31 Ağustos 2020 Pazartesi

NERDEN NEREYE

Akdeniz'deki eylemlerden rahatsız olan Avrupa birliği, Hristiyan birliği olduğu ruhuyla Türkiye'ye yaptırımlara hazır olduğunu bildirmişti. Adına "Diyalog" diyerek bildiklerinden şaşmıyorlar. Garip olan ülkemize reva görülen durum:
İngiliz haber ajansı Reuters'a konuşan bir AB yetkilisi  "Ankara'nın ciddi şekilde diyaloğa girmesini sağlamak için sopa (yaptırım) kadar havuç da devrede olacak. Bu havuçlar yeni gümrük birliği konusunda ilerleme ve sığınmacı programı için daha fazla para olabilir" dedi.
Bir zamanlar bir mektupla Fransa krallarına talimat veren durumundan Sopa/Havuç/Para üçlemi ile tercih kullanmamızı istiyorlar.Şüphesiz, biz neye layık isek karşımıza o çıkıyor.

GAZİ MAAŞI ALANLAR

Bloğun önceki yazılarında ifade edilmişti. Hatay Dörtyol'da yaşamış, Ahmet Tahir Maraşi hazretlerinden yetişmiş Nakşi meşayihlerinden merhum Ziya efendi hazretleri, Kıbrıs savaşına katılmış bir asker müridinin "Kıbrıs gazilik maaşına"başvuru fikrine olumsuz cevap vermiş bunun üzerine o şahıs bu müracaatı yapmamıştır.
Evliyaullah hazeratı her ne hikmetse Devletten maaş alma hadisesine soğuk bakmışlardır. Necib sultanım 40 yılı aşkın zaman terzilik mesleği ile meşgul olmasına rağmen emeklilikle alakalı bir isteği hiç olmamıştı.
15 Temmuz gazileri ile alakalı olarak resmi açıklamalarda 500 kişilik bir farklı rakam telaffuzu mevcuttur. Hak etmediği halde devletin tanıdığı bu imkanlara başvuranlar asla iflah olamazlar. Hak etmediği halde, partizanlık yaparak bu menfur hadiseyi fırsata çevirenler ve buna göz yumanlar emanete hıyanet edenlerdir. Allah Teâlâ, asla hainleri sevmez.

NELERİ ARAŞTIRMALI

Ceza Kanununda "Zina" başlıklı bir suç var idi. Aile yapımızı koruyan bir müessese idi. Sulandırılmış olsa da hapis cezası nedeniyle bir çekinme vermekte idi. Ve bu maddeyi sanırım yüksek mahkeme iptal etti ve belirli sürede o madde ile alakalı yeni bir kanun hükmü konmayınca fiil suç olmaktan çıktı.
Ülkenin aile yapısının bozulma işaretlerini buralarda arayalım. Bu suça ilişkin maddeyi iptal eden yüksek yargı üyelerinden, iptalden sonra yerine yeni bir madde koymayan iktidar mensuplarından başlamak gerek.
Batmanlı bir kız, bir askerle gönül ilişkisi yaşayıp bir müddet sonra bu yaşantı deşifre olunca intihar etmesi üzerine tutuklanan askerin bir hafta içinde dışarı çıkması üzerine bir takım insanlar vicdanların yaralandığından bahsetmekteler ve hukuka müdahale var diye iktidarı suçlamaktalar. İktidar, ABD, Fransa, Almanya devlet başkanlarının telefon ricaları ile tutsakları salıverip yurt dışı yapmalarının kötü sicili ile lekelenmişken,bu tip hadisede mahkeme dosyasındaki delil durumunu araştırmadan suçlanması doğaldır. Bu dosyaya iktidarın müdahalesine gerek yok ki. Dosyada suç teşkil edecek bir fiil yok. 18 yaşını geçmiş diye "alan memnun veren memnun" diyerek zina fiilini suç olmaktan çıkarttıktan sonra bu tür facialar yaşanması normaldir. Çünkü biz böyle istedik.Toplumun tercihine göre Hak teala sonuç halkeder.

30 Ağustos 2020 Pazar

ISITMA ODUNLARI

Toplumumuz insanlarını birbirlerine ötekileştirerek meydanlara dökme ve çatıştırma projesi, iktidardakilerin seçimle gitme olasılığına karşı geliştirdiği bir tedbirdir. İnsanlarımız birbirleri ile vuruşsun diye her fırsat kollanmaktadır.
İnsanlar Mustafa Kemal'i sever yahut sevmez.Ayrı bir konu. Bugün Akit TV de Devlet erkanının Atatürk'ün kabrine çıkışları ile alakalı resimler esnasında alt yazı ile "ANIRKABİR" kelimesi kullanılmış. Bir harf hatası şeklinde özürle geçiştirilmiştir. Bu belki vesayet savunucuları ile olan bir kafa bulma manevrası yahut ince hakaret olabilir. Belki bu vesayet artıkları insanımızın inancı ile çok daha farklı ve fazla kafa bulmuş olabilirler. Buna verilecek en güzel cevap halkı ile birlik olmuş, ekonomisi kalkınmış bir iktidarla olabilecekken, sokak ağzı inançlı insanlara hiç yakıştırılamaz.

KALPLERİ BARIŞTIRMAK

İnsanların ruhları, demir, bakır,gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır.Her ruh hangi madenden gelmişse, bu alemde kendi cinsiyle bağ kurar"ma ellefte beyne kulubihim vela kinnallahe ellefe beynehum"(Enfal suresi 62-63 ayeti: Eğer seni aldatmak isterlerse bilmiş ol ki sana yetecek Allah'dır. Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazsın. Fakat, Allah onların arasını uzlaştırdı. Şüphesiz ki O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İnsanlar bu dünyada, aynı madene ait ruhlardan ise birbirleri ile dostluk ve ünsiyet kurarlar, farklı madenlere aitse birbirlerine zıt olurlar.
Kimya iline bir bakarsak,her kimyevi maddenin terkibi farklıdır. Birbirleri ile alaşım yapanlar olduğu gibi birbirleri ile hiç uzlaşmayanlar vardır.
Bu ezeli kaideyi bilenler bu farklılıkları hiç dile getirmezler.
Eğer dünya hayatımızda sadece demir madeni olmasa idi halimizi düşünebilir misiniz? İbtidailikten ve basitlikten kurtulmak mümkün olabilir miydi? Bu nedenle Yaratanımız, bu dünya için insanın ve eşyanın kemalatı için gerekli olan her şeyi yaratmıştır.

ANITKABİRDE ATILAN SLOGANLAR

Devlet erkanının Anıtkabir ziyaretinde, ziyaretçilerden bazıları Tayyip Erdoğan lehine slogan atmışlar. Birileri bundan oldukça rahatsız oldu. Anıtkabirde yatan mevta, bu sloganları fiziki olarak zaten duymaz. Çünkü beden çürümüştür. Sloganlar "Devlet başkanı" lehine. Bu sloganlar birisini Atatürk yapmaz, yahut onun yerine koymaz. Dün nasıl bir beden kutsanmışsa, bugün bazıları aynı bedeni kutsamak istemektedir. Bu millet, bu davranışta bulunanlardan dolayı Mustafa Kemal'e mesafeli. Düşman olmaya gerek yok. Ahmak dostları zaten düşman yaratmaktalar.

DÜNYA İKİ KULPLU KAZAN, TUT BİR UCUNDAN SEN DE KAZAN

“Dünya iki kulplu kazan, tut bir ucundan sen de kazan” dünyası.
Bu “politize” dünyada hakka, hukuka yer yok.
Kırk yıllık “dost”un, daha doğrusu “dost bildiğin” günün birinde çıkarları öyle gerektirirse, satabilir!..
Bunu da “Hakk’a Hizmet” sosuna batırarak yapabilir!..
Bir “mekanizma”, güvenebileceğimiz tek bir insan kalmayıncaya kadar dağıtıyor bizi.
Dil yarası.
“Ya hayır söyle ya sus!” ikazına muhatap olan bizler!..
Nasıl da bitiriyoruz hukuku!..
Bir daha yüz yüze bakılmayacakmış gibi!..
Birbirlerine “en ağır suçlamalarla” hücum edenler, ağıza alınmayacak hakaretlerle saldıranlar günün birinde “kol-kola” girebiliyor.
Geriye kalan, fertlerinin birbirlerine zerre güven duymadığı bir toplum oluyor.
Kıymetler aşınıyor, kavramlar aşınıyor…
Birbirlerimizi bitire bitire gidiyoruz bir meçhule!..

KONUŞMA ADABI

“Konuşmadan bir köşede oturan sağırlarla dilsizler, dilini tutamayan kimseden üstündür.” (Şeyh Sa’dî-i Şîrâzi (r.a.)
Yedinci yüzyılın mutasavvıf âlimlerinden Abdullah b. Alevî el-Haddâd (k.s.) Fâniden Ebediyete adlı kitabında konuşma âdâbı konusunda şunları söyler:
Hayırdan başka bir şey söylememeye dikkat et! Söylenmesi helal olmayan sözü dinlemen de haramdır!”
“Konuşacağın zaman sözünü tane tane söyle yerli yerinde konuş. Konuşanın sözünü kesmeden dinle. Konuşulan söz Allah’ın gazabını çekecek gıybet gibi şeyler olmadıkça hiç kimsenin sözünü kesme. 
Her söze müdahale etmekten sakın. Birisi sana bildiğin bir şeyi anlatıyorsa, ona bildiğini hissettirme. Çünkü bu, konuşanı rahatsız eder.
Eğer bir insan bir sözü ya da bir hadiseyi sana aslına uygun anlatmazsa ona; ‘Bu söz veya hadise anlattığın gibi değil, doğrusu şöyle şöyledir!’ deme.
Eğer anlattığı şey hatalı ise ona yumuşak bir şekilde, usulünce doğrusunu anlat.
Seni ilgilendirmeyen konulara dalmaktan, Allah adına çokça yemin etmekten sakın!
Eğer Allah Tealâ adına yemin edersen, sadece doğru söyleyerek ve ihtiyaç varsa yemin et.
Yalanın bütün çeşitlerinden sakın.
Çünkü yalan imana zıttır.
Gıybetten, söz götürüp getirmekten, çok şaka yapmaktan ve diğer çirkin sözlerden sakın.
Yerilmiş sözleri terk ettiğin gibi çirkin sözleri de terk et. Bir söz söylemeden önce düşün; eğer hayırlıysa söyle, değilse sus!
Allah Rasulü s.a.v. hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
 ‘Âdemoğlunun Allah’ı zikretme ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma hariç, bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.’
‘Hayır söyleyip kazançlı çıkan yahut kötü konuşmayıp susarak selamette kalan kişiye Allah merhamet etsin.’
Sadece hayır veya ihtiyacın olan şeyler için adım atmaya dikkat et.
Yürürken acele etme.
Kibirlenerek ve böbürlenerek yürüme, yoksa Allah’ın rahmetinden uzaklaşırsın. Önünde yürünmesinden rahatsız olma.
Arkandan yürünmesini hoş karşılama.
Çünkü bu kibirli kimselerin ahlâkındandır. Yürürken sağa sola çok bakma. Yolda yürürken gereksiz yere durma.
Rasulullah s.a.v. yürürken ayaklarını sürümez, arkasından seslenildiğinde dururdu.
İnsanlarla beraber oturduğunda çokça kaşınmaktan, gerinmekten, geğirmekten ve esnemekten sakın. Eğer esnemen gelirse sol elinin dışıyla ağzını kapat.
Kahkahayla gülmekten sakın. Çünkü kahkahayla gülmek kalbi öldürür. Eğer gülmeni tebessüme çevirebiliyorsan, öyle yap.”


