31 Ekim 2019 Perşembe

TARİH TEKRAR NE KADAR YAŞANIR?

İstanbul’daki kanlı işgal (16 Mart 1920) sebebiyle Meclis-i Mebûsân dağıldı. Dağılan mebusların çoğu bir şekilde Anadolu’ya geçerek Ankara’da toplandı. 23 Nisan’da da ilk Millet Meclisi’ni teşkil etti. Bu ilk Meclis’te, iki farklı görüş, dolayısıyla gruplaşma hali ortaya çıktı: I. Grubun başında M. Kemal Paşa, II. Grubun başını ise Ali Şükrü Bey görünüyordu. 1 Nisan 1923’te erken seçim kararına varıldığında, Ali Şükrü Bey katledilmiş ve II. Grup büyük ölçüde geriletilmiş durumdaydı.
Meclis’teki gruplaşma, bu safhadan sonra da farklı farklı şekillerde devam etti.
* * *
Millî Mücadeleyi (1918-23) kazandıktan sonra Cumhuriyet idaresini de birlikte kuran sivil ve askerî erkân, Lozan görüşmeleri ânından itibaren muhtelif sebeplerle zıtlaşarak karşı karşıya geldiler.
Kısa süre sonra (31 Ekim 1924) ise, paşalar için çıkartılan "Ya askerlik, ya da milletvekili" olma şartı, İstiklâl mücadelesinin en mühim şahsiyetlerini dahi birbirinden ayırarak, onları farklı tercihlere yöneltti.
(NOT: Bu tarihe kadar, paşaların çoğu hem askeriyede vazifeli, hem de Meclis'te milletvekili durumundaydı.)
Mustafa Kemal Reisicumhur olup, İsmet Paşa’ya da Başbakan olma şansı zuhûr ettikten sonra (1924’ün sonları), paşalar arasında bâriz şekilde göze çarpan bir ayrışma, bir kutuplaşma hareketi vuku buldu. Bu ayrışmayı, CHF'ye (CHP) taraf olanlar ile bu partiye muhalif olanlar şeklinde iki ana eksen halinde görmek mümkün.

CHP'nin genel başkanı, aynı zamanda cumhurbaşkanı da olan Mustafa Kemal idi. Başbakan olan İsmet Paşa ise, bu partinin başında vekâleten duruyordu.
"Ya askerlik, ya siyaset" mecburiyetinden sonra, Kàzım Karabekir olmak üzere, Rauf Orbay, Ali Fuat, Cevat (Çobanlı), İzzeddin (Çalışlar), Fahreddin (Altay) ve Cafer Tayyar gibi paşaların çoğu askeriyeden ayrılarak milletvekili olarak kalmayı tercih etti.
İki hafta kadar sonra (17 Kasım 1924), Dr. Adnan Adıvar gibi bazı sivillerin de iştirak ettiği bu liberal meyilli grup tarafından yeni bir siyasî parti kuruldu. Adına Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) denilen bu partinin genel başkanlığına ise, Şark Cephesi’nin kahraman kumandanı Kâzım Karabekir getirildi.
Bu tarihten kısa bir süre sonra yaşanan Şeyh Said hadisesinin hemen bütün günahı, vebali, faturası TCF'ye kesildi.
Bununla da yetinilmeyerek, parti 5 Haziran 1925'te kapatıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasındaki en önemli gerekçe, büyük ihtimalle parti programının 6. maddesinde yer alan şu ifade olsa gerektir: "Fırka, efkâr ve itikadât-ı diniyyeye hürmetkârdır."
Ne var ki, yine de bu partiye fatura kesmenin sonu gelmedi. Haziran 1926'da vuku bulduğu iddia edilen "İzmir Sûikasti" bahanesiyle, TCF'nin hemen bütün yöneticileri İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldı. Bazıları idam edildi, bazılarına ise ömür boyu siyaset yasağı getirildi. Hatta öyle ki, Kâzım Karabekir Paşa bile, İzmir’de idam edilmekten zor belâ kurtulabildi. Ayrıca, 1939'a kadar Ankara'dan, dolayısıyla siyasî hayattan uzak durmaya, yani İstanbul Erenköy’deki mütevazı bir şatoda ikamet etmeye mecbur kaldı.
İş bununla da kalmadı; Karabekir’in fakirhanesi, emniyet birimleri tarafından defalarca baskına uğradı.
Bulabildikleri hazine değerindeki çuvallar dolusu belgelerin, vesikaların çoğu alınıp götürüldü ve büyük ihtimalle de imha edildi ki, çok üzücü, hatta tam yüzkarası bir durum.
BUGÜN AYNI BASKI KURULACAK YENİ PARTİLERE UYGULANACAK GİBİ GÖRÜNÜYOR. Kötü nam bırakanlar nasıl bugün hayırla yad edilmiyorsa 100 yıl önceki hadiseler ne kadar yaşanır zaman gösterecek...

SURETTEN, ŞÖHRETTEN, İSİMDEN VE RESİMDEN KAÇMAK

Evliyaullahın halidir. Çünkü suret ve namlarda nefsin hileleri vardır. Bu nedenle hakikat ehlini lakab ve nam sahipleri arasında arama. Sana ehli hakikattandır diye gösterilen kimsenin manasına ve batınına nazar etmek gerekir. Birisi mürşidlik iddia ederse onun mertebesine bak. Ruhaniyeyyet mertebesinde midir yoksa nefsaniyet mertebesinde mi? O kimsenin fiillerine bak. Çünkü ruhaniyet mertebesinde olanların fiillerinde tevazu, hilm, afv ve tahammül gibi haller zahir olur. Nefsaniyete ait fiillerde ise kibir, ucub, gazap, intikam gibi haller gözükür. Bunlar ise bir adamın haddini ve manasını gösterir....

KÖTÜLERİN TEŞHİSİ

Evliyaullah asla teşhir etmezler. Kötülerin hali ile iyilerin hali onların fiilleridir. İyiler ve kötülerin ayrışması ahirete aittir. "Ey mücrimler ayrılın"(Yasin 36/59) ayeti vardır. Peygamber (sav) efendimiz huzurundaki münafıkları bilmesine rağmen ifşa etmezdi. Peygamber ahlakı üzerine yürüyen Velilerde bu ifşaatı yapmazlar..

LİYAKAT IŞIĞI KAYBOLMAZ

Liyakat sahibi birisi, zahiri hilelerle (ayak oyunları ile) bu makamdan uzaklaştırılıp fakru zarurete düşse bile onun alnındaki salah ve ilim ışığı parıl parıl parlar; ve halk nazarında makbul ve muteber olur. Amma müfsid olan cahil her ne kadar makamın verdiği kuvvet sayesinde halk üzerinde tasarruf ederse de, halkın menfuru olur; çünkü onun alnında fesad ve cehil zulmeti zahirdir. Halk onu sevmez. Makamdan uzaklaşınca da kimse yüzüne bakmaz.
Temyiz sahibi Evliyaullah, layık olmayan makam sahiplerine baş eğmez. Gafletle dahi olsa ona baş eğse, Hakk'ın kahrında bir mani çıkar ve o zillet durumundan onu men eder...

EVLİYA ALDATILAMAZ

Halk nazarında bir hikaye vardır:Güya şeytan Hz. Süleyman'ın mührünü ele geçirmiş tahta oturmuş ve bir müddet devleti idare etmiş diye. Bu gerçek değildir. Allah Teala'nın maddi ve manevi saltanat verdiği Enbiyasına şeytan tesir edemez. Hele, onların kılığına girerek cisimlenmesi mümkün değildir. Hikayelerin kabuk kısmına değilde maha kısmına bakmak gerekir. Burada anlatılmak istenen Süleyman makamında olduğunu iddia edip şeytanın iğvasi ve tesiri altında olan sahte şeyhlerdir. Hakk'ın evliyası temyiz sahibi olduğundan sahtecilerin sihri, hilesi, göz bağcılığı, hile ve habaseti, büyücülüğü Hakk'ın evliyasına tesir etmez. Konuşan insanın samimi olup olmadığı onların kalbine tesir eder ve onlar asla "Aldatıldık" demezler.
"Aldatıldık" diyenler dünya emvaline tamah edip, birlikte nefsani lezzetlere kaşık sallayanlar arasında olur.

ATATÜRK'E NASIL BAKMALI

Atatürk yaptığı devrimler ve icraatlarla müslüman kesim üzerinde hep olumsuz değerlendirilmiştir. Bu icraatları parçasal değerlendirdiğimizde, hadiselere tasavvuf bakışından yaklaştığımızda ortaya farklı bir netice çıkar. Tüm yaratılanlar Hakk'ın iki eli arasındadır. "El" den maksat cisimsel değildir. "Cemal" ve "Celal"sıfatlarının zuhura gelmesidir. Bu zuhura gelişin mazharı (tecelli ettiği şey) cismaniyetteki bir varlıktır. Bu varlık'da hakikatta Hakk'ın zuhurudur.
Atatürk'ün Celal sıfatının mazharı olduğu durumlarda örneğin Tekkelerin kapatılmasında İlim, marifet ve edep kaynağı olan tekkeler'in bozulduğunu, Babadan oğula çocuk şeyhlere devrolunduğunu, sahte irşadçilerin türeyip bu müesseselerin başına geçerek cehalet yuvaları haline geldiğini gördüğümüzde şüphesiz Celal sıfatının tecelli edeceği kış mevsimi gelecek ve asmaların budanması gibi budayarak kapatılacaktır. Ancak bu kapatmanın, yahut budamanın kökle alakası yoktur. 1925 yılından beri tekkeler kapalı olsa da insanımızın gönlünde varlığını devam ettirmiştir.
Bir şahsiyeti değerlendirirken vaktinin şartlarına göre değerlendirmek gerekir. "İyi"dir, "kötü" dür değerlendirmesi yüzeysel ve yanıltıcı olabilir. Tüm tecelliyat Hakk'ın sıfatlarıdır. Bu gözle bakanlar suskun ve itirazsızdır. Ancak insanı Kamil böyle bakar. Avam ise sebepler tesiriyle iyidir-kötüdür der. Nefsaniyet insan içindir. Osmanlıya çöküp işgalle bitirilmek istenen bu millete Atatürk kurtarıcı olarak Hakk tarafından gönderilmiş ve selahiyet verilmiştir. Zafer sonrasında ise asıl nefis imtihanı başlamış, gücün tehlike safhaları başlamıştır. Bugün tecelli edenler de o zamanın bir tekrarı değil midir? İnancın aşağılanması, başörtünün yasaklanarak, imam hatip neslinin kurutulması vesayet kurumlarıyla islamın boğulması  zamanlarından geçen bu ülke içinde çıkan inançlı kadroya Hak Teala iktidar selahiyetini vermiş ancak güce ulaştıktan sonra nefsaniyete mağlub olunmuştur. Atatürk nasıl kanunlarla korunmaya çalışıldı ise Erdoğan'da cumhurbaşkanlığı zırhı ile korunmaktadır. Bizden sonraki nesil nasıl değerlendirme yapacaktır. Müslümanlar sınavını verememiştir."Cemal"le başlayanlar "Celal''i tercih etmişlerdir. Şimdi Kış vaktidir....

30 Ekim 2019 Çarşamba

HAK TEALA İNSANI KENDİ SURETİ ÜZRE YARATTI

Peygamberimiz (sav) Efendimiz hakk-ı alilerindeki medihten hoşlanırlar idi. Müşrikler bunu görünce dediler ki:"Peygamber, bende hazzı nefs yoktur diyor, halbuki medihten göğsü kabarıyor ve hoşlanıyor". Cenab-ı Peygamber müşriklerin bu kadhini işittiği vakit "Allah Teala Adem'i kendi sureti üzre yarattı"buyurdu. Zira Hak Teala hamd ve şükrü sever, kullar dahi sıfatı ilahiyyenin mezahiri olduklarından, onlarda da bu sıfatların eseri zuhur eder. Diğer taraftan Efendimiz (sav) sahabeden Hassan(r.a) 'ın şiirlerini dinler ve "Muhakkak Ruhul Kuds Hassan'la beraberdir"buyururlardı. Hassan hazretleri Efendimizi metheder ve hicvedeni hicvederdi...

DUA VE TALEP KULLUĞUN ŞANINDANDIR

Bakara suresi  2/153 ayetidir:"Ey insanlar sabır ve dua ile Hak Teala'dan istiane ediniz". Kulun ihtiyaçları her durumda Hakk'ın hazinesinden gelir. "Hiçbir şey yoktur ki, illa bizim indimizde olan hazineleri vardır ve biz onu ancak miktarı malum ile indiririz" (Hicr 15/21). Bu nüzul her mevtında abdin istidadı tekevvün ettikçe iner. Bir çocuk yeni doğduğunda konuşamaz, fakat zaman geçtikçe bünyesine istidad gelir ve konuşmaya başlar.Kul bu istidadının tekevvününe istinaden, nefsini ceza ve fezadan habs etmek ve sabr etmek lazımdır. Bununla beraber ÜDUNİ ÜSTECİB LEKÜM "BANA DUA EDİN, KABUL EDEYİM" AYETİNDEKİ EMRE UYARAK LAFZİ DUA LAZIMDIR; ÇÜNKÜ DUA VE TALEP ABDİYYETİN ŞANINDANDIR.

KİM KORKMAZ

Boğazından haram geçirmeyen korkmaz. Şehvetine esir olmayıp zinaya tevessül etmeyen korkmaz. Devlet malına el atmış, zinaya uçkur çözmüş olanlar bir gün kasetlerinin ortaya çıkartılarak rüsvay olacaklarından emin olmayıp korku içinde hayat sürerler. Hele yaslandıkları hamileri iktidardan düşerse bu korku ecele eş hale gelir...

29 Ekim 2019 Salı

MESCİDİ AKSAYI İNŞAEDEN ŞEYTANLAR VE PERİLER

Hz. Süleyman, Mescid-i Aksa'yı inşa ederken şeytanları ve perileri inşaatta çalıştırmıştı. O varlıklar, korkularından söylenilen işi yapmak zorunda kaldılar. Bu ayetin zahiri manasıdır. Aynı hadisenin işari manası ise; Hz.Süleyman insan-ı Kamil makamında olup şeytanlar ve periler onun emrindedirler. Mescid-i Aksa inşaası ise kalbin imarıdır. Şeheviyye kuvveti, gazabiyye ve vehmiyye ve ucup ve kibir ve hased gibi şeytanlar ve periler. Bu kalb Mescid-i aksasının imarında baş çekerler ve imtina ederler ise İnsanı kamilin kuvveti onları çembere ve bukağıya çeker. Hz.Süleyman ciheti nübüvveti ile zahiren Mescid-i Aksa'yı, ciheti velayeti ile kalbleri mamur eder. Binanaleyh imarı kalb hususunda vaktin Süleyman'ının (insanı Kamil'inin) emrine tabi olmak gerekir.
İnsan, ihlas hususunda Süleyman gibi olursa, sıfatı nefsaniyye şeytanları, kalb binası için güzel ahlak taşlarını getirirler. Gönlün, Hz. Süleyman'ın mührü gibidir dikkatli olmak gerekir ki mührü şeytan kapmasın. Eğer kaptırır isen vücud mülkünün mutasarrıfı şeytan olur....

