kime karşı hürriyeti? Batı hürriyeti bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedi, yegane hakikatin emrindedir. İslam Fikir hürriyetini, insanın bir diğer insana saldırtan tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşad vasıtası olarak kabul etmiştir. İslamiyet, Demokrasinin ta kendisidir. Ama Batınınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.(Cemil Meriç)

MEŞHURLARIN DEMOKRASİ KONUSUNDAKİ FİKİRLERİ

İki asır önce basılan bir ikonoloji kitabında, kadın olarak tasvir edilmiş demokrasi, alnında asma yapraklarından bir taç, sırtında kaba saba giysiler, bir elinde nar diğer elinde yılan.
Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş kelimeye:her demogog kendi yalanlarını. Uğruna sel gibi kan akıtılmış. Nedir bu demokrasi?
"Katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir." diyor Voltaire. Demokrasinin temeli fazilettir" diyor Montesquieu. De Maistre "Hırstır" diyor. Demokrasi adaletin temelidir Vacherot'a göre. Proudhoon'a göre, ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir. Thierry için, demokratik cumhuriyetlerin sonu, ahlaki bir alçalıştır.(Cemil Meriç- Bu ülke)

AHLAKI KORUMAK

Ahlakı korumak ancak din kuralları ile mümkündür. Bu korumada dinin kuvvetli mertebesine ulaşacak başkaca bir tedbir yoktur.
"Kurtuluş" sadece dünyevi olarak tefsir edersek hakikati değersiz kılmış oluruz. Kurtuluşu ahiret saadeti anlamında telakki edersek gerçek hüviyetine kavuşturmuş oluruz.

DİNİ KONULARI KAMUOYUNDA TARTIŞACAK KİMSELER İÇİN !

Bugün din adına kamu oyu önünde bir tartışma yapılmak gerekiyorsa öncelikle tartışma yapacak kimselerin kimliklerini açıkça ve samimiyetle ortaya konması istenmelidir. Eğer bu kimse gerçek bir Müslüman ise sağlam bir şekilde ortaya koymadıkça tartışmaya girmemek gerekir. Keza dine karşı olan, hayatının din tarafından tanzimi kabul etmeyenlerle kamuoyu önünde din konusunu tartışmak uygun olmaz. Zira, dine düşman olanın dinden nasibi olmayacağı için onunla tartışıp ikna etmek mümkün olamaz.
İkinci olarak tartışılacak kimsenin mezhebinin mahiyetini açıkça tarif ettirmek gerekir. Bugün bir vahhabi, bir İran şiasına mensup kişinin İslam Dini ile samimi bir alakası olmadığı halde Müslüman görünerek kendi silahımızla bize hücum etmeleri büyük bir haksızlık ve ayıplamayı gerektirir bir küçüklüktür. Dindarlık mezhebinde "dinsiz" görünmeye cevaz yoktur. Ancak dinsiz olanlar, konuşma esnasında diyanet kisvesini giymekte mahzur görmezler.

İTİBARLARIN İADESİ

Ak Parti, 27 Mayıs ihtilali ile mağdur edilip , hukukdan uzak askeri yargılamalı yapan Yassıada mahkemelerinin kararları il mağdur olan insanların itibarlarının iadesini temin zımnında bir hazırlık yapmak imiş.dilerim başarırlar.İsabetli olur.Böyle bir karar Yassı ada mahkemelerinin varlığını reddetmek, zihniyetinin haksızlığını devlet eliyle kabul etmektir.
İtibarlarının iade edilmesi gereken insanların başında Osmanoğulları ailesi gelmektedir.Her ne kadar Saltanat mensuplarının damatları ile birlikte yurt dışına çıkartılmasına dair kanun gereğince yurt dışına sürülen bu insanların kadınlarının dönüşü 1950 yıllar Demokrat Parti kanalıyla vuku bulmuş,erkekleri üzerindeki yasakda 1970 yıllarda MSP nin koalisyon ortaklığı zamanında vuku bulmuştur.Ancak her iki kanun da Af kanunu niteliğinde olan kanunun icabıdır.Yuurda girişlerine müsaade edilen bu şahsiyetler "suçlu kişiler" değildi.bu nedenle Af kanunu içinde konumlandırılmaları hata idi.Ancak o zamanki şartlar bu kadarlık imkan vermişti.Bugün ise bir kaç tık ileri gidilerek Sürgün'e gönderilen Osmanoğulları'nın itibarı da iade olunmalıdır.

