31 Ekim 2021 Pazar

PARMAKLA GÖSTERİLEN BİRİ OLMAK

 "Allah'ın korudukları müstesna , dini ve dünyevi işlerde parmakla gösterilmek, kişiye şer olarak yeter".

(Tirmizi.Sıfatül kıyamet ,21)

Dağa görünürde iple tırmanırken seni koruyanın ne olduğunu bilirsen sorunsuz yürürsün, hedefine ulaşırsın..Ama "Ben neymişim " dediğin an ipteki cambaz gibi dengen bozulur ve tepetaklak gidersin.

Toplum önünde olanlar da yanlış bir söz söyledrikleri anda itibarlarını kaybederler

DUA ETMEK MEYİLİ

 Hz.Pir Mevlana efendimiz buyurur:"Allah bize yardım etmek dilerse, bize yalvarmak ve münacaatta bulunmak meylini verir"

Dua kapıyı çalmaktır.Kapının ne zaman açılacağının kararını ev sahibine bırakmak gerekir.Biz sadece talep ederiz.Unutmayalım ki , hakkıyla istemenin bir şartı da talebe cevap verecek konumda olanın karşısında hadsizlik yapmamaktır.

GÖNÜL HAVUZUNDA TEMİZLENMEK

 Bir arınma, terbiye yöntemidir.Güzel bir insanın gönlünde yer ederek terbiye olmak ,terbiye edilenin sadakat ,vefa ve gayretiyle alakalıdır."Baba himmet" isteği "Oğul hizmet" le tamamlanırsa temizlenme gerçekleşir.Gönül havuzunda temizlenenlerin bedenleri de temizlenir.

Kötülükle mücadelenin esası, iyiliklerle donanmaktır.Kötülükle mücadele kirlilikle mücadele gibidir.Temizliği artırmak, temizliği amaçlamak ; kiri temizlemekten daha kolaydır. kirliliği kendiliğinden yok eder.

Gönül kalbi duyguları, ten ise nefsi duyguları temsil eder.Gönül; yeme , içme, şehvet gibi duygularla kirlenir fakat gönül havuzunda temizlenir.Kalbi duygular daha yoğun olursa çamuru silip süpürür.Çamurla mücadelenin en güzel yöntemi , kalpte iyi duyguların artmasıdır."Çamudur kötüdür " demek yerine bol bol su bulmaya çalışmak gerektir. 

30 Ekim 2021 Cumartesi

MARKA DEĞERİ

 İyi ve güzel elbise giyip bununla övünen birisene herkes :"Markası ne" diye sorar.Eğer markası iyiyse o zaman elbise daha da değerli gözükür.İyi bir elbisenin marka değeri kumaş değerinden , işçilik değerinden daha pahalıdır.Marka değeri nedeniyle o elbiseye daha fazla kişi talip olur.Daha pahalı olduğu halde daha çok satılır.İnsanın güzel huylarının da buna benzer marka değeri vardır.Onu vereni de unutmamak , iyiliği cömertliği onu veren için yapmak , sahip olunan değerleri onun namına kullanmak gerekir.Bu değerleri bize bahşeden hak teala ile irtibatımızı sağlam tutarsak bize verilen marka değeri artar.O zaman daha çok üretip , daha çok hizmet eder.Eğer elbisenin üzerindeki markayı söküp atarsak üzerimizde güzel dursa da o markanın sahibi onu bize bir daha vermez.

Kur'an da  "NE KADAR AZ ŞÜKREDİYORSUNUZ?"buyrulur.Çünkü bizim sahip olduğumuz kabiliyetler, bize bahşedilen sanatlar,güzellikler,iyilikler,cömertlikler bizim kompütürümüz'e yazılmış.Bu yazılımı kullanmaktan dolayı yazılım sahibi ücret ister.Bu ücret ise o proğramı bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacında kullanarak yardımcı olmak, yahut o yazılımdan elde ettiğimiz dünyevi kazancı yoksulla paylaşmaktır.

NARSİSTİK KİŞİLİĞİN TERBİYESİ

Narsisizm, toplumdaki bazı bireylerin yükseltilmiş özgüven ile kendilerini sürekli diğer insanlardan üstün görmesiyle ortaya çıkan bir kişilik bozukluğudur. Diğer insanlara göre kendilerini üstün görürler. Ancak bu özelliklere sahip olan tüm insanlarda kişilik bozukluğu olmayabilir. Narsistik kişilik bozukluğu taşıyan bireylerin çoğunluğu yükseltilmiş özgüven ve kendilerine besledikleri çarpıtılmış hayranlık ile yaşamlarını sürdürür. Bu insanlar çevrelerinden de aynı şekilde hissettikleri bu duyguların çoğaltılmasını beklerler. Çoğunlukla benmerkezci kişilik özellikleri ile beraber empati yoksunluğu, kişiliği fazlasıyla büyütme (abartma), başarıya ve güce bağımlı davranışlarla kendilerini belli ederler.  Narsistik kişilik bozukluğunun belirtileri

  1. Kendini eleştirilerin üstünde görür
  2. Manipüle edici davranışlar sergiler
  3. Diğer bireyleri kendi kazanımları için kullanır.
  4. Kendisiyle aynı statüye sahip insanlarla arkadaşlık kurmak ister. Fakat bu gerçekleştiğinde bile önde olma dürtüsü ile çevresiyle yarış halinde olur
  5. Kendi yetenek ve başarılarını abartıp, üstün görür.
  6. Sürekli haklı çıkacağı ortamları yaratıp onaylanmak ister
  7. Sürekli övgü bekler ve bunun için baskı ortamı kurar
  8. Diğer insanları kendinden daha yeteneksiz, daha başarısız, daha az zeki ve daha az güzel bulur.
  9. İnsanların kendine hizmet etme durumunda olduklarını varsayar.
  10. Kendisini toplumun parçası olarak görse de bu toplumun içerisinde özel muameleyi hak ettiğini düşünüp, o toplumun en üstündeki kişi olduğunu iddia eder
  11. Başkaları üzerinden var olur.
  12. Genellikle bu bozukluğun temelinde çocuklukta yaşanılan değersizlik ve sevgisizlik gibi kavramlar vardır.
  13. Ne kadar dışarıya özgüven sahibi gözükse de, içinde kendine güven kavramı kırılgandır ve bunu göstermek en büyük korkusudur 

    Narsist, suçu başkalarında bulmada profesyoneldir

    Narsistik kişilik bozukluğu olanlar, sorun yaratan davranışlarını değiştirme konusunda aşırı dirençlidir. Narsist kişilik bozukluğu olanlar, suçu başkalarında bulma konusunda profesyoneldirler. En küçük eleştiri bile anlaşmazlığa, çatışmaya ve saldırgan davranışa dönüşebilir. Narsistik kişilik bozukluk, toplumun bütün kesimlerinde her yaştan insanda görülebilmektedir. Toplum içerisinde görülme oranları ise DSM-IV’ e göre % 6,2 olarak ifade edilmiştir. Yapılan araştırmalarda narsistik kişilik bozukluğunun kadınlara göre erkeklerde daha yaygın görüldüğü belirlenmiştir.

    Yakın çevresine göre mükemmeldirler

    Yakın ilişkilerinde ve özellikle arkadaşları tarafından ‘narsist’ bireyler başta mükemmel gözükür. Sevilen, başarılı, övülen bir kişilik yapısı sergiler. Fakat sevgiyi genellikle manipülatif davranışlar ile almaya çalışır. Başarıda üstün bir hırs ve başarısızlık anında ise suçlama davranışlarıyla ön plana çıkarlar. Bu sorunu yaşayan kişiler genellikle aile ve evlilik konusunda karşısındaki insana değersizlik, yetersizlik gibi kavramları yükler ve kişiyi yalnızlaştırma politikasını kurarak üstünlük sağlamaya çalışır.

    Pişmanlık bir zayıflık göstergesidir

    Genellikle ilişkilerini emir ve komuta sistemine göre yürütmeye çalışır. Bunun dışına çıkıldığında öfkelenir ve agresif, pasif agresif davranışlar sergiler. Karşısındaki kişinin hayatı onu ilgilendirmez. Eğer ilgi gösteriyor ise genellikle bunu rütinsel gereklilik olarak gördüğü için yapar. Toplamda bütün ilişkisel boyutlar değerlendirildiğinde bu tip insanlar benmerkezci yapıdadır. Onlara göre pişmanlık bir zayıflık göstergesidir. Ancak nadiren de olsa hayatlarının bazı dönemlerinde pişmanlık yaşarlar. Pişmanlık yaşadıkları fark edildiğinde ise genelde kendilerini dışa kapatırlar.

    Görünüşlerine önem verirler

    Bu kişilik bozukluğunun tanısı ancak uzman bir klinik psikolog ya da psikiyatrist tarafından konulur. Kişinin mükemmeliyetçi, üstün başarılı yapısı, hatasız olma arzusu ve hatayı kabul etmeme davranışları, empati kuramaması, görünüşüne çok büyük önem vermesi ve dikkat çekici olma arzusu, sürekli çevresini eleştirmesinden dolayı ilişkilerinde yaşadığı zorlanmalar ve bunun sonucunda işlevsellik alanlarında bozulmaların meydana gelmesi tanı koymada yardımcı olmaktadır.Temelinde güvensizlik duygusu var

    Narsistik kişilik bozukluğu olanlar genellikle çocukluk dönemlerinde yaşadıkları sevgisizlik ve değersizlik duygularını barındırırlar ve her ne kadar aşırı özgüvenli görünse de bu aşırı özgüvenin temelinde güvensizlik duygusu vardır. Preston Ni, “ Pek çok narsist küçük, basit olaylara hemen üzülür, derinlerde acı çekmek istemese bile kendini 'çirkin ördek yavrusu' gibi hisseder” diyerek konuyu özetlemiştir. Bu tip insanlar bazı dönemlerde sevgisini abartırken, bazen de sevdiğini söylediği insanı deyim yerindeyse yerin dibine sokabilir. Özellikle ilişkinin başında sevgi doluyken, zamanla ilişkinin seyrini değiştirerek acımasız ve kibirli bir insan oluverirler.Uzun süreli psikoterapi tedavisi

    Genellikle ilaçla tedavi edilmesi mümkün gözükmeyen bir bozukluktur. Narsistik kişilik bozukluğu yaşayan bireyler tedaviye dirençlidir. Bu yüzden tedavi uzun süreli psikoterapi yöntemiyle uzman bir klinik psikolog tarafından ele alınmalıdır. Terapi yöntemlerinde sıklıkla bilişsel davranışçı terapi kullanılır. Terapistlerin en çok zorlandığı hastalık grubudur. Narsistik kişilik bozukluğu olanların iyileşmesi uzun bir terapi sürecine bağlıdır. Ancak kişilik bozukluğu nedeniyle ortaya çıkan kaygı bozukluğu ve depresyon için ilaçlar verilmektedir. İlaçlar sayesinde kişilik bozukluğunun diğer sorunlara bağlı olarak büyümesi engellenebilmektedir.

    Narsistik kişilik bozukluğu olan birine nasıl davranılmalı?

    • Narsistik kişilerin eğitiminde onlara tavsiye edilen şeylerden biride gizli iyilik yapmalarıdır.Çünkü nefis , gizli, kimsenin övmediği bir iyilik yaptığımız zaman itiraz eder.Yaratıcıyı düşünerek iyilik yaptığımız da karşılık beklemeden iyilikm yapmış oluruz.Bu tür yardımlar sadece ahireti kazanmamızı sağlamaz , aynı zamanda dünyada yaşanabilecek yoksulluğa ve musibetlere de mani olur.
    • Narsist bir insana karşı davranış sınırları belirgin hale getirilmelidir.
    • Duygusal ve psikolojik anlamda bütün manipülatif davranışları sınırlandırılmalı ve izin verilmemeli.
    • Onu kaybetme korkusu ile yaklaşıldığı gösterilmemeli ve hissettirilmemeli.
    • Eğer kişiyi kaybetme korkunuz varsa altında yatan neden de belirlenmeli.
    • Narsist bir insanın karşısında suçluluk, değersizlik, yetersizlik gibi duygulara kapılmamalıyız. Narsist kişiliğin egosunu besleyici görev edinilmemeli.
    • Onu değiştirme ve düzeltme çabasına girilmemeli.
    • Narsist bir insana karşı olumlu ya da olumsuz hissedilen duygular net bir şekilde ifade edilmelidir.