DEMEDİM Mİ (MEVLANA CELALEDDİN)

Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?
Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben'im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
senin kolun kanadın ben'im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
Demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
Sıcaklığın ben'im demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?
Söyle, bunları sana hep demedim mi?
(BU ŞİİRİN SELÇUKLU SULTANI RÜKNETTİN KILIÇASLAN İÇİN SÖYLEDİĞİ RİVAYET EDİLİR. Moğollar, sultanı, bir hile ile Kayseri'ye davet ederek boğmak suretiyle öldürmüşlerdi.

SİYASALLAŞMA NEYİ HALLEDECEK?


  • Müslümanların siyasi iktidara gelmeleri hep özlenilen bir duygu idi. İdarecilerimizin secdeli olması, başörtüsü serbestliği, dini eğitim imkanları v.s. Cumhuriyet devrimleri akabinde mevcut baskı, bu özlemleri bugünlere kadar taşıdı. Bugün gelinen nokta o özlemlerin tamamını kapsamada. Hatta diyebiliriz ki Atatürk dahil hiçbir siyasi iktidar bugünküler kadar güçlü olmamıştı. Bugün güçlülük Hak'dan değil kuvvetten doğmaktadır. Adalet zaafiyeti, bugünkü iktidarı bitirecektir. Bunu Hak teala söylüyor, şükrederseniz artırırım, adaleti temin ederseniz iktidarınızı (ömrünü)uzatırım. Adaletle değil, güçle ayakta duranlar, eleştiriyi velevki nasihatta olsa asla kabul etmiyorlar ve düşman gözüyle bakıyorlar. Hiçbir şey diyemeseler bile "kripto" yaftalaması yeter de artar bile. Tüm bunları siyasallaşmak getirdi. Dünyevi ikbal uğruna etraf yine kalabalık olsa da hasbi insanlar kenarlara çekildi. Nasihati kabullenmeyenleri bekleyen akıbet Celal sıfatının tecellisidir...

DEĞİŞMEYEN HAKİKATLAR

Yahut hakikatler değişmez. Efendimiz buyurur: "Kur'an her zaman gençtir, dinçtir. Sizden evvelkilerin de haberini vermiştir, sizden sonrakilerin de haberini vermiştir. İnsanlar ne yapmışlar da yükselmişler, ilerlemişler, ne yapmışlar da düşmüşler geri kalmışlar apaçık beyan etmiştir, tarihi adreslerini de vermiştir"
Cenab-ı Hakk buyuruyor:"Kimden kime şikayet ediyorsunuz .Bir kavim bozulmadıkça ben onu bozmam. Ben de bozdum mu onu düzeltecek olmaz, ona kimse sahib olamaz"
"Sakın birbirinize düşmeyin, sonra korkak kesilirsiniz, şevketiniz elinizden gider"...

DİN İNSANA NE VERİR

Din insana iki büyük varlık verir: Tevekkül ve azm. Bunlar olmadıkça insan için teali ve terakki imkanı yoktur.
Azm var tevekkül yok; yol alamaz. Tevekkül var azm yok; yükselemez.
Necib Türk milleti, tarihin en eski efendisi olarak Zulüm olan yere adaleti, cehaletin olduğu yere ilmi, İnkar olan yere imanı götürmesinin sebebi bu iki rükne sahip olmasıdır...

EİMME-İ MUDİLLUN (DİN HIRSIZLARI)

Efendimiz (sav) buyurmuştur:"Ümmetim hakkında, hakiki Deccal'den ziyade, insanlığı delalete sevk eden, Hak ve Hakikat yolunu şaşırtan eimme-i mudillundan korkarım" .
Bu peygamber emrinde Müslümanlar için büyük bir tenbih vardır. Zira hakiki deccal, Hak ve Hakikatı aşikare inkar eder, onun inkarı karşısında insan kendi konumunu tayin edebilir.
EİMME-İ MUDİLLUN", yani din perdesine bürünerek, kendisine alim süsü verenlerdir. Müslüman nam ve sıfatını takınır. Kendi dininin hükümlerine ,erkanına adabına riayet etmedikten başka büyük bir cahilane cüretle nefsi hevasına uymayan meselelerde tenkitler yaparak dini tağyir ve tahrife çalışanlardır. Bunların içleri ve dışları farklı oldukları için insan sınırını tayinde zorlanır. Bu nedenle hakiki Müslümanlar, bu tür Müslüman görünen kimselerin şerlerinden ,hilelerinden kaçınmaları ve uyanık bulunmaları icab eder. Zira bu türler Allah'dan korkmazlar. Allah'dan korkmayandan korkmak gerekir. Çünkü onlar din hırsızlarıdır....

İŞİN ÖZÜ

Peygamber,Evliya, insan-ı Kamil libasından tecelli eden Hak Teala'dır. Niyazi Mısri hazretleri bu özü şöyle ifade etmişti:
"Dermân aradım derdime"isimli ilahisinde :
Sağu solum gözler idim
Dost yüzünü görsem deyû
Ben taşrada arar idim
Ol cân içinde cân imiş
Öyle sanırdım ayrıyam
Dost gayrıdır ben gayrıyam
Benden görüp işiteni
Bildim ki ol cânân imiş"
Hazreti Mevlana efendimiz  "Müstezad" isimli şiirinde bu hususu aşikar eder:
"Kesiretül tecelli olan maşuk-ı hakiki her lahzada bir şekil ile zahir oldu; gönül kaptı ve gizlendi. Yar-i hakiki her dem başkalarının libasıyla zahir oldu. Gah ihtiyar ve gah delikanlı oldu. Gah Nuh oldu ve cihanı duası ile suya gark etti. Kendisi gemiye gitti. Gah İbrahim Halil oldu ve ateş içinde zahir oldu, ateş ondan gülistan oldu. Yusuf oldu ve Mısır'dan alemin Ruşen-geri olan bir gömlek gönderdi. Yakub'un gözünden nurlar gibi zahir oldu. Nihayet gözü aşikar oldu; Muhakkak Musa (a.s)'ın yed-i beyzasından olan dahi O idi. Çobanlık ederdi, asaya gitti, yılan sıfatında üzerinde zahir oldu. Ondan büyüklerin gahri oldu; nice bir dem, teferrüç cihetinden bu yeryüzü üzerinde dolaştı. İsa oldu ve dönücü kubbe-i felek üzerine zahir oldu; teşbih edici oldu. Gelip gittiğini gördüğün her ferd dahi hep O idi. Nihayet şekli Arabi'den zahir oldu, cihanın darası oldu; hayır hayır ki, bir saf-derun suretinde "enel Hak" diyen dahi O idi. O darağacında zahir olan Mansur değil idi; cahil olan şüphede oldu. Mevlanayı Rumi küfür sözünü söylememiştir, söyleyemez, ona münkir olmayınız. Kafir o kimse olur ki, inkar ile zahir oldu, cehennemliklerden oldu."...



PEYGAMBERLERİN VE VARİSLERİNİN HALLERİ

Peygamberlerin nefislerinin başlangıcı Nefsi mutmainnedir. Eşyanın hakikatını görürler, gördüklerini bilirler, bildiklerini söylerler. Enbiyanın halleri başkalarınınkine benzemez. Hallerinde zerre kadar riya ve süma gibi nefsani sıfatlardan bir şey yoktur. Başkalarının edepleri munitlerine hoş görünmetir. Gazapları ve ukubedleri, uykuları nefsanidir. Kıyasları, nefislerinin faydasının tesiri altındadır. Enbiyanın her bir İsmi Hadi'nin mazharıdır. Fazilet yönünden bazısı bazısına üstündür. Onların fiilleri bizim fiillerimizin kıblesidir...

28 Ekim 2019 Pazartesi

HIRS ÜZERİNE

Hırs hakiki, baki ve sabit olan bir sıfattır. Asla değişmez. İnsan kendinde olan bu hakikatı, iyiye yahut kötüye yönlendirebilir. Dünya lezzetlerini kazanmak için yönlendirilen hırs  fenadır, taata, marifi rabbaniyeye ve Hakk'ın rızasına yönlendirilen hırs iyidir. Çirkin fiilleri süslü ve parlak gösteren hırstır. Zira kömür gibi siyah olan bu fiillere ateş gibi olan hırs sarınca kömürün ateşte kor olup kırmızı hale gelmesi gibi o hırsın zevkinden o fiil lezzetli gibi görünür. HIRS O KÖTÜ FİİLİ parlak ve renkli gösterir "Onların amellerini şeytan süslü gösterir" (Enfal 8/48) buyrulmuştur.
Hırsı din işinde ve hayırda istemek gerekir...

İNSANLARIN İÇİNE KARIŞMAK

Her bir insan ait oldukları esma-i ilahiyyenin mazharı olup kendilerine ait ismin terbiyesi altında neşvü nüma bulurlar. Esma-i cemaliyyenin mazharı olmuş bir kimsenin esma-i celaliyyenin mazharı olan bir kişi ile birlikte olması,onunla sohbet etmesi ve onlara karışmaması gerekir. Zira ehli dünya olan kimseler, havanın suyu azar azar buharlaştırdığı gibi ahiret ehlinin maneviyye duygularını çalarlar. Herkesin terbiye ocakları farklıdır. İnsan kendi meşrebine uyan insanlarla birlikte olursa mutlu olur.

İSLAMİ KIYAFET

Şüphesiz Efendimiz (sav)'in vakti saadetindeki kıyafetler o yöreye ve o zamana aitti. Bugün, onun yolundan gelen varislerinin kıyafetleri nasıl olmalı? Şüphesiz bulunduğu zamana ve yöreye göre olmalı. Necib Sultanım anlatmıştı Konya'da ilk Defa Ladikli Hacı Ahmet Ağa (k.s) hazretleriyle karşılaşmasını. Sultanım şöyle demişti: "Benim gözümdeki evliya tavsifi şöyle idi: 1.90 boyunda, göbeğine kadar sakallı, cübbeli, mestli birisi. Ladikli Sultanım zayıf, karakuru, başında kasket şapkası, benim zihnimdekinden farklı.
İşid'in kurucusunun göbeğine kadar sakallı olan resimleri gazetelerde. Amerika dün öldürmüş. Bu tür haberlere mesafeli yaklaşmak gerekir. Zira, İşid unsurunu Suriye'de Amerika kurdurtmuştur. Dünya çapında aynı meşrepte olan (Dinin görseline önem verip, tüm dünyayı Müslüman etmek hususunda cebir kullanan) insanları bir araya getirip savaş çıkartarak Ortadoğudaki planları doğrultusunda kullanmıştır. Deşifre olan bu insanların peşini bırakmayarak onları terörde kullanmak için portföy oluşturmuştur. Zahiri de idare eden Hakk Teala'dır. İnsan, Hak Teala'nın zahirdeki Celal tecellisinin muhatabı olmaktan çekinmelidir. Bu nedenle Hakk'ın huruna sahip, insanı Kamillerin yanında bulunmalıdır. Nuh'un gemisi ve güvenli liman onlardır....

CEHENNEMİN ATEŞİNİ BESLEYENLER

Firavni davranış içinde bulunan her asrın mütgallibe denilen mevki ve makam kuvvetini kullanan firavun meşreplileri vardır. Mansıbın ve  makamın sahip olduğu kuvvete dayanarak ibadullahı tahkir ve kahr ederler ve bu sıfatları yüzünden cehennem tabir olunan kahır mahallinin sermeyesi olup cehennem ateşini beslemiş olurlar. Dünya kasabı, onları besleyerek semizletir. Zira cehennemde, nefsani sıfatlarımız bir azap vasıtası olacak ve oraya girenlerin etlerini didikleyecektir.
Dünya da nasihatçilerin nasihatlerini duyan cehennem ehli, ahirete ait ahval anlatıldığını alay ederek gülmüşler ve nefislerinin hazzını devam ettirmişlerdir. Bugün, İslam'a düşman basın ve yayın organları mutlaka haberlerinin içine dinle, inançla, ibadetle, tarikatla alakalı bir mevzuyu katarak onu küçük düşürücü davranış içine girerek alay ederler. Hakikat yolunun sahteli, bu tür eğri kalplilere malzeme taşır. Bu alay etme ve küçük düşürme, gerçek dindarları üzer. Bugün dindar olduğunu ifade edip kindar olan ve dünya metaından istifadeye sonuna kadar dalan kimseler yönetim makamında olup, onların İslam'la uyuşmayan ahvali, dine zarar vermektedir...

ZAHİR ÜLEMASINA TAKILIP KALMAK

Hazret-i Mevlana efendimizin adetidir. Zahir ülemasının hallerini söyler ama onlara takılmaz. Onlar hakkında Mesnevi de buyurur: Ulema kisvesi içinde bulunup, insanları riyalarıyla ve gösterişleri ile aldatan kimseleri kendi hallerine bırak , varsınlar dünyanın zahiri tatlı görünen ve batını zehirli olan lezzetlerinden istifade etsinler."

  • Kuran-ı Kerim'dede buyurulur: ZERHÜM YEKÜLU VE YETEMETTÜU VE YÜLHİHİMÜL EMELİ FESEVFE YALEMUN "Onları bırak yesinler ve temettu' etsinler ve emel onları meşgul etsin! Yakında bilirler"(Hicr 15/3).

27 Ekim 2019 Pazar

EFENDİMİZ (SAV)'İN ATALARI

Hz.Adem'de bu yana Efendimiz (sav)'e gelinceye kadar tüm ataları (babaları)bulundukları cemiyetin reisleridir. Girdikleri harplerin reisleridir. Tertemiz bir sulpden gelmiş olup atalarının hiçbirisi zina fiilini işlememiştir. Efendimiz, peygamber olan sülaleden süzülüp gelmiştir. Bu cesedine ait bir özelliktir. Batını ise alemi esfelden alemi âlâya kadar, hiç kimse onun cinsi ve naziri değildir.