AYASOFYA İÇİN ÇALIŞANLAR


1990’lar… İstanbul Müftü yardımcısıdır. Bir gün sekreter telefonu çaldırır, “Sizi sayın Cumhurbaşkanı arıyor” der. Mehmet Çiçek “Yanlış olmasın, ben müftü yardımcısıyım, Müftü Bey’i arıyor olmasın” diye cevap verir. “Hayır, der sekreter, sizi ismen aradı.” “Peki bağla o zaman.” Bağlanır: Telefonun öbür ucundaki ses merhum Cumhurbaşkanı Özal’a aittir. Selam verilir, alınır sonra Özal konuşur:

-Bugün, der Özal, İkindi vakti Ayasofya’ya gideceksiniz. Orada dört minareden birden ezan okunacak ve siz ikindi namazını orada kılacaksınız Namık Kemal Zeybek (Kültür Bakanı) de orada olacak.

Müftülükten bir grupla birlikte gittik, dedi Mehmet Çiçek. Topkapı yolundan bir girişi var Ayasofya’nın. OsmanlıPadişahlarının Hünkar Mahfili olarak kullandığı bölüm. Oradan girdik. Orası ile Cami arasındaki bir yer halılarla döşenmiş, camiye gelen kısmı duvar gibi kapatılmış. Böylece orada bir mescit oluşturulmuş.  Ezanı duvarın üzerine çıkan bir müezzin okudu ve biz İkindi namazını kıldık orada.

Mehmet Çiçek sonrasını da anlatmıştı: -İkindiden sonra Özal yeniden aradı.-Ne yaptınız, gidip namaz kıldınız mı? -Kıldık Efendim.-Minarelerden ezan okundu mu? -Hayır efendim. Namık Kemal Bey şu anda durumun uygun olmadığını söyledi

-Bakın, dedi merhum Cumhurbaşkanı, dört minareye birden ses sistemi kurduracaksınız, sonra da hemen bu sabah namazından itibaren Sultanahmet ile birlikte namaz vakitlerinde çifte ezan okutacaksınız.

Özal bundan sonra Mehmet Çiçek’e şu soruyu sorar: -Sen İstanbul’da hangi camilerde çifte ezan okunduğunu bilir misin? -Bilmem Efendim.

-İki yerde. Birisi Sultanahmet ile Ayasofya arasında, diğeri de Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii ile Yeni Valide Camii minareleri arasında. Bundan böyle dört minarede birden ve Sultanahmet ile birlikte çifte ezan okunsun, tedbirinizi alın.

Mehmet Çiçek, “Biz o gece ses sistemi kurdurduk ve sabah namazında çifte ezan okunmasına başlattık. Özal sonra tekrar aradı ve teşekkür etti. (Yalnız daha sonra Kültür Bakanı olan Fikri Sağlar, üç minaredeki ezan sesini kaldırdı, sadece tek minarede okunmaya başlandı.)Özal Ayasofya ile ilgili bir şey daha hatırlatıyor Mehmet Çiçek’e:-İmam tayin ettiniz mi Ayasofya’ya diye soruyor. Çiçek;-Efendim kadrosu yok ki Ayasofya’nın diye cevap veriyor.

-Var, diyor Özal, Ayasofya müzeye çevrilirken, imam kadrosu iptal edilmiyor. Bakın görürsünüz, diyor. Sonra bakılıyor, gerçekten bir imam kadrosu var, ama başka yerde, daha doğrusu Gülhane’nin oradaki küçük mescitte Mahmut Toptaş Hoca tarafından deruhde ediliyor.  Bu kadro Ayasofya’ya aktarılıyor ve ondan sonra da kadro orada hizmete sokuluyor.