AHİLİK TERBİYE SİSTEMİDİR

 

 

                    ŞABAN KUMCU

             14. yüzyılın ortalarında Anadolu’ya gelen Tancalı seyyah İbn Batuta (1304-1369), burada kendisini hayrete düşüren ve hayran bırakan bazı insanlarla ve kuruluşlarla karşılaşır. Onların davranış ve yaşayış tarzlarını ayrıntılı olarak tasvir eder. Bunlar “ahi” adını alan, Anadolu Türk kültür ve medeniyetinin oluşmasında; gaziler, veliler, alimler kadar önemli rolü olan insanlardır. Ahiler bazı yönleriyle gazileri hatırlatırlar. Gözlerini budaktan sakınmayan yiğit kişilerdir. Fakat gayeleri savaş değil barıştır. Sabahtan akşama kadar kendi işlerinde çalışırlar, hayat felsefeleri, yaşayış tarzları çalışmaya, dostluğa ve yardımlaşmaya dayanır. Çalışmaktan maksat para kazanmak ve biriktirmek değil hem kendi geçimini temin etmek hem de başkalarına yardım etmektir.

                Türklerin Anadolu’da yerleşik medeniyete geçişlerinde ahiliğin rolü büyüktür. Anadolu’ya gelen Türklerin bir kısmı akıncı, bir kısmı da ekinci, köylü ve zanaat (ustalık gerektiren iş, meslek, beceri) sahibi, şehirli, kasabalıydı. Ekinci ve zanaat sahipleri için savaş değil, barış ön plandaydı. Onlar, akıncıların fethettikleri ülkelerde, maddi ve manevi medeniyeti kuruyor, aynı gayeyi güden dervişlerle iş birliği yapıyorlardı. Hacı Bayram-ı Veli; dünyayı bir şara (şehre) benzetir. Bu şehir (dünya) maddidir, ama onun kenarından Didar (Allah) gözükür.  

                                               Nagihan ol şara vardım, anı ben yapılır gördüm,

                                             Ben dahi bile yapıldım, taş-u toprak arasında. 

 Bu mısralarda, insanın vücuda gelişi ile dünya arasında bağlantı kurulmuştur. Daha sonraki dörtlükte de insanın dünyanın yapılışına katıldığını anlatır.şakirdleri taş yontarlar, yonup üstada sunarlar,                    Çalap’ın adın anarlar, her bir taşın paresinde. 

                Daha sonra gelen dörtlükte şair; “Şar dedikleri gönüldür”, diyerek şehir imajını maddi plandan, manevi plana aktarır. Temel fikir, taş yontan şakirdlerin inşa ettiği şehir imajıdır.  Yunus Emre ve daha birçok şair insan gönlünü bir şehre benzetir, onun harap veya mamur olmasından bahsederler. Yunus Emre, bir derviş olmakla beraber, din ve ahlak anlayışı bakımından ahilere yakındır. Ona göre; Derviş yedirip içiren, veren el olmalıdır. Allah’ı bulan; geniş varlık alemine, kâinata ve insanlığa da kavuşmuş olur…                                             

                                               Mün’im oldum yoksul iken, benim oldu kevn-ü mekân,

                                               Yerden göğe mağrip maşrık yere göğe doldum ahi.

  İnsan çalışmalı ve kendi el emeği ile geçinmelidir. Bir şiirinde Süleyman Peygamber’i örnek gösterir.

                                               Süleyman zembil ördü, kendi emeğin yedi,

                                               Onun için buldular onlar berhüdarlığı.

                  Bayramiye tarikatının kurucusu olan, Ankaralı Hacı Bayram-ı Veli; Akşemseddin gibi dervişleriyle, Anadolu Türk tarihinde mühim roller oynamıştır. Bayramiye tarikatının en önemli özelliklerinden birisi de ahilerde olduğu gibi, bizzat çalışmaya ve başkalarına yardım etmeye önem vermesidir. Hacı Bayram-ı Veli, kendisine intisap eden dervişleri, kabiliyetlerine göre; kimisini zanaata, kimisini ziraata sevkediyordu. Hacı Bayram-ı Veli’nin adı “Ahi Sultan”, diye anılırdı. Akşemseddin, Hacı Bayram-ı Veli’nin müridi olduğunda, onu dervişleriyle beraber burçak biçerken görmüştür. Hacı Bayram’ın şeyhi, Şeyh Hamidüddin-i Aksaray-i “Somuncu Baba” da ekmekçiydi. Hacı Bayram’ın müritlerinden biri de şöhreti Belgrad ve Peşte ’ye kadar giden Göynüklü Bıçakçı Ömer Dede’dir. Ona “bıçakçı” lakabının verilmesi de bir zanaata sahip olmasındandır.

                Belgelerde Hacı Bayram-ı Veli’nin müritlerinin ahi olduklarını görüyoruz. Abdülbaki Gölpınarlı Burgazi Fütüvvetnamesi’ni yayınlamıştır. Kitabın 13. Yüzyıl’da kaleme alındığı tahmin ediliyor. Kitabın yazarı Burgazi, asıl adı “Çoban oğlu Halil’in oğlu Yahya”, okuma yazmayı yirmi yaşlarında öğrenmiştir.  Sohbetlerde öğrendiği bilgileri sade, acemi ve basit bir Türkçeyle aktarmıştır. Burgazi’nin kitabına göre; ahilikte üç mertebe vardır: Yiğitlik, ahilik ve şeyhlik. “Yiğitlik heves eylemekdür, ahilik başlamakdur ve şeyhlik tamam kılmakdur. Yiğitlik sakal gelmekdur, ahi sakala ak düşmekdur, şeyhlik tamam pir olmakdur. …Ve dahi yiğitlik şeriatdur, ahilik tarikatdur ve şeyhlik hakikatdur…”

                 Ahilik bir nevi terbiye sistemidir. İnsanı insan yapan terbiyedir. “İyi yetiştirilmeyen bir insan, taş yemişi, dağ canavarı gibidir. Terbiye ile hamlar göynülür (olgunlaşır), çiçekler düşer, çiğler pişer. Ahiler gerek kim daim terbiye kıla, perveriş (besleyip, yetiştirme) vire. Terbiyeye gerek mal-u canı ahisi yolına sebil ola.”  Ahilikte cömertlik, fakirlere yardım esastır. Ahi hem kendi geçimini temin edecek hem de başkalarına yardım edecektir; bunun için bir meslek (zanaat) sahibi olması şarttır. “Ahi halal kesb kazanmak gerekdür, belkim farzdur ve hem sünnetdür ve dahi ahiye bir pişe ve san’at gerekdür, ana meşgul ola. Eğer pişesi (sanat, meslek) yoğısa ana fütüvvet değmez.”  Fütüvvet; yiğitlik, cömertlik, lütuf ve ihsan sahibi olmak, başkasını kendisine tercih edip, kerem sahibi olmak anlamında kullanılmıştır. Yunus Emre’ye göre de hasisler ve cimriler ne kendisine ne de başkasına faydası olan, zenginliklerine rağmen hayatın ve insanlığın tadını ve manasını bilmeyen bedbaht insanlardır.

                                                Kem-dürür yoksulluktan nicelerin varlığı,

                                               Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.

                 Burgazi kitabına göre; “Ahi gerek kim bekler kapusuna varmaya, belki bekler padişahlar anun adın bilmeyeler…” Hacı Bayram-ı Veli, Akşemseddin ve daha başka tanınmış şeyhler Fatih gibi gazi hüviyeti taşıyan padişahlara gerektiği zaman yardım etmişler, ancak mesafelerini daima korumuşlardır. Ahilik ahlakı bunu gerektirir. Ahinün sohbeti Salihler ve harif-i safa kişiler ola.  Allah-u Taala’ya yakın kişiler ola, miskinleri (fakirleri) seve, daim sohbeti miskinlerle ola, nitekim Resul hazreti duasında aydurdı: İlahi, beni dirlüğümde miskin eylegil, ölicek miskin öldürgil, kıyametde miskinlerle kopargil. Ayişe anamuz radiyallahu anha ayıtdı: Ya Rasulallah neyiçün böyle dirsin? Ayıtdı: Anun içün kim miskinler kırk yıl önden giriserlerdür uçmağa. Resul hazreti ayıtdı: Ya Aişe, miskin kapuya gelicek mahrum gönderme, yarım hurma varısa dahi virgil.”

                Ahi gerçek bir Müslümanda bulunması gereken bütün vasıflara haiz olacak, dinin bütün icaplarını yerine getirecektir. Hatta zühd ve takvaya kendisini vererek, dünya ve toplum ile ilgisini kesebilir. Ahi böyle Müslüman değildir. O çalışan kazanan ve fakirlere yardım eden iman sahibi bir insandır. “Evvel şart ahi gerek kim iki cihanda can-ü gönülden cömert gerek, yani dünyada cömerdlik eyleye, ahiretde dahı cömerd olur.” Hak Taala ayıtdı: Kim bana cömerd lokması gösterürsin, iy kulum, ikinüzü dahı yarlıgadum, uçmağa varınuz.” Ahinin elbisesi temiz, pak olmalıdır.

                İbn Batuta Seyahatnamesi’nde ahilerin akşam yemeğinden sonra sema ettiklerini yazar. Burgazi kitabında da bu hususa yer verilir. “Sema dostlar gönlin taşırur, zaifler ve yazuklular gönlini korkudur ve müşfikler gönline od (ateş) düşürür.” Abu’l Kasım-ı Nasrabadi ayıtdı: “Her nesne katığı vardur, can katuğı semadır.” Abu-Amr ayıtdı: “Gerek kim sema ehlinün gönli diri ola, teni ölmiş ola. Her kimün gönli ölmiş ola, teni diri ola, sema ana haram ola.” Ahilikte ruh terbiyesine olduğu kadar, davranış terbiyesine de büyük önem verilir her şey bir düzene bağlıdır. Yemek yemek, su içmek, söz söylemek, yolda yürümek, oturmak, kalkmak, alışveriş yapmanın bir edebi, adabı vardır. Burgaz kitabında edebin değerini belirtirken; “Peygamberlerden ve evliyalardan ve padişahlardan yedi yüz kırk edep vardur. Nuşirevan-ı Adil aydur: Her kim kırkın tutarsa tamamdur. Ahiliğin köylere kadar yayılmış olması, bir gelenek halinde asırlardır devam etmesi Türk halkının şahsiyet ve karakterinin nasıl oluştuğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Bir Müslüman seyyahta bile hayret ve hayranlık uyandıran bu çok insani yaşama tarzı, gençlerin disiplinli bir şekilde terbiye edilmelerinin bir sonucudur.

                1950’i ve 1960’lı yıllarda küçük bir Anadolu ilçesi olan Aksaray’da belirli sayıda esnaf ve zanaatkar (meslek sahibi) vardı. Babamın ve amcamın mesleği saraçlıktı. (Koşumculuk) Toprağı sürüp, çiftçilik yapmak için, at, araba ve koşum takımları gerekiyordu. Koşum takımı; ok kayışı, yan kayışı, hamut, dizgin ve terbiye dediğimiz, atların ağzına vurulan gemden, oluşur. Ham deriler alınır, işlenir, tuzlanır, kurutulur yanık yağlarda bekletilir, tavlanan bu deriler tezgahlarda kesilir, koşum takımı yapılırdı. Osmanlı fetihleri atlar ve arabalarla yapıldığı için, saraçlık ata mesleğidir. Çocukluğum kayışların içinde, koşum tezgahlarının arasında geçti. Sabah erkenden besmeleyle dükkanlar açılır, kapıların önleri süpürülür, çıraklar, kalfalar, ustalar çalışmaya başlardı. Demircilerin, marangozların, karosercilerin, tornacıların sesleri birbirine karışır, bir ihtiyaç olursa selamla iş görülürdü. Banka, çek, senet yoktu. Maddi, manevi yardımlaşılır, düğünler, bayramlar ve cenazelerde bir olunur, sevinçler, sıkıntılar, dertler paylaşılırdı.

                Güler yüzlü, ihlaslı, edepli, terbiyeli, halim selim, hakkına razı, tevekkül sahibiydiler. Ezan okunduğunda, işlerini olduğu gibi bırakıp, Kurşunlu Camii’nde cemaatle namaza koşarlardı. Borçlanmak, fazla mal elde etme hırsı, komşunun rızkına göz dikmek yoktu. Bahçelerinin bir köşesinde kerpiçten evlerinde, mütevazi bir hayat sürdüler. Saçları, dükkanlarında, tezgahlarında ağardı. Bir yolcu gibi yaşayıp gerçek aleme göç eden bu güzel insanlar hala gözümün önündedirler. Ahilerimizi, rahmetle yadediyor, ruhlarına Fatihalar gönderiyoruz.

 Faydalanılan eserler; Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, tip tahlilleri. Mehmet Kaplan

                                           Kolonizatör Türk Dervişleri” “Ömer Lütfi Barkan,

               

29 Ekim 2021 Cuma

SİYASET KELİMESİ SEYİS KELİMESİNDEN GELİR

 "sİYASET" KELİMESİ "SEYİS" KELİMESİNDEN GELİR.aT DA SEYİS DE "PATRON BENİM" DER VE EĞER SEYİS SÖZÜNÜ GEÇİREMEZSE BU SEFER AT ONU İSTEDİĞİ YERE GÖTÜRÜR.kİŞİ YERİNDE HAREKET EDEBİLİRSE KONTROLÜ ELE ALABİLİR VE BU HAKİMİYET ONA HAYAT ENERJİSİ OLUR.