EŞYANIN NAKLİ

HZ.SÜLEYMAN (A.S) DAVETİ ÜZERİNE müslüman olmak için Yemenden Kudüs-ü şerife gelmek için yola çıkan Yemen hükümdarı Belkıs'in gönlündeki oturduğu saltanat tahtı çıkmamıştı. Taht ince motifler, ahşah üzerine yapılmış süslemelerden müteşekkil devasa boyutta olduğu için taşımak mümkün değildi. Bu duygu ile yola çıkan Belkıs'in kalbindeki son dünya kırıntısı olan taht sevgisinin varlığı Hz. Süleyman'a aksetti ve huzurunda bulunanlara sordu: Tahtı kim getirir? Huzurda bulunan cinni taifesinden bir ifrit:Ben onu sen oturduğun yerden kalkmadan getiririm deyince Hz. Süleyman bu cevabı sükutla geçti. Çünkü ifritin yapacağı bir sihri fen idi. Yani hayal'e ait bir hususta. Hz. Süleyman'ın veziri Asaf söz alarak Ben o tahtı gözünü kırpmadan getiririm deyince taht kütle olarak bir anda huzurda mevcut oluverdi. Eşyanın kütle olarak getirilmesine bugün fen ulaşmamıştır. Ulaşamaz da. Çünkü bu husus Ledün ilmine sahip olanlara mahsus bir lütfu ilahi olup, bu lütfa mazhar olacaklar öncelikle iman ehli kişilerdir. Bugün ses ve görüntü olarak eşyanın varlığı bir yerden bir yere nakledilebilmektedir. Ancak cismin nakli mümkün olmamıştır. İbni Arabi hazretleri eşyanın bu nakliyle alakalı buyurur ki :Belkıs'ın tahtı Yemende bulunduğu yerde yok olup Hz. Süleyman'ın mekanında var edilmiştir. Çünkü "göz kırpmadan" buyrulmaktan maksat herhangi bir zaman dilimine ihtiyaç olmaksızın demektir. Kıyamete yakın bir zamanda Hak Teala'nın sırlara ait konuları zuhura getirme selahiyetini zamanın vakti olan şahsiyete vereceğinden Kur'an da ifade edilen bu hal bizatihi yaşanacaktır.
İman ehli olmayanların göstereceği bugünün fizik ötesi konular ise köpeğin önüne atılmış bir kemik parçası gibi olup zaif ve hayale at bir husustur. Mesnevi-i şerifte geçen; Efendimiz sav'in süt annesi Halime validemizin efendimizi teslim etmek üzere Mekke'ye geldiğinde efendimizi kaybetmesi üzerine bir ihtiyarın kendisini "Uzza" isimli putun önüne götürerek kayıplardan sual sordurmasında olduğu gibi bu puttan sada çıkmıştır."Muhammed" ismini duyan Kabe'deki putlar yere yıkılmışlardır...

25 Ekim 2019 Cuma

LA'NIN MANASI

Aşkın gayreti, kıymetli taşlardan olan her bir yeşil zümrüdü, yeşil pırasa gibi kıymetsiz gösterir. "Lailahe illallah" kelimesindeki la'nın manası budur. Aşk, istila ettiği kalbde kendisinden başka bir şey bırakmaz. Kelime-i tevhiddeki la ile muvahhid, mevhum olan varlıkları nefy edip, ancak Hakk'ın varlığını ispat eder...

MÜNAZARA VE BAHS

Nefislerinin sıfatlarından kurtulamamış kimseler bahs ve münazaraya tutkundurlar. Bu ise kalbin sefasına mani olur. Bu tür kimselere sulh tavsiye edilmelidir...

İNSANİ KAMİLDEN SADIR OLAN NEFESİ RAHMANİ

İnsan-ı Kamilden sadır olan nefesi rahmani, İsrafil(a.s)'ın diriliş gününde üflediği sur gibi. Cisim kabirlerinden ölü bir halde olan ruhları kurtarır. Ruhlar diriltir

EVLİYANIN İÇTİĞİ ŞARAP

Aşıklar evliyadır. "Rableri onlara temiz şarap içirdi" (İnsan 76/21) ayeti kerimesinde beyan buyrulan aşkın tahur olan şarabı evliyaya mahsustur. Bu şarap hakkında Efendimiz (sav) "Muhakkak Allah Teala'nın evliyası için hazırladığı bir şarap vardır ki , içtikleri vakit sarhoş olurlar. Sarhoş oldukları vakit tıyb ve neşadar olurlar ve tıyb oldukları vakit samit ve sakıt olurlar" buyurur.
Kalbleri dünya gamından boşalanların aşıklara intisabı gerekir. Çünkü aşıklarda Hz.Yusuf'un gömleğinin kokusu gibi Hakk'ın kokusu vardır. İnsanı Kamildeki esma tecellisi "koku"ya teşbih edilmiştir...

ALTIN VE MÜ'MİN

Altın ateşe girdiğinde yanmaz. Çünkü madenlerin padişahıdır, hasıdır, halisidir, kamilidir. Kimyagerler nazarında altına gelinceye kadar  tabiatta mevcut olan ma'deniyat hastadır ve malüldür. Onlardaki illetler ve marazlar zail olmadıkça, altına dönüşemezler. Kiminin marazı (hastalığı) az olur, iksire temas edince o maraz gidip derhal altın olur. Kiminin marazı çoktur, iksire yakın olmakla altın olmaz. Kendisinden daha az illetli başka bir madene dönüşür. Bazıları ise asla iksirden müteessir olmaz.
Ezelde ismi Mudill'in mazharı olan kafirler ve münkirler, iksirle temas etmekle asla altına inkilap etmeyen madenler gibidir. Ezelde ismi Hadi'nin mazharı olan müminler ise, altın gibidirler. Bu alemdeki iksir, insanı Kamillerdir.
Birde Hakk Teala'nın imtihan ve belaları vardır. Bunlar da iksir özelliği mevcuttur. İmanı hakiki olanları belirler. Sabredenleri, şikayet etmeyenleri ayırarak o kişileri altın madeni haline çevirir. İsyan edip şikayet edenleri ise deşifre eder...

23 Ekim 2019 Çarşamba

Esrar-ı Aşk Ali Toker


ŞEYHİN ŞİKAYETİ

Şeyh'in şikayeti, her ne kadar zahirde şikayet görünürse de hakikatte  şikayet ve gıybet değildir. Peygamberlerin ümmetlerinden şikayet etmeleri, onların canlarının ıslahıdır.

İYİ HUYLU KİMSE

İyi huylu kimse kendisini halkın nazarından düşürüp, ismini ve resmini meçhul bırakarak şöhretten kaçınmasıdır.İyi huylu kimse,halkın içinde nişansız olarak yaşar ve kötü huyluların efalini,sözlerini ve ahvalini tenkit etmez,onların fena huylarına karşı sabır ve tahammül eder"

SÜLUKTA EDEP

Ehli tarikatın, süluk esnasında ki edebi şudur ki; her edepsiz olan kimselerin, sözlerine ve fiillerine ve hallerine tahammül edip sabır ve sükut etmektir. Onlar ile münazara ve mübahaseye girişmeyip, ancak kendi halini ıslaha gayret etmektir. Nitekim Bakara 2/44 de buyrulmuştur:"Nefsinizi unuttunuz da insanlara birr ve takva ile mi emir ediyorsunuz"ayeti:henüz nefsinin sıfatından kurtulmadan halkı ıslaha say edenleri uyarmaktadır.
Kim bir başkasının gıybetini ederek şikayetçi oluyorsa o kimse kötü huyludur. Eğer iyi huylu olsa idi, onun kötü huylarına karşı sabr edip sükut edecek idi...

İNSANİYET GİDERSE

Ebu Hüreyre hazretleri rivayet etmiştir:Hadis-i şerifte:"Nas gitti ve nesnas kaldı" buyrulmuştur. Bu hadiste ifade buyrulan mana;" sureti insan olan mahlukattan manayı insaniyet gitti ve hayvaniyet baki kaldı" demektir. İlahi nefha üfürülmemiş olan kimse hayvani ruhla diri olsa dahi nefsani sıfatlardan temizlenmediği için hayvaniyet derekesindedir...

HAKK TEALA'IN YAKINLIĞI VE İTTİSAL

Malum olsun ki Hakk'ın kurb ve ittisali iki nevidir. Birine "kurb-i nevafil" ve diğerine "kurb-i feraiz" derler. Kurb-i Nevafil "Fena fillah " mertebesi  olup, Hakk bu mertebede "Onun işitmesi, görmesi ve dili ve eliyim" hadis-i kutsisi mucibince,abde(kula) alet olur. Binanaleyh abd Hak'la söyler ve Hak'la işitir ve Hak'la görür ve Hak'la tutar. Bu  suretle Hakk, abdin fiillerinin faili olur.
Kurb-i feraiz beka-billah makamı olup bu mertebede abd, Hakk'a alet olur. Bu mertebede abd, Hakk'ın fiillerinin faili olur ve Hakk sıfatı kelam ile zahir olduğu vakit, o abdin lisanını kullanır. Nitekim hadis-i şerifte "Allah Teala kulunun dili ile, semiallahu limen hamideh der"
İttisal, birbirinden başka olan iki şeyin birbirine bitişip birleşmesine derler. Halbuki insanın Rabbi'nin, insanın canına ve manasına olan ittisali bu kabilden değildir. Tarife, keyfiyete  ve kıyasa sığmayan bir ittisaldir. Zira vücutta vahdet vardır, kesret itibaridir. Bu hal bir örnekle akla yakın hale getirilmek istenirse su ve buz misali verilir. Su ve buz arasında ittisal vardır. Birbirine muhalif olan iki şeyin birleşmesi, birinin diğerinin içine girmesi kabilinden değildir. Belki buz, sudan başka bir şey değildir. Aralarında ancak taayyün ve suver perdesi vardır. "Nerede olursanız O, sizinle beraberdir"(Hadid 57/4),"Ve biz o kimseye şah damarından daha yakınız"(Kaf 50/16), "Biz o kimseye sizden daha yakınız velakin siz göremezsiniz"(Vakıa 56/85) ayetlerindeki manalar için su ve buz örneği verilemez. Su ile buzun ittisali tarife ve kıyasa sığar;çünkü su malumdur. Fakat Hakk'ın zatı ve hakikati meçhuldür olduğundan eşya ile ittisalini tarif ve kıyasla anlatmak mümkün değildir. Ancak zevken anlaşılır...

HAZRETİ MEVLANANIN SEMA YAPMASI

Hz. Hüdavendigar Mevlana Efendimiz başlangıçta  babası Sultanül Ulema hazretlerinin tarik ve siretleri üzere ders okutmuş, vaaz etmek, mücahede ve riyazet eylemek gibi ahval ile meşgul olmuş idilir. Başlangıçta asla sema etmemiştir. Şems-i Tebrisi hazretleri ile sohbetleri esnasında Hz. Şems buyurdu:"Sema'a gir ki , aradığın semada ziyade olacaktır. Sema'ın halk haram oluşu, onların hevayı nefs ile meşgul olmalarından naşidir. Onlar sema edince o kötü haller ziyadeleşir. Bu taifenin sema etmesi üzerlerine haram olur.
Hakk aşığı olan zümrenin ise sema nedeniyle aşk ve talep hali ziyade olur(artar). Hakk'dan gayri nazarlarında hiçbir şey olmaz. Böyle bir zümre üzerine sema mübah olur.
Bunun üzerine Mevlana efendimiz sema'a girdiler ve ömürlerinin sonuna kadar sama'ı tarik ve ayin ittihaz ettiler
Sema aşıkların ruhunun gıdasıdır. Çünkü Sema'da Hakk ile içtima tahayyül olunur ve hayalinin kuvveti derecesinde tecelli-i Hakk'ın kabulüne istidat hasıl olur.
Şeyh Sa'di (k.s) Bostan isimli eserinde buyurmuştur: "Ey birader! eğer dinleyen kimsenin kim olduğunu bilirsem, sema'ın ne olduğunu söylerim. Dinleyen kimsenin kanadı ve uçması mana evcinde ise, onun seyrinden melek aciz kalır; ve eğer müstemi'(dinleyen) eğlence, oyun ve mizah adamı ise, onun dimağında şeytanı daha kuvvetli olur"

22 Ekim 2019 Salı

SALTANAT TAHTINDA MÜSTERİH BİR ŞEKİLDE HÜKÜM SÜRMEK

Derler ki saltanat tahtında müsterih bir şekilde hüküm sürmek muradının bekçisi, halkına karşı adaleti  icra etmektir. Yoksa eli sopalı adamlar değildir.

DÜNYADA CENNETİ YAŞAYANLAR

Vasılı Hakk olanlardır. Dervişin biri gece rüyasında İlmi ledün sahibi evliya-yı kiram hazeratından bir cemaati görmüştü. Onlara demiş ki "Helal rızkı nereden yiyeyim ki, o vebal olmaya? "O adamlar onu dağlık tarafa sürdüler ve orman meyvelerinden silkelediler ve dediler ki: "Huda bizim himmetlerimiz ile o meyveyi senin ağzında tatlı yaptı.Temiz, hesapsız, baş ağrısız, tedariki için aramana gerek olmadan rahatlıkla ye" dediler. Derviş acı olan meyveleri yediğinde meyveler tatlı bir hale geliyordu ve dervişin bu meyveleri yedikten sonra dinleyenlere tesir eden, zevk veren sözler söylemeye başladı. Derviş sözlerinin halk üzerindeki tesiri görünce nefsinin sıfatından emin olmadığı için "Ey cihanın Rabbi, bendeki bu söz söyleme kudreti fitnedir. Bana halkın muttali olamayacağı gizli bir lütuf ve ihsan bağışla" diye dua etti. Hakk Teala ondan zuhur eden tesirli söz söyleme kudretini kaldırdı. Ona karşılık zevkli bir gönül verdi. Kalbinin zevkinden cennetin nimetlerini dahi istemedi. Çünkü cennetin vereceği zevki kalbinde yaşıyordu....

İNSAN-I KAMİL'İN ZUHURU

İnsan-ı Kamil'in zuhur zamanında türlü türlü kapılar açılır ve en büyük kapı Hakk'a vusul kapısıdır. İnsanı Kamil,insanı iman tarafına davet eder.İnsan-ı Kamil Kur'an da ifade buyrulan Dar'ı selam dır. Yunus suresi 10/25)ayeti:"Allah Teala dar'ı selam'a davet eder ve dilediği kimseyi sırat-ı müstakim'e hidayet eder" Kişinin kalbinde İnsanı Kamil'e karşı talep olmalıdır.Zira insan-ı Kamil'in huzuru gafilin kalbini Hakk'a tevcih eder.
Vaktinin İnsan-ı Kamil'i olan Hz. Mevlana efendimiz buyurur:"Yine gel, yine gel, her ne isen yine gel. Eğer kafir ve mecusi  ve putperest isen yine gel! Bu bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Eğer yüz kerre tevbe bozdun ise, yine gel"
Necib Sultanımın ifadesine göre içinde bulunduğumuz vaktin sahib-i zamanı 2023 yılında zuhur edecek imiş. Hak Teala tanımayı ve tabi olmayı nasip ve müyesser eylesin inşaallah...

21 Ekim 2019 Pazartesi

KIYAMET GÜNÜ DÜNYANIN DURUMU

Hak Teala kıyamet günü dünyayı dümdüz bir vaziyette ve üzerine parlak bir gümüş haline getirecek olup dünya malının kıymetinin olmadığını anlatmak için, o gümüşü ehli mahşere çiğnetir.
""O günde arz, arzın gayrine tebdil olunur"(İbrahim 14/48)

HARAMLAR

Dünya ahiret ehline haramdır ve ahiret dahi ehli dünyaya haramdır ve her ikisi de ehlullaha haramdır.
Dünya mülkü, zayıf kuşların tuzağıdır, ahiret mülkü ise şerif ruhlu olanların tuzağıdır. Birini dünya avlar, diğerini de ahiret avlar.
Dünya zayıf ruhların tuzağıdır. Onlar dünya malı kaydında kalırlar. Ahiret uhrevi nimetlerle mukayyed olup bununla Hak'dan hicaba düşerler. Azim kuşlar olan ehlullah ise ne dünya malı, ne ahiret nimeti ararlar. Hakk'a vuslatı isterler...