AŞK OLMADAN NEFİS İLE CİHADA GİRİLMEZ

Aşk olmadan düşman olan nefisle cihada girişilmez. Girişilirse ne olur? Yokluk zamanında mücahit iken varlık zamanında Müteahitliğe dönüşülür. İçimizdeki Ayasofyalar kalın zincirler içinde kapalı iken dışarıdaki Ayasofyaları, Kariye'leri açmak en ulvi vazife gelir ancak bunun da altında siyaset yatar. Nefsin hilesinden dolayı Yusuf peygamber dahi şikayetçi olmuştur.
Yoklukta iken "Var" olmayı dileyen ve yerde ve gökte sayısız varlık halk eden SANİ-i mutlak, var ettiği eşya ile görünmek istedi. Gafiller ise bu eşya da hükmetmek istediler. Tahtadan kılıcı ile küçük bir toprak yığınına "Kale" adını verip o kaleyi fetheden ve bu kalenin sahibi benim diyen küçük bir çocuk gibi."Biz yaparız, biz yaptık, bizim zamanımızda gerçekleşti"  Feryatlarının altında aşksız bir gayret yatar ve her adımda nefse aldanmaya mahkumdur.

KENDİNLE OLMAK(Kendinden geçmemek)HÜDA'NIN GÖZÜNDE ŞİRK SAYILIR

Hak Teala,cennette yaşayan ruhları elest aleminde söz alarak bu dünya iklime gönderdi. O alemde rahat, zevk, sorumluluk olmaksızın yaşayan ruh bu alemde katı çamur haline geldi. Hak Teala'nın kendisine bahşettiği dünyevi nimetlerle, cesetle, akılla, irade ile kendini bağımsız bir varlık sandı. Hak Teala, bu dünyayı, ve dünyadaki konumunu hatırlatmak üzere Peygamber ve evliyasını gönderdi hatırlattı. İmtihan alemi olan bu dünya ve verdikleri nedeniyle, insana önceki alemi ve hallerini unutturdu. Uyuduğumuz vakit sahip olduğumuz her şeyi unutmamız gibi önceki alemden hiçbir bilgimiz kalmadı. Hz.Ali Efendimizin dediği gibi "insanlar uykuda bulunuyorlar. Ham olanlar, ölmedikçe uyanamazlar." Eğer bu uyku devam edip fiziksel ölüm gelirse tamamen zarar içinde olan bir hayat geçirmişiz ve imtihanı kaybetmişiz. Eğer fiziksel ölüm gelmeden uyanıp ezelde olan sözümüzü(Sen bizim Rabbimizsin) hatırlayıp,dünya hayatında bunu ispat edebilirsek(Rabbimizin emirlerine uyabilirsek)"Bela" cevabında sadık olduğumuzu ispat etmiş sayılırız

HÜDA, NİMETİ GAYRETE GÖRE VERİR

Hak Teâlâ, nimeti gayrete göre verir, itaate göre ikram eder.
Bu nimeti, dünyevi artıklar(para, altın, eşya, mesken, binekv.s) olarak algılamamak gerekir. Bunlar aldanış yeri olan dünyaya ait terk edilecek şeylerdir. Nimet, bitmeyen hayatla alakalı olanlardır. Göz, bu dünya için bir nimetse ve o dünya için işlevi yoksa,"görme" işlevini yerine getirecek olan şey "nimettir." Şüphesiz dünyaya ait bizim bedenimizin ve ruhumuzun işlevini kolaylaştıracak sayısız nimetler mevcuttur. Ama bunların hepsi kısa bir süre için bize verilmiştir. Ebedi süre için gereken nimetlere sahip olmak için gayretimiz gerekir. Gayret, çalışma,hareket ve istektir. Hakk'ın razılığı olan hususlarda bizim aksiyonumuzu gerektirir.Kah fiil(eylem) olur, kah söz yahut sükut olur.
Ademoğulları iyilikten mükafat, kötülükten ceza görürler. Derslerine çalışan çocuk takdir ve teşekkür alır, tembel olan da ceza görür.amellerin cezası da böyledir. Bundan dolayı ibadetlerimizdeki riya ve gösteriş gibi fesatları temizlemek gerekir

ON MUHARREM

Gün Muharrem'in 10. Günü AŞURA günü yani. İllaki nice güzel, nice kutlu günlere şahitlik etmiştir bu gün, ama konumuz o kutlu güzellikler değil. Kutlu bir güzelliğin, kutlu bir yiğidin ve ümmetin elinden bağrından en zalim şekliyle sökülüp alınmasıdır. AMA KALPLERDE BİR TOHUM OLARAK KALMASIDIR.
HER GÜN AŞURA
HER YER KERBELA  diye ağıtlar mersiyeler marşlar söylerdi dillerimiz ve hala bir yerlerde söylenmededir mutlak. Çünkü bu acı unutulacak küllenecek bir acı değildir.
Bizlerin dili bunu demeyeli, uzun zaman oldu belki. İçimizde bu cümle, bu ağıt kalbimizde devaran edip duran bir tespih misali hep yankılanıp dursada.
İslam Ümmetininin ORTAK EN BÜYÜK ACISININ günü bu gün. Belkide son ortak acısı, çünkü bu ümmet bir daha aynı acıya aynı ağıtı yakmadı.
Evlad-ı Resulün, Resulün ümmetinden olduğunu iddia eden birilerince şehit edildiği gün bu gün. Kılıçların utandığı gün.
En ağır hakikatin ve de en ağır gerçeklerin bile geleneklere dönüşerek özünü çok çabuk kaybettiği Dünya denen bu yerde YARAMIZI KANATIYORUZ Kİ KABUK BAĞLAMASIN. YARAMIZI KANATIYORUZ Kİ HÜSEYN'İN KANI VEDE GÖZYAŞLARIMIZ HİÇ KURUMASIN.
Kurumasın ki adalet ve hakikat bu dünyadan elin-eteğin çekmesin, zalimlere sen zalimsin diyebilen yürekler hiç eksilmesin. Çünkü Hüseyin’in kanının kuruduğu gün yerin altı yerin üstünden hayırlı olacaktır. Çünkü O kan kurursa bu dünyada iyiliklere dair umut kuruyacaktır.
O KER BELA gününden bu güne kadar bu topraklarda hala kan akmaktadır ve zannım odur ki; bedenler değişse de, şekli-şemaili-gerekçesi değişse de, akan kan O KAN  yani HÜSEYN'İN kanıdır.
Yaşanan bütün acılar O büyük acının artçı acılarıdır. Ama acı o kadar büyüktür ki, artçı sarsıntıları bile zor kaldırılır acılardır.
Bu topraklarda bu günde, ne zamandan beri  bu acının üstüne; aşureler yapılıp, muharrem lokmaları dökülüp yenilmektedir bilmiyorum ama
"HÜSEYİN'E AĞLAMAYAN GÖZ HENÜZ AĞLAMAMIŞTIR"
sözü bu topraklarda hala en dokunaklı haliyle yankılanmakta ve hala tarih denen maziye sığmamıştır, yani tarihe karışmamıştır, karışmayacaktır da.
Ve her müslüman için
"HER ZALİM BİR YEZİD,
HER MAZLUM BİR HÜSEYN"

olmaya devam etmelidir, yoksa bu acının bizi götüreceği sukûnetli bir limanı yoktur ve kendini tekrar eden bir ağıttan öteye geçemeyecektir.
Eğer adaleti vicdanı bir kenara koyarak, bizden olan herkesi HÜSEYNİ bizden olmayan herkesi YEZİDİ görürsek Hüseyin’in kanından payımıza bir katre düşmez ama Yezid’in kılıcının vebalinden illaki payımızı alırız.
Çünkü HÜSEYN BİR TARAF DEĞİLDİR HAKKIN HAKİKATİN TAM MERKEZİDİR. Hüseyin kimseye miras değildir, bütün insanlığın YİTİK YİĞİDİDİR. Adımızın Hüseyni veya Yezidi olması bizlere bir değer de katmaz, değer de kaybettirmez, kalbimiz Hüseyni olmayıp Yezidi olduktan sonra.
Demem o ki; HÜSEYN HÜSEYN diye sine dövmek değil veya DENK'LERLE SIRTINI KANATMAK'ta değildir HÜSEYNİ OLMAK. Bahsettiğim HÜSEYN’İN TAŞIDIĞI HAKİKAT SANCAĞINI DÜŞÜRMEMEKTİR.
Fırat'ın, Dicle'nin, Nil'in, Kızılırmak'ın, Sakarya’nın kenarında bir yudum sudan mahrum can vermeyi hemde bütün EVLAD-I İYALİNLE can vermeyi HAKKİKAT uğruna HAK YERİNİ BULSUN uğruna, göze alabilmektir.
Bu yaşanan büyük acı maalesef ümmet için birçok acınında mayası olmuşken soruyorum HÜSEYİN'NE AĞLAMAYAN ACEP NEYE NİÇİN AĞLAMIŞTIR VE BİZLERİN KERBELA'DA YİTİRDİĞİMİZDEN DAHA KIYMETLİ YİTİKLERİMİZ Mİ VARDIR?
Zalim olmaktansa mazlum olmanın gerekliliğini bize kanıyla öğreten ŞEHİTLERİN EFENDİSİ HÜSEYİN'nimizin EFENDİMİZ (SAV) min öptüğü boynuna kılıç vuranlara söyleyeceğimiz tüm cümleleri
DERİN BİR AH'a
BİTMEYEN BİR AĞITA
BİTMEYEN BİR ÖFKEYE
BİTMEYEN BİR KEDERE
emanet ederken  Kazım Paşa'nın Mersiyesine hissiyatımızı emanet edelim.
Düştü Hüseyin atından sahra-i Kerbela'ya
Cibril var haber ver Sultan-ı Enbiya'ya
ADI, NESEBİ, MEZHEBİ NE OLURSA OLSUN KALBİ HÜSEYNİ OLANLARA SELAM OLSUN

29 Ağustos 2020 Cumartesi

AYNI NETİCEYİ ALMAK MÜMKÜN OLMAZ

Ekonominin kötü gidişatı ile alakalı tedbir niteliğinde bazı tavsiyeler var olsa da bu tedbirler aynı neticeyi doğurmaz. Meseleye biraz geniş açıdan ve derinden bakmak gerekir. Zira, hasta olan birisi yağlı ve tatlı yemek yediği vakit hastalığı artar, o yemek onu öldürür. Ancak sıhhatli bir kimse o yemeği ve tatlıyı yese vücudunun kuvveti artar. Birine zehir olan diğerine şeker olur.Birine nur olan diğerine nar (ateş) olur. Birine, susuzlara tatlı su gibi lezzetli gelen şey, başka birine asilere edilen azap kadar acı gelir. Dikenle gül bir sudan gıda alarak meydana geliyor. Aynı sudan dikenin dikenliği artar, goncadan gül ortaya çıkar.
Bu sözden maksat şudur: İktidar baş aşağı gitmektedir. Tüm bu olumsuz gidişi görmemekte(sanki göz kör, kulak sağır), aksine her şeyin güllük gülistanlık ve kontrollerinde olduğunu ifade etmektedirler. Kader sırrı tecelli edeceği için normal zamanlarda uygulanan ekonomik tedbirlerin verdiği sonuç bugün aynı olmayabilir.
Mümin insanın yedikleri gıdalardan nur husule gelir. Kafirlerin ise yediklerinden küfür, isyan, günah ve fesad düşüncesi doğar

MALAZGİRT SAVAŞINA KATILAN ASKERLER KİMLERDİR?

