27 Ocak 2024 Cumartesi

NECİB SULTAN'DAN

 Konya’da bir Allah dostu vardı. Hali vakti yerindeydi. Üç katlı olan evinin zemin katında kendisi otururdu. Diğer iki katta çocukları oturuyorlardı. Bir gün evine hırsız geldi. Her kattan bir şeyler çalınmıştı. cüzdan, para, altın v.s. Ama en alt katta oturan Mehmet Efendinin hanımının Mantosunu da almıştı. Kadın haykırıp duruyordu. Bir taraftan da Mehmet Efendiye bağırıyordu.” Bir de Allah dostuyum diyorsun. Senin evine nasıl hırsız giriyor. Hiç okumadın mı?” Mehmet Efendinin evi bahçesinin bir köşesinde ve bahçenin sınırları duvarla çevrilmişti.. Demek ki hırsız duvardan atlamıştı.

Adam hanımına dedi ki : “Bahçeye bakın. Hırsız aldıklarını düşürmüş olabilir “Kadın kızarak,

“ Beyefendi bizimle dalga mı geçiyorsun. Hırsız o kadar aptal mı? Çaldıklarını düşürür mü hiç! “ Biraz sakinleşince, kendi kendine:

“ Bu delinin söylediği bazen çıkar “ dedi. Çocuklarını çağırdı. Hep beraber bahçeye dağılıp aramaya başladılar. Az sonra her biri bir şeyler bulduklarını yüksek sesle, sevinçle bağırmaya başlamışlardı. Çalınan malların hepsini bulmuşlardı.

O vakit Mehmet Efendi hanımına “ Hatun mantom gitti diye dövünüyordun..İşte bulundu.Onu pazara götürsen kaça satarsın ki.?. Dünyanın insana yaptığına bak “ dedi.

NECİB SULTAN'DAN

 Annem ben altı aylık iken, bana hamile olduğunu anlamış. Doğumumdan yedi yaşına kadar hep titremişim. Sıtma tutuyor diye kinin verirlermiş. Aynı zamanda Allah dostlarının türbelerine götürürlermiş. Yedi yaşına geldiğimde, bir akrabamın kızını öpmüşüm. O vakit titremem geçmiş. Normal yaşantıma devam etmişim.

25 Ocak 2024 Perşembe

ÜLKENİN GERÇEĞİ

 “SIĞIRLAR AYNI YERDE OTLUYORLARDI” 

Daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde traktörle çift sürüyordum.  

Traktör makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı . 

Öğretmen Okuluyla birlikte Çınarlı Meslek Lisesinin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini  bitirdim .

Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas'ın teşvikiyle , tarihte ilk defa Radyo-Elektronik kolunu kurdum .  

19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda , bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum .

O yıllarda Grundig marka transistorlu radyolar dokuz yüz , öğretmen maaşı da dört yüz elli liraydı .

Yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına, bu günkü değeriyle altı bin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu .

İzmir Çankaya Caddesinde elektronik hurdacıları vardı . 

Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir , gerisi kolay ! Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu .

Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan , muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı .

İşe  koyulup radyo elemanlarını monte ettim .

 En sona hoparlörü kalınca , muhtara:

 -“Tut şu kablonun ucunu , hoparlörün

 dibine değdir” dedim.

Değdirdiği gibi oyun havaları patladı ! Ankara radyosu çalıyordu !

Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı:

-“Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii !” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu . 

Köylü merakla kahveye doluştu .

-“Üleen dokuz yüz gaymelik iş bu muymuş” diyorlardı .

Onlar :

-“Öğretmenimiz radyo icat etti “ dedikçe, Ben 

-“değil başkası icat etti , ben imal ettim” diye uyarsam da , onlar inatla :

-“Sen icat ettin” diyorlardı .

Önce muhtara , sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım. 

Muhtar radyolara  kutu yapıyor , hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu . Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor , skala olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu .

Kimseden para da almıyordum ama onlar da çeşit ikramla memnuniyetleri gösteriyordu .

Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu.

Bir gün , bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı  :

- Nedir ülen bu ?

- Radyo başefendi .

- Böyle radyo mu olur ülen ?

- Öğretmenimiz icat etti .

- Neee , kaçak radyo yapmış , tut onbaşı , zabıt tut !