20 Ekim 2019 Pazar

SİYASİ İKTİDAR BİR TUZAKTIR

Siyasi iktidar kuvvetli bir tuzaktır. Ancak bu tuzağın ipleri ve aletlerini cismimizdeki göz göremez. Canı ve manası ile kalbini buğday tanesine rapt eden kuş, serbest gözükse bile sen onun akıbetine bak ki tutulmuş bil. Ebu Leheb'in karısının boynundaki hurma lifinden örülmüş ip nasıl ki onun cehenneme odun taşıdığına işaretse ,siyasal iktidara sahip gözükenlerde bu tuzağa tutulmuş kuşlardır. Dane yüzünden o tuzağı asla terk edemezler, ama bir avcı gelip tuzağına tutulmuş bu kuşları yakalar ve kafese koyar. Bu işin dünyadaki boyutudur. Ahiret boyutu ise daha şediddir...

DİNDE YOL KESENLER

Hakk yoluna teveccüh eden saliklerin yollarını vurucular bir kaç çeşittir. Birincisi nefis, ikincisi şeytan, üçüncüsü hakikatı anlamaya kabiliyeti olmayan insanlardır.
Hakikatı anlamağa kaabiliyeti olmayan insandar da iki çeşittir. Ya ehli şeriat, ya fasıktır. Müteşerri dediğimiz ehli şeriat, kitap ve sünnetin zahirine bakıp özünden (lübbünden) ve hakikatından gafil olanlardır. Fasıklar ise, nefsani kimseler olduklarından, Hakk yoluna yönelmek onların hiç işlerine gelmez ve teveccüh edenleri  de yollarından alıkoymağa çalışırlar. İşte bu yol vuruculardan saliki kurtarabilecek olan ancak kamilin ruh-ı pakinin nurudur. Bu ruh, salike rehberlik eder, bu gibi zararlılardan korur.
Tahrim suresinde (66/8) buyurulur:"Allah Teala nebiyi ve onunla beraber iman edenleri kıyamet gününde rüsvay etmez, onların nuru, onların önlerinde ve sağ yanlarında koşar. Derler ki:Ey Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bizi mağfiret et; muhakkak sen her şeye kadirsin"...

19 Ekim 2019 Cumartesi

HAREKATA KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM EDERİZ sözünün ömrü bir kaç gündür.

Sayın Erdoğan'ın sözü. İnandırıcı olup olmadığını bir kaç gün gösterecek. Zira, okuldaki iki çocuğun kavgası gibi, hareketi vasıflayan Trump'ın açıklamaları zaten her şeyi gösteriyor. Mektuptaki hakaretler, Halkbank ve malvarlığı sopaları ile mahvederim tehditleri aynı anda geldi. Bir kaç gün sonra,Türkiye alacağını almıştır diye geri çekildiğimizde insanlar soracaklar"Beka meselesi neydi?".İzahı zor olacak. Rusya'nın ve Suriye rejiminin askerlerinin güvenli bölgeyi işgal etmesine eyvallah diyorsak Esed'le niçin konuşulmasın?...

18 Ekim 2019 Cuma

TOPRAK OLABİLMEK

Toprak tevazu için örnektir. Üzerine basıldığı halde, en güzel taamların yapıldığı yiyeceklerin bitkisini yetiştirir. İbni arabi hazretleri buyurur: Cemadat (cansızlar), sair yaratılan şeylerden (bitki, hayvan, insan) daha ziyade Hakk'ı bilir ve O'na ibadet eder. Zira o, marifet mertebesinde halk olunmuştur. Aklı, şehveti ve tasarrufu yoktur. Onun değişmesi, nefsiyle değil, gayriyledir. Ancak musarrıfı Allah'dır. İnsanda sıfat-ı cemadiyetten ala sıfat yoktur...

EN BÜYÜK LÜTUF

Vaktin peygamberi mesabesinde olan İnsan-ı Kamil'e ulaşmaktır. Böyle bir zata mülaki olanlar, uzun yolu kısaltmış olurlar. Seyrü süluk esnasında bir takım keşiflere sahip olmak tehlikelidir. Zira "oldum" tehlikesi vardır. Gemiye binen kişi, yatsıda, uyusa da menziline yol alır. Bu nedenle Efendimiz (sav) buyurmuştur: "Benim ümmetimin meseli, Nuh gemisinin meseli gibidir. Ona temessük eden kimse necat buldu ve ondan uzak kalan kimse boğuldu" İnsanı kamil, vaktin tehlikeli tufanlarından insanı koruyan gemi gibidir. Gemiye sığınan o afetlerden emin olur. Kemali sıdk ile bir şeyh-i kamile sarılan salik, gece ve gündüz yürüyen gemi içindeki bir kimse gibi, Hakk yolunda seyr ü seferdedir. Fakat kendisinin mesafe aldığından haberi yoktur.
İçinde yaşadığın vaktin, peygamberinden uzak kalma. Kendi aklına, ilmine itimat etme. Şeyh bazen lütuf ile zahir olur. Bazen de kahır ile zahir olur.

TAYYİ ZAMAN VE TAYYİ MEKAN KAVRAMLARI

Tayyi zaman, zaman katmanları arasında yolculuk, tayyi mekan ise farklı mekanlara yolculuktur. İnsan hayal suretiyle her zaman Kabe'ye gidiverir. Evliyaullah ise ilahi ihsanla ruhu ile birlikte cesedini de teveccüh ettiği cihete süratle intikal ettirir. Bu nedenle kamiller buyurmuştur:"Bizim ervahımız cisimlerimiz,  cisimlerimizde ervahımızdır."

MESAFELERİN ÇOKLUĞU

Kıyl u Kal (dedi-dedim) mertebesinden, müşahede mertebesine kadar çok manevi mesafeler mevcuttur. Bunların çokluğundan meyus olmamak gerekir. Hakk'dan ümit kesilmez. Zira Hakk Teala hazretleri dilerse, o batın gözünün nurunu sana bir anda semadan, alemi ulviden eriştirir.
Yıldızların, yer küresinde bazı madenler üzerine tesirleri var kabul edilir. MÜŞTERİ SEYYARESİ KALAY,ELMAS, KÜKÜRT BEYAZ VE SARI RENKLİ TAŞLAR ÜZERİNE TESİRLİDİR. MERİH YILDIZI, DEMİR, BAKIR, MIKNATIS ÜZERİNE TESİRLİDİR. ZÜHRE YILDIZI İNCİ, ZEBERCED, ALTIN VE GÜMÜŞ ÜZERİNE TESİRLİDİR. UTARİD CIVA, FİRUZE KİREÇ VE ALÇI ÜZERİNE TESİRLİDİR.
Hakk'ın yıldızları olan insanı kamil ise Hakk'ın sıfatlarını taşır ve bu sıfatların hükmü altıda bulunur.Bu nedenle insanların kötü huylarının izalesinde etkilidirler.

MÜRİDLERDEKİ BAZI RUHANİ HALLER

Kalb gözü kör olan mürid,insanı kamilin hamil olduğu nuru ilahinin kalbine aks etmesinden dolayı hararetlendiği vakıt , kalbinde hissettiği genişlik sebebiyle"Artık ben kemale geldim ve kalb gözüm görücü oldu"der.Bu hal içinde kendilerini mürşidi kamil zannedip, halkı irşada kalkışırlar.Bunlar tecelli-i ruhaniyi, tecelli-i rabbani zannederler.İnsanı kamilin terbiyesinde bulunan saliklere,o kamilin nurunun berekatıyla bazı ahval zahir olur.Salik bunları kendinin malı ve hali zanneder."oldum" vehmi hasıl olur.Eğer insanı Kamil ondan nazarını çevirirse o hallerin hapsi kapanır.

EVLİYAULLAHIN SÖZLERİ

Enbiya ve evliyanın kelamının lübbünü(özünü),batınını alırsan o sözlerden istifade edersin.Eğer zahirini alıp,fikrinle kıyasla itiraza kalkarsan manevi atın tekmesini yemiş olursun.Sert huylu at mesabesinde olan marifeti enbiya ve evliyaya ihtiyat yularını takmadan binmemek gerekir.Anlıyamadığın manalara itiraz etmemek gerekir.Bu zor bir iştir.Çünkü ruh,nefsi hayvaninin tesiratından kurtulursa bu maarif ve hakayıklar itirazsız kabul edilir.

MÜMİNLERİN İMANI

İman iki türlüdür. Birisi iman-ı tahkiki, diğeri de iman-ı taklid-i dir. Her iki sınıf dahi mümin iseler de "Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır"(Enam 6/132) ayeti gereğince her iki imanın arasında farklılıklar vardır. Her iki imanda, iman olmak yönünden birdir. Ancak bu imanın sahipleri suret olarak farklıdır. Ayet buyurmuştur:"Müminler kardeştirler". Bu ayet tahkiki ve taklidi iman sahipleri için geçerlidir. İlmi ledün sahibi olanlarının imanı, tahkiki imandır....

EVLİYA CİSİMLER DE VE RUHLAR ÜZERİNDE DE TASARRUF EDER

Vücudu Hakkani ile baki olan insanı kamil, ruhlar üzerinde tasarruf ettiği gibi, cisimler üzerinde de tasarruf eder. Sıfat-ı Hakk'la kaim olan bir kimse, bir kimsenin ruhuna teveccüh ettiği vakit, ona tesir ilka eder ve keza o kimsenin cisminde de tasarruf eder...

İLAHİ SIRLAR NE ZAMAN TEVDİİ EDİLİR

Hak Teala kulunu her türlü imtihandan geçirip, mertliğin ve vefakârlığın ve eminliğin tahakkuk ettikten sonra esrar ve maarifi tevdi eder. Yoksa o sırlar imtihan olmaksızın kişiye verilmez...

EVLİYAULLAH'A ZOR GELEN ŞEYLER

Hakikat sırlarını, ilahi maarife ait sözleri, idraki, anlayışları noksan olan kimselerin önünde layıkıyla ifade edememek. Şeriat namını vesile ittihaz ederek hakikat yolunun vurucuları çoktur. Fitne koparmak isterler. Fitne koparmamak için evliyaullah marifete ait bahisleri kırık, dökük, ezilmiş bir hale getirerek ifade ederler ki namahrem olanlar bu esrar ve maarifi kaldıramazlar....

17 Ekim 2019 Perşembe

NECİB SULTAN'DAN

Nakleden Mehmet Şinasi Özoğul. Bir tarihte ziyaret için Dörtyol'a gelmiştim. Dükkan kapalı idi.evine uğradım. Birlikte arabama binerek Ali Baba hazretlerinin türbesine geldik. Ben Osman Seraceddin hazretlerine bağlı olduğum için içimden, ben burada değilim, şeyh Osman Efendiyi ziyaret ediyorum duygusu geçti. Malum, bir şeyhe bağlı olanlar, bir başka şeyhin halkasına dahil olmak istemezler. Hatta onların zikir halkasına dahi oturmazlar. Dua esnasında Necib efendi bana döndü, şöyle söyledi:"Bir insan bir yere bağlı olabilir ama beş yere de hizmet edebilir". Bu sözden sonra bendeki bu taassup kalktı...

NECİB SULTAN'DAN

Nakleden M.Şinasi Özoğul. Yıl 1998 idi. Kendisini ziyaret için Dörtyol'a gelmiştim. Bana ve söylemem için dayılarıma şöyle söylemişti. Şeyh Osman Seraceddin hazretlerinin vakti az kaldı. İstanbul'dasınız hemen ziyarete gidin. Ben bunu dayılarıma söylediğim. Ziyarete gidelim dedim.Dayım peki haftaya gideriz dedi. Ertesi hafta ise biz mübareğin cenazesine gittik..

NECİB SULTAN'DAN

Nakleden Mehmet Şinasi ÖZOĞUL.Baba annemin vefatı ile alakalı şöyle bir olay yaşanmıştı. Necib Efendi hazretleri Dörtyol'daki terzi dükkanında otururken dükkan kapısına küçük bir erkek çocuğun elinden tuttuğu bir kadın gelir ve bir müddet dükkandan içeri bakar. Gittikten sonra Necib Efendi, babaannemin dünyayı değiştiğini bu nedenle Kilis'e gidilmesini dedeme söyler. Dedem Mehmet Özoğul Dörtyol da bulunan devlet üretme çiftliğinde ambar memurudur.Necib Efendi ve Nakşi meşayihlerinden Ziya Efendi Kilis'e cenazeye gelirler. Bu hadiseyi dedem, aile içinde anlatmıştı.
Yine Necib Efendiyi ziyaret için Dörtyol'a geldiğim bir zamanda bana İstanbul'da avukatlık yapan dayımı sordu.Dedi ki:"Şeyh Osman Seraceddin Hazretlerinin göçmesi yakın dayına söyle onu ziyaret etsin".istanbul'a döndüğümdedayımı aradım ve bu sözü ilettim.Bana "Yeğenim önümüzdeki hafta gidelim" dedi.Ancak Mübarek o hafta içinde dünyasını değiştirdi.Söylediğim gün eğer gitmiş olsa idik, dayımda bende mübareği son kez görmüş olacak idik.

16 Ekim 2019 Çarşamba

ESED DEĞİŞTİ Mİ?

Şüphesiz şimdi Suriye'nin koşulları 2011 deki ile aynı değildir. Bu nedenle diyaloğun kapatılması peşin hükümlülüktür. Tarihsel düşman olarak addedilen Rusya ile bugün nasıl diyalog halinde isek, diyalog kapatılmamalı. Öfke, kin hakikatle kalbimiz arasındaki perdedir. Hadiseyi "söylediğini yalamak" olarak da telakki edilmeyip nefsani davranılmamalıdır. Suriye'nin toprak bütünlüğünün bölünmemesini istiyorsak zeytin dalı uzatılmalıdır. Diyalog, sulh daima tercih edilmelidir. Öfke dili bırakılmalıdır. Arap birliği gaflet içinde olabilir. Kalbindeki dil, diplomasi dili olmamalıdır. Öfke, kin mümine ait olmamalıdır. Belki Esed de değişmiş olabilir....

15 Ekim 2019 Salı

ALLAH'A ASİ OLMAK

Velilerin büyüklerinden Ataullah İskenderi hazretleri buyurur:
Bilmelisin ki Allah'a asi olmak, ezelde O'na verilen sözü bozmak, dostluğunu kaybetmek, başkalarını O'na tercih etmek, nefsin isteklerine itaat etmek, haya gömleğini çıkartmak ve Cenab-ı Hakk'ın razı olmayacağı şeyleri yapmak demektir.
Allah'a asi olan günahlardan kaçınmaz, haramdan uzak durmaz. İbadette tembellik eder, ibadet sevincini kaybeder, dünyalık isteklerin hırsına kapılır.
İtaatı bırakıp isyana dalanın kalbi katılaşır. Nefs onu günah isteğiyle doldurur. Kalbde ibadet zevkine yer kalmaz. Nur, kalbe girmek için yol bulamaz. Sürekli şüphe ve tereddüt içinde varılacak yer ve hesap günü unutulur...