KARANLIĞIN BEŞ ATLISI

 Karanlığın beş atlısı diye tarif edebileceğimiz duygular vardır:KİN, ÖFKE NEFRET,KISKANÇLIK VE DÜŞMÜNLIK::Bunlar zarar verici duygular olup karşımızdaki insanın bu duygularını tahrik edici davranışlarda bulunmak akıllı insanın işi olamaz.Bu nedenle insan güzel kabiliyetlerini saklamalıdır.Bu kabiliyetleri sergileyip bilinmek, övülmek istersen karşına bir takım kötü duyguları tahrik edilmiş insanlar çıkar.Haset ve düşmanlığı celbedersin.Soğuk havada elbiselerini çıkartan kimse mutlaka soğuktan etkilenir ve hasta olur.İnsanda güzelliği sergilemek arzusu vardır.ancak güzelliği gösterirken onu riske etmemek gerekir.Yerinin ve zamanının belirlenmesi kişinin hikmetli olmasıyla alakalıdır.Hikmetli olması noktasında vicdani zeka önemlidir.Kişi, o an isteğini tatmin etmek için değil , kendisine ve topluma ne kazandıracağını düşünerek hareket etmelidir.Bir kimsenin kendi güzellik kaynağını yerinde ve zamanında kullanabilmesi , kişinin zeka seviyesi ile orantılıdır.

KRİZ

 Çincede "kriz" kelimesi iki karakterden oluşur; "tehlike" ve "fırsat" karakterlerinden.Yani krizin olduğu yerde tehlike de vardır fırsat da.Kriz anında risk değerlendirilmesinin yapılmasının önemi büyüktür."Ben her şeyin en iyisini yaparım" gibi bir önyargı kriz esnasında felaketi getirebilir.Kriz esnasında tek başına bunun üstesinden gelmeye çalışmak yerine istişare etmek daha önemlidir.

SORUMLULUKLA CEVAP VERMEK GEREKİR

 Sırtında yumurta küfesi olan bir adama birisi taş atsa , adam da sinirlenip karşılık verse ne olur?Yumurta küfesini düşürür ve yumurtalar heba olur.Yani oyuna gelmiş olur.Oysa önce sırtlandığı sorumluluğu düşünmesi gerekmez mi?İnsan hayattaki sorumluluğunu sorgulamalıdır.Bu sorumlulukların getirdiği yükler de vardır

Cumhurbaşkanı Mecliste Partisi adına konuşurken Video görüntüleri izletti.Kılıçdaroğlu'na Çubuk ilçesindeki bir şehit cenazesinde yapılan fiili saldırı görüntüleri.Verilmek istenen o kadar mesaj var ki.Ama hiçbirisi olumlu değil.Siyasi iktidar ,  seçimle gitmemek için inşaallah insanımızı sokağa çağırıp çatıştırmaz.Necib Sultanımın da endişesi bu idi.

GÜVENLE KUŞKU ARASINDAKİ SINIR

 İmam Azam hazretleri arkadaşlarıyla bir yere giderken uzun boynuzlu bir öküze denk gelir.İmam Azam öküzün önünden geçmiyor, arkasından dolanıyor.Bunun üzerine "Hocam korktunuz mu?" diye soruyorlar.İmam azam hazretleri de "Hayır, onun boynuzları varsa benim de aklım var"

Hz.Mevlana'ya sormuşlar:"Cihad nedir?".Hazret cevap vermiş;"Delilerin elinden silahı almaktır."Sağlıklı düşünmeyen bir insanın elinde silah varsa kan akar.Silahı onun elinden almak cihattır.

AKIL, ZEKA VE TECRÜBENİN TOPLAMIDIR

 Akıl, zeka ve tecrübenin toplamıdır.Bazı insanlar yaptıkları hatalardan ders çıkartır ve bir daha aynı hatayı yapmazlar.Bir de daha akıllı insanlar vardır ki deneme yanılmayla vakit kaybetmezler , başkalarının hatalarından ders çıkarır ve o hataya hiç düşmez..Kimileri de aynı hataya tekrar tekrar düşerler.

GÜVEN ESAS, KUŞKU İSTİSNA OLMALIDIR

 İyi niyetlerle yapılan kötülükler olabilir.Dostluk kurarken sorgulama önemlidir.İyi niyetle yapılan kötülükleri anlatmak için kullanılan veciz bir söz vardır:"Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir".Demek ki niyet iyi olsa bile birine kötülük yapmak mümkündür.

28 Ekim 2021 Perşembe

EN ÖZGÜR HÜCRE

 Sınırsız özgürlüğü sahip hücre vücuddaki kanser hücresidir.Kanser hücresi yanındakini yukar, vücuda giren kan şekerini diğer hücrelerin üç beş misli daha fazla tüketir.Hızla büyür.Çünkü özgürdür.Ama burada sorumsuz ve şeytani bir özgürlük vardır.O derece özgürdür ki büyür, büyür, bütün dokuları yok eder ve vücutla birlikte en sonunda o da ölür.İşte bu sınırsız, narsistik özgürlüktür.Bencil insan da böyledir.Hep kendini önemser ve kendini merkeze alır.Bu tip şahsiyetler sosyal dokudaki kanser hücreleridir.

ASIL ÖZGÖRLÜK

 Bir adamın yolu tımarhaneye düşmüştü .İçeri girince, eli ve ayağı bağlı birinin sevinç içinde bağırıp çağırdığını , keyiften sarhoş olduğunu gördü."Elin ayağın bağlı iken bu neşe nedir?tutsaksın, görmüyormusun halini" der. Deli :"Elim ayağım bağlı lakin yüreğim bağlı değil.Gönlüm özgür olduktan sonra tutsak olmuşum, ne çıkar?İki alem dediğin nedir?Bir deniz, adıda gönül.İşte o denizde hürüm ben"

Hz.Pir Mevlana efendimiz bu örneği verirken inisanın asıl özgürlüğünün arzularından, dürtülerinden kurtulmuş olmasına bağlı olduğunu anlatmak istiyor.Duyguusal özgürlük, fiziksel özgürlükten daha önemli olduğunu vurguluyor.İnsan kendi özgürlüğünü iç sebebe bağlamalıdır. "Şu kurallara uyarsam özgürlüğüm kısıtlanır " diyen kendini  gücü yetmeyen sebeblere hapseder.

MUTLULUK ARAYIŞLARI

 Aydınlanma çağının tanımladığı "Modenlik" kavramının üç ayağı vardı:'Akılcılık' , 'Dünyasallık'(Sekülarizm), ve 'Bireysellik' . Modernnizm sonucu seküler talepler artacak, insanoğlunun dini taleplere ihtiyacı kalmayacak ve böylece tanrısız bir dünya doğacaktı.Bunun için verilen tarih 20.yüzyılın sonu idi.Bilim ve teknolojideki gelişmeler insanoğlunu mutlu edebileceği için din ve tanrı inancı yok olacaktı.

Ama öyle olmadı.Akılcılık insanın bütün ihtiyaçlarına cevap veremiyordu.Dinin teselli etme, hayata anlam katma gücü ve işlevini karşılayamıyordu.Akıl insana güçsüzlük, çaresizlik ve ölüm gibi hayat olayları karşısında zihinsel sığınak sağlıyamıyordu.Ölümün ve sonsuzluk ihtiyacının olduğu bir yaşamda dünyevilik insanı tutminden uzak kalıyordu.Dünyasallaştığın konforculuğa dönüştüğü dünyamızda yoksulluk ve ayrımcılık azalmıyor , artıyordu.

Bireyselliğin bencilliğe dönüşmesi sonucunda insanoğlu yalnız ve mutsuz olmaya başlamıştı.Mutluluk bilimine göre 

1-mutluluk bir ekonomik değer gibidir.Üretilmeden tüketilemez

2-Mutluluk dış gerçekliğe ve kaynaklara göre değil, iç gerçekliğe ve kaynaklara göre üretilir,."Mutluluk daha iyi bir hayatım olsa ne yapardım?" demek yerine "Sahip olduğum hayatla daha iyi neler yapabilirim?" demekmtir.

MUTLULUK BİLİMİ

 İnsan psikolojisi ile uğraşanların son yıllarda kafa yorduğu önemli konulardan birisi "Mutluluk Bilimi" dir.Çünkü modern yaşam, hayatı kolaylaştıran birçok kazanımlarına rağmen insanoğlunun mutluluğnu artıramamaktadır.Kapitalizm önce hasta ediyor sonra tedavi etmeye çalışıyor.Hiçbir tedavi insanı mutlu etmeye yetmedi.Tedavi insanı "Eksi" den sıfır'a getirdi ama "Artı"ya çıkartamadı.

İnsanı tanıyan bir usta(mürşit) inisandaki eksileri giderip artıları enjekte edebilir.

METLİ DEDE TARİFİ İLE LOKUM


Tarifi bizzat Metli Dede tarafından yapılan lokum görselidir. Metli sultanın tarifi Aşık Anne'nin kızı Sebahat sultan'da mevcuttur.

METLİ DEDE'DEN GELEN BAZI EMANETLER

 

1-) Metli Dede'ye ait köstekli saat.Omega marka bu köstekli saat Aşık Anne'nin kızı Sebahat sultan tarafından İskenderun'daki Mevlana dergahına hediye edilmiştir.

2-) Metli Dede'nin vefatı anında terlerinin silindiği siyah ter bezi  .MetliSultan'ın vefatı esnasında yanında bulunan Aşık Anne tarafından hazretin yüzündeki terler bu tülbente silinmiştir.Siyah tülbent Aşık Anne'nin kızı Sebahat sultan tarafından İskenderun Mevlana dergahına hediye edilmiştir








3-) (وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ) Kalem:4  Mealen " Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin" yazılı Hicri 1322 yılına ait atlas bez üzerine yazılı levha.Nakışı işleyen "İsmet" isimli bir kişi.İşlemenin yapıldığı bezin kenarlarında paslanmış çivi izleri mevcut.muhtemelen dergahın duvarına asılmış olabilir.Bu levhayı Metli sultan Aşık Fatma Ahıska'ya hediye etmiş,aşık Anne'nin kızı Sebahat hanım vasıtasıyla İskenderun' da ki Mevlana dergahına hediye edilmiştir. 




SÖZÜN TESİR ETMESİ İÇİN

 Sözün, nasihatın,sohbetin tesir etmesi için o kimsenin söylediklerini kendi hayatında uygulaması gereklidir.Yani yaşamadığı şeyi söylememelidir.Şu örnek verilir:İmam-ı azam'a bir şahıs gelir.yanında bedeninde yaralar çıkmış çocuğu vardır.Çocuk çok bal yediğinden vücudunda yara çıkmıştır.Adam, İmam-ı Azam'dan çocuğuna okumasını ve bal yeme hastalığından kurtulması için tavsiye ister.İmam buyurur ki "Bana kırk gün sonra gelin" Adem çaresiz çocuğunu alır gider ve kırk gün sonra gelir.İmam-ı Azam çocuğa döner , başını okşayarak "Bir daha bal yeme evladım" der.Çocuk "Olur amca" der.ve bir daha bal yemez ve vücudu iyileşir.Çocuğun babası merakla İmam'ın yanına gelir:"Efendim , bunu kırk gün önce niye söylemediniz?" deyince hazret buyurur ki:Sizin bana geldiğiniz ilk gün ben bal yemiştim.Eğer o gün deseydim sözümün tesiri olmazdı.Ben kırk gün bal yemedim.Biiznillah çocuğun artık bal yemeyecek ve iyileşecektir"

27 Ekim 2021 Çarşamba

HAKİKATI KAVRAMADA KULLANILAN DÖRT YOL

 İlki bilim; deney , gözlem gibi beş duyunun algıladığı bilgilerdir.Bu bilgi kaynağı hakikatı kavramada yeterli olmamıştır.

İkincisi akıl yürütme yöntemleridir.Beş duyuyla algılayamadığımız bazı durumları akıl yürütmeyle algılarız.Misal; duman çıkan yerde ateş olduğunu bilmek gibi.

Bunuda kullanarak hakikata varılmadığında iç sese, sezgilere sıra gelir.Burada vicdani zeka öne çıkar.Vicdani zekaları yüksek olan kimseler iç seslerini dinlerler.Böylece kimsenin duymadığı , göremediği şeyleri keşfederler.Peki bu içimizden gelen sese ne kadar güvenebiliriz?Örneğin cevabını bilmediği bir soruya iç ses dinlenerek nasıl cevap verilebilir?İç sesin bir alt yapısı olması gerekir.Örneğin bir karpuz sergisinde hangi karpuzun içinin güzel olduğunu iç sesimiz vasıtasıyla bilme ihtimalimiz %50 dir.Ancak işi karpuz olan kişinin iç sesini dinleyerek doğru seçim yapma ihtimali %90 dır.Nasıl yapabiliyorsun? diye sorduğunuzda bir cevap veremez.Ancak elinden beşbin tane karpuz geçtikten sonra bu beceriyi kazanmıştır ki sezgisel olarak iyiyi anlıyabilmektedir.Hekimlikte buna "Klinik sezgi" denir.Doktor hastayı gördüğünde onda ne tür hastalık var anlar.