Özal Mehmet Çiçek’e bir talimat daha veriyor:

-Mukaddes Emanetler bölümünde 40 kişilik bir hafız grubu, en kısa zamanda sürekli Kur’an okumaya başlasın. Yahya Kemal’in dediği gibi “Türk İstanbul”un iki vazgeçilmezi vardır: Birisi Fetih’ten bu yana Ayasofya’da okunan ezan, diğeri de Mukaddes Emanetler bölümünde Yavuz Sultan Selim’den beri okunan Kur’an. Ondan sonra evet, Mukaddes Emanetler bölümünde önce gündüzleri, sonra İsmail Kahraman’ın Kültür Bakanlığı döneminde de 24 saat süreyle Kur’an okunmaya başlanıyor ve bugünlere kadar okunuyor. Konuyu bilenlere göre burada ülkenin en güzel Kur’an okuyucuları (kurralar) tilavet ediyor, bununla da buradaki tilavetin tüm Türkiye için bir tilavet üslubu haline gelmesi amaçlanıyor.  Konuyu Namık Kemal Zeybek beyle de görüştüm. Namık Kemal Bey, Hünkâr Mahfeli’nin 80 öncesinde Demirel tarafından da mescit olarak tahsis edildiğini, İhtilâl’den sonra kapatıldığını söyledi öncelikle.

Yeniden mescit olarak tanziminin kolay olduğunu ifade etti. O arada bir tür dengelenme niteliğinde, Ayasofya’nın ana mekânında önce Adnan Saygun tarafından bestelenen ve ilâhilerden oluşan Yunus Emre oratoryosunun seslendirilmesini, ardından bir Mevlevi Ayini’nin icrasını sağladığını, bu ayinin başlangıcında merhum Kâni Karaca tarafından Kur’an tilavet edildiğini ve bunların bir gazetede “Ayasofya’da Zeybek oyunları” şeklinde verildiğini anlattı.

Namık Kemal Bey, “Ayasofya’nın hassas bir mesele olduğunu” da belirterek, bir UNESCO toplantısında Uzakdoğulu bir temsilci tarafından “Siz Ayasofya’da Kur’an okutmuşsunuz” sualine muhatap olduğunu, Batılıların böyle bir soru sormasının anlaşılabileceğini ama Uzakdoğulu bir insanın gündemine bunun sokulmasının manidar bulunduğunu belirtti. Ayasofya ile ilgili güncel tartışmayı bir başka yazıda değerlendirmek istiyorum. İktidar ne yaptı, ne yapıyor, bu konuda da söylenecek epeyce bir şey var. Değerlendirmek lâzım(Ahmet Taşgetiren-Karar gazetesi 11.06.2020)

DİLİ İLE KONUŞAN SİYASİLER

İnsanların idaresine talip olmuş siyasiler arasında pek azı kalbiyle konuşur, kahir ekseriyeti diliyle konuşur. İnsanlardan gelecek yarar peşinde koşup, takdir edilmiş konularda çekişir dururlar. Allah'dan gelecek olanı düşünmezler. İnsanlardan gelecek maddi yardımı yeterli görürler."Ne ekerseniz onu biçersiniz"," Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz", "Amelleriniz sizin işçilerinizdir" sözlerini hiç duymamışlardır.
Oğlum! Hizmet edersen hizmet görürsün, uyarsan uyulan olursun. Allah'a uşak ol, O'nu bırakıp sultanların uşaklığı ile zaman harcama. Sultanların sana herhangi bir yararı ve zararı dokunmaz. Nasibinde olmayanı kim verebilir.
Başkalarını Allah'ın önüne geçirmek en büyük bedbahtlıktır.