Zaptı tutmuşlar .

O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı . Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, Milli Eğitim Müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi .

Milli Eğitim Müdürümüz  Ahmet bey, öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı .

Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı  ve:

-“ O muhteşem mucit bu ! “ dedi ve  kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti . 

Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle  radyo başına para cezası  kesiliyordu . İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi , yani sonu hapis cezası .

Savcılığa sevk etmemek için , önce takdir edip , sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak , Ödemiş Bozdağlardaki  Kızılkeçili köyüne sürgün ettiler ! Soruşturma kapanmış ama yurdumun  geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı .

Bahar aylarında Bozdağlar'a geldim , İsviçre gibi bir yer !

Bozdağların tepesinde son köy Karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok !

Köyü gezerken , içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda  terk edilmiş üç su değirmeni gördüm . Elektriklisi çıkınca , bunların pabucu dama atılmış ! Birinin suyu var , kapağı kapatınca  tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar ! Yazık boşa akıyor  !

O  yıllarda hiç bir köyde elektrik yok .

Hafta sonunu dar ettim . İzmir Sanayi Bölgesinde Manisalı Ahmet Tütüncüoğlunu buldum . Derdimi anlatınca  yardımcı olup , jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı : alternatör ,  voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör , jeneratörün miline  monte edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı .

Ahmet bey , o iyi yürekli insan , hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi . Bir kaç günde montajı tamamladım . Köy kahvesine , okuluma , camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim . Açılış için akşam karanlığını seçtim .

Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun  kapağını açınca , ortalık gündüz gibi aydınlık oldu . Suyun gücü neredeyse on beş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi . Köylü sevinçten çığlık atıyordu .

 -“Sakın öğretmenimiz  icat etti diye kimseler söylemeyin , başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim .

O gece devreyi hiç kapatmadım , nasıl olsa bedavaydı !

Sabaha kadar efeler zeybek oynadı , kimi duayla , kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu  kutladı .

İki gün sonra basıldık. Tüm ilçe jandarması köyü basmıştı .

- Emir aldık , sökün bunları yoksa fena olur ! 

Söktük .

Kasabaya indim ve -“Sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize....” diyerek istifamı verdim

Oradan denizlere açıldım. Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği , ardından süper tanker süvariliği .

Yıllar sonra memlekete döndüğümde  gördüm ki ; değişen bir şey yoktu , sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı . 🤔

(Öğretmen Nedim ÇAKMAK)

EROL KEKEÇ

 GENLERİMDE TAŞIDIĞIM UMUDUM YAŞAR MI ACEP

“Süreklilik kazanmış geleneksel toplumsal kalıpları kendinize göre yeniden dizayn edip içini dolduramazsanız, yaptığınız değişim toplumsal hayatı bunalıma sokar.”

Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman bunun tüm boyutlarıyla yaşandığına şahit oluruz.22 Yıllık var olan iktidar toplumsal kalıpları yerinden oynattı ancak olması gereken insani değer sistemlerinden uzak ideolojik yaklaşımla bunları biçimlendirmeye çalıştı. Böyle bir süreç kin öteleme dışlama ayrıştırma gibi uç davranış biçimleriyle örtüşerek topluma yerleştirilmek istendi. Böyle olunca her ortamda patlak veren ve gittikçe yaşanmaz hale gelen bir toplumsal yaşam ortaya çıkardı.

Bir toplumun değişimi eğitimle başlar sözü, söz olarak doğru bir ifade ancak eğitim, günlük kişilerin bulunduğu ortamın gözle görülen kabuğuyla ilgilenerek geliştirilmek ve yenilenmek istenirse, kabukları değiştirmek veya başkalaştırmak eğitimi yenilediğiniz anlamına gelmeyeceği idrak edilmedi. Eğitim uzun bir çabanın ürünü olarak bilimsel verilere dayanarak ideolojik ve dini dayatmalardan uzak tamamıyla insan odaklı olması gerekir. Bir toplumun eğitimi bulunduğu coğrafya, doğal fıtri özellikler ve insani gelişim süreci dikkate alınarak başlanır. Eğitimde amaç, ufuk açmak ve yeteneklerin fıtrat yazılımına uygun geliştirileceği ortamları oluşturmaktır. Eğitim dayatmak değil, yaşken ağaç eğilmez, yaşken ağaç doğrulur. Bunun yolu fıtrat genleriyle uyumlu psikolojik, fiziki biyolojik coğrafi ve sosyolojik ortamların var edilmesidir.