Bu üç yol kişiyi hakikata götürmüyorsa dördüncü yol kişinin inançlarıdır.Beyin tanımlanamayan bir bilgiyi kabul etmez.Kişinin bilgiyi beynine kabul ettirebilmesi için mantıksal bir çerçeveye oturtması lazımdır.

YARATICININ BİZE HİTAP EDİŞ YOLLARI

 Bu yollar sayısızdır.Bir olay yaşadığımızda "Acaba bu Allah'ın bir mesajı dır?" diye düşünmemiz gereklidir.Hak Teala bu dünyada insanlarla sebebler vasıtasıyla iletişim kurmaktadır.Mucizeler peygamberlere mahsustur.Yaratıcının bize hitap edişinin sayısız yolu vardır.Allah bu dünyada HAKİM ismiyle tecelli ediyor ve bu isim sebeblerin varlığını gerektiriyor.Sebeblere riayet etmeyen Hakk'ın sıfatlarını yanlış  bilir.Allah çalışmadan vermiyor.Güzel şeylerin hep çileyle elde edildiğini görüyoruz. 

TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ

 HACI TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ HOCAEFENDİ KİMDİR.!

Konya’nın Uluırmak mahallesinde doğdu. Babası Körükçüler’den Marangoz Mehmed Efendi, annesi Dülgerzâdeler’den Aliye Hanım’dır. İlkokulun ardından Konya Erkek Ortaokulu’na kaydoldu (1939). Bu arada Kur’an eğitimi aldı ve tecvid okudu. Ortaokulun son sınıfında iken dinlediği Hacı İsa Ruhi Efendi’nin (Bolay) vaazından etkilenerek 1942’de resmî öğrenimini yarıda bırakıp ondan İslâm ilimleri tahsiline başladı ve dört yıl sonra icâzet aldı. Bu sırada Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu’dan hadis ve ahlâk, Müsevvid Bülbül Mehmed Efendi’den ferâiz, Hacı Hâkî Efendi’den (İzler) Farsça, Hacı Haydar Efendi’den (Ulukapı) kıraat tahsil etti. Bu yıllarda Konya il merkezindeki mescidlerde vaazlar verdi. Askerliğini İzmir Foça’da tamamladı (1946-1949). İleride ismiyle özdeşleşecek olan Kapu Camii’nde ilk vaazlarını askerden izinli geldiği ramazan ayının son günlerinde yaptı.


Askerlik dönüşü vaazlarına devam ettiği sırada Konya’da bir vaazını dinleyen dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin tâlimatıyla Konya merkez vâizliğine tayin edildi (28 Şubat 1950). Vaaz ve sohbetlerine gösterilen büyük ilgi üzerine ilk görev yeri olan Asrî Camii’nden Şerafeddin Camii’ne nakledildi. Aynı yıl Atçekenler’den Fahriye Hanım’la evlendi. Vâizliğin yanı sıra gençlere İslâm ilimleri okuttu. Güvenlik güçlerince derslerinden birine yapılan baskın sonrası “on üç-on yedi yaş arasındaki on dört çocuğa Arap harfleri ve Arapça sarf ve nahiv tedris ettirmek” suçuyla kısa süre başkanlık emrine alındı (28 Mart - 15 Mayıs 1951). 1951’de açılan Konya İmam-Hatip Okulu’nda Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu ile birlikte Arapça öğretmenliği yaptı (1952-1953). 1952’de hacca gitti. Vâizlik görevini sürdürürken açılan imtihanı kazanarak Sancıoğlu (Boncuk) Camii imam-hatipliğini de üstlendi (15 Şubat 1956), hâfızlığını da bu sırada tamamladı.

27 Mayıs 1960 askerî darbesinden sonra mâruz kaldığı baskılara rağmen vaazlarına devam etti, hakkında yürütülen tahkikattan somut bir netice alınamadığı halde önce başkanlık emrine alındı ve ardından Burdur merkez vâizliğine gönderildi (20 Ağustos 1964). Burada kaldığı yıllarda cami dışında yürüttüğü irşad hizmetlerine konferansları da ilâve etti ve bunların ilkini Denizli’de gerçekleştirdi. 1965’te siyasî iktidarın değişmesi üzerine Konya merkez vâizliğine döndü ve bir buçuk ay sonra Konya müftülüğüne getirildi (3 Mart 1966). Altı yıl süren bu görevin ardından tekrar vâizliğe döndüyse de bir yıl sonra emekliye ayrıldı (20 Haziran 1973).

1970’te kurulmasına öncülük ettiği Konya Selçuklu ilçesi Erenköy mahallesinde fahrî imam-hatiplik yaptı (1971-1975). Hac mevsiminde Haremeyn’de vaazlar verdi. 1976’dan itibaren irşad hizmetlerini Avrupa ülkelerine taşıdı. 1977 milletvekili genel seçimlerinde Millî Selâmet Partisi’nden Konya milletvekili oldu. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra gözetim altına alınıp mahkeme kararıyla tutuklandı ve on bir aya varan tutukluluk süresinin ardından yargılandığı Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı (25 Temmuz 1981). Yargılama neticesinde verilen üç yıl ağır hapis cezası temyiz edildi (28 Şubat 1983). 1982 anayasasında şekillendirilen yeni yasayla kendisine on yıl siyaset yasağı getirildi. Beş yıla yakın devam eden mahkeme süreci sonunda beraat etti (3 Şubat 1985). Yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması üzerine Haremeyn’e mücâvir oldu (1985-1999), bu süre içinde Türkiye’de bulunduğu zamanlarda Kapu Camii’nde cuma vaazlarına devam etti. Kısa süren bir hastalığın ardından 5 Mart 2011’de vefat etti, ertesi gün Kapu Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Üçler Kabristanı’na defnedildi.

1977 yılına kadar aktif siyaset içinde yer almayan Büyükkörükçü, Necmettin Erbakan’ın Konya’dan bağımsız milletvekili adaylığını koyduğu 1969’dan itibaren Millî Görüş hareketi çizgisindeki siyasal oluşumlara aktif destek vermiş, 12 Eylül askerî darbesinden sonra aktif görev almasa da vefatına kadar söz konusu camia ile yakın ilişkilerini sürdürmüş, 28 Şubat süreci sonrasında bu camianın içinden çıkan yeni siyasî hareketi desteklemiştir. Henüz çocukluk çağında tanıyıp sohbetinde bulunduğu Nakşibendî-Hâlidî silsilesinin Türkiye’deki önemli kollarından Erbilî Dergâhı postnişini Mahmut Sami Ramazanoğlu’na intisap etmiş, Burdur’da görev yaptığı dönemde şeyhinin ders vekilliğini üstlenmiş, Erenköylü Hikmet Tuzkaya, Yahyalılı Hacı Hasan Dinç, Musa Topbaş, Çarşambalı Mahmut Ustaosmanoğlu, Ali Ulvi Kurucu, Mehmet Zahit Kotku, Necip Fazıl Kısakürek ve Muhammed Harrânî gibi şahsiyetlerle dostluklar kurmuş, Osman Çelebizâde Sıdkı Çelebi’den (Yarkın) icâzet alarak Mevlevî Dergâhı’na da intisap etmiştir.

Büyükkörükçü, 1960’lı yıllardan itibaren hemen her yıl gittiği hac ve umre yolculuklarında Suriye ve Irak’ta ilim tahsili için bulunan Türk öğrencilere maddî ve mânevî yardımlarda bulunmuş, bu seferler esnasında aldığı birçok Arapça eseri kütüphanesine kazandırmıştır. Haremeyn’e mücâvir kaldığı yıllarda Muhammed Ali es-Sâbûnî ve Muhammed b. Alevî el-Mâlikî gibi şahsiyetlerle tanışarak dostluklar tesis etmiştir. Türkiye’de İslâmî hayatın yeniden canlanması için büyük önem verdiği İmam-Hatip okullarını memleketin geleceğini inşa edecek ilim yuvaları olarak görmüş, bu okullara maddî katkılarda bulunmuştur. Gerek memuriyet hayatında gerekse emekliliği sonrasında irşad hizmetini önceleyen, dergi ve gazetelerde yazsa da kürsüden yaptığı irşad hizmetinin yerinin kendisi için farklı olduğunu vurgulayan Büyükkörükçü, haftanın belirli günlerinde sabah ve yatsı namazlarının ardından veya cuma namazı öncesi yaptığı vaazlarında dinî kaynakların yanı sıra Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den Şeyh Galib’e kadar geniş bir yelpazede atıflarla vaazlarına edebî bir boyut kazandırmıştır. Vaaz ve konuşmalarında tasavvuf içerikli şiirlerin yanı sıra modern dönem İslâmcı şairlerin şiirlerine de yer vermesi, Türkçe’ye olan hâkimiyeti ve etkili cümleleriyle dinleyicilerin dikkatini canlı tutmuştur. Türkiye’de gelişen erken dönem İslâmcı söylemi vaazlarına aktarmış, Mehmed Âkif’ten Muhammed İkbal’e kadar dönemin başlıca simalarından alıntılarda bulunmuş, vaaz etmedeki mahareti sebebiyle “sultânü’l-vâizîn” olarak anılmıştır. İrşad faaliyetlerini yaklaşık elli yıl kadar sürdürdüğü Konya ve civarındaki bölge halkı için bir kanaat önderi haline gelmiştir. Henüz hayatta iken Konya III. Organize Sanayii’nde (2009), vefatından sonra da Konya Erenköy mahallesi yakınlarında (2015) adına inşa edilen camiler, Meram Gülbahçe’de açılan İmam-Hatip Okulu (2014) ve Erenköy’deki evinde bulunan kütüphanesiyle hâtırası yâdedilmektedir. Üç kız bir erkek evlâdı olup oğlu Abdurrahman Büyükkörükçü halen Konya başvâizi olarak görev yapmaktadır. Teliften çok irşadla meşgul olan Tahir Büyükkörükçü, Hakikî Vechesile Mevlâna ve Mesnevi (Konya 1959), Mübârek Ramazan ve Oruç (Konya 1961), Mevlânâ ve Mesnevî Gözüyle Peygamber Efendimiz (İstanbul 1963), İslâmda Edeb (İstanbul 1963), Müslüman Peygamberini Tanımalısın (İstanbul 1963) isimli beş kitap kaleme almıştır.

26 Ekim 2021 Salı

OMURİLİK YETERLİ OLANLAR

 Einstain , sadece eğlenceyi merkez alarak , "vur patlasın çal oynasın" diyerek yaşayan bir insanı gördüğünde "Bu insanda kocaman beyne ne gerek vardı, omurilik yeterdi" demiştir.

Bu koca beyin insana verilmişse onun görevi sadece temel ihtiyaçları gidermek değil , soyut düşünce üretmek, felsefe yapmak, hayatı ve var oluşu sorgulamaktır.Yaratıcı bizlerle olay diliyle konuşuyor.Bu dili de ancak "Yaratıcının buradaki mesajı nedir?" diye düşünen insan anlayabilir. 

LİDERDE ARANILAN ÖZELLİKLER

 2009 YILINDA 54.000 kişi üzerinde bir araştırmada güvenilirlikle ilgili yedi değer tespit edilmiş.54 bin çalışanın bir liderde aradığı ilk özellik dürüstlük olarak tespit edilmiş.İkinci özellik insan odaklı olmak, üçüncüsü iletişime açık olmak, dördüncüsü vizyon sahibi olmak, Beşince özellik işinde ihtimamlı davranmak , altıncı özellik motive edicilik olup yedinci özellik cesarettir.

SADIK OLMAK NEDİR?

 "Sadık olmak nedir?" sorusunun cevabı, etik değerleri gelişmemiş kişiler için "Bir şeye bağlı olmak , sadık olmak, dürüst olmaktan daha iyidir" şeklindedir.Diyelim ki bir lidere bağlısınız , o zaman onun için yalan söyliyebilirsiniz.Çünkü ona göre bağlılık dürüstlükten, adaletten daha önemlidir.O, sadakat için kafasındaki bir doğruyu değiştirebilir.Vicdani zekası düşük olan kişiler idareyi maslahat yaparlar.Yani her masada farklı konuşur vaziyeti idare ederler.

Vicdani zekası yüksek olan kişiler kararlı direniş gösterirlerler.Herhangibir şey olduğu zaman "Yalnız bu kadar yapabilirim" derler. 