Ayrıca Malazgirt, bir ırk veya milletin diğer bir millete karşı savaşı değildir. Bu savaş İslâm ümmetinin bir başarısıdır; Hristiyan Bizans karşısında kazandığı bir savaştır.
Aşağıda tarihi kaynaklardan, temel metinlerden özetleyerek vermeye çalıştığımız bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Sultan Alparslan Malazgirt’e çok az bir kuvvetle, “buyruğunda 4 bin memluk askeri” (veya “4 bin kişilik hassa askeri”) ile geldi; ancak savaş günü, Kürtlerin de katılımıyla sultanın ordusunun 15 bine, en fazla 20 bine çıktı.  Yani Mervani Kürt Beyliği toprakları dâhilindeki Malazgirt’te, Sultan Alparslan’ın komuta ettiği askerlerin ana gövdesi, aşağı yukarı üçte ikisi Kürttü.  Kimi tarihçilerin verdikleri rakamlar doğru ise, Roman Diyojen’in ordusundaki Türklerin sayısı (İbn’ül Cevzi 15,000 Oğuz diyor), Sultan Alparslan’ın ordusundaki Türklerden çok fazlaydı. Sultan Alparslan,  alelacele çıkmak durumunda kaldığı bu seferde kendi ordusunu toplama zamanı bulamamıştı. Zira Halep’teyken, Halep’i kuşatma altına aldığı bir sırada, imparatorun büyük bir ordu ile Malazgirt’e geldiği haberini almıştı.
Gerek Malazgirt’i, gerekse Sultan Alparslan gibi vicdanlı, adaletli, merhametli ve savaştığı düşmanına ağlayacak kadar şefkatli bir komutanı değerlendirirken, daha dikkatli ve nesnel olmak durumundayız.  Alparslan, savaşın olacağı Cuma günü askerleriyle namaz kılıp ağlayan; beyaz elbiseler giyip, güzel kokular sürüp, ardından “ölürsem kefenim bu olsun” diyecek kadar dindardı. Savaş günü askerlerine dönerek, “gitmek isteyen gitsin, burada ne emir veren ne de yasaklayan bir hükümdar var” diyecek kadar civanmert ve eşitlikçiydi. Düşman yaklaşırken atından inip secdeye kapanan ve toprağa yüz sürerek ağlayıp dua eden imanlı ve mümin bir komutandı.
 Sultan Alparslan kuşkusuz etnik bakımdan Türktü; ancak savaş meydanında, “Biz Müslümanların eskiden beri yaptıkları gazayı yapmak istiyoruz” diyen bir komutanın dâvâ ırki değil, İslâmî sayılmalıdır. Malazgirt bir ırk savaşı değildi; kaba bir değerlendirme ile şöyle söyleyebiliriz: Türkün aklı, Kürdün gücü ve Arabın duasıyla kazanılmış bir zaferdi. 

ŞARAP ÜZERİNE

Şeriat yasaklamıştır. Kötüdür. İçen insana göre farklı tesirleri olabilir. Edepsizi  daha ziyade edepsiz eder. İnsanların çoğu fena ve ayarsız olduğundan şarabı çoğunluk için haram kılmışlardır. Şeriatta, gerek seçkin gerekse avam için kayıtsız şartsız haramdır.
Aşıkların şarabı aşktır. Fasıkların şarabı üzüm suyudur. Aşk ruhun şarabıdır. Üzüm şarabı cismanilere aittir.
Aşk şarabı ile mest olanlar, Allah'dan başka her şeyden kaçarlar. Dertlerini Hak'dan başkasına açmazlar. Hakk aşıklarından südur edenler onlardan değil hak'dan dır. Hazret-i Hızır'ın emri ilahiyi uyguladığı gibi, Aşıklardan günah ve iyilik sadır olmaz. Çünkü onların iradesi gitmiş, İradeleri Hakk'a ait olmuştur.
Eğeri ve eğer takımlarını yürüten attır. Su saman çöpünü farkında olmadan götürür. Saman çöpünün gidişi kendinden değildir.

28 Ağustos 2020 Cuma

EVLİYALAR ÇEŞİTLİDİR

Her taifenin içinde bir seçkin yiğit bulunur ki o, Hakk'ın has ve emin kuludur.
Bu seçkin kişiler(evliya-ı kiram) çeşitli şekil ve görünümde olurlar. Her ne kadar Allah katında hepsi bir ise de bunların bir çokları şeriat ve takva yolundadır, dünya tarlasına ibadet tohumu ekerler. Bir takımı da bunların aksine olarak isyan ve günah yolunu tutmuş görünürler. Zahirleri karanlık, batınları nurludur. Kendini bildirmemek için kılık değiştirerek dolaşan padişahlar gibi. Bulut altında saklanan ay gibi.
Hak teala hazretleri onları sakındığından bu kullarını yırtık, yamalı elbise içinde halktan gizlemiştir.O sultanları, halkın elinden kurtarmak için onlara bazı sevilmeyen huylar verir. Veli olmayanlar onları katiyyen tanıyamazlar.Çünkü Hakk'ın sırlarına mahrem, ancak velilerdir. Çünkü onlar gördüklerinin zahirine bakmazlar, kalbindeki esrara bakarlar.
Cahil halk onların halini inkar ederse  o inkar yüzünden cehenneme giderler.
Cenab-ı Hakk, hayrı şer suretinde göstererek gizler, ta ki halktan gizli tutulsun. Bakarsın bir şahıs sureten çirkin ve hakirdir, lakin manevi değeri abdalanın değerinden ziyadedir. Görüş sahibi olan onun yüzünü görünce canı gönülden ona sevgi bağlar.O surete Hakk'ı aşikar görür. Çünkü kalbinde yakin nuru vardır.Zerre de güneş, katre de ummanı gizlenmiş görür.

EVLİYANIN İNSANLARA ÖVGÜSÜ

Evliyaullah tüm insanlara övgü ile hitap eder.Belki bu derece övgü birilerine abartılı gelebilir.Bu derece yüksek övgü Peygamberler ve kutuplar için olmalıdır diye.Ancak şu bilinmelidir ki Evliya bir insanı methettiğinde, methettiği karşıdaki insanın cismi değildir.Evliyanın methettiği, Hak teala'nın o cisimde tecelli eden nurudur.Çünkü Hak Teala halkı gölgesinde yarattı, sonra üzerlerine kendi nurundan serpti" denmiştir.Methedenin bakışı o nura olunca  övmeyi yüz kat artırsa yine revadır.
Halk kendi nurundan habersizdir.Kendilerini ufak değersiz sanmışlar, gönüllerini candan ve Hakk7ın nurundan ayırmışlardır.bu geçici ve bayağı varlığa bağlanmışlardır.Hırslı olduklarından , tenden başka bir şey göremiyorlar.

HÜDA HAZRETLERİNDEN NASİHATLAR

Hasan Hüda Efendi hazretleri bir can kardeşimize şu nasihatları yapmış:
"Evlat bir aferim için bir avuç altın saçma!"
Evli misin? bekar mısın? sorusuna bekarım cevabını verince:"Başı açık kadınlar içinde Hakk'ın o kadar çok evliyası var ki".

27 Ağustos 2020 Perşembe

BEN HAKLIYIM DEMEMEK GEREK

Efendimiz (sav) buyurmuştur:USTUR ZEHABEKE VE ZEHEBEKE VE MEZHEBEK. Görüşünü, maddiyatını ve mezhebini gizle.
Tüm yaratılan insanların cesetleri dört unsurdan meydana gelmiştir. Ancak kafes denilen bu cesetler içinde mevcut ruh kuşları farklı farklıdır. Birinde bülbül,birinde karga,birinde v.s gibi çeşitli kuşlar vardır.Kuşlardan her birinin zatında  ve vasfında bariz farklılıklar vardır. Her birinin ayrı gidişi, başka bir işi ve talebi vardır. Dünyada yetmiş iki millet vardır. Kimi dine sarılmış, kimi dinden uzaklaşmıştır. Hepsi de kendi itikadına sımsıkı sarılmıştır. Çünkü ona göre kendi din ve mezhebinden başkası doğru değildir. Hepsi de dini için canlarını feda ederler ki bu suretle Allah yanında makbul olsunlar. Kendi din ve mezheplerini yükseltmek için mallarını, canlarını feda ederler. Düşmanlığın kaynağı dindir. Dini tutuculuk uğruna ne kadar baş feda edilir.Bu nedenle Sultanı Enbiya efendimiz:"Zehabınla(görüşünle) mezhebini, sana yar olmayanlardan başkasına söyleme. Her ne kadar öğrenmeye çalışırlarsa da. Dostlarının fayrısından altınlarını da gizli tut! Her usunu da canının içinde sakla. Eğer rahat istersen zehabından(görüş), zehebinden(altın), mezhebinden dem vurma!"

BÜYÜK FARK

Mimarı, eserlerinden tanımakla bizzat görmek arasında büyük fark vardır. Şükrü yaratanla şükrün zevki bir midir? Göz hakkında söylenen sözler nerede? Gözün kendisi  nerede?
İnsan maddi aleme gelmeden önce mana idi. Maddi aleme geldi surete büründü. Vuslattan ayrıldı. Manaya meyleden , mutlu ve memnun olur.aslına dönerek cismanilikten kurtulur, vücud metaını can hazinesine ısmarlar. Canını ten kaydından azad eden aslına dönebilir.
Bu cihan, baykuşların yuvasıdır. Hak teala hazretlerini burada bulmanın imkanı yoktur. Hak talipleri bu cihanın haricine çıkmalı, onu başka cihanda, sonsuz cihanda aramalıdır.

26 Ağustos 2020 Çarşamba

YİTİRİLEN SAHİCİLİK

Dahası, belki de çıkış noktasındaki potansiyel enerji topraklandığı, 1980’lerden başlayarak adım adım büyütülen bir kuşağın zihnindeki teori çöktüğü için İslamî düşünce biçimi iktidar öncesine göre çok daha dağınık, ufuk çizgisine çok daha uzak, geleceği biçimlendirme hamlesine çok daha yabancı ve alabildiğine yorgun görünüyor. İktidar üyelerinin ağızlarından dökülen sözlerin hâlâ belli oranda bir büyü taşıdığı halde sahiciliğini yitirmekten kaynaklı bir yapaylıkla muhatabına ulaşması, eylem-söylem birlikteliğinin parçalanması kadar tahayyülün artık yürekten başlamadığına, zihin ile dudak arasındaki hipotenüsün kullanıldığına da yorulabilir ki, ilhamını yürekten almayan cümleyi halk gözlerinden tanır. Bu nedenle ne kadar "MÜJDE" diye ifade edilse bile insanda bir tesir bırakmaması nedeni budur.

PARLAK ÇEKMELER

Yanıltma, çarpma, dolandırma işlemlerine parlak çekme denir. Karadenizdeki doğalgaz müjde açıklamasının öncesi günlerdeki borsa enerji şirketlerinin yükseliği için "keriz silkeleme " denmişti. Aklı selim insanlar bu açıklamalara ölçülü yaklaşmakta ve tereddütlerini dile getirmekteler. Bu yapıcı eleştiri ve endişeleri ifade etmek bile vatana ihanet telakki edilmekte. Gelinen nokta şu ki TPAO ve BOTAŞ gibi maden ve enerji kaynaklarımıza sahip kıymetli değerler özelleştirmeye açılacak.Diğer bir tabirle toprağın altı da satılacak.Tıpkı Osmanlı'nın yıkılış devrindeki imtiyazların bugünkü Türkçedeki karşılığı olacak.

KIZILELMA MARŞI

Osmanlı'nın kuruluşu, Abdülhamit v.s gibi yapımlarla toplumumuza yön vermek isteyen iktidar, yaşadığı yanlışlıklar içinde bu filmleri değersiz hale getirmektedir. Sarayda sefahat içinde yaşanırken filmlerdeki zühd örneği, adalet ortada yokken filmlerdeki adalet örnekleri maksada ulaşmaz. Geçmiş geçti. Bugün sen yaşamalısın ki sen gittikten sonra hiç olmazsa gölgen kalsın. İktidarların bile bitecek bir ömrü vardır.
Kızılelma şiiri içinde bir kavram vardır :İlayı kelimetullah. Yani bir anlamda İSLAMIN İZZETİ VE ŞEREFİ. İslamın şerefini düşünenler yoksulluk içinde bir halkı varken uçan saraylarda,zırhlılarda ve ihtişam içinde bir hayat sürmezler.El attıkları tüm mukaddesler zarar görmekte. Kızılelma marşını söyleyenler, Trump'ın telefonu ile hapisten tahliye edilen Rahip Brunson'ı düşünmelidir. Ki izzetimizin ve şerefimizin aslında ayaklar altına alındığını görsünler."Onlar, kördürler, sağırdırlar"ayeti Bakara suresinin üçüncü sahifesindedir.
 "Canlar canının yolunda ancak
 Kızıl elma hedefine ulaşılacak
Vadedilmiş olan ilahi nur Hak
Ebedi mutlak hakim olacak
Kızıl elmanın fethiyle ancak
Yeryüzü sükun huzur bulacak
Başlar koyar yoluna tüm cihanda
Şu çılgın Türkler hilal uğruna
Haydi Türkiyem Allah aşkına
Tarihe bir daha damga vurmaya
 Ey aziz millet vatan namına
Yeniden nesillere ilham olmaya
Nesebinden geliyor yine aynı kan
Dirilişle yeniden yazıyor destan
 İ'la-yi Kelimetullah bekliyor cihan
 İstikamet kızıl elma vermeyiz aman”
“Kızıl Elma Marşı”, bu yılki Malazgirt Zaferi kutlamaları için bestelendi.