ALLAH KORKUSUNUN AZALARIMIZDAKİ BELİRTİLERİ

Ebül leys Semerkandi hazretleri buyurmuştur:
Allah'dan korkmanın işareti yedi yerde ortaya çıkar:
*DİLDE..Allah korkusu kişiyi yalandan, gıybetten, söz taşımaktan, iftiradan ve lüzumsuz sözlerden alıkoyar. Onu, Allah'ın zikrine, Kuran okumaya ve ilim öğrenmeye yöneltir.
*KALBDE: Allah korkusu kalbten düşmanlığı, iftirayı, hasedi çıkartır.
*GÖZDE:Haram şeylere bakmaz, haram dünyalıklara göz dikmez. Dünyaya bakışı istek ve tamahla değil, ibret nazarıyla olur.
*MİDEDE:Karnına haram lokma girmez.
*ELLERDE:Allah korkusu taşıyan kimse ellerini harama uzatmaz.
*AYAKLARDA: Allah Tealanın yasakladıklarına ve günah olan şeylere adım atmaz. Sadece hayır yolunda, Allah'ın rızasına uygun yolda, alimlerle ve Salihlerle beraber olmak için yürür.
*İTAATİNDE: İbadet ve itaatını yalnızca Allah rızası için yapar. Riya ve nifaktan korkar ve sakınır.

AHİRET AZIĞI DÖRT ŞEY

Hasan Basri hazretlerinden:
Şu dört şey ahiret hazırlığıdır:
NAMAZ:Kulu Rabbine yaklaştırır
ORUÇ:Bedene sağlık, sıhhat verir
SADAKA:Kişi verdiği sadaka ile kendisi ile cehennem arasına perde çeker
GÖZYAŞI:Kişi döktüğü  göz yaşı, günahlarının silinmesine vesiledir

EN CAHİL KİMDİR?

Hz.Ömer (r.a) hazretleri,tabiinden olan Ahnef b.Kays'a:"İnsanların en cahili kimdir? diye sordu.
Ahnef hazretleri:"Dünyası için ahiretini satandır" diye cevap verdi.
Hz.Ömer (r.a):"Sana bundan da cahilini söyliyeyim mi? dedi ve şunu söyledi:"Başkasının dünyası için ahiretini satandır".
(Bu sözden, saltanat sahiplerinin peşinden giden, onlara dünyalık edinmek amacıyla yardım eden kişiler olarak algılanabilir.)

ŞEYTANIN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRAN VASITALAR:SOSYAL MEDYA

Kur'an:"Ey İman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz ve sonra yaptığınıza pişman olursunuz" (Hucurat 6) buyurur. Cep telefonu, tabletler, internet ve teknik gelişim kötüye kullanıldığında sosyal medya olarak felaket saçar niteliktedir. Gıybetin, kibrin, şöhretin, kin'in gelişme ortamı için biçilmiş kaftan. Yalan haber yaymanın, bilgi kirliliğinin en hızlı vasıtası. Haber üreten kaynak  kendi amaç ve niyetlerine göre muhteva servis etmektedir. Bir haberin belli bir kısmını servis etmek konuyu farklı yerlere götürmektedir. Bu durumda sığınağımız islam ahlakıdır. Elimizden ve dilimizden başkalarına zarar gelmemesine çalışmak,yönlendirmelere, galeyanlara karşı dikkatli olup ferasetli davranmak gerekir. Kalbi hastalıklı kimselerin yaydığı virüsler kitleleri etkiliyebiliyor. Kuvvetli iman sahibi ve Müslümanlarla sıkı bir birlik bu tehlikeyi yenecektir.Mümin müminin aynası hesabı, müslüman cemaatı içinde sıkı durmak bu tehlikenin zararını en aza indirecektir...

14 Ekim 2019 Pazartesi

EVLİYAYI İMTİHAN ETMEK ÜZERİNE

Şam ülamasından Abdullah isimli bir zat nakleder ki:İlim tahsili için Bağdat'a gittim. Nizamiye medresesinde ilim tahsil eden İbni Sekka isimli bir arkadaşım vardı. Bağdatta zamanın  gavsi olduğu söylenen, bazen görünüp bazen kaybolan bir zatı ziyarete niyet ettik. Bize o zaman delikanlı olan Şeyh Abdülkadir Gaylani de katıldı. Yolda giderken İbni sekka dedi ki:"Ben ondan, onun bilemeyeceği bir mesele sorayım". Ben  dedim ki:"Ondan bir mesele sorayım bakayım nasıldır?" Şeyh Abdülkadir dedi ki:"Maazallah ki ben ondan bir şey sorayım. Ben huzuruna varıp, onun berakatına muntazır olurum". Vaktaki huzuruna girdik, onu yerinde bulamadık.bir müddet oturduk, gördük ki yerinde oturur. Önce kızgınlıkla İbni Sekka'ya baktı ve dedi: "Yazık sana ey İbni Sekka Benden, benim bilmediğim bir meseleyi mi soracaksın? Soracağın mesele budur ve cevabı da budur. Sende küfür ateşinin alevini görüyorum"dedi. Sonra bana baktı da dedi ki:"Ey Abdullah, beni imtihan için benden mesele sorarsın ha. O mesele budur ve cevabı da budur. Dünya seni, muhakkak ki iki kulağına kadar gark edecektir, zira benim hakkımda terki edep ettin."Ondan sonra Şeyh Abdülkadir'e baktı: "Ey Abdülkadir, edebin sayesinde Allah'ı ve Resulullah'ı razı ettin, guya seni görürüm ki Bağdat'da kürsiyşe çıkmışsın ve dersin ki: "Bu benim iki ayaklarım, bütün veliyullah'ın boynu üzerinedir "Ve görürüm ki o vaktin evliyası sana İclal ve ikram için boyun indirmişler" bunu söyledikten sonra derhal nazarımızdan kayboldu ve sonra hiç görmedik. Şeyh Abdülkadır için dediği şey zuhur etti. İbni Sekka, akranına üstün olacak derecede ilim tahsil etti, halife onu elçi olarak diyarı Rum'a gönderdi. Rum imparatoru imtihan için onu hrıstiyan alimleri ile münazara ettirdi, hepsini yendi ve imparator nazarında muhterem göründü, imparatorun güzel bir kızı vardı, ona aşık oldu. İmparatordan istedi, hrıstiyanlığı şart koştular, o da hrıstiyanlığa girerek kızı aldı ve daima gavsın sözünü yad ederdi.Ve beni zorla Şam vilayetine vakıf mallarına mütevelli yaptılar...

EVLİYAYI İMTİHAN ETMEK ÜZERİNE

Bir memleketin padişahı, şeyhlerden birisini imtihan etmek ister. Şeyhin dergahına et getirir. Etlerden bir kısmı boğazlanmış hayvanın eti, bir kısmı ölmüş bir hayvanın eti idi. Şeyh eteklerini beline toplayarak: "Bugün ahçılık benim vazifemdir" der. Kap içinde bulunan boğazlanmış hayvanın etlerini ayırarak bunlar Dervişler için yapılacak yemekte kullanılacaktır der. Ölmüş hayvanın etlerini de ayırarak bunlar, padişah ve askerlerinin yemeğinde kullanılacaktır der. Bu hal, sultanın gözü önünde cereyan etmişti ve Sultan o imtihandan pişman olup istiğfar etti...

ALLAH ADAMLARINI İMTİHAN ETMEK TEHLİKELİDİR

Anlatılırki muhammed Şah'ı Nakşibent hazretleri dervişleri ile otururken bir adam önüme bir sepet içinde armudu hediye olarak  getirir. Peygamber ahlakı gereği, hazret hediyeyi huzurdaki müritlerine dağıtır. "Herkes aldıkları armutları yemesin" buyurur. Hediyeyi getiren kişiye sormuş. "Bunları ne niyetle getirdin, doğrusunu söyle"O kimse de: "Efendim sizin keramet sahibi bir zat olduğunuzu söylediler ben de imtihan etmek için bu armutları getirdim. Kendi kendime dedim ki:"bu armutların iki tanesine gizlice işaret koydum,bu armutları götürdüğüm vakit adetleri veçhile hazır bulunanlara taksim ederler; eğer dedikleri doğru ise, bu işaret ettiğim armutları bana versinler". Cenabı Şah:"Bak bakalım o armutlar sana verilmiş mi? buyurmuşlar. Adam "Evet efendim, bana vermişsiniz demiş. Bunun üzerine hazreti Şah buyurur ki; "bir kimse ki, peygamber yolunda yürür, onu imtihan etmek caiz değildir. Eğer biz o armutları sana vermese idik, sen bizden yüz çevirip gidecektin ve bundan zarar görecektin"
Allah adamını imtihan etmek haşa Allah'(C.C)ı imtihan etmek demek olur. Çünkü Allah adamı "Ben bir kulumu sevdiğim vakit, onun sem'i, basarı ve lisanı eli  ve tüm kuvveti olurum"manasındaki hadis-i Kutsi'nin muhatabıdır.
Evliyayı imtihan etmek, şeytanın vesvesesidir. Böyle bir vesvese geldiği vakit "Ey Huda böyle bir zandan beni kurtar"diye akan gözyaşından secde et.

HAKK TEALA'NIN SIRRINI TAŞIMAK HİÇ KOLAY DEĞİLDİR

Nefatül Üns 'de zikredilmiştir ki:Bir kimse Zünun-i Mısri hazretlerinin huzuruna gelerek , kendisine esrarı ilahiyyeden bahis buyurmasını niyaz eder.Hz.Zünun :"Pekala, bahsedeyim, fakat ondan evvel bir iş var o hizmeti ifa edip gel" diyerek eline bir kutu vererek bu kutuyu filan Zat'a götür teslim et"der.Adam kutuyu alıp yola çıkar, yol esnasında kutunun içinden bir şeyin kımıldadığını hisseder .Merak edip kapağını açınca  fare sıçrayarak dışarı atlar ve kaçar.Adam şaşırır ve kendi kendine düşünür:"Boş kutuyu söylediği zata mı götüreyim , yoksa geri dönüp meseleyi Zünun'a arz mı edeyim" der.Geri dönmeyi münasip görür ,keyfiyeti Zünun'a arz eder.Cenab-ı Zünun buyurur ki:"Kendin gibi bir mahlukun sana tevdi ettiği bir sırrın mahafazasında emin değilsin.Hak Teala'nın esrarına nasıl emin olursun?"

HABİS KADINLAR, HABİS ERKEKLER/İYİ KADINLAR İYİ ERKEKLER İÇİNDİR

Nur suresinin 24/26 ayetinde geçer:"Habis olan kadınlar, habis olan erkekler içindir.ve habis olan erkekler de , habis olan kadınlar içindir ve iyi olan kadınlar iyi olan erkekler içindir ve iyi olan erkekler, iyi olan kadınlar içindir"
Ayeti kerimenin zahirini ve batını iyi anlamak gerekir.
Ayetin zahiri; kadınlar ve erkeklerin iyi ve kötülerine aittir. Batıni manası ise çok geniştir. Latif manalar, latifurruh olanlara mahsustur; ve habis manalar dahi, habisurruh olanlara mahsustur.
Nasihatçılar anber ve gülsuyu gibi latif kokulu olan manaları söyleyip, türlü türlü nasihat etseler de, ruhları habis olanları düzeltemez ve ıslah edemez
Yasin suresinde geçen elçilerin, Antakya ahalisine yaptıkları nasihat onlarda aksine kin ve öfke oluşturdu. Habis olanlar Enbiya ve evliyaya derler ki: "Sizin bu sözleriniz bize elem ve hastalık veriyor, siz ölümden ve ölüm sonrası hayattan söz ediyorsunuz, biz ölümü ve ahireti düşünerek kendimizi hasta etmek istemiyoruz. Biz bu dünyada bir kayd ve külfet altında yaşamak istemeyiz. Bizim ruhumuzun gıdası boş sözler ve gülünecek latifelerdir, bunlardan hoşlanırız. Sizin açık tebliğimiz bizim keyfimizi bozar ve midemizi bulandırır....

13 Ekim 2019 Pazar

DÜNYA KÜLHANINDA TAKVA HAMAMINDA OLMAK

Takvanın aşağısı nefsin hazlarını terketmektir. Takvanın yüce hali "Hak Teala hazretlerinden gayri bir şeyi görmemektir"Takva sahibi, dünya külhanından saftır, çünkü o takva hamamı içinde şehevat ve hafsin zevk kirinden yıkanıp temizlenmektedir. İnsanlar zenginliği niçin ister: Alel umumi olanı nefsin hazlarını en güzel bir şekilde icra etmek maksadıyla zenginlik istenir. Malı, hayr yapmak için talep eden pek azdır. Ehli takva olanlar, zenginleri nefsinin zevklerini kazanmak yolunda görürler ve onlardan uzaklaşırlar. Hak Teala zenginlere hırs vermiştir. Ehli dünya olanların alameti, süslü elbiseler giyinmeleri, sözleri ve fiillerinden anlaşılır. Ehli dünya yalancı, menfeatperest ve mal toplamaya haris olur. Bugün şu kadar para kazandım" diyerek kendi aralarında övünürler. Mal toplamaya haris olan kişiye ahiretten bahsedilmesi ağır gelir.Çünkü o , ham meyve gibi sapına sıkıca yapışmış olur dünyayı bırakmak istemez....

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HAZRETLERİNDEN

Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol... Evladım! Ağzın laf ediyorsa, dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan ‘söz’ olur ve seni cennete götürür, tutmazsan ‘köz’ olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil; yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür”
Makam ve mevki peşinde koşanlar için söylüyor şunları da:
İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en hâlis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevazı olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et; fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz. Memur olduğun zaman sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, ‘bugün git yarın gel’ deme! İşini, o gün bitir. İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. ‘Ben niye onun yerinde olmayayım’ deme. ‘Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin’ diye düşün. Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.”
“Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz ‘Çalışmak ibadettir’ buyuruyor. Evladım, alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik. Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmî eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdaldir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil abide dikeceğiz. Canlı ağaçlar yetiştireceğiz”
“Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de hasedinden, kıskançlığından (dolayı) hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir. Temizlik ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa), sen onu ayağının ucu ile örtüver”
  Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, cennetin firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en ‘içten geleni’ de budur. Bir gönül kazanmak, kırk vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise kırk vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, ‘Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle’ diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selâm ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. Sunan gönül azizdir.”