25 Ekim 2021 Pazartesi

İYİ İNSAN OLMANIN YOLU

 Bir söz vardır:"İyi insan olmanın annesi tevazu, babası cesarettir".İçimizde neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen bir ses vardır.Bu nedenle vicdani zekası olanlar yaptıkları her işte hesap verebilirliği düşünürler.Yani sadece çıkarlarını düşünmek yerine Yaratıcı'ya karşı da sorumluluk hissederler.O yüzden etik değerlere sahip olurlar.Bu kişiler ilkelidir ve dürüsttür.Bu kişiler doğrular için riske girebilirler.Kişisel olarak mütevazi olmakla birlikte iddialarını da taşıyabilirler.Bunu egolarını şişirmeden yapabilirler.Bu dünyada misafir olduklarını , burada kiracı oludklarını unutmazlar."İli insan olmazsam bu dünyanın hakkını veremem.Öldükten sonra cennet verilirse bile bu Allah'ın fazlındandır" diye düşünürler.

İYİLER AKTİF OLMALIDIR

 Diyelim ki tarlamız ayrık otlarıyla dolmuş.Ayrık otuyla baş etmenin en iyi yolu tarlayı işlemektir.Bırakıp giderseniz tarlayı tamamıyla ayrık otları basar.Sorumlusu da siz olursunuz.Toplumsal hayat da böyledir.İyi ve güzel şeylerin yayılması için çabalamaz isek meydanı kötülere bırakır ve bundan mesul oluruz.İyilerin mutlafa aktif olması gerekir.Kötüler doğası gereği zaten  aktiftir.Kişinin namaz kılması için kalkıp abdest alması gerekiyor ama kullak yapmaması için oturması yetiyor.Demek ki iyilik yapmak dinamik bir çaba gerektirir.Kötülük te kendiliğinden yayılabilir. 

İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ

 İnsanda bir arzu hiyerarşisi mevcuttur.İnsan temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kendini gerçekleştirme ihtiyacı ortaya çıkıverir.Kendini gerçekleştirme arzusu insanı bir arayışa sürükler.Arayışa girdiğinizde soyut amaç ortaya çıkar.İinsan olağan işlerinin ötesinde , olağan üstü bir proje geliştirme gereksinimini duyar.İnsanı geliştiren ve diğer canlılardan ayıran yanı budur.İnsan varoluşunun farkındadır, ölümü sorgular ve anlamlılık arayışından doğan bir iz bırakma ihtiyacı hisseder.İnsanın en yüksek arzusu ölümsüzlük arzusudur.Bu arzu da insanın hayatı, varoluşu sorgulamasına sebeb olur ve onu Yaratıcıyı araştırmaya iter.Bu da insanda vicdani bir iç ses oluşturur.

Bu araştırmada insana ışık tutan Mevlana'nın düşünce ve duygu donanımlarıdır.Bu, denizde derinlere dalmak için özel dalış kıyagfetleri giymeye benzer.İnsanın manevi olarak gelişebilmesi onunla ilgili donanıma sahip olmasını gerektirir.Ancak bu şekilde derinelre dalabilir.

24 Ekim 2021 Pazar

MEVLANA DER Kİ;

 "İnsanda güzel olan yüzdür,Yüzde güzel olan gözdür,ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür."

"Üzülme, sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil , Kilimin tozunu almaktır.Allah sana sıkıntı vermekle tozunu , kirini alır"

"Üzülme istediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için..Ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur.."

"Niye kederlenirsin,Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.Yüzük olmak dileyen taş,ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır"

EVLİYA GİBİ

 Necib sultanım,Hasan Hüda hazretlerinin kızlarından Hatice için "Evliya gibi" lafzını kullanmıştı.Hatice annemiz babası Hasan Efendi'den ilahi defteri almak için para ister.Hüda hazretleri "kuzum param yok" buyurur.Bu cevap üzerine misafir olarak onlarda kalan "Fakir" lakaplı musafa amca hışımla cebindeki parayı çıkartır "Al Hatice sana para git defterini al" der.Ancak Fakir musafa hazretlerinin cebindeki tüm para da ancak o miktar idi.

Yine Hasan Hüda hazretlerinin kızı Hatice sultan'ın şöyle bir anektod aktardığını kızı iletti:"Necib Efendi babamı ziyarete gelirdi.Yanında iki kişi vardı.Onların anlattıklarını duydum.Bugün harbe gittik,yanımızda hatice de var idi.Necib Sultan ile gelen iki kişiden birisinin adı Sadık efendi idi.Diğerinin ismini hatırlamıyorum

ZEKATI VEREMEMEK

 Necib Sultanım anlatmıştı.Dörtyol'un en zenginlerinden birisi bana geldi.Bu seneki zekatım şu kadar tutuyor diye külliyetli bir rakam söyledi.Bende dağıt dedim.evi olmayanlara ev al,v.s söyledim.O zengin kişi"Yapamam.Beni öldürürler" dedi.Etrafındaki çocuklarının yahut akrabalarının şerrinden sakınmakta idi.Bana "Sana getirsem sen dağıtırmısın?" dedi.Ben Kabul etmem dedi.Bu şahıs dediği gibi dağıtamadı dünyayı değişti.mirasçılarıda çok zarar gördü.

Seyyid Ali baba hazretlerine danışan Kuzuculu'dan "Edikli Osman" denen birisi mübareğe ne danıştı ise hazret ona hitaben "Seni öldürürler" demişti.Gerçekten de bu şahıs başlangıçta kaçakçılık, definecilik v.suğraşıp sonrasında tüccarlığa soyundu.İlçenin önde gelen zenginleri arasında idi.Bir gün iki katlı evinin balkonundan aşağı düşerek öldü (?) dediler.Hadise kapandı gitti.

NECİB SULTANIMDAN

 "Maneviyat ehli darbeyi dilinden alır.Tanığıdım iki şeyh makamında olan kişi vardı.Dünyayı değiştiler.Birisine sormuşlar:"Efendim nerden geliyorsunuz"Şeyh cevap vermiş "Seyyid Ali baba'nın yanından".Sual soruan "Hayır dır?".şeyh efendi cevap vermiş "Ali baba'ya cinler (görünmezler) musallat olmuşlar.Onlardan kurtarmaya geldim".bu söz o kimsenin manevi darbe almasına sebeb oldu.Ali baba Rahmetullah Üçlerden.Böyle bir Zat'a görünmezlerin musallat olması olamaz ki.Şeyh efendi kendi makamının çok üzerinde bir laf etmişti.

Bir diğer şeyh efendi ise Filan kimsenin sohbetine devam ederdi.bir müddet sonra yanına hiç uğramaz oldu.Ona sormuşlar:Efendi! sen filan zat'a çok uğrardın hiç uğramıyorsun? deyince şeyh efendi:"Onun yanına gittiğimde kendimi masivada hissediyorum"

23 Ekim 2021 Cumartesi

ONURLU AFRİKALI

 Ousmane Sembène, Senegalli ünlü bir yazar, senarist ve yönetmen.. Ancak onu özel yapan bunların hiç biri değil...Sembène, 1997 yılında İngiliz Kraliyet Ailesi Özel Onur Ödülü'ne layık görüldü. Törene katıldı ve kürsüden II. Elizabeth'in yüzüne karşı, dünyayı şok eden şu konuşmayı yaptı ve ödülü almadan salonu terk etti:

"Sayın baylar ve bayanlar, konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim.

Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum.

Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler.

İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler.

Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.

İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.

İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı.

Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar.

Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.

O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.

Kendilerini temizlemek için sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri öldürdüler.

Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler.

Her gelen gemiden; kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı.

İlk gelenler zulüm ettiler, arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hala işgale devam etmekteler.

Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz.

Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz.

Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi red ediyoruz.

Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz.

Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz.

Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı,

Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını,

Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi,

Ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi

Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır.

Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur.

İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur."

KÖRLÜK

 İnsanların körlüğü iki şekilde olur .Biri bedensel göz körlüğü  diğeri de ahiret körlüğüdür.Sırf dünyayı düşünenlerin sağ, sırf ahireti düşünenlerin ise sol gözlerinin kör olduğu söylenir.Deccalin sağ gözünün kör oluşu da buna dayanır.İnsanın her iki gözününde açık olması hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıp yarın ölecekmiş gibi ibadet etmesi lazımdır.Çünkü hüvezzahir de hüvel batın da Allah'dır.Görünen de ,görünmeyen de O'dur.

AKIL(IKAL)

 Aklın , ıkal (sağ) olarak nitelendirilmesinin nedeni, insanı dünyaya ve dünyevi işlere bağlayan bir ayak bağı olmasıdır.Aklın iyi tarafa yöneltilmesi insanı insan haline getirerek Allah'a yaklaştırır.Ama bu yol uzundur ve zorluklarla doludur.İnsan, esfeli safiliyn denilen en alt mertebede olduğu ve aklın da en alt mertebesini kullanmak daha kolay olduğu için çok kerre aklının iki kutbundan bu dünya ile ilgili  ve dünyaya yakın olan şeytaniyet tarafına meyleder.Rahmani tarafı uzakta kalmış ve o tarafı unutmuş olduğundan çok az kimse bu yöne döner.Bunun örnekleri her gün görünür:Vergi mevzuatının açıklarını bulup akıllarını vergi kaçırma yollarını öğrenmeye yöneltenler , ceza kanunlarının açık noktalırını bulup suç işlediği halde kendini kurtarmaya çalışanlar , bunların en bilinen örnekleridir.Tablasının üst kısmına iyi malları koyup altına daha küçük malları istif edenlerde aklın alt tabakasını kullananlardır.Teraziye küçük meyveleri koyup kasten arasına iyi meyve atıp terazinin ağır gelmesi halinde tartıyı eşit hale getirmek için terazideki iyi meyveyi alanda aklın alt tabakasını kullananlardır.

GENÇ GÖRÜNMEK İSTEYENLER

 İnsanlar genç görünmek için yüzlerini gerdirme ve botoks gibi işlemlere başvurmaktadır.Hak Teala'nın huzuruna bedenle değil akıl nuruyla varılacaktır.O'ndan akıl nuruyla geldik.Beden ve nefis geçici bir alemdir.Bugün vardır, yarın geldiği yere , toprağa dönecektir.İnsanın güzel yahut çirkin bir bedenle gömülmesi neyi değiştirir?

22 Ekim 2021 Cuma

TAVŞAN VE EVHAM

 Evham, insanların sonu merak etmesi ve "Acaba sonu ne olacak, neden, niçin" sorularına cevap aramasından ortaya çıkan şüphecilik alemidir.Bu alemden kurtulmak için Mürşide ihtiyaç vardır.Evham insanı gizli gizli kemiren bir kurttur.Bu kurdun kemirdiği yerleri yamayarak tamir edense akıldır.Vehmin vazifesi insanı korkutmak, aklın vazifesi ise uyarmaktır.Evhamı kuvvetli gelenler şüphe, endişe ve korku içinde yaşarlar.

Canlıların en evhamlılarından birisi tavşandır.Bektaşilerin tavşan yememelerinin bir nedeni de , ondaki bu vasfın kendilerine geçeceğini düşünmeleri ve böyle bir vasfı istememeleridir.Tavşan adeta beş hayvanın birleşmesinden meydana gelmiş gibidir.Kulakları eşek kulağı, dudakları deve dudağı,dişleri fare dişi, arka ayakları keçi bacağı(gibi kuvvetli),ön ayakları ise kuzu ayağı gibidir.Yokuş yukarı çok hızlı ve çok kolay koşar.Çok korkak olduğu için sürekli koşmak zorunda kalır bu nedenle vücudunda gram yağ olmaz.

DÖRDÜNCÜ SEMA

Hocalar "Kur'an dördüncü semaya toptan nazil oldu.Sonra zamanı geldikçe Cebrail tarafından oradan azar azar indirildi" derler ama dördüncü semanın ne olduğunu söylemezler.

Dördüncü sema, ilk yaratılış olan akl-küll dür ve insan-ı kamilin aklıdır.Hazret-i peygamberin akl-ı küll ünden , beşer olan Muhammed'in aklına nazil olmuştur.Bu nüzul kendinden kendine olan bir haldirBurada, aklı küll olana "Halik", bu alemde görüne ne de "mahluk" demek gerekmiştir .

HIZIRI TANIMAK

 Hz.Hızır için derler ki Adamın biri karşısındaki kimseye Hızır'ı nasıl tanırım ? diye sormuş.adamın karşısındaki Hz.Hızır imiş .Hz.Hızır ,işaret parmağının bir boğumu kısa  olan parmağını göstererek "Onu işaret parmağının bir boğumunun eksikliğinden tanıypabilirsin " dediğinde adam "Ha anladım, ben onu arar bulurum"demiş."Sensin " diyememiş. 