FRANSIZ MİLLİ MARŞI

'Haydi vatandaşlar sıklaştırın safları silahları kapın!
Yürüyün ki şu alçakların kanlarıyla toprağımız sulansın!
Tiranlar hainler onun bunun artıkları,
Artık korkudan titremeye başlayın!
Adi suikastçiler çözülsün dizlerinizin bağları!
Yakındır geliyor zamanı hesap sormanın!
And içmiş askerleriz biz yeneceğiz düşmanı!
Bir yiğit düşmeye görsün toprağa bizden,
Doğurur onu toprak ana yeniden,
Koparıp alsın diye sizlerin kafanızı!'
Bu korkunç satırlar dünyanın en romantik milleti Fransızların milli marşı La Marseillaise’den.
1792’de Fransa’nın Avusturya ile savaşı sırasında Claude-Joseph Rouget de Lisle tarafından “Ren Ordusu İçin Savaş Türküsü” adıyla bestelenmiş marş, 1795’de Fransız Milli Marşı olarak kabul edildi.
İki asırdır da Fransızlar okullarda, törenlerde, maçlarda bu marşı okuyor.
Zaman zaman sert, kanlı bulunup değiştirilmesi teklif edildi ama yasaklandığı Napolyon dönemi haricinde marş, 200 yıllık hatırası, yaşanan savaşlar, kayıplar, verilen mücadelelere hürmeten korundu.
Aslında milletlerin tarihinde savaşın kitleleri heyecanlandırdığı, başka ülkelerin topraklarına göz dikildiği, dünyaya egemen olup bütün insanlığa huzur ve barış getirmek gibi ideallerin savunulduğu zamanlar oldu.
Romalılar, ele geçirdikleri topraklarda insanların barış ve mutluluk içinde yaşadıkları “Pax Romana” kurduklarını düşünüyordu.
Napolyon’un ordularını diğer Avrupa ülkelerinin, hatta Mısır’ın üzerine sürmesinin motivasyonu devrimin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ideallerini tüm dünyaya yaymaktı.
Ordusu Mısır’a ayak bastığında Napolyon Mısırlılara okunmak üzere hazırlattığı Arapça beyannamede “Zalimlere buraya sizin gasp edilmiş haklarınızı geri almak için geldiğimi söyleyiniz” diye seslenmişti.
1899’da Filipinlerin bağımsızlık savaşında 250 bin Filipinliyi öldüren Amerikan askerlerine ithaf ettiği “Beyaz Adamın Yükü” şiirinde Rudyard Kipling, bunun beyaz ve medeni adamın vahşi insanlara karşı sorumluluğu olduğunu iddia etmişti:
"Beyaz Adamın yükünü omuzla
Yetiştirdiğin en parlak gençleri
Uzak diyarlara yolla
Esirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için;
Değişken ve yabanıl halkı,
Yeni dizgin vurulmuş Yarı iblis, yarı çocuk insanları
Kontrol altına almak için."

TEKRAR EDEN TARİH:İTİHAT TERAKKİ-CHP-DEMOKRAT PARTİ-ANAP-AK PARTİ

Vasiyet ile vesayet aynı köktendir ve galiba kelimenin bu ikili kullanımı en çok Türk siyasetine yakışmaktadır. Bu biraz da toplumsal dokunun art zeminiyle ilgilidir çünkü bu ülkede vasiyetler vesayete dönüşüyor. Öyle ki 1908 yılının ardından gelen İkinci Meşrutiyet sonrasından başlayarak günümüze kadar kurulan partilerin neredeyse hepsi siyasal bir vasiyet olarak devraldıkları sistemi çok geçmeden vesayet alanlarıyla doldurdu. Hemen her parti bir vesayeti ortadan kaldırmak için gelmiş, onunla mücadele etmiş, ardından kendi vesayetini kurarak yeni vesayet alanları açmıştır.

Böylece kurumsal, kökleşmiş ve müzmin vesayetlerin bütünüyle ortadan kaldırılması yerine, onların üstünün kazılması, törpülenmesiyle oluşan boşluklara kendi vesayetini yerleştirmiştir her parti. Üstelik tuhaf biçimde, vesayeti yok etme sözü vererek gelen partilerin vesayetle boğuşmaları onun tamamen ortadan kaldırılıp ilanihaye feshiyle değil belki de ondan çok daha katılarının kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Türk toplumundaki siyasete yönelik tereddüt ve güven bunalımının gerçek sebeplerinden birini bu oluşturmaktadır.

Partiler birkaç yıl onunla boğuştuktan sonra iktidara geliş amaçlarını unutarak yeni vesayet alanı açmanın, nevzuhur her vesayetin bastıkları dalı kesme anlamına geldiğinin çoğu zaman farkında olmamıştır. Bu da gücün insan kalbindeki başlangıç noktasının “icraat”tan ziyade egoyu dışarıya iletme ve tahakküm doğasıyla inşa edilişinden ve bunun da siyasi aktörler üzerinden siyaset alanına kaymasından kaynaklanmaktadır.

Elbette burada bir zihniyet sorunu olduğu kesin: Başlangıç amacı ne olursa olsun her siyasal hareketin partileşmesinden, özellikle de iktidar olduktan hemen sonra icra kısmının üstü örtülü biçimde hegemonya inşasına dönüşmesi zaten kendi başına bir sorundur. Partilerdeki gücü icraya tercih edişe özgü çürümenin nemalandığı yer de her siyasal figürün güç elde ettikten sonra mutlak otoriter bir profile dönüştüğü yer de burasıdır. Burası aynı zamanda bugüne kadar hiçbir partinin vasiyeti vesayete dönüştürmeden kullanamayışının, vasiyet gramerinden kurtulup şimdinin üzerine sağlıklı bir gelecek inşa edemeyişinin durduğu yerdir.

Keşke öyle olmasa ama İbn-i Haldun’un Mukaddime’de söylediği “insanlar gibi devletlerin de iktidarların da bir ömrü olduğu” temel yargısı Türkiye’nin de içinde olduğu bütün bir Doğu toplumları için söylenmiş, hatta onların kaderine dönüşmüş gibidir. Başlangıcı cevval ve vasiyete uygun, ortası durağan ve vesayete açık, sonucu ise köhnemiş ve vesayetin her tarafı kapladığı bir devridaim…


İlk kurulduğunda serbestiyet, serbestiyet diye bağıran, partileştikten üç beş yıl sonra güpegündüz katliamlara sahne bir iklim yaratan İttihat Terakki’nin bir tedhiş makinesine dönüşeceğini kim hayal edebilirdi?

Osmanlı’nın küllerinden, kolu kanadı kırılmış ama yeni filizlere açık bir enerjiyle doğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk partisi olan CHP’nin birkaç yıl içinde inanılmaz bir tahakküm alanı kurarak halk ile arasına metalik duvarlar öreceğini, çeyrek asır boyunca hem de sıfatında “halk” tabiri bulunan bir parti tarafından halka kan kusturulacağını kim bilebilirdi?

1950 seçimleriyle bütün vesayetleri kıracağını haykıran ve “Yeter söz milletindir!” sloganını hem de halk partisine, halkın partisi olması gereken bir muhataba haykıran bir partinin on yıl içinde geride kalan bütün doğru icraatlarına rağmen son birkaç yılını basın dahil bütün muhalefeti susturma politikalarıyla geçireceğini; bunun faturasının ise sadece Adnan Menderes gibi bir liderin asılmasına değil aynı zamanda inancın, ahlakın, demokrasi anlayışının ve erdemin ipe gönderileceğini kim tahmin edebilirdi?

Son aşamaya kadar Turgut Özal’ın cuntacı askerlerden “olur” alacağı bile kuşkuluyken Türkiye’deki bütün ana ideolojik eğilimleri birleştirerek 1980’li yılları tek başına domine etmesinin ardından daha 1990’ların başında çatırdayacağını ve tarih sahnesinden silineceğini hangimiz tahmin etmiştik?

Bütün bu partilerin ortaya çıkışları, yükselişleri gibi düşüşleri ne kadar gürültülü olmuştu oysa. Ve ama şimdi hangimiz hatırlar onların gösterişli gövdelerini ve şimdi hangimizin belleğinde onların o gür sedalarının yankısı dolaşıyor?

Oysa ne sözler, ne vaatler vermişlerdi ortaya çıkarken? Ne projeler, ne idealler aşılıyorlardı başlangıç yıllarında. Önce kendilerine, kendi egolarına yenildiler, sonra başkalarının mültefit cümlelerinin esiri oldular, en nihayetinde de sesi biraz daha yüksek çıkan, görüntüsü biraz daha alayişli partiler tarafından yenilip yutuldular. Geride sayısız “keşke”leri, unutulduğu için yarım kalmış iyi niyetli projeleri bırakırken milleti de eski vesayetleri kırma adına kurdukları yeni vesayetlerle yüz yüze bırakarak çekip gittiler.

Türkiye, belki de bundan dolayı, gelenlerin zamanlarının yarısını kendilerinden önceki vesayeti kırmak ve vasiyeti yerine getirmek, diğer yarısını da kendi vesayetlerini kurmak için harcadıkları bir Sisifos efsaneler ülkesi oldu. Sisifos’un niyeti, yükü hep yukarı taşımak, zirveye yerleştirmektir ve eylemleri onu biteviye aşağı çeker. Yazık ki eylemler görünür olduğunda niyetler hızlıca geri çekiliyor, kötürümleşiyor siyaset sahnesinde.

Türkiye’nin Kaderini Etkileyen Dört Siyasi Parti

AK Parti, İkinci Meşrutiyet sonrasında teşekküllenen ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadarki süreçte neredeyse devletin tamamına nüfuz eden, hatta sonrasında Cumhuriyet Halk Fırkası’nı şekillendirerek gölge varlığını günümüze kadar taşıyan İttihat ve Terakki Partisi dahil, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük siyasal organizasyonlarından biridir. Haddizatında siyasal organizasyonlar ile partiler kabaca özdeşleştirildiğinde Türkiye’nin kaderini derinden etkileyen dört astan biri olarak da düşünülebilir:

Bunlar sırasıyla, Osmanlı devletinin kaderiyle oynayan, parçalanma sürecinde çırpınmak dışında bir şey yap(a)mayan İttihat ve Terakki; parçalanmaya reaksiyon gösterip imparatorluk küllerinden yeniden doğan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk resmi partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi;  Milli Şef’e karşı toplum nezdinde birikmiş öfkeyi arkasına alıp kanalize etmek suretiyle ciddi bir güç alanı yaratarak ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiş ama ömrü vefa etmemiş Demokrat Parti ve Adalet Partisi’nin müdavimi olarak gelen, katı vesayetleri eklektik bir liberalizm politikasıyla üfürerek eritmeye çalışan Anavatan Partisi ve devletin birikmiş sayısız vesayetinden yorulmuş halkın vesayet kırıcı uç beyi olarak Türk siyasetine hediye ettiği ancak kırıklardan yeni vesayet sürgünlerinin boy verdiği AK Parti’dir.