22 Yıl içinde değiştirilen MEB’larının kaç tane olduğunu yazmama gerek yoktur. Bir toplumun geleceği üzerine böylesi bir kumarın oynanması neticesinde bu kumarda hep kaybeden tarafta yer aldık. Kumar oynamak baştan yenilgiyi kabullenerek o ortama girmektir. Her gelen yeni bir şey bulmuş gibi Milleti hipnoz ederek işe başladı, ehil olmayan yöneticiler atandı, her okulun müdürü neredeyse ilahiyatçılardan oluştu. Bu işte ne kadar ehil olup olmadığına bakılmaksızın, dayatılan bir eğitim algısını okullarda nasıl daha rahat uygularız ve bize sadakat gösterecek yanlışlara ses çıkarmayacak bir kitle oluştururuz diye eğitime bakıldı. Böylesi bir mantık tutarsızlığının ve akıl tutulmasının eğitimi getireceği nokta sanıyorum, uzay üssü olmayacaktı. Şimdi uzaya gönderilen bir yolcunun gidişiyle mutlu olan nesiller oluşturmayı eğitimin kalitesi olarak değerlendirir olduk. Kalite kendini inşa eder. Kalite birilerinin yaşamındaki heyecanı alkışlamak ve ondan kendinize bir pay çıkararak özdeşleşmek değildir. Kalite, yıkmaz bunaltmaz, fulü bir yan bırakmaz, gelecek endişesi taşıtmaz, insanları umutlu kılar. Herkesin yaptığı işten zevk almasını sağlar. Ancak bizdeki kalite sadakatli olmaya dayandığı ve yanlışları birlikte örtmek ve bir çıkar olunca ortak paylaşmak olduğu için kalitesiz ve dip bir yaşam ortaya çıktı.

Bir toplumun eğitiminin genetiği değiştirilmiş ve suni nesiller ortaya çıkmaya başlamış ise, buna bağlı diğer kurumlarda anlamlı bir yaşam bekleyemezsiniz. Diğer kurumların hepsinin insan potansiyelini imal eden kurum eğitimdir. Eğitim çarkı iflas eden bir toplumun şu kurumlar iyi çalışıyor diyebilme imkânınız olmaz. Diğer kurumların tamamı mesleki yeterliliğe sahip insanların yer alması gereken kurumlardır. Mesleki yeterlilik ve insani davranış kalıpları yerle yeksan olmuş, ahlakın yerlerde süründüğü bir ortamdan geliyorsa o zaman buralarda nasıl olumlu ve faydalı sonuçlar bekleyebiliriz ki!

Bir toplumun yıkıma gitmesi böyle başlar, iyi niyetli olmanız hiçbir şeyi değiştirmez aynı zamanda sizi masum kılmaz. 22 yıl bir toplumun tüm kültürel ve yaşam kodlarının yeniden kodlanması ve istenilen küresel kodlamaya uygun ve yeterli bir zaman olduğu kanısındayım. Bizim eğitim anlayışımız küresel ölçekte planlanmış, dünyayı sömürmek için uygun kobaylar oluşturma anlayışına göre biçimlendiği için geldiğimiz nokta insanlığın kurşunlandığı son aşama oldu çıktı.