21 Ekim 2021 Perşembe

SUÇSUZ KUL

Gaflet, tefekkür noksanlığından dolayı insanın kendi alayişine dalıp o alayişle ilgilenirken  gerçeğin farkına varmaması yahut daha basit bir deyimle iyiyi ve kötüyü ayırt edememesidir.
Ancak insandaki alayiş , Allah'ın alayişi olursa gaflet olmaz.Gaflette olmayan insanın yaptıkları suç olmaz.Zira her yaptığı emirle yapmıştır.Nasıl bir padişahın bir celladı olup cellat emirle kafa uçurursa ve bu yaptığından dolayı sorumlu olmaz.Ancak cellad emirsiz kafa uçurursa cezalandırılır.Allah kuluna bir görev vermiş ve onun ifası için gerekli olan amel emirle gerçekleştirilmişse kul suçsuzdur.Ama kul görevi onu yapmak olduğu halde , aynı işi emirsiz yaparsa bu kez suç işlemiş olur.
 

AKIL

 Aklın timsali olan Hz.Cebrail'in adı "namus-u ekber"dir.Zira aklı olmayanın namusu da olmaz.Bu nedenle akıl, Allah'ın insana verdiği en büyük nimettir.Allah, insanı kendisi için yaratmıştır.İnsan eti ve kanının haram olmasının nedeni budur.Akıl son derece hızlı hareket ederek insanın tüm ömür safhalarını bir saniyeden kısa bir zamanda gözünün önüne getirir.Ama ileride olacağı akılla bilmek mümkün değildir.

İlk yaratılanın en son gitmesi kuraldır.İnsan ilk yaratılan olduğu halde bu aleme en son gelmiştir.Beyinde en son kapanan hücreler ilak açılanlardır.Bunakların yarım saat önce yediğini hatırlamayıp çocukluklarını hatırlamaları bundandır.

20 Ekim 2021 Çarşamba

İSA SAKİN

 Üç, beş ay önce vefat eden bu abimiz, Melami meşrep birisi olup Karayollarından emekli idi. Bacının dayısı olan bir hanımefendi dayısı olan bu zatla alakalı şu bilgiyi anlattı. "Dayım annem kanalından "Şerif" lerdendir. Biz yeğenleri olarak F...efendinin cemaat sohbetlerine katıldığımız için bize darıldı ve küstü. Akciğerinden rahatsız olduğu son bir sene içinde meydana çıktı. Hastaneye yatmadan önce tüm yeğenlerini arayarak helallik istedi. Kızına şöyle söylemiş: "Kızım bana gidip gitmeme yönünde kararımı belirtmem için dört gün süre verdiler". Dayımı aylar sonra on gün önce rüyamda gördüm. Başına bir sarık sarmış vaziyette üniversite öğrencilerini açık bir alanda imtihan etmekte ve gayet neşeli bir vaziyette idi. Öğrenciler içinde ben de vardım. Sorduğu soruya cevap veremedim. Bana biraz kızmış vaziyette gülerek parmak salladı".Ben bundan yaklaşık 10 yıl önce bir rüya görmüştüm.Papa Türkiyeye gelmişti.insanlar kuyruk olmuşlar papa'nın elini öpmek için .Papa'nın ilk elini öpen Başbakan Erdoğan  oldu.Elini öpenler arasında benim babam dahi vardı.Evlatları olarak altı kardeş biz elini öpmedik"

19 Ekim 2021 Salı

MANA'YA ULAŞMAK İÇİN

 Isınan her şey katılıktan kurtulur. İnsanın ısınması için ise aşk gerekir. Aşkla ısınıp katılıktan kurtulan, letafete doğru ilerler ki  bu da asıl olana yaklaşmak demektir .
Madde kapısı insanda zor kapanır. İnsanın madde kapısını kapatıp mana kapısını açması, nefsine hoş gelen şeylerden yavaş yavaş kurtulması ile mümkün olur. Bunun için nefsi zor şeylerle yormak gerekir.

NEFİS VE RUH

 İnsan madde aleminden geçmeden manaya ulaşamaz. Bunun ispatı uykuya dalmadan rüyanın görülememesidir. "Ölmeden evvel ölün" bir an önce nefsaniyetten kurtulun demektir.
Nefis ve ruh birbirine aynadır. Ruh esas nefis ise onun süsüdür. Süse takılıp kalan ruha ulaşamaz. Ruh, merkep olan nefsin üzerine binen bir binicidir. Nefse değer veren, merkebi sırtında taşır.
Nefis, uysal bir merkep olduğu için bize uyar. Ama inatçı merkepleri uysallaştırmak için disiplin gerekir. Şeriatın amacı, zorlukları bedene yükleyip onu uysallaştırmak ve ruhun emirlerine uyup onun, üstüne binmesine itiraz etmemesini temin etmektir. İnsanın insan olması, nefsini emmareden kurtarıp aziz hale getirmesi demektir ki Peygamberimiz bu durumu "Ben şeytanımı Müslüman ettim" hadisiyle anlatmıştır.

17 Ekim 2021 Pazar

ŞEYTANIN ADI NİÇİN ÖNCE ANILIR

 İnsan Kur'an okumaya başlarken , şeytanın adı neden Rahman'dan önce anılıyor, yani niçin "Euzubillahimineşşeytanirracim"(Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım) denip besmele çekiliyor diye düşünmek lazımdır. Peygamberimizin Kabe'de yaptığı işlemi kendi kalp Kabemizde tekrarlamaya çalışmamız gerektiğini anlatmaktadır. Peygamberimiz Kabe'yi fethettiğinde önce içindeki putları atmıştır. Biz de Beytullah olan kalp Kabemizi açmadan evvel içindeki şeytanı çıkarabilmek için önce onu anıyor ve "Sığınırım" diyerek ondan Allah'a sığınıyoruz.
Şeytan ve şeytanın putları nedir? Kötü huylar, dedikodular, fesatlıklar. Bu tip kötü huylar , insanın kalbinde şeytan işi olan birer puttan ibarettir. Allah, sadece temiz yüreklere girer. Kalp temizlenmeden orada Allah'ı bulmak mümkün değildir. 

16 Ekim 2021 Cumartesi

BEDENİ İHTİYARLATAN KAFADIR

 Genelde bedeni ihtiyarlatan kafanın ihtiyarlamasıdır.Kafası genç olanın bedeni kolay kolay ihtiyarlamaz.Kafanın genç kalabilmesi için iyi düşüncelerle  dolu, yani yani cennette olmasını gerektirir.Zaten Allah'ı bilen cennet-i irfandadır.

HASTALIKLAR UYARIDIR

 Bugün kanser'in ve AİDS'in ilacı bulunmamıştır.Ancak yarın bulunacaktır.Çünkü Hak Teala ölümden başka her şeyin devasını var etmiştir.Eğer insanlar hastalıklardan muzdarip olmayıp, sürekli sıhhat içinde bulunsalardı azgınlıkları çok daha fazla artar idi.Sıhhatli kimse Allah,Allah demez.ancak hasta olan bunu söyler.

LOKMAN HEKİMLİK

 Hak Teala'nın tıp ilmini verdiği şahsiyettir ancak bu bilgi onu ölümden kurtaramamıştır.Lokman hekim tüm hastalıkların devasını ve eczaların özelliklerini bildiği halde kendisi dizanteri'den ölmüştür.Bu hastalığa yakalandığında öğrencileri , her ilacın özelliğini bildiği halde kendisini niçin tedavi etmediğini sorduklarında Lokman Hekim , ilacı suya atıp onun, suyu katı bir madde haline getirdiğini gösterdikten sonra " Siz ilacın etkilediğini zannediyorsunuz amma o ilacın etkisi , ona o emri verendir..Esmasını alıverdiği anda o ilacın etkisi kalmaz" diyerek işin aslını anlatmıştır.Sonra kendisi bu ilacı almış ama ilaç etkilememiş, neticede vefgat etmiştir.

İlaçların etkisi kişiden kişiye değişir.Bir insana iyi gelen bir ilaç bir başka kişide , velevki hastalıkları aynı bile olsa aynı etkiyi göstermeyebilir.Birini iyileştiren , diğerini iyileştirmeyebilir hatta zararlı olabilir.

BEDENİ MUHAFAZA ETMEK

 Beden bize emanettir.Bedenin sıhhati önemlidir.Beden sıhhatinin ibadetimize etkisi vardır.İnsan bedeninin muhafızlarının başında ağız gelir.Oradan geçenlere dikkat edilmezse , emanet olarak verilmiş bu beden elden gidiverirHalk "can boğazdan" gelir deseler de canın boğazdan çıktığı bir vakıadır.İnsanın sağlıklı olabilmesi için helal lokma ile beslenmesi gerekir.Kara para ile alınıp yenen şeyler insanın içini kara bir duman haline getirir.İlaç madde olarak vücuda girer ,sonra enerjiye çevrilir.İnsanın vücudu , doktoru, eczacısı kendinde olan bir yapıya sahiptir.Pek çok hastalığın tedavisini bu vücut yaptığı için hastalıkların çoğu kendi kendine geçer.İçerideki doktorlar çok daha fazla iş görürler.Ancak bazen de dışarıdaki doktorlara ihtiyç vardır.Onlarda aslın temsilcileridir.

YEDİ YAŞ YAHUT YEDİ YIL

 İnsanın tüm hücreleri her yedi yıl da bir tamamen değişir.Bu nedenle insana yedi yaşına kadar mükellefiyet verilmemiştir.İnsan on dört yaşından itibaren bir başka devreye girer  ve bu devreler her yediyılda bir değişir.Vücudumuzdaki tüm kan hücreleri her yüzyirmi günde bir tamamen yenilenmektedir.Aynı şekilde kainatta da o kadar yıldız değişiyor ve ölenlerin yerine yenileri geliyor.

KONUŞMAK SARFETMEKTİR

 Konuşmak sarfetmektir yani harcamaktır.Sükut ise sükut ise kazanma yani biriktirme halidir.

15 Ekim 2021 Cuma

MÜSLÜMANLARIN RAHAT EDECEĞİ BİR GÜN

 Mekke müşriklerinin ,Peygamberliğin ilk senelerinde müslümanlara uyguladıkları,işkence,dışlama ve ambargolar nedeniyle bir sahabe , Efendimiz(sav)'e şöyle soruyordu:"Ya resulallah,hayatımızdan emin olup, silahlarımızı bırakacağımız bir gün gelmeyecek mi?" Efendimizin cevabı şu oldu:"Müslümanların, silahlarını bırakıp rahat edeceği günler çok az olacaktır"

Bu demek oluyor ki kafirler hiçbir zaman müslümanları rahat bırakmayacak ve müslümanın elinden silah düşmeyecektir.

14 Ekim 2021 Perşembe

"FETÖ"CÜ TABİRİ

 Efendimizin Peygamberliğinin ilk yıllarında Kureyş müşrikleri , panayır nedeniyle Mekke'ye tüm arabistandan gelen insanların Efendimizle tanışıp, tebliğe muhatap olmaması için onu itibarsızlaştırma hususunda fikir birliği ettiler.

El-Velid başkanlığında toplandılar ve Hz.Peygamber için ne diyelim dediler:Toplantıya iştirak edenler fikirlerini açıkladılar KAHİN diyelim diyene hayı rolmaz biz çok kahin gördük ,anlardaki ketumluk bunda yok dedi.Topluluk:DELİ dir diyelim dedi.Velid itiraz etti O,Deli değil delide saldırganlık, tehlike, sayıklama,saflık olur.Bunda yok dedi.Topluluk :ŞAİR'dir diyelim dedi.Velid:Hayır o şair değildir.Biz şiirin her türlüsünü biliriz.Vurgularını, sırasını, tertibini veznini iyi anlarız.Onun söyledikleri şiir değil dedi.

O zaman topluluk Velid'e sordu:Sen ne düşünüyorsun.Velid :SİHİRBAZ dır diyelim.Çünkü o öyle bir şey getirdi ki evladı babasından,kardeşi kardeşinden,kadını kocasından ,vatandaşı toplumundan ayırdı".

Ha kTeala bunun üzerine  Muğirenin oğlu Velid hakkında Müddessir suresi 11-26 ayetlerini inzal etti.

Bugün , bir insanı itibarsızlaştırma adına "Fetöcü" tabiri çok kolaylıkla kullanılmaktadır.En kolay tabir olup nedense insanımızda bu tabiri duyunca sarsıntı geçirmektedir.Bunun mutlaka bir manevi karşılığı olmalı.

MÜSLÜMAN KADININ BAŞÖRTÜSÜ

 Hz.Cebrail (a.s) ,Efendimize vahyi getirdiğinde,Hz.Hatice Validemiz merak eder vahiy nasıl bir şey,Cebrail nasıl bir şey diye.Efendimize "Cebrail'i çok merak ediyorum, geldiğinde bana haber verirmisin?"Efendimiz "Olur" dedi.Bir gün Hz.Cebrail vahiy getirince Hz.Hatice validemize haber verdi.Cebrail'i göremeyen validemiz "Şimdi Cebrail evimizde mi?" diye sordu.Evet şurda oturuyor cevabını aldı.