12 Ekim 2019 Cumartesi

HAKK YOLUNDAKİ CEFALAR, TEMİZLENMEDİR

Hakiki dost olan Hakk Teala hazretleri eğer size bir bela verirse, sizi temizlemek içindir. Çünkü O'nun ilmi, sizin tedbirinizin üstündedir. Hakk Teala sizin hakkınızda hayırlı olan muameleyi bilir."
Hz. Pir Efendimiz Divan-ı Kebir'de buyurur:
"Bir kimse ki, kilime sopa vurur, o cefadan dolayı değildir. Hep ondan garaz tozdan ayrılmak içindir. Senin kalbinde benlik hicabından tozlar vardır; o toz birden bire çıkmaz. Her bir cefa ile her bir darbe ile o azar azar kah uykuda ve kah uyanık olarak gönül çehresinden gider. Eğer uykuya kaçar isen, yarin cefasını o iyi fiilinin tekdirlerini uykuda görürsün. Tahtanın yontulması tahtanın helaki için değildir. Marangozun elinde bir maslahat içindir. Bu sebepden Hak yolunun bütün şerri hayırdır; zira kulun safası işin sonunda görünür. Deriye bak ki debbağ, pislik içinde onu bin defa arıtır. Ta ki deriden gizli illet dışarıya çıksın; her ne kadar deri azdan ve çoktan bilmezse de"
Bela çeken kimse, bu beladan saffet hasıl olduğunu gördüğü vakit, artık bela ona tatlı olur ve şikayet etmez. Nitekim hasta, kendisine iyilik geldiğini gördüğü vakit, acı ilaç artık ona latif gelmeye başlar ve artık ilacın acılığından şikayet etmez.
Bunun ileri seviyesi Hz. Mansur'un dediği gibi "Ey mutemetler, beni öldürün, nihayet benim katlimde hayat vardır"...

11 Ekim 2019 Cuma

ALEMDE MUTLAK KÖTÜ YOKTUR

CİHANDA HİÇBİR ŞEY SURETİ MUTLAKADA KÖTÜDÜR DENEMEZ. KÖTÜLÜK NİSPET ÜZERİNEDİR. YANİ BİRİNE NİSBETEN KÖTÜDÜR VE DİĞERİNE NİSPETEN İYİDİR. Mesela Ateş, evi yanan için iyi değildir, yemek pişiren ve soğuktan üşüyen için iyidir. Bal vücudunda hararet olan için iyi değildir. Vücudunda soğukluk olan için iyidir. Birine zehir diğerine şeker gibidir. Birine ayak diğerine ayak bağıdır. Toprağa mensup olan için su ölüm gibidir. Zeyd bir insan hakkında şeytan olur,diğer insan nazarında sultandır...

GAYB AHVALİNİN MÜŞAHADESİ

Ahvali gaybiyyeyi müşahede üç suretle olur.
Birisi akıl ve zeka vasıtasıyladır ki, bu müşahede havassı beşeriyedendir ve bu müşahedenin kuvveti akıl ve zekanın deracatına tabidir. Mesela zengin olan akıllı bir kimse, sefahetin, fakru zarureti doğuracağını görüp bundan kaçınır. Bu hal, olacak şeyi, olmadan evvel görmek demektir.
İkincisi kuvve-i ruhiyye vasıtasıyladır ki, olacak şeyi alemi misalde his gözüyle görür gibi, kalb gözüyle müşahede etmektir. Bu müşahedenin kuvveti dahi , ruhun kuvvet derecesine tabidir. Bu hal şeriatın emirlerine tamamıyla riayetkar olmakla beraber, mürşidi kamil terbiyesiyle nefsin sıfatını, sıfatı ruhiyeyeye mağlub etmek suretiyle olur.
Üçüncüsü , dini Hakka salik olmadığı halde , kendilerinden ahvalı ruhiyye sadır olan kimselerdir.Fakat onların müşahedeleri vehmin aldatmaları ve şeytanın ilkaatı ile karışık olduğundan , keşifleri muteber değildir.ve onlardan kuvveiruhiyyeleri sebebiyle sadır olan harikalara şeriat lisanında "istidrac" derler.Hint fakirleri, tibet lamaları ve sair dinlere mensupları riiyazet yapanları bu sınıftadır.

10 Ekim 2019 Perşembe

AVAMIN HACCI/AŞIĞIN HACCI

"Hac" lüğatte kesd etmek veşeriat ıstılahında usulü dairesinde Kabe evini ziyaret etmektir. Bedeni ve mali imkanı olan her mümin için bu farzı eda etmek kolaydır, fakat evin sahibi olan Zat-ı Hakk'ı kasd ve ziyaret, her yiğidin karı değildir, merdlerin işidir.
"Hacı Kabe yolunda ve ben ise didar-ı Hakk'ın talibiyim; o evi arar ve ister, ben ise hanenin sahibini arar ve isterim...

ŞEYTAN'IN ALLAH'LA KİŞİYİ ALDATMASI

Müslümanım diyenleri bekleyen tehlikeler(İmanı taklit seviyesinde olanlar için)
Abdurrahman Dilipak 'IN SÜREKLİ İŞLEDİĞİ KONU:
"Ayet öyle diyor: Şeytan sizi Allah’la kandırmasın.
Şeytan size sağınızdan, solunuzdan, önünüzden arkanızdan, aşağıdan ve yukarıdan gelir. Açık bir kapı bulursa içinize girer ve damarlarınızda dolaşır. Kanın gittiği her yere gider.
Unutmayın, Şeytanın varlığı günah işlemenizin bahanesi, gerekçesi olamaz.
Derler ki, “Kedi aç kalır ve yavrusunu yemeye karar verirse, onu fareye benzetirmiş.
Dindar biri yalan söylememeli, haram yememeli, zina etmemeli, içki içmemeli, adam öldürmemeli. Evet bu doğru. Ama Müslüman adam bunları yapmaz diye bir şey yok. Yaptı diye de dinden çıkmaz. Bunları yapmasa da, bunları meşru görürse, dinden çıkar.
Şeytan (lanet olası) benim nefsimin yoldaşı! Hep kulağıma bir şeyler fısıldar durur. Yorulmaz da.  Ah o “Hannas” yok mu o “Hannas”. Hani o “vesvese veren” Ve onların cin ve insan taifesinden yardımcıları! Benden ya da bir başkasından hiç vazgeçmezler. Dostlarım bana kızıp, benden uzaklaşabilir ama Şeytanım beni hiç bırakmaz!.
Şeytandan kaçamazsınız. . Tek kurtuluşunuz var, taşlanmış ve lanetlenmiş Şeytandan kurtulmak için, onun dediğinin tersini yapın. “LA” deyin.
Bizim o “işini bilen” memurumuz şöyle düşünür: Ötekiler 80 yıldır bizi sömürdüler. Biz bu devlet için, millet için gecemizi gündüzümüze katıp çalıştık. Ben hâlâ kiradayım ve borçlanıyorum. Ve hâlâ en çok ben çalışıyorum. Ben imza atıyorum, birileri malı götürüyor. Birileri adamını buluyor, malı götürüyor. Ben niye yapmayayım. Ben çalışıyorum, o yiyor, bunda adalet var mı? Aslında ben daha fazlasını hakkediyorum, o zaman ben de “aklımı kullanayım” ve..
Şartnameyi biz hazırlıyoruz, denetimi biz yapıyoruz, imzayı biz atıyoruz, işadamı işi alıp taşeron’a veriyor %20+ alıyor. Biz maaşa talim. Adalet mi bu!
İşadamı şöyle düşünüyor. Ötekiler de götürüyor. Onlar başka yerlere harcıyorlar. Biz vakıf, cami, cemaat gibi yerlere harcıyoruz. Eee, bal tutan parmağını yalar. Yarın partimiz için harcamak gerekecek. Dernek, vakıf, memlekette yardım bekleyen insanlar var. Devlet onlara 80 yıldır yardım etmedi. Bu işleri de bugün biz yapıyoruz. Bu işler peşinde koşarken bizim de evimizde çoluk çocuk var. Kirada oturarak, dolmuşla bu işlere yetişemeyiz..
Cemaati, vakfı da, “devlet bizim değerimizi anlamıyor, devletin yapması gereken birçok iş bizim sırtımızda, bu işleri finansmanı için bu kardeşlerimiz bize yardımcı oluyorsa ne var bunda..
Kimi zekat toplayanların giderlerinin karşılanmasını hesab ediyor, kimi geçmiş dönemlerin hesabını yapıyor. Kimi hoca efendilerin şefaatinden meded umuyor, kimi benim kalbim temiz diyor, kimi tevbe etmekten söz ediyor, kimi hacca gidip defteri sildirmekten. Kimi ihtiyacını karşılayıp, ele güne muhtaç olmayacak kadar bir düzen kurduktan sonra, bugün aldıklarının karşılığını fazlası ile vakıflar üzerinden ödemeyi hayal eder, vakıf kurarım diye düşünür ama, tabi bu şeytanın kandırmak için onların kulaklarına fısıldadığı bir söz olarak kalır. Şeytan yaklaştığı insanın kulağına, onun nefsine hoş gelen daha önce düşünüp meylettiği şeyleri söyler.
Şeytan peşine düştü mü bir insanın ve o da ona kapıyı bir açtı mı, artık onun işi zor. Fuhuşa da sürükler, alkole de, kumara da. Her gün geri dönüş daha da zorlaşır. Bir süre sonra insanları hak ve hayır yolunda dönüştürmek için çıktığı yolda, bir noktadan sonra kendi dönüşmüş olur ve Şeytanın peşinden yürümeye devam eder.
Kim bunlar derseniz, onları görmek için çevrenize bakın bakalım, yok oldular değil mi? Onların gittikleri mekanlara bakın bakalım, eğer yolunuz düşerse tabii, kimlerle dost olmuşlar, kimlerle beraberler, kibir var mı? Eski dostları ile ilişkisi nasıl. Aile, çocuk, eş-dost ilişkileri ne durumda. Bunlar inandıkları gibi yaşamaktan uzaklaşınca yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.. İlginçtir, eskiden radikalken, bugün, karı-kız peşinde koşanlarımız, kumar oynayan, futbol maçlarını kaçırmayan, malayani işler ve dostlar edinen, sık sık yemin eden, argo konuşan, küfreden, lüks mahallerde, yeni dostları ile sohbet ederken kahkahalar atan tiplere dönüşenler var.. 
Para, makam, güç konusunda hazırlıksız yakalandık. Aklımız ve imanımız, servetimiz ve gücümüze yön versin derken, tersi oldu, servetimiz ve gücümüz aklımız ve imanımıza yön verdi.. Bu helak sebebidir. İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Olduğumuz gibi görünmeyince, göründüğümüz gibi olmaya başladık. 
Kimimiz ilmimizle kibirlendik, kimimiz makamımızla, kimimin paramızla, kimimiz şöhretimizle. Kimimiz bunlara ulaşmak için Şeytanın yalan vaadlerine kandı, kimimiz bunları elde ettikten sonra sapıttı.
Bizim açlığını çektiğimiz birçok şey vardı: Para, makam, kadın.. Kimimiz bunlara ulaşamayınca bunlara sahip olanları itham ediyordu, demek ki, kimimiz bunlara karşı çıkarken, onları kıskanıyormuş. Bunlara sahip olunca bir anda sapıttılar.
İnsanoğlu neyi ihtirasla ister ya da neye sahip olur ve onunla kibirlenirse, Allah onları o şeylerle imtihan eder. O şeyler, “dua ile istenen bela”ya dönüşür.
Ya hu, öyle şeyler oldu ki, başlangıçta, partizanlık, cemaat, tarikat, hemşehricilik ile yola çıkanlar, gün geldi, ya sahip oldukları haram mal ve makamı muhafaza için ya da daha fazlasına sahip olmak için tam zıt bir dünya görüşüne sahip olanlarla kol kola girdiler ve haram mallarını korumak ve kendilerine birileri musallat olmasın diye Mafya ile kol kola girerek Mafyalaşmaya başladılar. Sermaye, siyaset, bürokrasi arasında Mafyöz çeteleşmeler başladı.
Birinin çıkıp bunlara; “durun kalabalıklar, yolunuz çıkmaz sokak” diye bağırması gerek.
O noktaya geldi ki işler, bunlar artık kendilerini savunmuyorlar, saldırıyorlar, tehdit ediyorlar.. Utanmıyorlar, görünmez, bilinmez de değiller artık. Birçok şey bilindiği halde arsızca yollarına devam ediyorlar. Kendilerinden kimsenin hesap soramayacağını zannediyorlar. Her kesimden “dostlarının” olmasına, sahip oldukları dosyalarla dehşet dengesi oluşturarak, itiraz edenleri susturacaklarını sanıyorlar.
Şeytanın hilelerinden kurtulmak istiyorsak, yüzümüzü HAK’ka dönelim. Ama dikkat, Şeytan sizi Allah’la aldatmasın. Cahillik edip de din ve devlet büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin. Haksıza karşı, haklıdan yana olalım o her kimse ve işi ehline verelim. Aksi zulümdür ve Allah, cahil, zalim, fasık ve müfsit kişi ve topluluklara yardım etmez. Onların işlerini sarp dağlara sardırır. Kazandıkları, para makam ve şöhret, dua ile istenen bela olur onlar için.
Keşke insanlar yanlışta ısrar etmeseler de akıllarını başlarına toplasalar. Gelecek günler onlar için geçen günleri aratabilir. O gün geldiğinde bir dost ve yardımcı da bulamazlar.
Ve bir de, o unutmamamız gerekirken unuttuğumuz(!) bir din günü var, o her şeyin hesabının sorulacağı bir gün!! Ölüm en büyük ibret dersi olmalı bizim için! Heey! ölüm var ölüm! Selâm ve dua ile.(Abdurrahman Dilipak

ŞÜKRETMEK

Şükretmek, mevcut nimeti muhafaza eden bir bağdır (iptir). Keza bu iple nimeti artırabiliriz. Yani şükretmek nimetin ziyadesini avlamaktır....

CİSMİMİZİN RAHATLAMASI/RUHUMUZUN RAHATLAMASI İÇİN

Ruhun ferahlanmasından cisimlerimizdeki hastalıklar şifa bulur. Cisimlerin şifası şudur ki, tefekkür ruhun hassasıdır, ruh fikri latif ile meşgul olduğu vakit ferahlanır ve ruhun ferahlanmasından a'sab da rahat olur. A'sab rahat olunca damarlardaki kanın deveranı ve kalbin darabanı (atması) da muntazam olur, cisimde sıhhat ve şifa eseri zahir olur.
MESNEVİ-İ ŞERİFİN BEŞİNCİ CİLDİNDEKİ BAHİSLER İHLAS SAHİPLERİNİN TAM İSTEDİKLERİ VE SEVDİKLERİ GİBİ OLAN MAARİF VE HAKİKATLARI İHTİVA EDER.Rağbet edip toplamak isteyenler için marifet yemişlerinin en iyisi ve ehli sülukun muradlarının ve maksutlarının en büyüğüdür. Hak yolunda ilerleyenlerinin müşküllerini halledip kendilerini külfetten kurtarır ve güçlüklerini de kolaylaştırır....

9 Ekim 2019 Çarşamba

YETMİŞ ÜÇ FIRKA

"Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, hepsi ateştedir, bir fırka müstesnadır" hadisi şerifinde buyrulan yetmiş üç fırka içinde olan bir fırka;ehli aşk ve ehli tevhiddir. Diğer yetmiş iki fırka ise şirki hafide olduğundan narı firkat içindedirler....