Beyin travması yaşayan yöneticilerden oluşan bir yönetim erki bu sistemi bundan iyiye asla çeviremez, onun için bu patolojik algı öncelikle toplumsal yaşamın üzerinde bir kara bulut gibi durmaktan uzaklaşmalı ve toplum ciddi bir nefes alıp, bu nefes darlığından çıkması lazım. Beyne kan giderse belki doğru düşünüş hamleleri gerçekleşir. Toplumsal yaşama ait söyleyecek sözü olan duyarlı ve sorumlu idealist eğitimciler ortaya çıkar. Sorumlu duyarlı, bir orman gibi kardeşçe ve bir ağaç gibi tek ve hür bağımsız fidanlar yetiştirmeyi ve onlara ufuk açmayı dert edinmiş eğiticilere bu toplum çok muhtaç…Velilerin, kendini bilmez yöneticilerin elinde şamar oğlanına dönmüş eğitimci olamaz. Öğretmenin prestiji yerlerde sürünürken hangi hedefe varmayı düşünebilirsiniz ki!2023 -2024 eğitim öğretim yılı için bir ülkede 6-8 bin lira harçlıkla ücretli öğretmen çalıştırarak nereye gitmeyi düşünüyorsunuz. Uzayla ilgili bir çalışmayı bırakın ancak uzaya gidenlerin boş kalan koltuklarından bir yolcu bileti alabilirsiniz. Bunları söyleyecek ve bunları dillendirecek entelektüel ve aydın insanlarımız olsaydı zaten böyle bir karanlık tablo ile karşı karşıya kalmazdık. Bugün ki iktidar olumsuzlukları dillendiren her insanı o makama layık olup olmamasına bakmaksızın bir yer verdi veya belli yönetim kurulu üyeliği altında onlara susma payı vererek onları da susturdu. Sonrasında tek ses çıkmaya başladı televizyonlar gazeteler doğru yanlış olup olmadığına bakmaksızın iktidarın haber kanalı ya da bülteni olup çıktılar. Farklı olanlarda vatan haini olunca geleceğiniz son nokta herhalde bu olurdu. Piyangodan uzay istasyonunun size çıkmasını mı bekliyordunuz.

Eğitim kurumları sil baştan var olan yöneticilerin büyük çoğunluğunu yöneticilik makamlarından alarak duyarlı sorumlu insanlarla ancak yeniden işlev kazanabilir. Yoksa öğretmenlerin hepsi işlevsiz bir eğim aparatı olarak kalmaya devam ederler. Öğretmen iz bırakan toplumu ufka baktıran, ahlaki değerleri onların yaşam alanlarının her tarafına nakış nakış işleyen ağaçları görünce kıran çocuklar değil, ağacı görünce koruyan çocuklar yetiştirir. 

Ey yönetim erki bu gidiş hiç iyi bir yöne gitmiyor, böyle devam ederse yarınlar olmaz bugünü karanlık olanların yarını toz duman olacağından kuşkunuz olmasın…Toplumsal yaşam farklı düşünce ve insanların birlikte hareket edebileceği ortamların var edilmesiyle devam eder. Liyakatin ölçüsü sadakatin zirvesi olursa o toplum asla iflah olmaz. Bu kısa makalemde anlatmak istediğim birçok konu olmasına rağmen en önemli temel bir meselenin dikkate alınması için bu satırları yazdım…Biz hatırlatmak zorundayız, “kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki,” ayetinde vurgulanan bir kalem olsun kalemim o amaçla yazıyorum dileyen Rabbine giden bir yol tutar…Adaletin olduğu yerde bu söylediklerimin olması hayatın doğasında var, ancak adaletsiz ortamlarda bunlar ancak bir temenni olarak yer alır. Dileğim temennisiz bir ortama kavuşmak dileğimle….

Selam saygı ve muhabbetlerimle!

Erol KEKEÇ/23.01.2024/Namazgah/İST

20 Ocak 2024 Cumartesi

GÜNÜMÜZ DİN ADAMLARI/NURETTİNN TOPÇU

 GÜNÜMÜZ DİN ADAMLARI 

‘Asırların artığı sözde din adamlarınız, devrimizin maddeci yıkımını göstererek onu itham yoluyla kendilerinin Allah yolcusu oldukları vehmini halka sunuyorlar. Hakikatte ise onlar dinî hayâtı, maddî şekil ve hareketlere bürünmüş maddecilerdir. Ruhlarını kaybetmişlerdir. Allah yolculuğu mevlidhanlıktan, duacılıktan, mukabelecilikten ve kasidecilikten geçmediği gibi kinin, tekfirin, tehdidin ve ruh karartıcılığının da ilâhi yolculuğa yoldaşlığı olmaz. Nur arayanlar, her tarafta nurla kuşatılırlar. Etrafta karanlık arayıp taşlama harisleri nuru asla göremeyeceklerdir. Bizim yolumuz, İslâm’ın kaynaklarındaki nurlardan fışkıran ümit ile iman sevdasını âleme ve Allah’ın bütün kullarına ulaştırma yoludur; İslâm’ı insanla birleştiren yoldur.