Hatice validemiz Efendimize "ya Resulallah kalk ve sol yanıma otur" dedi.Efendimiz eşinin dediğini yaptı.Validemiz sordu:"Onu hala görüyormusun ,burada mı?"  dedi.Efendimiz "Evet" buyurdu.Validemiz ,Efendimize "^ya Resulallah kalk sağ yanıma otur?" dedi.Efendimiz denileni yaptı.Validemiz sordu:Halen görüyormusun dedi.Efendimiz "Evet" buyurdu.Sonra Hatice validemiz başındaki örtüyü çıkarttı ve sordu:"Görüyor musun?".Efendimiz "Hayır, görmüyorum" dedi.

Bunun üzerine Hatice validemiz"Ya Resulallah, sana gelen şey üzerine sebat et.Allah'a yemin ederim ki o melektir, şeytan değildir"(İbni Hiişam , Sire,I , 239)

Müslüman kadının baş örtüsünün önemi için bu en güzel örnektir. 

KUR'AN DA SADECE RAMAZAN AYI ZİKREDİLMİŞTİR.

 Hak Teala , ayların sayısının on iki olduğunu buyurmasına rağmen sadece Ramazan ayını kur'an da ismen belirtmiştir.Ki bu Ramazan ayının önemini gösterir.Bu önem ve Değer Allah'ın son kanunu olan kur'an ın bu ayda indirilmiş olmasından gelmektedir.

PEYGAMBERLİK NEDİR?

 PEYGAMBERLİK; İNSANLARA, 'SADECE ALLAH'A KULLUK ETMEK' ÜZERE YARATILDIKLARINI BİLDİRMEKTİR.PEYGAMBERLİK; İNSANLARA, PUTLARA, RESİMLERE, HEYKELLERE , PARAYA KUL OLMAMAYI TEBLİĞ ETMEKTİR

İNSANA MAHSUS KURALLARDAN

 "İnsan , kendisini zengin olmuş görünce muhakkak azar".

Hak Teala, Efendimiz(SAV) 'in şahsında, müminleri bunun için uyarıyor:İnsan kapitalistleştikçe , dünyevi makam arttıkça,eline silah geçtikçe, kendini güçlü sanır ve kendisini tanrılaştırarak baği olur, isyankar olur, İslam ve insanlık düşmanı olur.

İnsanı yaratan böyle diyor.

ÇİFTE STANDART YAHUT MÜNAFIKLIK

 Dini terimleri kişisel maksatlar için kullanmaktır.Örneğin başörtüsüne düşmanlık yapıldığı dönemlerde bir hoca efendinin çıkıp :"Ey insanlar.Gerici olmayın .kız çocuklarınızı okula gönderin.Başlarını açsınlar, medeni olsunlar .onun için okuma yazma seferberliği başlattık.Zaten Allah'ın ilk emri "Oku!" değil mi?

Bunu söyleyen Allah'ın emrini söylerken, bir diğer emri olan tesettürü kaldırmaktadır.Hak Teala'nın yasakladıkları hususunda kanun çıkartmak ta aynıdır.Kendi emellerine alet etmek için Allah'ın ayetlerini kullanmak  çifte standart olup dini terimiyle "münafıklık" tır.

13 Ekim 2021 Çarşamba

İBNU'L HEYYEBAN

 Bu ermiş insan, beklenen peygamberi görüp , onun Ümmeti olmak gayesi ile vatanı olan Şam'ı terketmiş,çöllere düşerek Medine'ye gelmişti.Öyle mübarek bir zattı ki ,Medine'de kuraklık olunca , onu istiska'ya(yağmur duasına) götürürler ve akabinde yağmur yağardı.

Bu Zat Resulullah'a ulaşamadan vefat etti.öleceğini anlayınca Yahudileri etrafına çağırarak onlar şöyle seslendi:

"Ey Yahudi toplumu!Ben şarap ve bolluk ülkesinden, bu açlık ve kuraklık ülkesine getiren şey nedir?Bunu hiç mi merak etmediniz?Oradakiler "Sen bizden daha iyi bilirsin" dediler.İbnül Heyyeban  şöyle dedi:"Ben bu ülkeye zamanı gelmiş olan peygamberi beklemek için geldim,Burası onun hicret edeceği yerdir.Ben onun gelmesini ve onun ümmeti olmayı arzu ediyordum.Artık onun zamanı gelmiştir.Sakın ona karşı çıkmayın ey yahudiler.O, kendisine karşı çıkanların kanını akıtıcı, kadın ve çocuklarını esir edici olacaktır; fakat bu ,sizi ondan uzaklaştırmasın"

Bu sözlerden sonra ibnül Heyyeban vefat etti.Yahudilerin çoğu onun dediklerini unuttular sadece Benu Kureyza gazvesinde yahudilerden üç genç ,ibnül Heyyeban'ın sözlerini hatırlayarak müslüman oldular

SÜNNETE UUYMAYANLARA

 "BİR GÜN GELECEK, SİZDEN BAZILARI KOLTUKLARINIZIN ÜZERİNDE YAYILACAKLAR VE BENİM YAPILMASINI EMRETTİĞİM , YA DA YASAKLADIKLARIM KENDİLERİNE SÖYLENİNCE , "bilmiyorum, Allah'ın KİTABINDA VARSA UYARIM(YOKSA UYMAM) DİYECEKLER"(iMAM şAFİ ER-rİSALE )

DİRENİŞ ÖRNEKLERİNDEN

 1980 ihtilal akabinde müslümanlara terör estirildiği günlerde Fakültede dersimi yaparken ,tam derse konsantre olmuş vaziyetet iken  birden kapı açıldı ve Fakülte Dekanı ile bir Binbaşı içeri girdiler.adabı muaşeretten hiç nasibi olmayan o ikili , hiçbir selam vermeden şöyle bir sınıfa baktılar ,ders veren hocayı ve öğrencilerini kaale almayan binbaşı , o gün sınıfta bulunan tek kız öğrenciye , sürüdeki bir hayvana bağırır gibi seslenmeye başladı;

"-Sen , bana bak kız! Nedir o başındaki örtü, derhal çıkart onu"..

O kahramanlık abidesi kız cevap verdi:"Ben bu sınıfa , sizin gibi elimi kolumu sallayarak değil , bileğimin gücüyle kazanıp girdim.Başımı asla açmam; yapabilirsen, gel sen aç!"

Dekan ve kendini bilmez suubay defolup çıktılar.Bu olayın arkasından kız öğrencime ve hocasına ceza geldi"

İhsan süreyya Sırma

12 Ekim 2021 Salı

DÜNYALIK UMANLAR

 Dünyalık umanlar, idarecilerin etrafında çokca bulunduklarından, insanların çokluğu ve idareciyi mehetmesi, idareciyi müstekbirleştirir ve işin sonu Firavunluğa çıkar.Hz.Ali Efendimizin yanında olanlar bir müddet sonra Şam Valisi Muaviye'den dünyalık umarak Allah'ın arslanını yalnız bıraktılar.Tarih sahnesine Ümeyye oğulları çıktı ve 80 küsür sene zulm icra edildi.

MEVLANA ÜZERİNE -ŞABAN KUMCU

 Dinle neyden kim hikâyet etmede,

                            Ayrılıklardan şikâyet etmede.

                                                                                                          ŞABAN KUMCU               

            Ahmet Hamdi Tanpınar, bir gün Yahya Kemal’e sorar: “Üstad biz Viyana kapılarına kadar nasıl gittik? Yahya Kemal şöyle cevap verir: “Mesnevi okuyup, pilav yiyerek…” Hiçbir Osmanlı aydını düşünemezsiniz ki, Mesnevi’yi okumamış, ondan geçen hikâye ve hikmetleri işitmemiş olsun. Türkiye’de Kur’an’dan sonra camiye giren iki kitap vardır. Mevlid ve Mesnevi.

            Gerçekten Mevlana’nın üzerimizdeki manevi etkisi çok büyüktür. Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş sınırları içinde, her köşeye yayılmış Mevlevi dergahlarından binlerce derviş, şair, musikişinas, hattat yetişmiştir. Özellikle Mevlevi tarikatine mensup şairler, Mevlana’nın eserlerinde, çağın kültür ve geleneğini takip ederek, Farsça ve Arapça söylediği fikirler, Türkçe söylemek suretiyle onların geniş kitlelere yayılmasını sağlamışlardır.

            Mevlana’nın fikirlerini Türkçe’ye aktarma faaliyeti, oğlu Sultan Veled tarafından başlatılmış, ondan sonra gelen pek çok mütercim ve yorumcu tarafından devam ettirilmiştir. Konya’da, Mevlana’nın sohbet ve sema meclislerine devam eden büyük şair Yunus Emre, Mevlana’nın fikirlerini halk diliyle söylemiş, onun sevgi ve hoşgörüsüne dayanan din anlayışını, köylere kadar götürmüştür. Galata Mevlevihanesi’nin şeyhi Galip Dede, bir şaheser olan Hüsn-ü Aşk mesnevisinin sonunda;

                                   Esrarını Mesnevi’den aldım,/         Çaldım veli miri malı çaldım.

            Diyerek Hz. Hünkar’a olan borcunu açıkça itiraf eder. Mesnevi’nin etkileri, Şeyh Galip’in Terci-i Bend’inde, her bend sonunda tekrarlanan şu beytinde de görülür.

                          Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen,    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.

            Bu beyit, şiirin tamamının ana fikrini açıklar. “Ey insanoğlu, kendine saygıyla, hürmetle yaklaş; sen, kâinatın özü, aynı zamanda göz bebeğisin…” Kainattaki varlıkları insanoğlu görür, bilir ve değerlendirir. İnsanda maddeyi aşan bir cevher vardır. Ruh ve şuur. İnsan bu şuur ve ruh sayesinde içinde bulunduğu şartları aşar, Allah’a yönelir.

                                   Bir şulesi var ki şem-i canın/            Fanusuna sığmaz asumanın

            Can mumunun öyle bir alevi var ki, gök kubbenin fanusuna sığmaz. Şeyh Galip, insan ruhunun vücut ve dünyayı aşma gücünü bu beyitle ifade eder. Onun gibi, Mevlana’dan ilham alan birçok Türk şairi vardır. Mevlevi kültürünün temelinde Mesnevi ve Divan-ı Kebir vardır. Mesnevi tasavvuf geleneğine göre yorumlanmalıdır. Bu da Mevlana’nın bütün eserlerinin okunmasıyla mümkündür. Hatta Sultanü’l Ulema, Seyyid Burhaneddin’in, özellikle Şems’in, Senai’nin ve Attar’ın eserlerini okumak gerekir.

            Mesnevi; hikayelerden, hikayelere karışan nasihatlerden ve fikirlerden oluşmaktadır. Prof. Dr. Ritter, İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Celaleddin Rumi” maddesinde, Mesnevi’den bahsederken “Eser, genel yapısı itibariyle, ortalama bir plana göre yazılmamış, çağrışımlar suretiyle meydana getirilmiştir “der. Mevlâna bu hikayeleri bazı fikirleri anlatmak için kullanır. Hikayelerden ders çıkarılması gayesini güder. Hikayelerin arasına serpiştirdiği beyitler ayrıca derin manalar taşır. Mevlâna Celaleddin-i Rumi, Mesnevi’nin ilk beytinde;

                                               Bişnev ez ney çün şikâyet mikuned,    Ez cüdayiha hikâyet mikuned.

                               Dinle neyden kim hikayet etmede / Ayrılıklardan şikâyet etmede

                Üzerinde durulursa Mevlâna Celaleddn-i Rumi, bugünün insanlarına unuttukları veya ihmal ettikleri bazı hakikatleri öğretir. Bursalı İsmail Hakkı, “Ruhu’l Mesnevi” adlı Mesnevi şerhinde; Mesnevi’nin birinci beytinde şikâyet ve hikâyet kelimelerinin yerleri üzerinde durur. Ona göre, bu beyitte “şikâyet” kelimesi başta gelir. İkinci mısra birincisini açıklar. Bursalı ’ya göre, Allah’a inananlar, kaderlerinden şikâyet etmezler. Hakka âşık olanlarla, Rableri’ ne gönül verenlerin dili hikâyettir. Yoksa şikâyet dili değildir. Ney şikâyet eder, bu basit manada bir şikâyet değil “dertleşme” kelimesinde olduğu gibi, “konuşma”, “sohbet etme”, halini anlatma manasına gelir. Bursalı’nın “şikâyet” kelimesine verdiği manada da “ney”in şikâyet etmesi, aşıklar için şikâyet değil, hikayetdir. Durumu açıklamaktır. Bursalı bu manayı güzel bir beyitle açıklar:

       Hikayet eylesem belki şikâyet anlanur bilmem,/  Ne yüzden arz-ı hal etsem sana ben ey kerem kanı.

            Arif ne şikâyet eder ne de kendisi gibi olanların anlattığı macerayı şikâyet olarak düşünür. Maksat sohbetten ibarettir.