EN HAYIRLI ÖLÜM

Süluk ettiğin işlerin içinde en hayırlı olan iş, o iştir ki, eğer sen o işle meşgul iken sana suri ölüm gelirse, o ölüm sana latif olur ve senin hakkında musibet olmaz. Ve bu hayır iş dahi İnsanı Kamilin eteğine yapışıp, tarik-i Hakka süluk etmektir. Eğer bu süluk içinde iken ölür isen, asla musibet değildir. İmanın doğruluğunun alameti, suri ölümün sana hoş gelmesidir. Cihadı ekber olan nefisle mücadelede "ölürüm, işim yarım kalır, çocuklarım mağdur olur" diye düşünürsen bilki imanın henüz kamil değildir. Bu nedenle Hakk'a niyaz etmek suretiyle dinin ikmalini ve imanın kemalini istemek gerekir. Hak yolunda ölümden kaçmayan kimse, imanında kamil ve Hakk'a muhabbet davasında sadıktır. Zahirde de böyledir. Senin emrinde olup canını feda etmekten çekinmeyen kimseyi sen kalbinde ona karşı kerahat olmaksızın seversin ve senin indinde hakiki dost o olur.
Kalbinde ölüme karşı kerahet olmayan kimsenin bedeni ölümü,hadisi şerifte buyrulduğu gibi:"Muhakkak Allah dostları ölmezler, belki bir evden bir eve nakl ederler"

HASED VE GIBTA

HASED, bir kimsenin  elindeki nimetinin zevalini istemek duygusudur. GIPTA ise bir kimsenin nail olduğu nimetin misli kendisinde de olmasını temenni etmektir ki bu temenni zemmedilmiş değildir.

İBADET NE ZAMANA KADAR?

Nahl suresi 16/99 ayeti:"Sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et" buyurulmuştur. Bu ayeti şu şekilde anlamak gerekir:İbadet başlangıçta nefsimize ağır gelir. Nuri yakin gelince kişi ibadetten zevk alır. Yani ibadet biter "ubudet" başlar."İbadet "Hakk'ın emrine nefsin zorlukla ve zevksiz olarak teveccüh etmesidir ve "ubudet" ise mertebe-i yakinde nefsin kendi sıfatından  fani ve ruhun sıfatı zahir olması sebebiyle Hakk'ın hizmetine zevk ile koşmaktır.
Mukallidin ibadeti çocukların mektebe zorla gitmelerine benzer, ne zamanki ilmin faydalarına vakıf olur o zaman zevkle isteyerek gider. Baba çocuğa her sabah harçlık verdiği için, harçlık aldığından dolayı çocuk mektebe sevinerek gider...

HAK YOLUNDA YÜRÜYENLERİN HALİ

İnananların büyük bir kısmı bir ümit içindedir. Ki o ümit cennete girmek arzusudur. Bu ümitle ibadete yönelirler. Aynı inanan guruba cehennem ateşine  girme korkusu da vardır. Bu duyguda olan kişiler mukallid olup bu taklitleri kendilerine fayda verir. Bu korku ve ümit olmayıp her bir menhiyyati (yasaklanmış olanı) irtikab edip iman iddiasında bulunanlar ise imanı taklidden  de mahrumdurlar.
Ehli hakikat ve zevki müşahede içinde olan evliyadan başkası Hakk yolunda hep bir bağ içinde ve bir korku ve ibtila içinde giderler. Kimi cennete girmek zevk ve ümidiyle, kimi cehennemde yanmak korkusu ile ve kimi de vücuduna ve malına isabet eden çeşitli belalar sebebiyle "Aman Allah" derler. İşin sırrını enbiya ve evliya bildiği için bunun dışındakilerde hep bu kaygılar olagelmiştir...

BARIŞ PINARI HAREKETİ

Cumhurbaşkanımız, dakikalar önce harekat emrini verdi. Müşriklere karşı mücadelede Hakk'ın nişanlı melekleri müminlerle birliktedir. Bu yardımı talep etmek gerekir. Çok geniş bir alanı kapsayan bu harekat basit bir gir çık değildir. Şehit düşecek her bir Mehmetçiğin hesabı, yanlış yapanlardan mutlaka sorulur. İnşaallah bir tuzağın, bir bataklığın içine çekilmiyoruz. Sabırla, yavaş yavaş, sindirerek. İşgalci değiliz. Ama bilmeliyiz ki Rusya dahil, İran dahil, Nato ve Amerika dahil hiçbir dostumuz yoktur. Acele değil, sabır mücadelesi yapmalıyız...

GERÇEK MÜMİNLER NEDEN KITALDAN (ÖLDÜRMEKTEN) VAZGEÇER

Gerçek müminler husumetlerde (düşmanlıklarda) mağlup ve zebun oluşları, hazm ve ihtiyat hususundaki kemallerinden ve kendi nefslerine olan sui zanlarındandır. Kendi nefislerinin sıfatlarından emin oldukları için bu kıtalde (öldürmede,savaşta) belki nefislerinin bir hilesi olur ve bu yüzden katl Allah için değil, nefislerinin öfkesinden ve intikamından yapmış olurlar mülahazasıyla husumetten vazgeçerler. Onların husumetten yüz çevirmeleri, noksanlarından ve korkaklıklarından ve dinlerinin zafiyetinden değildir.
Müşrikler içinde gelecekte Müslüman olacaklar bulunduğu için Cenab-ı peygamberimiz Hudeybiye'de ehli İslama baskın için gelen müşriklerden seksen kişi esir ettikten sonra serbest bırakmıştı. Cenab-ı Resulullah bunları bilmekte iken sahabe bilmiyordu. Hudeybiye anlaşmasında Hac niyetiyle gelen müminler kurbanlarını keserek geri döndüler. Bu geri dönüş bir mağlubiyet gibi gözükse de akabinde Feth ayeti vahy olundu. Beni Kureyza ve Hayber fethedilerek müminler Yahudilerin mülklerini ele geçirdi.

GALİPLER VE MAĞLUPLAR

Zalim her zaman mağluptur. Çünkü, kişi sahip olduğu kuvvet ve imkanlarla bir guruba zulmedip onlara musallat olup galip gelirse, bunun akabinde zulmeden üzerine galebeye ve musallat olmaya kasteden bir kimse vardır. O kimse seni çeke çeke mağlubiyet halkasına getirip bağlar. Örneğin, bir hırsız bir şahsın evine girerek onun malına ve parasına kastedip çalsa, bundan dolayı ev sahibi mağdur olur. Hırsız zalim, ev sahibi mazlum olur. Ancak o şehrin emniyet güçleri gelip o zalim hırsızı yakalayarak mahkeme önüne getirirler ve neticede hırsız mağlup olur. Halkına zulmeden bir lider bilmeli ki zulmedilen bu halk ayaklanır ve zalimlere başkaldırır. Zulmü Hak teala bütün dinlerde yasaklamıştır. Bu nedenle başkaldırı inançtan kaynaklanmayıp, işi doğası dediğimiz yaratılış programının kodlaması neticesidir. 12 Eylül ihtilalini yapanlar otuz küsür sene sonra mahkeme önüne çıkmışlardır. Ancak halk nazarında başından beri yargılanmış ve mahkum olmuşlardır....
Hak Teala zulüm ve fesaddan razı değildir.Bir zalim ,şeytanın aldatması ile ve nefsindeki sıatın galebesiyle bir mazluma zulm ettiği vakit , mazlumun elemi tüm eşyaya sari ve müessir olur.ve o teessürün eseri , her bir şeyin suretinde o şeyin istidadına göre zahir olur.Bu bir hakikattır.İnsan kendisini tedkik ederse bu manayı nefsinde müşahede eder.Mesela hemcinsinden birisine bir zalimin zulm ettiğini görünce, derhal müteessir olur ve hatta o zalim, nefsinin gazabı hayvanisi sükunet bulduktan sonra vicdan azabı duyar.Hayvandan daha aşağı olanlar bu kesafeti tabiiyye kalkmadıkça teessürlerinin farkına varamazlar.

7 Ekim 2019 Pazartesi

ŞEYTANLARIN GÖKDEN KOVULMALARI

Efendimiz (sav)'in dünyaya teşrif edip Peygamberlik vazifesi ile vazifelenmesinden önce, şeytanlar göğe yükselerek kaza ve kadere ait malumatı çalıp, yeryüzündeki kahinlere ilka ederler idi. Vaktaki Efendimiz seçildi, göğe çıkan cinler, melaikei unsuriyyin tarafından tard edildi. Cin suresi 72/8,9) "Biz göğe yaklaştığımızda, biz o göğü melaikeden kavi bekçiler ve şihaplar ile dolu bulduk, halbuki biz evvelce dinlemek için gökte oturacak yerlere oturduk; şimdiki halde kim dinlerse, kendisi için rasad olan bir şihap bulur"
Efendimiz (sav) bu sırlara sahip olduğundan cinlerin bu hususta nasipleri kapatılmıştı. Ledünni ilim say ü gayretle (çalışmakla) ele geçmez. Hırsızlığı bırak, sırrı Ahmed'den al diye cinnilerin hırsızlığı men edilmiştir. Rızkı suri olsun, rızkı manevi olsun Hak'dan taleple olur. Rızkı dükkandan değil, mescidde istemek gerekir....

TÜRKEŞ'İN ŞIHI

Merhum Alpaslan Türkeş'in saygı duyduğu Allah dostlarından birisi Ahmet  Kayhan Dede idi. Başbuğ'un şöförü anlatır:
1997 yılının Mart ayının ortalarıydı. Yoğun bir gezi programı dolayısıyla ağır bir çalışma ortamındaydık... Kahramanmaraş ve Kayseri tarafına gidecek ve 21 Mart'ta Nevruz Bayramı için Kars'ta olacaktık, peşine de Almanya seyahatimiz vardı... Akşam, Keçiören Belediyesine ait Halil İbrahim sofrasında TİSAV'ın yemeğinden çıkmış eve giderken, Konya yolu Or-an şehir kavşağında Başbuğ bana seslenerek:
-Tahsin, dönün oğlum Ahmed Kayhan Hazretlerinin evine gidiyoruz, dedi...
Ahmed Kayhan isimli zat Ankara'da yaşayan büyük bir veli, bir Allah dostuydu... Başbuğ zaman zaman onu ziyaret eder, bu pir-i fani ile muhabbetten çok haz alırdı...
Mamak semtinde bulunan eve geldik... O sıralar Ahmed Kayhan Hazretleri'nin ayağı kırık olduğundan platin takılmıştı ve bu zor vaziyette kapıya kadar gelip Başbuğa,
-Türkeş hoş geldin diyerek hararetle sarıldı... Biz çaylarımızı içtik... Ahmed Kayhan Efendi Hazretleri önündeki çayın yarısını içmiş diğer yarısını elinde sallayarak sohbete devam ediyordu... Daha sonra elindeki yarım bardak çayı da Başbuğa ikram ederek,
-Türkeş buyur bunu da iç, dedi... Başbuğum da aldı ve zaten soğumuş olan çayı bir yudumda içti... On onbeş dakika daha oturduktan sonra Ahmed Kayhan Efendi:
-Türkeş kalk git, istirahat et yorgunsun, dedi... Bunun üzerine Başbuğ:
-Peki şıhım dedi ve hayırlı akşamlar dileyerek Ahmed Kayhan Efendiye sırtını dönmeden geri geri çıkış kapısına kadar geldik... Ayakkabılarını giyip evin kapısına çıktığı anda Ahmed Kayhan Efendi Başbuğuma seslenerek:
-Türkeş hakkını helal et de öyle git, dedi... Bunun üzerine Başbuğ:
-Hakkım helal olsun şıhım, sen de hakkını helal et, dedi ve Ahmed Kayhan Efendi de üç defa "Helal-i hoş olsun" dedi ve biz evden ayrıldık arabaya binerken:
-Başbuğum, Ahmed Kayhan Efendinin dedikleri beni ürpertti, dediğimde...
-Ürperme oğlum onlar Allah dostudur, ne dediğini bilir, Allah büyüktür dedi...
Bu olaydan onbeş gün sonra Başbuğum vefat etti... 8 Nisan 1997 günü Merhum Başbuğumu defnettikten sonra, Ahmed Kayhan Efendinin evine gittim... Beni görünce ağlamaya başladı... Biraz oturduktan sonra:
-Şıhım onbeş gün önce Başbuğumla geldiğimizde bir saati aşkın bir zaman yanınızda oturduk... Kalkarken helallaşmadınız da tekrar kapıdan çevirip helalleştiniz... Bu neydi ? diye sorduğumda...
-Evladım o an Türkeş'i bir daha göremeyecekmiş gibi bir hisse kapıldım ama ben mi öleceğim, Türkeş mi ölecek bunu bilemezdim o sebepten ona bir daha sarıldım, dedi...
Ben bu gönül erinin yanından ayrılıp giderken , Ankara semaları sanki matem şiirleri okuyordu... Kısa bir müddet sonra bu zat da rahmet-i rahmana kavuşacak, bu fani alemden göçüp gidecekti...
Tahsin PEHLİVANOĞLU

ALLAH TEALA'NIN BİZDEN RAZI OLDUĞUNU NASIL BİLELİM?

Nakşibendiyyenin büyüklerinden Abdülhalik Gücdüvani hazretleri çocukluğunda mektepte olduğu bir esnada bir şahıs gelip hocasından:"Biz Hakk'ın bizden razı olduğunu nasıl bilelim?"diye bir sual sormuş ve hoca cevaptan aciz kalmıştı; bunun üzerine Abdülhalık hazretleri o şahsa sormuşlar ki: "Sen Allah'dan razı mısın, değil misin?"O şahıs ta:"Evet razıyım"demiş. Abdülhalık hazretleri cevaben buyurmuşlar:"Bundan bil ki, Hak Teala da senden razıdır. Zira senden razı olmasa idi, bu rıza sıfatı sende zuhur etmezdi."

GÖKTEN İNEN SU

Ayetlerin değişik manaları vardır. Zahiri anlamlarının ötesini aramak gerekir. "Biz gökten mübarek olan suyu indirdik, onunla bahçeler ve biçilen hububatı bitirdik"(Kaf 50/9) buyurulur. Ayetin işaret ettiği mana: "Gökten ve alem-i Ulvi'den inen mübarek su , göklere nazil olan vahyi ilahi ve lisandan cari olan sıdk-ı beyandır ki, gönül bahçeleri enva-ı marifetle ter-ü taze olur ve gıdayı ruhani olan hububat-ı maarif-i ilahiyye hasıl olur...

ALLAH ADAMLARI,GEMİNİN ÇIPASIDIR

Dalgalı havalarda, dalgaların zararını önlemek için gemi demir atar ve bu demir nedeniyle gemi selamette kalır. Evliyaullah ve meşayihi Kiram hazeratı da bir toplumun, yahut kendilerin tabi olanların gemi demiri gibi onları vücud gemisini, muhalif havalara tabi olmaktan hıfz eder...

SALİH HİÇBİR AMEL YOKSA

Anlatılır ki, Hak teala kıyamette kulunun hiçbir salih ameli tespit edilmemesi üzerine Meleklere sorar:Bakın bakalım, Benim Settar ve Afüv sıatlarımdan bir nesne var mı? Yani ayıpları örten, kusurları görmeyen Settar sıfatıma uygun davranış örneği göstermiş mi? Yahut suçluyu, kusurluyu affeden bir davranış sergilemiş mi? Şayet hak teala'nın bu sıfatlarına uygun davranışı olmuş ise, Allah (c.c) onu  affedecek ve cennetine sokacaktır.