 Nurettin Topçu, “Önsöz”, İslâm ve İnsan/Mevlânâ ve Tasavvuf’, 13-14.

İSLAM DÜNYASI/NURETTİN TOPÇU

 İSLAM DÜNYASI


‘Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu andıran İslâm dünyâsı, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her İslâm memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerce ziyâretçi ile dolan Kâbe’nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasi ne iktisadi, ne de esasında ilmi ve fikridir. Bu halin sebebi, İslâm’ın temeli ve Kur’ân’ın özü olan ahlâkın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü Müslümanlar, bir takım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kur’an harikası olan ilâhî ahlâk, İslâm diyarında çoktan gömülmüştür.’


Nurettin Topçu-İslâm ve İnsan/ Mevlânâ ve Tasavvuf-önsöz

ŞÜKÜR

Gerçek şükür, Hakk7ın insanlara bahşetmiş olduğu nimetlerin cinsinden başkalarını da faydalandırmaktır.Bu tarzda yerine getirilmesi gereken şükür, herkes tarafından yapılamadığı için ,Hak teala Kur'an da:"-Kullarım içinde hakkıyla şükreden azdır"(Sebe 13) buyurmuştur.

"Ya Rabbi şükür","Elhamdülillah" gibi buna benzer tazarru ve niyazlar, şükrün dil ile ifadesi olup hamd ve zikir olarak mütala edilmelidir.

Şükür kulun, Hakk7ın kendisine bahşetmiş olduğu göz, kulak, diğer aza ve çeşitli nimetleri yerinde sarfetmektir.Mesela zenginliğe şükür, fakire infak ile , sıhhate şükür , hastaları gözetip onları ziyaret ile , ilme şükür, bir başkasına öğretmek ile , tokluğa şükür, açları doyurmak ile yerine getirilmiş olur.  

14 Ocak 2024 Pazar

SABIR

 SABIR, dinin yarısı olarak tarif edilmiştir.Sabır, nefse haz veren şeylerden uzaklaşmaktır. Kişi belaya sabretmekle , kazaya razı olur .İslam'ın esası rıza, imanın ise sabır olduğu ifade edilmiştir,.

Abidlerin ve aşıkların sabrı olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. Abidlerin sabrının en güzel şekli, şikayette bulunmamak, ve halin devamını sağlamaktır. Aşıkların sabrının en güzel şekli de Hakk'a ulaşmanın çabuklaşması için sabrın terk edilmesidir. Abidde sabır şarttır, aşıkın vuslattan sonra sabra ihtiyacı yoktur.

SIDK(DOĞRULUK)

 Sıdk,müslümanın Hakk'a ulaşmasını teminde gerekli olan sıfatlardan birisidir.İnsan sıdk, ihlas ve sabırla olgunluğa erişir.Doğrulardan murat , Hak davaya sadık, en zor ve en tehlikeli şartlar içinde ona yar olanlardır.

EVLİYADAN SADIR OLAN ZIT SÖZLER

 Sırrı Sekati hazretleri  tevbeyi tarif ederken "GÜNAHINI UNUTMANDIR" diye tarif ederken Cüneydi Bağdadi hazretleri "GÜNAHINI UNUTMAMANDIR" demiştir.Birbirine zıt gibi görünen tarifler, ayrı ayrı değerlendirildiğinde her ikiside gerçeğe uygundur.Çünkü birinci tarifte havas, ikinci tarifte ise avam kastedilmiştir.Havas daima zikirde bulundukları için , kalplerinde masivayı barındırmazlar, günah da bir masivadır.

TEVBE

 Tevbe, tasavvufi vahdet hayatının kapısıdır.Ruhun selameti için günahın zararlı olduğunu idrakten doğar.Zira günah mümini gayesinden , yani Allah'ından ayırır.Allah'la insban arasındaki hicapların kalkmasına vesile olan ilk makam tevbedir.

Tevbe ruhi bir hadisedir.Kulun kusurunu Hakk'a götürmesi, günahlarını itirafla , pişmanlığını beyan edip ,O'na sığınmasıdır.Zira bu dergah-Hz.Mevlana'nın belirtttiği gibi - ümitsizlik dergahı değildir, geçmiş günahlardan pişmanlık duyup , Allah'a sığınmak isteyen her kimse, mutlaka huzura kavuşur.Efendimiz buyurmuştur:"Günahından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir".