KENDİMİZİ NASIL DÜZELTİRİZ

Her kim insanları tevhid eliyle, dünyayı zühd eliyle, Rabbinin dışındakileri de rağbet(yüz çevirme) eliyle yok ederse kendini büsbütün düzeltmiş ve kurtuluşa ermiş, dünyanın ve ahiretin iyiliklerini elde etmiş olur.
Allah adamları insanları Allah'a çağırır, münafıklar ise kendine çağırır. Münafık insanlar nezdinde kabul edilme sevdasında olan zevkinin peşine takılmış durumdadır.

İŞ VE DIŞ ELBİSELER

Riyakarın giysisi temiz, kalbi pistir. Mübahlara rağbeti yoktur, çalışıp kazanmaktan üşenir, dinini satarak geçinir ve genelde çekinceli bir duruşu yoktur. Apaçık haram şeyleri yer içer, durumunu insanların genelinden saklar ama özel arkadaşlarından saklamaz. Onun bütün zühd ve ibadeti dışındadır. Dört başı mamur bir görüntüsü vardır amma içi harabeye dönmüştür.
İnsanlar için giyilen şirk elbisesini çıkartıp atmak gerekir. Allah'ın hakları hususunda gevşeklik elbisesini çıkartmak gerekir. Şehvet, üşengeçlik, kendini beğenme, nifak(iş-dış farklılık), insanlar içinde makbul olma, insanların teveccühünü kazanma, onlardan gelecek maddi yarar elbiselerini çıkartmak gerekir.
Güç ve kuvvetinden varlığından kendini soyutlarsan güçsüz ve kuvvetsiz bir şekilde bütün sebepleri bir kenara atıp Yaratıcıya bir şeyi ortak koşmayarak Allah'a koşmak gereklidir.

10 Haziran 2020 Çarşamba

SOKAK HAREKETLERİ YAHUT HAREKETLENMESİ

Abdülaziz han tahttan indirilmeden önce, menfaat düşünü, rüşvetçi hani kadrolar (Hüseyin Avni paşa, Mahmut Nedim paşa, Midhat paşa, Rüştü Paşa v.s) el altından talebeleri destekleyerek sokaklarda nümayişler düzenlenmesini organize ettiler. Tıpkı, 1960 ihtilalinin öncesi sokakların hareketlenmesi gibi. Bugün yürüyüş adı altında bir takım partilerin sokaklara dökülmesi devletimiz için hayra alamet değildir. Çünkü sokakta oluşabilecek bir provokatif hadise yangının boyutunu hiç tahmin edilemeyecek yerlere yükseltebilecektir.

DEVLETİ SOYAN BİR YAHUDİ:HİRSCH

1869 yılında asıl adı karabet Artun olan ve Müslümanlarca Davut paşa olarak bilinen bir ermeni, Kabineye Bayındırlık Bakanı olarak girmişti. Sadrazam Ali Paşa, onu Rumeli Demiryollarının inşasını üstlenecek bir müteahhit firma bulmak üzere Avrupa'ya göndermişti.
Davud paşa veya asıl adıyla Karabet Artun, Paris'te bir Macar yahudisi olan, Belçika'da Bankerlik yapan Baron Maurice Hirsch'i buldu. Müştereken Osmanlı'yı soymayı kararlaştırdılar. Hirsch demir yolu inşası yapacak ünlü Yahudi Rothschild işletmeyi üstlenecekti.
Bu müteahhit demiryolu inşası yolsuzluğundan kısa zamanda Avrupa'nın en zenginleri arasına girdi ve tüm bu serveti Siyonizm'in ihyası yolunda kullandı. Bayındırlık bakanlığı memurlarına rüşvet işini sokan bu yahudidir ve Paşaların bir çoğu,rüşvet hadisesine dahildir.
Hirsch içerdeki ve dışardaki bu ihanet sebebiyle devleti yılda 28 milyon frank olmak üzere  99 yıl boyunca 2 milyar 772 milyon frank bir borç altına sokmuştur. Bunun için devlet adamlarını elde ederek finansman sağlanmak üzere 1 milyon 980 adet tahvil çıkarılmasını sağlamıştır. Her bir tahvili devletten yüz yirmi sekiz buçuk franktan satın alan Hirsch bunları hazır olan müşteriye 150 franktan satarak havadan 42 milyon 570 bin frank kazanmıştır.
Hirsch'in suistimali sadece bu olmayıp Demiryolunun beher kilometresi için Osmanlı ile 200.000 frank masraf yapılması kararlaştırılmış iken müteahhit bunu yüz bin frank üzerinden bir başka taşerona yaptırmıştır.
l Osmanlı altını 23 Frank'a denk gelmekte idi.
100 yıl önce bunlar olurken, yüz yıl sonra Şehir hastahaneleri,köprü, havaalanı gibi bayındırlık işlemleri yapılırken Devletin ne kadar kime borçlandığı hususu halen meçhuldür. Nasıl ki Abdülaziz devrindeki bu borçlanmayı Osmanlı halkı ödemişse yüz yıl sonrada bu kontrolsüz ve mukayesesiz borçlanmayı Türk halkı ödeyecektir.
Demek ki değişen bir şey yok. Yüz yıl önce Hirsch devletten zengin olurken bugün bir başkaları Karun haline gelmiştir. Osmanlı batmıştır inşallah Türkiye aynı akıbete duçar olmaz.  