6 Ekim 2019 Pazar

BAKIŞ AÇISI

Seyyid  Kutupla alakalı olarak, onun tasavvuf aleyhine olan bir kişi olduğu hususunda bir kitap gösterdiler. Bu kitabın kapağını açmadan, Seyyid Kutup'u tanımayan bu şahsa şu denilmeliydi: Her insan bulunduğu kademenin kuralları ile hareket eder. Seyyid Kutup, ehli şeriatın destansı şahsiyetlerindendir. Ehli şeriatı mayalayanlardandır. İslam tenkit değildir. Tebliğdir. Tenkit hastalığı nefse ait bir hastalık olup bu hastalığın yaygınlığından müslümanlar geri kalmışlardır...

İSLAMDA FAİZ NİÇİN EN GEÇ YASAKLANDI?

Hicretten yirmi yıl sonra faiz yasaklandı. Efendimizin belirttiği üzre, ilk yasaklanan faiz, amcası Hz. Abbas'ın faizi idi. Bu yasağın en son yasaklar arasında gelmesinin nedeni, insanda mal duygusu o kadar kuvvetlidir ki en son çıkan duygular arasındadır. İnsanı Kamil (Hz. Peygamber) Eğitiminde olan müridanda da bu sevgi zor terk edilen isteklerdendir...

5 Ekim 2019 Cumartesi

KELİME-İ TAYYİBE-ŞECERE-İ TAYYİBE

İbrahim suresinde buyurulur:"Görmez misin, Allah Teala nasıl bir misal darp etti:Kelime-i tayyibe, şecere-i tayyibe gibidir. Onun aslı sabit ve feri semadadır. Her vakit Rabbi'nin izni ile semeresini verir ve Allah Teala nasa darb-ı mesel eder. Umulur ki tezekkür ederler"(İbrahim 14/24-25)
Bu ayetin manayı batinisi şudur:"Kelime-i tayyibe" den murad enbiya ve onların varisleri olan evliya ve onlara tabi olan ala derecatihim ashab-ı hidayettir. Zira Cenab-ı Hakk Kuran'ı Kerimde İsa ve Yahya (a.s) için "kelime" ıtlak etmiştir. İbni arabi hazretleri Füsusul Hikemde her bir fassı, bir peygamberin meşerbi marifetine göre tedvin buyurup, her bir peygambere bir "kelime" tabir etmiştir. Hz.Pir Mevlana efendimiz buyurur ki:"Vefa ağaçları olan her bir nebi ve velinin vesair müminlerin şecer-i tayyibe gibi olan cisimlerinden sadır olan a'mal ve akvali tayyibe meyveleri, felek üzerine, yani alemi ulviye yükselir. Nitekim ayette buyurulur: "Tayyib olan kelimeler Hakk'a yükselir ve ameli salih onu ref eder.(Fatır 35/10). O meyvelerin aslı olan kalbler sabit ve onun feri olan fiil ve güzel kelamlar semadadır.

4 Ekim 2019 Cuma

KURANIN BATINLARI

KUR'ANIN BATININ ALTINDA BİR ÜÇÜNCÜ BATN VARDIR Kİ, ONDA AKILLAR HEP GAİB OLUR. KUR'ANDAN DÖRDÜNCÜ BATNI, NAZİRSİZ VE MİSİLSİZ OLAN Huda'dan GAYRİ KİMSE GÖRMEDİ. Ey oğul sen Kur'an da zahiri görme, şeytan Adem'i çamurdan gayri görmez. Kur'anın zahiri,ademinin şahsı gibidir ki, onun nukuşu zahir ve canı gizlidir. Kuran insanın şahsına benzer, cismi zahir, ama ruhu gizli....

HAKİKAT ZAHİR OLSA İDİ ŞERİAT BATIL OLURDU SÖZÜ

"Eğer hakikat zahir olsa idi, şeriat batıl olurdu" kelamına zahir ehli hocalar itiraz ederler. Halbuki bu söz Kur'an dan çıkartılmıştır. Malumdur ki Hz. Musa (a.s) sahibi şeriat  ve ulul azm bir peygamberdi. Emri ilahi ile ilm-i ledün sahibi Hz. Hızır'a mülaki olduğu vakit, cenab-ı Hızır, baliğ olmamış bir çocuğu öldürdü. Hz. Musa, şeriatın hükmüyle bu fiile itiraz etti. Hz.Hızır, ona cevaben "Ben onu kendi emrimden yapmadım"(Kehf 18/82) dedi. Yani bu fiil her ne kadar zahirde şeriata muhalif görünse de, hakikate nazaran ayn-ı hikmettir. Binanaleyh hakikat zahir oldu ve şeriat burada batıl oldu. Bu Kur'anda ifade buyurulan bir hakikattır.
"Kuranın zahiri ve batını vardır ve onun batınının yedi batna kadar batnı vardır"hadisi şeriftir,.
Caferi Sadık hazretleri buyurur ki:"Kitabı ilahi dört şey üzerinedir. İbare, işaret, letaif ve hakayıktır. "İbare" avam içindir. "İşaret" havas içindir. "Letaif" evliya içindir ve "Hakayık" enbiya (aleyhimüsselam) içindir...

3 Ekim 2019 Perşembe

Dört Nefes Toprak - Efendim Efendim - live Istanbul 2019


GÖNÜL ÇOCUKLARI

Her şey gönülde ceryan ediyor. Ve insanlar, biz zannediyoruz ki hal-i cima'dan doğuruyorlar. İnsanlar hal-i cima'dan doğmuyorlar. İnsanları gönül döllüyor. Gönül çocukları onun için ayrı oluyor. Ve gönül çocuklarının çoğu onun için "yol evladı" oluyor, "bel evladı" olmuyor. Tasavvufta yol oğlu olmak, bel oğlu olmaktan, yol evladı olmak, bel evladı olmaktan onun için mukaddemdir. (önce gelir)...

EŞREFOĞLU'NDAN

YOĞ İDİ LEVHÜ KALEM,AŞK VAR İDİ
AŞIK U MA'ŞUK U AŞK BİR YAR İDİ
AŞIK U MA'ŞUK U AŞK BİR YAR İKEN
CEBRAİL OL ARADA AĞYAR İDİ

FÜTÜVVET DÜZENİ

Osmanlı Devleti, kurduğu fütüvvet düzeninde, bazı meslekleri fütüvvet düzeninin içine almamıştır. Bu mesleklerden birisi avcılıktır (Sayyadlar). Kassapları (kasapları) almamıştır. Dellakları ve delalları almamıştır.
Kasap kan dökücüdür. Kan dökücü olmayın, maktul olun, katil olmayın. Mazlum olun, zalim olmayın.
Dellaklar vücudumuzdaki kiri önümüze koyarlar. Allah Teala'nın Settarül uyup vasfını rencide ederler.
Delaller, iki kişi arasında bir kişiyi iltizam etmek durumunda kalırlar. Seyrü sülukta , mürşit bazı mesleklerin icrasını hoş görmez. Onlara düşmanlık ilan edilmemiş, cemiyyetin bir eksikliğni tamamladığı için bu meslekleri yol'dan habersiz cahillere terketmiştir. Buradaki cehl, cehl dolayısıyla makamı aftadır. Cehl bir nevi sebebi afvdır. Seyrü sülukta, cehl, makamı mazeret sebebi değildir. Öyleyse bazı mesleklerle süluk edemezsiniz. Bazı meslekler dost meslekler değildir. Avcılık, kasaplık, delallık (komisyonculuk) dellaklık tasavvufta hoş görülmez...

OSMANLI'YA VERİLMİŞ EMANET ALINMAMIŞTIR.

Osmanlı, 600 yıl İslamın sancaktarlığını yapmıştır. İlahi emanet Osmanlıya verilmiştir. Geri alınmamıştır. "Yük indiği yerden kaldırılır" sözü gereğince Türkiye, Osmanlı'nın devamıdır. Bu nedenle Türkiye günü geldiğinde gerçek sahipleri bu yükü tekrar indirildiği yerden kaldıracak ve ülkemiz, İslamın bayraktarlığını soyunacaktır.

DOST OLMAMAMIZ GEREKENLER

Uykuya dost olmayalım
Her şeye dost olalım, politikaya dost olmayalım.
Her şeye dost olalım, hırs-ı mal ve hırs-ı caha dost olmayalım.

DOST O KİMSEDİR Kİ

İrfan dünyamızın aydınlık insanlarından rahmet Fethi Gemuhluoğlu'na aittir:"Dost ol kişidir ki öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber'in yatağında yatar. Şah-ı velayettir.
Dost ol kişidir ki, mağara arkadaşıdır,Yar-ı Gar'dır, Ebu Bekr'dir.Ve bütün delikleri tıkadıktan sonra, yılanın gelmesi muhtemel son deliği tabanı ile tıkar ve oradan O'nu yılan ısırır"(Fethi Gemuhluoğlu)

RİYA DEVRİ

İçinde bulunduğumuz riya devrinin son zamanlarıdır. Ne yazık ki bu tünelden Müslüman denilenler geçmektedirler. "Gizlinin gizlisini" Bilen'e inanıp riya içinde birilerini kandırdıklarını sanmaktalar.Hak Teala'nın hilm sıfatı onları korkusuzluğa, pervasızlığa sevketmekte ve bu dönemi hiç bitmeyecek sanmaktadırlar. Gemi karaya oturduğunda gerçekleri anlayacaklar ama vakit geçmiş olacaktır.

"EHLİ AŞK İLE MEŞVERET"

Cenab-ı peygamberimiz buyurmaktadır ki:"Ehl-i aşk ile meşveret eylemeyiniz".Çünkü ehli aşk temkin sahibi değildir. Kalpleri sürekli hareket içinde, akılları çekilmiş olduklarından rey-i tedbirleri olmaz.

2 Ekim 2019 Çarşamba

İNSANIN KENDİSİNİ MÜSTAĞNİ GÖRMESİ

Çok zengin ve güç sahibi insanlar kendilerini hiçbir şeye muhtaç görmedikleri vakit isyankar olurlar. Haşa Allah'ın sahasına girerler de farkında olmazlar. "Muhakkak insan, kendisini müstağni görürse, elbette tuğyan eder"(Alak 96/6)."Ve eğer Allah Teala kullarına rızkı bast etse, yeryüzünde bağy ve fesad ederlerdi"(Şura 42/37)

SEYİRLER

Cansız olan cemad'dan (topraktan)bitkiler yeşerir. Bu bitkileri hayvanat yer  bitki tekamül ederek hayvan vücuduna geçer, buradan tekamül ederek insan bedenine gelir,. İnsan bedeninden tekamül ettiğinde melek sınıfına girer. Melek sınıfını geçtiğinde ise kendisinin üstü olan vücudi hakiki mertebesine intikal eder.
Bu seyirler yapamayıp "yolda kalırsa "ne olur? O süreci tekraren yaşar mı? Malum imtihanlarında başarılı olunmayan sınıflarda öğrenci sınıfta kalıp bir üst sınıfa geçirilmez. Tekrarda başarılı olursa üst sınıfa geçer. Beşer sınıfında insan denilen tüm varlıklar bulunur. Ancak bu halden tekamül edilmezse, hayvan-insan mertebesinde defteri kapatmış olur. Seyir natamam hale gelmiş olur. "Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlardan istikbar edenler için göğün kapıları açılmaz, deve iğne deliğine girmedikçe cennete giremezler"(Araf 7/40).
Ervah kervanı felekteki kendi makamlarından, bu esfeli safilin mertebesi olan dünyaya nüzul ederler ve tahsili kemalat ve icrayı ticaret edip, her bir kendi makamına rücu etmek için,cismi kesife rakip olurlar.
Aziz Nesefi hazretleri buyurur ki:Ervah, bir müddet aşağıya gelirler ve bir müddet doğru giderler; bir müddet dahi yukarı çıkarlar. Ve bazıları alemi tabiattan çabuk ve kolaylıkla geçerler, onlara hiçbir zahmet erişmez. Ve bazıları düşe kalka geçerler ve onlara bir çok zahmetler erişir, amma sonunda geçerler. Ve bazıları geçemezler ve alemi tabiatta kalırlar ve alemi ulviye erişemezler. Ve bu sırat kıldan ince, kılıçtan keskindir. Çünkü cümle umurda vasat sıratı müstakimdir.
Mürşit, müridin nefsine acı gelen sözleri söyler ki, onu alemi manada acı gıdalara giriftar edecek olan nefsinin sıfatlarından yıkayıp, temizleyip ruhunu temiz hale getirir."Acı, acıyı izale eder" sözünün karşılığı bir anlamda bu olsa gerek....

DEĞİŞENLER

Son bir asır içinde irfan dünyamızın yıldızları dünyayı değişirken yerlerine yenileri niçin gelmiyor diye merak ederdim. Zira, maneviyat dünyasındaki sistem, Hak Teala'nın vazife verdiği bir zat, hayat sürerken, ona tabi olup hizmet etmiş olanların içinden elyaflı olan birisine bu vazifeyi Hakk'ın işaretiyle devretmekte, o şahıs yolu devam ettirmekte idi. Son bir asır içinde maneviyat dünyamızın tulu eden güneşlerinin yerinde doğan güneşlere rastlanmıyordu. Necib Sultanım bu konuyla alakalı olarak "Gelecek olan Zat'a karşı bir direnç olmasın diye"Hak teala gidenin yerine yenisini getirmiyordu. Belki geliyordu ama zahirde insanlar bilmiyordu.Sözüm medyatik olup TV'lerde boy gösterenlere değil. Zira şöhretin afetinden kaçınmak Ehlullah'ın genel karakteridir. Bilinmek ve meşhur olmak onların kaçındığı bir konudur. Necib Sultanım gelecek olan zatı tanıma hususunda Hak Teala'nın işaretler göndereceğini belirtmişti.
Genel değerlendirme yaptığımızda, Siyasilere memurluk yapan bir diyanet teşkilatı, Siyasi iktidar, güç ve parayı bulanların dünyalık peşinde koşarken merkezden uzaklara savrulduklarını, yanlışları sözle olsa dahi ifade edemediklerini görmekteyiz. Zaman inanç dünyasında köklü değişikliklere gebe olunan bir zamandır. Hak Teala bir doğum yaptıracaktır. Belki de tüm dünya bu doğumu beklemektedir. Herkes imtihanını vermektedir. Musa'dan yana olmak zordur. Cenab-ı Peygamber'i desteklemek zordur. Çünkü O'nun etrafında olanlar başlangıçta toplumun zaif insanları idi. Bugün işin zor olanı zulmeden'in ağzında "Allah" kelamı, mazlumun ağzında da "Allah" kelamı mevcut. Tıpkı Hz. Hüseyin efendimizi şehit eden zalimlerin "İşinizi çabuk bitirin namaz zamanı geçiyor "demeleri gibi. İbadetin suretinde kalıp, Hakk'ın razılığından uzaklaşılan bir vakti yaşıyoruz...