Günün birinde bir siyasal parti gelir ve yüz küsur yıldır nesilden nesle aktarılmış bütün bu huzursuzluklardan, kırıklardan, yaralardan berelerden yek ahenk bir siyasal doku oluşturur mu, bilinmez. Ancak birbiri ardından gelen bu beş partinin de ne yapıp edip geride hüzünlü bir atmosfer bıraktığı, kendilerinden sonrakilere huzur verecek, içinde istikbalin görüş alanının da yer aldığı bir vasiyet bırakmadığı ortadadır.

Vesayeti ortadan kaldırmak için kurulan partilerin, bir müddet sonra vasiyetlerini vesayete dönüştürmüş olması ne acıdır. Çocuklar için, iradesi sönük ve sezgiden mahrum bir babanın geriye bıraktığı müphemliklerle dolu, kaotik bir vasiyetten daha büyük felaket var mıdır? Kazandıklarının neredeyse hepsini kaybetmiş, kayıplarını çocukları arasında dengesizce paylaştırmış bir babanın elindeki kağıdı ellerine tutuşturduğu çocukların hali pürmelaline eklenmiş “ama bir zamanlar harika işler yaptık değil mi” tesellisi ne kadar güven telkin edebilir ki?

İnsan bugün, şu saat, şu cümleleri kurarken bile AK Parti’nin özüne, başlangıç ilkelerine dönmesini istiyor; kendisinden önceki dört partinin yapamadığını yapmasını, üstesinden gelemediğinin üstüne çıkmasını istiyor. Tıpkı gerçekleşmeyeceğini bilsen bile hayal kurmayı sürdürmek gibi bu. Hayal kurarken bile gerçekleşmeyeceğinin farkındasın. Gerçek o kadar acı ki ondan sadece hayal kurarak kaçabiliyorsun. Bütün çıkış yollarının kapatıldığı, her alternatifin lanetlendiği; bırakın hesaplaşmayı, gerçekten kaçışın tek yolunun hayallere sığınarak mümkün olduğu bir siyasal ortamda yaşamak ne acı…(İsmet Emre)





_____

25 Ağustos 2020 Salı

BİR KANUNUN BAŞARILI OLABİLMESİ

Herhangi bir kanun ve anayasa sistemi, o kanunun kendisi için vazedilmiş olduğu toplum içinde hüküm süren inançlara uygun olmadıkça, hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır. Kanun ve nizamlar, toplumun inançlarına uygun olmazsa, muhakkak o nizam başarısızlığa mahkumdur.

BİRBİRİNE KARIŞMAYAN SULAR

Kur'an-ı Kerimde Furkan suresi 53 ayeti ile Rahman suresi 20-21 ayetlerde birbirlerine karışmayan iki deniz ve biri tatlı diğeri tuzlu iki suyun temaslarına rağmen birbirlerine karışmadığı, aralarında kudretten bir perde olduğu bildirilmiştir.
Fiziksel olarak bu hadisenin gerçekleştiği noktaları bilim adamları bu yüzyıldaki teknikle izah etmişlerdir. Hak Teala'nın suya koymuş olduğu bir kanun vardır. Eski insanlar bulu bilemezken bugünün insanı bu hususu yeni keşfetmiştir. Akıcı şeyleri tutan sathi uzama Kanunu gereğince iki akıcı maddeyi birbirinden ayırır. Çünkü bir maddenin çekimi , diğer akıcı maddenin çekiminden farklıdır. Bu yüzden, her akıcı madde, kendi kuvveti gücü içinde kendi bağımsızlığını korur. Kur'an da berzah olarak ifade edilen sudaki sathi uzama veya gerilemedir.
Bu kanunu basit bir misalle bir bardağı ağzına kadar su ile doldurursak ,su bardağın üzerinden muayyen bir miktar yükseldikten sonra taşacaktır. Bunun nedeni su molekülleri bardağın sathında tutunacak bir şey bulamayınca kendi kendini tutmak üzere daha alttaki zerrelere tutunmasıdır. Suyun üzerinde elastiki bir zar oluşur,bu kabuk muayyen mir dereceye kadar suyun bardaktan taşmasına mani olur. Bu da üzerine iğne konulduğu takdirde iğneyi dibe çöktürmeden üzerinde tutabilecek kadar kuvvetli bir kabuktur. Fennin dilinde bu olaya sathi uzama veya gerileme ameliyesi denilmektedir ki, su ile yağın karışmasını önler, tatlı su ile tuzlu suyu birbirinden ayırır.

İŞLEVSİZ KALAN MÜESSESELER

Bunlar şeriat boyutunda Camiler; Tarikat boyutun da ise Dergahlardır. Hak Teala 6 ay gibi kısa bir süre içinde Coronovirüs hadisesiyle camileri devre dışı bıraktı. Kapalı tutulduğu süreçte camisizliğe, cumasızlığa alıştırıldı, açıldıktan sonra da sosyal mesafe zırvalarıyla cazibesini kaybetti.
Dergahlar ise yüz yıl öncesinden işlevini kaybetmeye başlamıştı. Kapatılmasından bu yana ise geçen 90 yılın sonunda sekülerleşmeden nasibini alarak "güç sahiplerini destekler" bir işlev görerek, müntesiplerinin dünya hayatlarında bir iş kapısına, ticari müesseseye dönüştü. Hasan Hüda hazretlerinin 30 yıl önce ifade buyurduğu yeni döneme başlama zamanı geldi:"Evlat! Bir gün gelecek insanlar şeriatı yaşamadan, tarikat hayatı görmeden hakikat'ten başlayacaklar."
Beklenen şey; bu devri yaşatmaya başlatacak zat'ın zuhuru, bekliyoruz.

24 Ağustos 2020 Pazartesi

İNCİTME-ALVARLI EFE HAZRETLERİ

Hazer kıl kırma kalbin kimsenin canını incitme
Esir-i gurbet-i nalan olan insanı incitme
Tarik-i ışkda bi-çareyi hicranı incitme
Sabır kıl her belaya hâne-yi Rahman’ı incitme


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i âlem-i zî-şanı incitme


Elin çek meyl-i dünyadan eğer aşık isen yare
Muhabbet camını nuş et asıl Mansur gibi dare
Misafirsin felek bağında bendin salma efkare
Düşersin bir belaya sabrı kıl Mevla verir çare


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem-i zi-şanı incitme


Bulaşma çark-ı dünyaya vücudun pak-tahirken
Güvenme mal u mülk ü mansıbın efnası zahirken
Nic’ oldu mali Karun’un felek bağında vafirken
Nedir bu sendeki etvar-ı dert gönlün misafirken


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem-i zî-şanı incitme


Hasislikden elin çek sen cömerd ol kan-ı ihsan ol
Konuşma cahil-i nadan ile gel ehl-i irfan ol
Hakir ol alem-i zahirde sen ma’nada sultan ol
Karıncanın dahi halin gözet dehre Süleyman ol


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem-i zî-şanı incitme


Ben insanım diyen insana düşmez şad’u handanlık
Düşen bî-çareyi kaldırmadır alemde insanlık
Hakikat ehlinin hali durur daim perişanlık
Bir işi etme kim gelsün sana sonra peşîmanlık


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i cilem-i zî-şanı incitme


Ehl-i irfanım deyü her yerde bendin atma meydana
El elden belki üstündür ne lazım uyma şeytana
Yakın olmak dilersin Hazret-i Hallak-ı ekvana
Cihanda tatlı dilli olması lazımdır insana


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem- zî-şanı incitme


Celîs-i meclis-i ehl-i hakikat ol firar etme
Heva-yı nefsine tabi’ olan yerde karar etme
Tekebbürlük eden insana asla i’tibar etme
Sana cevr ü cefa ederse bir keş inkisar etme


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem- zî-şanı incitme


Vefası var mıdır gör kim sana bu çarh-ı devranın
Eser yeller yerinde hani ya taht-ı Süleyman’ın
Yalınız adı kaldı alem-i zahirde Lokman’ın
Geçer bir lahzada ru’ya misali ömrü insanın


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem-i zî-şanı incitme


Sana bir faide yokdur bilirsin halk-ı gıybetden
Gözün aç alemi bir bir geçersin çeşm-i ibretden
Zarar gördüm diyen gördün mü sen ehl-i mehabbetden
Yeme kul hakkını korkar isen rüz-i kıyametden


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem- zî-şanı incitme


Hakikat bahrinin gavvası ol terk-i mecaz eyle
Çıkar ha alma mazlumun ahın seni i’tiraz ile
Çehil semt-i Habîb’e ey gönül azm-i Hicaz ile
Yüzün tuk hak-i payine hemen arz-ı niyaz ile


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem- zî-şanı incitme


Gönül ayinesin silmek gerekdir kalb-i agahe
Muhabbet şems-i dogmuşken ne lazım mihr ile mahe
Ne müşkil hacetin varsa heman arzeyle Allah ‘e
Der-i Mevla dururken bakma LÜTFÎ başka dergahe


Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkar olma fahr-i alem- zî-şanı incitme

CANLI SÖZLER


  • “Selâm sâdece iyi dilek ve temennîlerin sözle ifâde edilmesinden ibâret kuru bir görev değildir. Gerçekte selâm, yolda karşılaştığımız bir kardeşimizin ihtiyâcının var olup olmadığını, varsa bizimle giderilebilecek bir tarafının bulunup bulunmadığını, öğrenip elimizden geleni yaptıktan sonra yola devâm edip gitmektir.”
  • "Ben hikmeti sükûta koydum, hâlbuki insanlar onu çok konuşmada arıyorlar."
  • “İslam dini baştan sona hep edeptir.”
  • "İnsan, şehvet halinde korkunç bir deli gibidir. Gazab halinde yırtıcı bir canavar kesilir. Musibet halinde çocuk gibi korkak olur. Nimet halinde, Firavun misalidir. Aç kalırsa feryad ve figan basar. Tok olduğu zaman, boş sözler söyler."
  • “İnsana lazım olan gönüldür.”
  • "Azgın nefislerde her ne kadar ilim olsa da o kişi yine nefsinin esiri olmaktan kendini kurtaramaz. Onun için herkese ve bahusus her ilim sahibine tasavvuf şarttır.
  • “Dua tam bir ibadettir. Çünkü kişi kendisini tam manasıyla Allah u Teâla’ya bağlar, öylece istemeye başlar ve bilir ki Cenâb-ı Hakk her istediğini hem bilir hem kulun yalvarmasını işitir ve hem de ona icabet eder. Onun için Cenâb-ı Hakk'a ihtiyaç zamanlarında dua etmek caizse de asıl dua her zaman ve bilhassa rahatlık zamanlarında yapılan dualar(Zahit Kotku hazretleri)
  • BİRLİK VE BERABERLİK




  • Derken dereler, nehirler meydana gelir. Netîcede bunlar barajları doldurur. Enerji santrallerini işletir, arâziyi sular, şehirlerin elektriğini temin ederler. Bu nîmet sâyesinde insanlar rahata kavuşur, işleri kolaylaşır. Bu ne büyük bahtiyarlıktır. Bundan ibret almalı, birlik ve berâberliğimizi temine çalışmalıyız. Tek tek hareket edersek, hepimiz helâk oluruz. Ne kadar dindâr olursan ol, birlik ve berâberliği her işin üstünde tutmadıkça, herkes kendi başına buyruk hareket ettikçe bir yere varılmaz.”(Zahit kotku hazretleri)
  • FUHŞİYAT

    Dilipak bugün yine bu hususa değinmiş. Dilinin altında bir şeyler var, ama ya ispat edemeyeceği için yahutta gıybet sahasına girmemek için net bir şey söyliyemiyor. Ancak ısrarla vurguladığı şey, Üst düzey idarecilerin ve devletle iş tutan gözde zenginlerin aile yaşantılarındaki sapkınlıklar.Yurt dışından örnekler verse de insana has olan bu hastalığın yurdumuza uğramadığı söylenemez.