            İnsanların dostlarına başlarından geçen macerayı anlatmaları şikâyet sayılmaz. Varlıkta her ses gizli bir sırrı ortaya koyar. Bursalı, Mesnevi’nin beyitlerine, kılı kırk yararcasına hassas açıklamalar ve yorumlar getirmiştir. Mevlâna Celaleddin-i Rumi, vefatından bugüne kadar, insan ruhunu mest eden sema ile kalplerde ve gönüllerde yerini almış; okuyanlarda bin bir çağrışım, düşünce, hayal ve özlem uyandıran eserleriyle de yaşamıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Halide Edip’in Shakespeare üzerine verdiği derslerini nasıl bulduğu sorulunca; “Halide Edip’in fikirleri sağlam ve ilmi olsa bile; O, Shakespeare üzerinde “rüya görmez”, cevabını verir.           Tanpınar, varlıklar veya eserler üzerinde “rüya görme” ye çok önem verirdi. Ona göre insan, ancak bu suretle onlarla kaynaşabilirdi. Eskilerin Mevlâna üzerinde yapmış oldukları şerhler ve yorumlar belki ilmi değil ama, Tanpınar’ın deyimiyle “rüyalar” dan ibarettir. Çağlar boyunca onlar Mevlana’yı bu rüyalar vasıtasıyla sevmişler, onun feyz bahçesine kök salmışlardır.

                Bursalı açıklamasına, “bişnev” kelimesinin başında bulunan Arapça “be” harfinin ve altındaki noktanın çeşitli manalarını uzun uzun anlatır. Bursalı İsmail Hakkı “be” den sonra “bİşnev (işit) kelimesinin manası üzerinde durur.  Mevlâna neden Mesnevi’ye “gör, bak” diye değil de “işit” veya “dinle” sözü ile başlamıştır. Bunun sebebi, işitme duygusunun, görmeden önce gelmesidir. Anne karnındaki çocuk, görmeden önce işitir. Hak yolunun yolcusu da böyledir. Önce şeyhinin sözlerine kulak verir, sonra görmesi gereken hakikatleri görür.

            Buna göre çocuk önce işitir, sonra görür, nihayet konuşur. Duyguların gelişmesinde bir sıra vardır. Hak yolunun yolcusu da çocuk gibidir, hakikatlere ulaştıktan sonra ikinci defa doğar. Mevlana’ya göre ölüm, bir “yeniden doğuş” tur. Mevlana’ya göre insan, marifet ve sevgi yoluyla, çokluktan, birliğe, ızdıraptan saadete ulaşabilir. Izdırap insanları olgunlaştırır. İnsanlar ancak acı çektikleri zaman Allah’ı hatırlarlar. Nerde dert varsa, derman oraya gider. Nerede yoksulluk varsa, nimet oraya varır. Güçlük neredeyse cevap orada, gemi neredeyse, su oradadır. Mevleviliğin gayesi insanı terbiye etmektir.

            Bursalı ’ya göre, insanda beş mertebe (derece) vardır. Bunlar: Tabiat (huy, davranış), nefs (his, arzu, istek), kalp, ruh ve sırdır. Bunlardan ilk ikisi, tabiat ve nefs, insanın kütü isteklerini temsil ederler. İnsan tabiatı sesten hoşlanır. Ney olgun ruhlarda muhabbet, huzur ve sükûn uyandırır. İnsan ney sesini kalbi ve ruhu ile dinlerse, huzura kavuşur.

            İslam edebiyatlarında şairler fikirlerini daima mecazlarla, (bir kelimenin gerçek anlamında dışında, başka bir anlamda kullanılması) ifade ederler. Mevlana’da mecazlardan hoşlanır. Mesnevinin ilk on sekiz beytine “ney” sembolü hakimdir. Onu kendi ruhunun tercümanı yapar. Mesnevi’de ney, maddi bir ney (alet) değil, mana aleminin tercümanıdır. Mevlâna, “ney”i hem insan yerine koyup teşhis sanatı, hem de konuşturup intak, sanatı yapar ve “ney”e şöyle seslenir. “Sen kal ey dost, temizlikte sana benzer yok.” Daha önce geçen: “Ney dosttan ayrılana eştir, dosttur, perdeleri perdelerimizi yırttı”, beytinde de “ney”e dost gözüyle bakar.    Bir edebi eseri incelerken, sadece manaya değil, şekle, üsluba, edebi sanatlara da önem vermek lazımdır. Edebi sanatlarla fikirler arasında sıkı ilişki vardır. Mevlâna, aynı parçada tezat sanatına da önem vermiştir. Tezat sanatı burada sadece bir edebi sanat seviyesinde de kalmaz, hayat ve kâinatın temel prensibi olarak gözükür.

                                   Sırr-ı men ez nale-i men dür nist,/       Lik çeşm ü guş-ra an nur nist,

                                   Ten zi-can u can zi-ten mestur nist,/    Lik kes ra did-i can destur nist.

            Beyitlerinde “ten” ile “can” arasındaki tezat vardır. Neyin sırrı nalesinden (inilti) uzak değildir. Bunun sebebi neyin iniltisiyle, yapısı arasında sıkı bir ilişki vardır. İnilti kulakla işitilir ama ney sesinde önemli olan ses değil, o sesle ifade edilen duygudur. Göz ve kulak, ney sesiyle kendisini ifade eden ruhu göremez. Ten ile can arasındaki tezat da aynı gerçeği ifade eder. İnsana dışarıdan bakan teni, vücudu görür ama canı göremez. Vücutla ruh arasındaki tezat, Mevlana’nın ana fikirlerinden biridir. Bu fikir Kur’an’da da vardır. Ruhu görmeye ruhsat yoktur. Vücutla ruh arasındaki tezat, Allah ile kâinat arasındaki tezada karşılık gelir. Ruh gibi, Allah’da gözükmez. Onlarda “ney” in sırrı gibi varlığın içinde gizlidirler.

                                   Men be-her cemiyyeti nalan şodem,/  Cuft-i bed halan u hoş-halan şodem,

                                   Her kes ez zann-ı hod şod yar-ı men,/    Ez derun-ı men necüst esrar-ı men.

            İnsanla çevresi arasında bir münasebet söz konusudur. İnsanın içinden ne hissettiğini çevresinde dışarıdan bakanlar bilmez. Buna göre her insan yalnızlığa, anlaşılmazlığa mahkumdur. Bunun sebebi içten geçenlerin dıştan bilinmeyişidir. Mevlâna düzenbaz bir vezirden bahsederken; “yüzlerce kılıf içinde gizli bir şey; dışını bilirsen bilirsin. Ancak onun içi, bildiğinden farklıdır.” Bu fikir, varlığın dış görünüşüyle özü arasındaki tezatla ilgilidir. Mevlana’da bu konu, çok çeşitli imajlarla tekrarlanır. Ney, bu imajlardan sadece biridir.

                                    Sine-hahem şerha şerha ez firak,/      Ta be guyem şerh-i derd-i iştiyak.

            Mevlâna, insanın kendi kendini anlaması için bir yol çizer. Aynı ızdırabı çekme, aynı duyguları hissetme metodudur. Buna “yaşama metodu” adını verebiliriz. Ney bu güçlü isteğini ve derdini anlatabilmek için kendisi gibi “şerha şerha” olmuş göğüs ister.

            Mecalis’te Mevlâna şöyle der: “Birisi aşıklık nedir diye sordu. Dedim ki benim gibi olursan bilirsin.” Mevlâna burada “olmak” ile, “bilmek”i birleştirir. Bir yerde “aşk Allah’ın sırlarının usturlabıdır.” Mevlâna Celaleddin-i Rumi, aşkı astronomi biliminde yıldızlar alemini incelemek için kullanılan usturlab denilen alete benzetir.

            Yıldızların sırları, oluş ve hareketleri nasıl usturlabla anlaşılırsa, Allah’ın isimlerine, sıfatlarına ait gerçek güzellikler de aşk vasıtasıyla görülür ve anlaşılır. Aşk bizi sonsuzluğa götürür. “Toprak beden aşk yüzünden göğe ağdı.” Mevlana’ya göre aşk, insanı hareket ettiren güçtür. Mevlâna Celaleddin şiirlerinde, derin düşünceyle, lirik duygu ve şekli birleştirmiş, duygu ve sevgiyi aklın yerine koymuştur. Bir şiirinde bu değişikliği şöyle ifade eder: “Kendimden geçtim, aşka kul oldum, cihanı da kendim gibi kendinden geçirmek istiyorum. Kâinat Allah’ın eseridir. İnsanlar, günlük meşguliyetleri ve dalgınlıklarından dolayı, varlığa sadece menfaatçi bir gözle bakarlar. Böylece, kâinatın içinde tecelli eden (ortaya çıkan) hakikat ve güzellikleri fark etmezler.

            Allah’ın kainattaki tecellisini görmek için ruhun arınması lazımdır.  O zaman dünyada görülen şey, insana onun bir parçası gibi gelir. Bir şiirinde: “Bütün dünya, o sonsuz bağdan, o uçsuz bucaksız bahçeden koparılmış bir gül demetidir” der. Dünyaya bu gözle bakan Mevlâna için; “Dünyanın her parçası aşktır, her parçası bir buluşma sarhoşluğudur. Şu gökyüzü âşık olmasaydı, göğsü, gönlü böyle saf, böyle temiz olmazdı. Güneş âşık olmasaydı yüzünde bir ışık bulunmazdı. Yeryüzüyle, dağ birbirine âşık olmasalardı, göğüslerinden bir ot bile bitmezdi.

                 Mevlâna Celaleddin-i Rumi’ye göre; bütün varlıklar aynı ilahi cevherin ifadesidir. Görülen sınırlı varlıkların hepsinde o vardır. Sınırlı şekiller, kendilerini meydana getiren ebedi gücü gizlerler. Her şey ona perdedir. Bundan dolayı hakikate ulaşmak isteyen insan, dış şekilleri aşarak onların içinde bulunan gizli cevherleri bulmaya çalışmalıdır. O, şiirlerinde içi su dolu testi imajını kullanır. Önemli olan testi değil sudur. “Keseyle dağarcığın (deri torbası) değeri içindeki altındandır. İçinde altın olmayan keseyle dağarcığın ne kıymeti var? Nitekim tenin (vücudun) değeri de canla (ruh ile) fakat canın değeri de cananın (sevgilinin) ışığındadır. İnsanoğlu kendine ve kâinata vücut veren ilahi kudreti dışta, şekilde, madde de değil, kendi ruhunda bulabilir. Mistik tecrübede önemli yer tutan “extase” ın (sevinç, coşku) rolü, insana içindeki gücü tanıma imkânı verir.  İnsan ruhu, böyle anlarda içinden taşan bir gücün varlığını aştığını hisseder.

            Mevlana’nın tabiata ve insana bakış tarzı iyimserdir. Bu iyimserliğin sebebi, her yerde ve her şeyde Allah’ın yansımasını bulmasındandır. Şimdi zamane bilginleri, bilgileriyle kılı kırk yararlar. Kendilerine ait olmayan şeyleri iyi bilirler. Fakat asıl önemli olan, bütün bunlardan daha değerli ve kendilerine daha yakın bulunan, kendi varlıklarını bilmezler. Yirminci yüzyılda varoluşçu filozoflardan bazıları, insana ve insanı üzen şeylere eğilmişlerse de Mevlâna gibi insanı bir bütün olarak ele almazlar. Akıl kadar önemli bir yer tutan; his, hayal ve bedeni, teknik bilgilerin yanında, mistik tecrübeyle güzel sanatları ihmal ettikleri için, yüzeyde kalırlar. Mevlana’nın aşk üzerinde bu kadar durmasının sebebi, ona akıldan üstün bir değer vermesindendir.

                Akıl ve zekâ yoluyla Allah’a ulaşılamayacağından emindir. Mevlâna bu cümlesiyle sadece çağının insanlarına değil, akla, zekaya, maddeye, toprağa ve suya fazla değer veren bugünün insanlarına da hitap eder. “Ruh seni en yüksek göklere çıkarırken sen; en aşağılara su ve çamura doğru gittin. Mevlâna Celaleddin-i Rumi, varlığın sırrını sadece duyu organlarıyla bulabileceğine inanan, bugünün insanlarına şöyle seslenir. “Sadece akıl ve zekayla olgunluğa ulaşmakla, Allah’a varılmaz.”           

            Yunus Emre’de ilahilerinde, aynı düşünceleri dillendirir.

                                    Bu aklu fikr ile Mevla bulunmaz,/       Bu ne yâredir ki merhem bulunmaz.

                                    Kamunun derdine derman bulunur,/     Şu benim derdime derman bulunmaz.

                                           Deryalar içinde susuz gezerim,/     Beni kandıracak umman bulunmaz 

                                   Yusufum kaybettim Kenan ilinde,/         Yusufum bulunur Kenan bulunmaz 

                                   Aşkın pazarında canlar satılır,/               Satarım canımı alan bulunmaz. 

                                               Yunus öldü diye sala verirler,/     Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez.             

 

                Kaynaklar: Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 1, 2 / Prof. Dr. Mehmet Kaplan,