MASONLUK

Masonluk, bütün Dünya'da iktisadi ve siyasi bir hakimiyet tesisini, temel bir imani esas halinde benimsemiş olan Yahudilerin "nüfuslarındaki kifayetsizliği telafi maksadıyla kurulmuş en eski bir teşkilattır. Yahudi haricindeki kavim ve milletlerin , zayıf karakterli ve yüksek hırsı galip insanlarını, milletlerarası bir arenada zincirleme bir surette  birbirlerine bağlayıp maddiyat ve siyasi güç itibarıyla yükseltmekle birlikte onları, Yahudi emelleri veyahut da hakimiyiti için kullanabilmek için kurulmuş bulunan bir teşkilattır.Kurucusu Hiram Usta isminde bir yahudidir. Esasen "Mason" kelimesi de "usta " demektir.
Masonlar, bir ülkeye kendi menfaatlerini devşirebilecek surette bir istikamet vermek için o ülkenin ilim ve fikir adamlarını sahte bir vatanseverlik maskesi ile teşkilatlandırırlar. Hemen her yerde üç tarihi kelime ile özetlenecek olan sahte bir davanın takipçisi görünürler. Bunlar "Hürriyet", "Eşitlik" ve "Kardeşlik" kelimeleridir.Bu üç kelimeyi, çocukları aldatmaya mahsus şatafatlı oyuncaklar gibi kullanarak fikri, siyasi ve iktisadi faaliyetlere istedikleri yönü kazandırırlar. Bu arada pek tabi olarak Yahudi unsur ortalıkta gözükmez.

SADECE YARATICIYI SEV

Hiçbir şeyi sevme sadece yaratıcıyı sev. Çünkü seven sen değilsin. Sevdiren O'dur. Bundan dolayı Efendimiz (sav) buyurdu:"Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Güzel koku ve kadın. Gözümün aydınlığı da namazda kılındı"O, bunları terk edip yüz çevirdikten sonra (Allah tarafından) ona bunların sevgisi verilmiştir.Sen de kalbini masivadan (Allah dışındaki şeylerden) arındır ki Allah sana dilediği şeylerin sevgisini versin..

9 Haziran 2020 Salı

İLİM NASIL ELDE EDİLİR

Alimlerden birisine "Sahip olduğun bu ilmi nasıl elde ettin?" diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş:"Karganın erkenciliği, devenin sabrı, domuzun hırsı ve köpeğin sahibine düşkünlüğü ile elde ettim. Karganın yuvasından erken kalkıp gittiği gibi alimlerin dersine erkenden giderdim. Alimlerin yükledikleri yüke, devenin sırtına yüklenen yüke sabrettiği sabrederdim. İlim elde etmeye, domuzun yiyecek şeye duyduğu hırs gibi hırs duyardım. Bir kemik için köpek sahibinin kapısından ayrılmaz ise  ben de alimlerin kapısından ayrılmazdım"