    PARANIN SAHİPLERİ

    Derler ki Amerikan Dolarının gerçek sahipleri yedi Yahudi aile olup bu ailenin malıdır. Acaba Türkiye'de tedavülde dolaşan Türk Lirasının sahibi kimdir? Bu soruyu "Para basma" yetkisi kimindir şeklinde algılamayın. Kastettiğimiz şudur ki:Yap-işlet-Devret modelinde kullanılan ilk kaynak kimindir? Bu kaynak yurt içinden nasıl temin edilmiştir? Yurt dışından temin edilen kaynakların sahibi kimdir? Kastım garantör babındadır. Birilerinin gayriyasal yollardan biriktirdiği bu kaynağın, yap/işlet/devret modeli ile "devlet garantili işlere" pompalandığı kanaati mevcuttur. Sahnede kullanılan isimler ise (Kalyon, Colin, Rönesans,Torunlar, Cengiz,Varlık fonundaki  elamanlar v.s) kağıt üzerinde maliklerdir. Türk Vatandaşına,bu ülkede döviz cinsinden tasarrufu,döviz üzerinden alım-satımı öğretmişlerdir. Rüzgar tersine döndüğünde, herkesin söyleyecek bir şeyi mutlaka olur. Müslümanlığın göstergesi cami yapmak olmadığı gibi, milliyetçiliğin göstergesi de o ismi taşımak değildir.

    ALLAH'IN GAZABI DİYEMEYEN DOĞA'NIN GAZABI DİYOR

    Din günlük hayatımızın her yönünü kapsar. Zira Yaratıcımız bu dünyaya geliş maksadımızı izah etmiş olup, dünyanın "geçici" kalış yeri olduğunu ifade etmiştir. Keza, çekiciliğinin, cazibesinin aldatıcı olduğunu bu nedenle tefekkür edilmesini,eski ümmetlerin hallerini anlatmış, varlıkların akıbetlerine dikkat çekmiştir. Bu nedenle Giresun'da yaşanan sel felaketi için "Allah" diyemeyenler "Doğa'nın gazabı" laflarını ederler. Doğa Kanunu denilen şey Hak Teala'nın tabiat alemine koyduğu bir kuraldır, kanundur. Maddeye hakim kılınan kurallar gibi. Donma, erime, buharlaşma gibi. En büyük doğa tahripçisi insandır. Çünkü, Halife görevi vardır. Baş olan bu varlık kokarsa, tabiat dediğimiz unsur da kokar. Keza, Adalet gözetilmeyip zulüm cari olursa yine tabiatın dengesi bozulur. Zina yaygınlaşırsa kuraklık başgösterir. Eşcinsel olanların bir takım zührevi hastalıklara yakalanması gibi.

    23 Ağustos 2020 Pazar

    EFENDİMİZİN EVLİLİKLERİNDEKİ HİKMETLER

    Efendimiz (sav) 'in birden fazla annemizi nikah etmesinin sayısız hikmetleri  mevcuttur.
    1-) Mekke döneminde efendimiz tek evli idi. Mekke döneminde itikadi ayetler nazil olmuştu.Medine döneminde ise ahkam(muamelat) hükümleri inzal olmuştu.Bir Haya örneği olan Efendimiz kadınlara ait hususi halleri insanlara anlatamazdı.Hanımları anlatmıştır. Hz.Aişe validemizden 2210, Ümmü Seleme validemizden 378 hadisi şerif rivayet edilmiştir. Efendimiz edeben kadınların sorduğu sorulara üstü kapalı cevap verse idi fıkhi bilgiler tam manasıyla anlaşılamazdı.
    2-) Bazı evlilikler kavim ve kabilelerle akrabalık tesis edip onları İslam'a çağırma amaçlıdır. Mesala hicretin 5 nci yılında Mustalik Kabilesi'nin Medine'ye tecavüz için hazırlık yaptığı haberi üzerine bu kabile üzerine yürünmüş,onlardan pek çok esir alınmıştı.Kabile reisinin kızı Hazret-i Cüveyri'ye ye efendimiz evlilik teklif etti.Annemiz kabul edince bu evlilik gerçekleşti,sahabe Efendimizin hanımının kabilesine ait bir esiri elde tutmaktan haya ettiği için bu evlilik nedeniyle tüm Mustalik esirleri serbest bırakıldı."Kavmi için Cüveyriye'den daha hayırlı bir kadın görmedik.O'nun sebebiyle Beni Mustalık'tan yüz hane halkıazad olundu" sözünü Hz.Aişe annemiz söylemiştir.Çünkü Araplar, akrabalık hususuna çok önem veren bir toplumdur.
    Keza Yahudi asıllı Safiyye validemizle evlilik benzer sebebledir. Medine halkı ile Yahudiler arasındaki husumeti asgariye indirmiştir. Ebu Süfyan'ın henüz Müslüman olmadığı bir zamanda O'nun kızı Ümmü Habibe validemizle evliliği de bu kabildendir.
    3-) Bir diğer fazla evlenme sebebi araplar arasındaki batıl ananeleri ortadan kaldırmaktır. Halasının kızı Zeynep Binti Cahş'la evliliği bu kabildendir. Efendimiz bu validemizi önce azadlı kölesi Hazreti Zeyd ile evlendirmişti."Hala kızını bir eski köleye mi layık görüyorsun?" diyerek serzenişte bulunmuştu. Bu evlilik devam etmedi. Boşandıktan sonra efendimiz (Sav) hala kızının hatırını hoş etmek için onunla evlenmiştir.
    4-) Vefa duygusu ve merhamet duygusuyla yaptığı evlilikler vardır. Habeşistana hicret eden ve orada kocasını kaybeden Zeynep Binti Huzeyme,Hazreti Sevde ve Ümmü Seleme annemizle yapılan evlilikler bu kabildendir.

    BİRDEN FAZLA EVLİLİK

    Efendimiz (sav) bir ruhsat yolu olan  birden fazla evliliğin tehlike ve mahzurlarına dair ikaz edici pek çok beyanı vardır ki, bunlardan biri şöyledir:
    "Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da , aralarında adalet gözetmezse, kıyamet gününde bir tarafı felçli olarak diriltilir"(İbni Mace ,Nikah 42)
    Efendimiz (sav) ilk Eşi Hatice validemizle evlenmiş bu evlilik 25 sene sürmüş, altı çocuk dünyaya gelmiştir. Hazret-i Hatice validemizin vefatından sonra efendimiz diğer evlilikleri yapmış olup ikinci evliliğe kalkıştığında efendimiz'in yaşı 50 sini geçmişti.

    KADER KONUSU

    Din anlayışında reforma "kader"den başlanmalıdır. "Allah'ın bütün olup bitenleri ezelî ilmiyle bilip kaydetmesi" demek olan kader maalesef yanlış anlaşılarak "kaderde ne varsa o olur.", "Kaderde yazılan başa gelir.", "Alın yazısı değişmez." gibi ifadelerle Müslümünlar rüzgâr önünde savrulan bir yaprak durumuna düşürülmüştür. Hatta "Tedbir takdiri bozmaz." denilerek insanlar âdetâ yan gelip yatmaya teşvik edilmiştir. Şu mısra şeyhülislâm Yahya Efendi'nindir:
    "Tedbir ne mümkin boza takdir-i Hudâ'yı"
    Oysa "kader"in, Allah'ın ilminin nâmütenâhîliğini göstermesi dışında, insanoğlunu/sosyal hayatı ilgilendiren bir yönü yoktur. Mehmet Akif'in dediği gibi bize düşen Allah'ın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmaktır, kaderin ne olup olmadığını araştırmak değil:
    "Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh//Senin vazifen itâat ne emrederse ilâh."

    "Kader" inanç konusuna girdiği için ulemâ öncekilerin söylediklerine yeni bir şey eklemekten çekinmişlerdir. Eski metinlerde bu tereddüdün izlerini görmek mümkün. Şinasi bir beytinde şöyle der:
    "Nakl ü kitâb mâil-i takdîr eder bizi,//Akl u hisâb kâil-i tedbîr eder bizi."
    (Kader konusunda yazılıp söylenenler bizi "takdir"e yöneltir, aklımızsa "tedbir"in gerekliliğini söyler.)
    Bu mânâda bir başka beyit de şöyledir:
    "Etme tedbîrinde noksân gerçi takdîrindir iş,// Hüsn-i tedbîr eyle emrinde, Hudâ takdîr eder."
    (İş takdirinse de tedbirde kusur etme. İşlerinde gerekli tedbiri alırsan Allah takdir eder.)
    Diğer taraftan İslâm tarihinde "kader"in nasıl anlaşılması gerektiğini gösteren uygulamalar da var:
    Hz. Ömer, Şam seferinde başkomutan Ebû Ubeyde'ye destek için yola çıkar. Kendisine Şam'da vebâ olduğu bilidirilince birtakım istişareler yaparak vebâ salgınının olduğu yere gitmenin uygun olmayacağı kanaatine varır ve geri dönülmesini emreder. Bunun üzerine Ebû Ubeyde: "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun ya Ömer" diye sorar. Hz. Ömer'in bu soruya verdiği cevap şöyledir:
    "Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz."
    Görüldüğü gibi Hz. Ömer "Kaderde ne varsa o olur" deyip yoluna devam etmiyor. Yani "kader"e teslim olmak yerine "tedbir"e sarılıyor.
    Aslında "kader"i daha basit bir ifade ile şöyle de açıklayabiliriz:
    Allah kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilir. Levh-i mahfuzda (kader) bu yazılıdır. Lakin hiç kimse Allah bildiği için cennete yahut cehenneme gitmez. Cennete veya cehenneme kendi amellerimizle gireriz.
    Kısacası; mümin "kader"e imanla mükelleftir. Bunun dışında kaderin insanı ilgilendiren başka bir yönü yoktur. Kişinin dünya ve âhiretini kendi amelleri/çalışması belirler. "Kaderde ne varsa o olur" tembelliğinden kurtulabildiğimiz ölçüde hakiki Müslüman olacağımızı unutmayalım.(Prof.Ahmet Sevgi)

    ZEKAT VE İNFAKTA Kİ HİKMET

    Zekat ve infak, sanırım, Hak Teala'nın rızk hazinelerine açılacak bir kapı olsa gerek. İhtiyaç sahiplerine vermek suretiyle Hak Teala'nın rızk sütü emilmekte ve verdikçe arkasından yenisi gelmektedir. Vermek zor bir eylemdir. Nefis karşı çıkar:"Malın azalır, yarına bir şey kalmaz. Hastalık var, darlık var, çocuklar var olmazsa o zaman ne yapacaksın?" diye fakirlikle korkutur.

    YÜKSELİŞ İÇ ENERJİ İLE

    Amerika’da yaşlı bir adam uçan balon satıyor. Elindeki sırığa bağlanmış rengarenk balonlar var. Çocuklar geliyor, parayı uzatıyor, baloncu sırıktan bir balonu koparıp ellerine veriyor, çocuklar da onları göğe bırakıyor, balonlar yükselirken keyifle onları seyrediyorlar. Sırıkta bir siyah balon kalıyor, orada da siyah renkli bir çocuk bekliyor. Çocuk balona bakıyor, baloncu çocuğa. Belli ki parası yok çocuğun. Baloncu siyah balonu koparıp çocuğa uzatıyor, çocuk balonu alıp gök yüzüne bırakıyor. Balon yükselmeye başlıyor.
    -Bak evladım, diyor, balon dışındaki renkle değil, içindeki enerji ile yükselir.

    22 Ağustos 2020 Cumartesi

    GÜZEL AHLAKLA ALAKALI HADİS-İ ŞERİFLER

    "Güzel ahlak'a sarıl .Çünkü insanların en iyi ahlaklıları, dini en iyi olandır."
    "İyilik , güzel ahlaktan ibarettir"
    "Yüce Allah, bir kulunun hem dış görünüşünü, hem de ahlakını güzel yaratıp da onu ateşe yedirmez"
    "Siz bütün halka mallarınızla iyilik etmeye yetişemezsiniz.Öyleyse güleryüzlülükle , güzel ahlakla yetişiniz"
    "Her şeyin tevbesi vardır.Yalnız kötü ahlakı olanın tevbesi yoktur.Çünkü o, hiçbir günahtan tevbe etmezki daha fenasını işlemiş olmasın"
    Hazret-i Peygamber'e birisi:"Güzel ahlak nedir?"diye sormuş .Efendimiz(sav)"Sana darılan kimse ile görüşmen, seni mahrum edene vermen,sana zulmedeni bağışlamandır"
    "Şüphe yok ki bir kul, ibadetleri az olduğu halde , güzel ahlakı sayesinde Ahiret derecelerinin en büyükleri ve Ahiret menzillerinin en yükseklerine nail olur.Su-i ahlakı nedeniyle de cehennemin derekelerini boylar".
    "Sirke, balı nasıl bozarsa kötü ahlak da amel ve ibadeti böylece bozar .Güneş karı nasıl eritirse , güzel ahlak da günahları öylece eritir."

    FITRİ TEMAYÜLLER VE TERBİYE

    Fıtri temayüller üzerinde hiçbir tesiri olmasaydı lügatlerde "terbiye" diye bir kelime bulunmazdı. Buna göre, doğru terbiye, fıtri temayüllerin müspetlerini geliştirmek, menfi olanlarını da köreltmeye çalışmaktan ibarettir. Yanlış terbiye de bunun aksini yapmaktır.
    "Bir dağın yerinden oynadığını işitseniz, inanınız. Fakat bir insanın ahlakını değiştirdiğini duyarsanız inanmayınız"şeklindeki hadisi şerifle "Ahlakınızı güzelleştiriniz ", " Allah'ın ahlakı ile ahlaklanınız" hadisleri arasında çelişki yoktur. Zira birinci hadis-i şerifte kastedilen fıtri temayüllerin izalesi yani büsbütün ortadan kaldırılması asla mümkün değildir.Keza bu temayüller üzerinde içtimai muhit, iklim, gıda, aile çevresi ve maruz kalınan terbiye ile menfi temayüllerin itidal noktasına getirilmesi her zaman mümkündür. İslam fıkhına göre bu temayüllerin ifrat ve tefritleri rezillik, vasat yani itidalleri ise fazilettir.

    DENGESİ BOZULAN TERAZİ:VİCDAN

    Her insanın içinde hayrı şerden, güzeli çirkinden, ahlaki olanı böyle olmayandan ayırt eden bir hakime maliktir. Lakin onda ilahi bir mevhibe olarak mevcut bulunan bu meleke de pek çok harici tesire maruzdur. Bu müessirlerin menfiliği halinde vicdan terazisinin dengesi bozulur.
    "Hayr, nefsin kendisine ısındığı, kalbin rahatlaştığı, yüreğin oturduğu şeydir.Şer de nefsin kendisine ısınamadığı, kalbin mutmain olmadığı,"içinde tereddütler ve ızdıraplar husule getiren" şeydir. Her ne kadar müftüler hilafına fetva verseler de.."(Ahmet B.Hanbel Müsned)
    Vicdanın hükümlerinin her zaman doğru olduğunu iddia edebilmek için de fıtratını muhafaza etmiş bulunması şarttır. Böyle olmazsa sonuçlar insanı şaşırtabilir. Batıl itikatlar, fena adetler, cehalet, kötü alışkanlıklar, fena arkadaş ve fena muhitlerin muzır tesirleri infialler, teraziyi bozan harici unsurlardır. Bunlarla zayıflayıp körleşen vicdan hak ve batıl hususunda yanlış hükümler verir, verdiği hükümler hakikate mutabık düşmez, böyle bir vicdan ahlaki vazifelerin murakıbı ve müeyyidesi olmaz.
    Vicdanın hükmünde aldanmamak için yolunu aydınlatan ve kendisini irşad eden manevi bir ışığa muhtaçtır ki o da menbaı uluhiyet olan dindir. Kutsi bir varlığa dayanan vicdan tam bir ölçü, ahlaki vazifenin murakıbı olabilir.

    GÜL RENKLİ GÖMLEK

    Necib Sultanımı haftalık ziyarette gül renkli bir gömlek giymiştim. Sultanım baktı gülümsedi ve "Beni tam 70 yıl öncesine götürdün dedi. 22 yaşında Konya'da usta bir terzi idim. Gömleklik olarak sadece Amerikan poplin kumaşı vardı. Bu kumaşın metresi 8 lira'ya satılır 2,5 metreden bir gömlek dikilirdi. Kör yahut Topal Ahmet isimli bir mağaza sahibi, Konya'da tek olarak bu kumaşı getirir ve alacak olan terzi müşterilerine on iki rengin tamamının alınmasını şart koşardı. Bu kumaş renkleri içinde satılmayanı gül renkli olan kumaştı. Toptancı ile haftalık hesaplaşmamız cumartesi günü idi.Hafta başı gittiğimde bana şöyle bir teklif yaptı: Bu gül renkli kumaş pek gitmiyor. Sana bir gömleklik hediyem olsun bunu dik ve giy dedi. Bir gömleklik gül rengi poplin kumaşı verdi. Dükkana gittim. Kalfalara bu kumaşı dikmelerini söyledim. Hemen diktiler ve öğle yemeği için Alaaddin tepesi tarafından eve giderken giydim. Ertesi gün, mağaza sahibi aldığı sipariş üzerine bana on gömleklik daha kumaş göndermiş. Haftalık hesaplaşma için gittiğimde, bedava diye verdiği kumaşın parasını da fişe yazmış velhasıl tüm Konya gül renkli poplin gömlek merakına kapılmış ve mağazada kumaş tükenmiş...

    TAKVİYE HAZIR KUVVETLER MÜDÜRLÜĞÜ

    Cumhurbaşkanı, resmi gazetede yayımlanan kararla İstanbul'a takviye hazır kuvvetler müdürlüğü nam altında bir polis kuvveti teşkilatı oluşturmuş.Toplumsal olaylara müdahale için anlaşılsa da zaten Emniyet müdürlüğüne bağlı Çevik kuvvetler oluşumu mevcutken böyle bir yapılanmanın gerekçesi açıklanmamıştır. Mahalle bekçileri nam altında bir silahlı teşkilatlanma oluşturulduktan sonra bu şekilde bir silahlı gücün varlık sebebini anlamak mümkün değildir. Acaba ülke bir toplumsal olaylara mı hazırlanıyor diye insanın aklına olumsuz şeyler gelmekte.
    15 Temmuz darbe girişiminin Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı birimlerinde ve bunlara bağlı polis sayılarında ciddi artış yaşandı. 2017’de çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle ilk olarak Emniyet’e bağlı Özel Harekât Dairesi’nin statüsü başkanlık seviyesine çıkarıldı.
    Özel Harekat Daire Başkanlığı’na bağlı 8 bölge müdürlüğü kurulması da kararlaştırıldı. 15 Temmuz’dan sonra alınan 10 bin kişiyle birlikte özel harekât sayısı en az 25 bine çıktı. Özel Harekât’a son dönemde ağır silahların da alındığı öğrenildi. 17 Ocak 2020’de ise Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nın statüsü yükseltilerek İstihbarat Başkanlığı kuruldu.
    “Yurttaşları fişleme” yetkisine sahip olan İstihbarat Başkanlığı, elindeki teknik imkânlarla binlerce kişinin telefonlarını dinleyebiliyor, muhalifleri izliyor. İç güvenlikte, bekçi uygulaması da yeniden yürürlüğe girdi. Son alımlarla birlikte bekçi sayısı 30 bine çıkarken, Meclis’te kabul edilen yasayla bekçilere yurttaşların üzerine ve araçlarını arama ve silah kullanma yetkisi verildi.

    ENERJİ MERKEZLERİ

    Büyütülen ve bilinçli gündem yapılan müjde (Karadenizde doğalgaz keşfi) insanımızda hiç etki göstermedi. Sadece medyadaki yağdanlıkların faaliyetlerini izledik.Türkiye, dünya ölçeğinde hak ettiği yeri alacak müjdesini mürşidlerinden bizlere nakleden Necib Sultanım seneler önce buyurmuştu:"Türkiye maden ve petrol denizi üzerinde yüzüyor." Ancak niçin çıkarılıp da insanımız refaha ulaşamıyor?
    Bu soruya cevap verebilmek için şu sorunun cevabını bulmamız gerekir:Acaba biz hak ediyor muyuz? "Hak etme" hadisesini bu toprakların mülkiyet sınırın sahibi olmak anlamında anlamayınız.Zaten mülk Hak Teala'nındır. Hakk'ın mülkünden istifade etmeye layık mıyız. İnsan hür gözüken köledir. Efendisine isyan eden, O'nu hatırlamayan, dinini yüceltmeyen, adaleti temin etmeyen, fakiri ve yoksulu kollamayan, günah ve isyanların aşikaren işlendiği bir ortamda biz lütfu hak etmiyoruz. Bu nedenle istediğimiz kadar maden bulalım. Bize faidesi olmaz. Çünkü yolsuzlukta sınır tanımayanlar, bu madenlerin tespit ve işletiminden komisyon almak düşüncesiyle tıpkı Afrika'da olduğu gibi bu değerleri yabancıya peşkeş çekmekle işe başlarlar. Bu nedenle bu düşüncede olanlara Hak Teala başarı vermeyecektir.

    21 Ağustos 2020 Cuma

    İ'LA-YI KELİMETULLAH

    İ'la-yı kelimetullah  yani Allah'ın sözünü(Kuran'ı) yüceltmek ve tevhid inancını koruyup hakim kılmaktır. Bunun asli yolu ve metodu ise, güzel ve hikmetli sözlerle tebliğdir.zira İslamiyet, bu hususta cebir(zor) kullanmayı şiddetle yasak etmiş olduğu gibi bu şartla gerçekleşecek imanı da geçersiz kabul etmiştir. Tabi sonucu husumeti şiddetlendirecek olan harp, bir tebliğ vasıtası değildir. Gayrimüslimlerle silahlı mücadelede bulunmanın meşruiyet sebebi, onların kafir olmaları değil, bilakis Müslümanlara karşı tecavüzde bulunmaları olduğunu gösteren bir çok deliller vardır
    Sizinle harp edenlerle Allah yolunda siz de savaşın; ancak aşırı gitmeyin, çünkü Allah haddi aşanları sevmez"(Bakara 190)
    "Onlar sizinle savaşmadıkça , siz de onlarla savaşmayın .Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa,(siz de )hemen onları öldürün"(Bakara 191)
    "Onlar savaşmaktan vazgeçerlerse, siz de vazgeçin(Bakara 193)
    "Cizye verinceye kadar onlarla savaşın"(Tevbe 29)
    Kur'an Müslümanlara karşı düşmanca bir tavrı olmayan gayrımüslüimlerle iyi münasebetler içinde olmayı emreder:
    "Ehli kitaba en güzel suretle muamele edin.Ancak zulmedenler hariç"(Ankebut 46)

    20 Ağustos 2020 Perşembe

    AZ KONUŞULACAK KONU:KAZA VE KADER

    Kadere müteallik münakaşalar Hz. Peygamber tarafından men edilmiştir:
    "Siz bununla mı emrolundunuz? Yoksa ben size bunun için mi gönderildim.? Sizden öncekiler, bu hususlarda tartıştıkları için helak oldular. Bunlardan sakının" (İmam Malik Muvtta, Kader 1)
    Diğer bir hadisi şerifde:
    "Kaza( ve Kader) bahis mevzuu edildiği zaman dilinizi tutunuz" buyrulmuştur.

    TAHRİF EDİLMİŞ HRISTİYAN İNANCI

    İslam nazarında insanlar, Dünya hayatına amel defteri bomboş olarak başlarlar. Yani günah ve sevaptan beridirler. Hatta iktisap mahalli olan dünyada bile büluğa erene kadar aynı durumdadırlar. Tahrif edilmiş Hristiyanlıkta, her insan doğuştan günahkardır.Bu günahın kaynağı Hazret-i Adem'in cennetten çıkarılmasına sebep olan "zelle" dir. O günahta bütün insanlar müşterektir. Vaftiz olunmadan, yani okunmuş su ile kilisede yıkanmadan Hristiyan cemaatine katılmadan ölen bir kimse - yeni doğmuş bebek bile olsa-doğrudan doğruya cehenneme gider. Hazrt-i İsa ise , insanların bu doğuştan günahkarlığına kefaret olmak üzere çarmıha gerdirilip öldürülmüştür.Ölümünün üçüncü günü dirilmiş ve bir müddet yaşadıktan sonra bedenen göğe çekilmiştir.Ceza gününde ise insanları muhakeme edecektir.
    İslam'a göre, hiç kimseye başkasının işlediği günah yükletilmez. Herkes kendi iktisabından mesuldür. Bu nedenle dünyaya günahsız gelir. Diğer taraftan Hz.İsa çarmıha gerilmiş değildir

    HÜRRİYET, KADER-İ MUALLAK KISMINDADIR

    İslam nazarında bir insanın, kendisine ve başkasına zarar vermeden, yaratıcı tarafından teçhiz edildiği iktidar dahilinde dilediği her şeyi yapabilmesi demek olan "hürriyet", kader-i muallak safhasında mevzubahistir. Belli bir sahada hareket serbestisi ise, cüzi irade ile mücehhez olan insanlar ve cinlere tanınmıştır.
    Kaderi mutlak sahasında ise, varlıklar bütün mevcudiyetleri ve faaliyetleri ile bir robot gibidirler.Tayin ve takdir olunduğu surette faaliyette bulunurlar. İnsan bedeni de dahil olmak üzere, bu "tayin ve  takdir" olunan hususlara "adetullah" veya "sünnetullah" denilir. Felsefe ve müsbet ilimde "tabiat kanunları" denilen gerçekler bunlardır.

    ŞAHİTLİK YAPAMAYANLAR

    İslam hukukunda, mahkemelerde şahitlik yapabilmenin şartları vardır. Bazı kimselerin şahitliği kabul edilmez. Mesala faiz alan ve verenlerin, insanlar arasında ayaklarını uzatıp oturanların, yollarda herkesin gözü önünde birşeyler yiyip içenlerin, şahitlikleri makbul değildir. Rakkas ve maskara gibi namus ve mürüvveti muhil, hal ve harekatı itiyat eden kimselerin ve yalan ile maruf kimselerin şehadetleri makbul olmaz.
    Şahitliğin şartları arandığında, İslam hukukuna göre bugünün insanlarının milyonda biri bile şahitliği kabul edilemez.

    HAKİM OLABİLMENİN ŞARTLARI

    İslam hukukunda hakim olabilmenin ön şartları hakim, fehim, müstakim, emin, mekin, metin ve salahı hal olmalıdır.
    Hakim'den maksat; akil, adil, salih olan zattır.
    Fehim den maksat; anlayışlı, fetanetli, vücuh-ı fıkha, sünnete, asara ve nasın adetlerine vakıf bir zat demektir.
    Müstakim den maksat; doğru sözlü olan,hilekar, muannid olmayan, nastan rüşvet ve hediye almayan , namusu muhtel bulunmayan zattır.
    Emin den maksat ; gadirden, hıyanetten beri, mevsuk, mutemed zat demektir.
    Mekin den maksat; mekanet ve şeref sahibi olan, hafifül meşrep olmayan ,esafili nastan bulunmayan zat demektir.
    Metin den maksat; kavi, tesirata tabi olmaktan beri, unf ve gazap göstermeksizin pek ciddi, mehib sabırlı zattır.
     Salah-ı hal den maksat; diyanet ve ahlak muktezası olan güzel efal ve hareket ile ittisaf etmektir.
    Hakim olan zat, fıkhı meselelere, yargılama usullerine vakıf, davaları bunlara tatbikan fasla kadir, tam bir temyizi haiz,şehadete ehil olandır (Ömer Nasuhi Bilmen)

    DÜNYADAKİ EŞLEŞMELER

    Öbür dünyada bu geçici hayat, ebediyet kazanır. Bu vefasız dünya da ise vefa cefa ile, şerbet, zehir ile, nimet, ceza ile, lütuf kahır ile, rahat, elem ile eştir.
    Hak Teala bu zıtlarla dünyayı devam ettirirken, zıtlarda hayat iade olunurken asıl Sani,Yaratıcı olarak kendini gizler. Güneş gibi aşikardır ancak görünmez.

    PILI PIRTIYI TOPYALANLAR

    Her eşya(yaratılmış şey,canlı-cansız) Hakk'ı teşbih eder ancak siz onların teşbihlerini duymazsınız. Eşyanın tesbihatını duyanlar, Hakk'ın nurunda yaşayanlardır. Bu kişiler bu alemde eminlik ve sağlamlık bulanlardır cümlesi gönülden Hakk'a VASIL OLMUŞLARDIR. ONLARDA KIL KADAR VARLIK YOKTUR, HEPSİ DE YOKLUK TARAFINA YÖNELMİŞLERDİR. ZARURİ ÖLÜMDEN EVVEL ÖLMÜŞLERDİR, PILIYI PIRTIYI TOPLAYIP YOKLUK TARAFINA GÖTÜRMÜŞLERDİR. BUNLAR O SULTANLARDIR Kİ CENAB-I HAK, İLMİNİ ONLARA İHSAN EYLEDİ VE ONLARIN ÜZERİNDEN UYGULADI.
    Bunlar Cenab-ı Hakk'ın zat ve sıfatından fani ve ilmi ledüne maden olmuşlardır.Bunlardan başkası cahildir.Her ne kadar kılı kırk yarsalar da zahir üleması bu ilimden mahrumdur.Çünkü onların uğursuz nefisleri ölmemiştir.İnsanlar ilmi kesbiyi(gayretle elde edilen ilmi) vakit vakit hem cinslerinden öğrenmişler, bayağı dünyanın servet ve makamı içinde zahmet çekerek her biri zevkinden olmuştur.İlmi ancak halkı avlamak, rütbe ve mevki kazanmak maksadıyla öğrenmişler, kuyunun dibine dalmışlar, orada kalmışlardır.Bunların dış görünüşleri doğan gibi gösterişlidir.Fakat hakikatte bunlar kedi gibi fare avlayıcılarıdır. Bunlara doğan deme, kedi de. Zahir alimleri zannederler ki evliya Hakk'ın gayrıdır.Halbuki Evliya nuru mutlaktır.Hak Teala ile Velileri arasına ikilik sığmaz.

    NEY'İN İNLEMESİ, REBABIN İNLEMESİ

    Ney aletini oluşturan kamış, yetiştiği ortamdan kesilip ayrıldığı için feryad edip inler demirken, Rebabı oluşturan maddeler(deri, kıl, tel, ahşap) de her biri kendi vatanından, kendi cinslerinden ayrıldıkları için inliyor ve feryat ediyorlar

    MÜZİK ALETİNDEN DÖKÜLENLER

    "Aşk alemine dair bir çok sözler ve sırlar vardır ki ifade ve anlatımlara sığmaz.Hak Teala onları rebab gibi sazlardan ortaya çıkarır"  Sultan Veled efendimizin REBABNAME isimli eserinden alınmış bu söz bir cihetten hakikati ifade eder. Zira "Hakikatlar aşikar olsa idi şeriatlar batıl olurdu" sözü gereği ,ifade için kelimelerin kifayetsiz yahut sakıncalı olduğu konularda mana, sesle ifade edilmiştir. Bu nedenle büyükler "Sükutumuzdan bir şey anlamayan, konuşmamızdan hiçbir şey anlamaz" buyurmuşlardır.
     AŞIĞIN SÖZÜ, İNSANI AŞIK EDER.  İNSAN DAĞ KADAR SAĞLAM OLSA, BİR SAMAN ÇÖPÜ GİBİ KALDIRIR ATAR.

    SURVİVOR YAHUT ACUN ILICALI HADİSESİ

    Kapitalist sömürü sisteminin bir parçası ve vazifelisi. Aile yapısını dinamitlemek için bilinçli oluşturulmuş bir program. Evlilik dışı ilişkileri sıradanlaştıran ve tüm kutsalların değersizleştirmesi hareketi. Maalesef gençlik bu programı izleyerek uyuşmakta, hayatı bu şekilde toz pembe sanmakta ve şöhret olabilmek için tüm değerlerinden fedakarlık yapmaya müsait hale getirilmekte. Suya sabuna dokunmadan(siyaseti karıştırmadan) aileyi yıkma işlevini görmektedir.Başında bulunan şahsın (Acun Ilıcalı) dahi aile hayatı yaşantısı inancımıza zarar vermektedir. Devlet zahiri uyuşturucularla mücadele ederken, insanımızın aklını uyuşturup kalp dünyasını mahveden bu tür uyuşturmalarla mücadele etmeyi maalesef düşünmemektedir. Çünkü bu tür programlar hayatı toz pembe gösterip ülkenin güncel sıkıntılarını dile getirmeye mani yani "düşünmeye" mani olmaktadır.

    İSLAMIN HAKİKATI NİÇİN DEVLET OLARAK YAŞANAMIYOR

    Cemaatler bazında  İslam yaşanmaya çalışılıyor. Ancak siyasal anlamda yaşanamıyor. Sebebleri ne kadar çok olsa da bu sebepler  asla mazeret olamaz. Vahy, ferd olarak inmiş, Efendimiz şahsı, ailesi, akrabasından başlayarak toplumu temizleme görevini ifa ederek bu sayı cemaat bazına ulaşmış, hicret ederek ayrı bir güç oluşturup Hak Teala'nın emriyle Mekke fethedilip Devlet safhasına geçilmiştir. Efendimiz sonrasında raşit halifeler vaktiyle yaşanmış bölgesel bir güç olduktan sonra "Isıran Emirler" devri ile devam etmiştir. Sahabe daha yaşarken yaşanan fetret devirleri ve birbirleri ile olan savaşlarını ifadeye gerek yoktur.
    Hak Teala kuralları koymuştur:İster fert olarak yaşayın isterseniz devlet olarak yaşayın ancak Hakk'ın kurallarına riayet edilirse bu dünya hayatında tehlikelerden emin olabilirsiniz. Adaleti temin ederseniz dünyevi olan konumunuz Hakk tarafından uzatılır, adalet temin edilmezse yıkılma ve bitiş daha çabuk olur.
    Bu durumda 1500 yıldan beri ortaya çıkan görüntü: Siyasal güç olarak bir devlet kuranlar İslami kurallara riayetle adaleti temin etmişlerse ömürleri uzatılmış, zulüm yapmışlarsa bitişleri süratlenmiştir.
    Hak Teala,Hz.adem (a.s) 'den beri insan topluluklarına peygamber(uyarıcılar) göndermiştir. Toplumu bu zatlar ıslah etmişler, dinleyenler düzelmiş, dinlemeyenler ise azapla yok olmuştur. Bugünkü toplumlarla içlerinde bulunan ve Hak teala'nın vazifeli kıldığı mübarek insanlarla birlikte olup İslam'ı yaşama içinde olurlarsa ayakta durabilir ve dünyada yaşamadan maksadı hasıl edebilirler, aksi durumda içindeki şeytanı ile birlikte Allah ile diyaloğu kuramazlar. Süt ancak maya olursa bir anlam ifade eder, sınıf değiştirebilir. Çünkü, insanların kalbinde tasarruf edip ahlakını değiştirmek yetisini Hak teala evliyasına bahşetmiştir. İnsan şahsi gayreti ile bunu temin edemez. Sanırım içinde bulunduğumuz perişanlığın nedeni böyle Allah adamlarından uzak olmak ve onlara karşı olan edebimizi yerine getirememek.