Tevberücu manasına gelir.yani Mü'min , kötü huylardan, İslamın ruhuna zıt davranışlardan sıyrılmasına, samimiyetle güzel huşlarına rücu etmesine tevbe denilmiştir.

MANEVİYAT EHLİNİN TELEFONLAŞMASI

 Maneviyat ehlinin telefonlaşması kavramının içinde maddi iletişim araçları yoktur.Onların özel bir iletişim kanalı vardır.Metli Dede hazretlerinde yetişen Konya'da Üçler mezarlığında medfun Hasan Hüda haz retlerinin kızı Hatice Sultan'ın kızı Şerife anlatmıştı.Babam,yüksek tahsilini yapmadan evvel evlenmişti.Evlilik esnasında Yüksek okulda okuması icab edindce Dedim, Damadı'nı kızımı bize bırak sen okumaya git dediği için çocukluğum dedemin yanında geçti.Bir gün Dedem sabah sonrasında asabi idi.Telefon ediyorum ediyorum,telefona bakmıyor" diye söylenince ,Kim o? diye sorunca Necib Sultan'dan bahsetti ve ilave etti "Biz sabahlara kadar biriktiyoruz, o geliyor bizim kazandıklarımı alıp gidiyor(çalıyor) dedi.Ben 17 yaşında idim.Bu sefer Necib Efendi'nin avukatlığına soyundum ve dedeme dedim ki:"Sen de hazinenin kapısını kapalı tut o zaman" deyince Dedem biraz yumuşamış vaziyette bana "Nasıl kapalı tutacağım /" diye bana sordu.Ben de "Mürşidine sorup öğrenseydin ya ! Deyince dedemin neşesi yerine geldi ve akşama kadar mutlu oldu.

Maneviyat ehlinin birbirlerinden kazanç aşırdıkları, birbirlerinin dervişlerinden gözünün tuttuklarını kendi mülküne katmak istedikleri hep vaki olmuştur.Bu nedenle bu tür durumlarda birbirlerine kızarlar ve karşıyı "maneviyat hırsızlığı" ile suçlarlar.

ŞEYH MAHMUT APAK

 

Evliyaullah'ın ruh teslimi meselesi..Evde beslenen kedi ile alakalı yorumları..

6 Ocak 2024 Cumartesi

"NE ZAMAN İSTESEM GELİYORDU"

 Necib Sultanımın en küçük kızı anlattı."Abimin askeriyedeki tayini Kütahya'ya çıkmıştı.büyük ablamla beraber onun evinde idik.Benim yaşım 9..Pencereden akşam vakti dışarıyı izlemekteyim.Acaba babam gelir mi? diye..Onu dışarıda gördüm ve ablamı çağırdım:Ablam babamı gördüm" diye Ablam geldi dışarıya baktı kimse yoktu.Kendisine şaka yaptığımı sandı ve kızdı.Akşamın bu saatinde Babamın burada ne işi var..Aradan epey zaman geçti.Evin kapısı çalındı.Ben hemen kapıya yöneldim kapıyı açtım,ancak arkadan zincirli olduğu için boyum zinciri açmaya izin vermiyordu.Ablama bağırdım:Abla Babam geldi" diye..Ablam yine şaka yaptığımı sandı gelmedi.Birkaç defa çağırınca geldi.zinciri açtı.Hakikaten gelen Babam iidi.Akşamın o saatinde nasıl gelmişti hayret etti.Aynı şekilde daha sonraki süreçte..Osmaniye'de okurken kaldığım evde, günün hangi saati olursa olsun  babamı görmeyi çok arzu ettiğimde babam mutlaka kapıda görünüp ziyarete gelirdi.Yaşadığım bu hali kime anlatsam, bana "inanmıyorlar" geliyordu. 

4 Ocak 2024 Perşembe

CAHİL SECDE ETTİ, OYSA KIYAM VAKTİ İDİ(MUUHAMMED İKBAL)

 

Müslümanlardaki şükür anlayışına bakıyorum, teslimiyet anlayışına, kadercilik, cihat anlayışına bakıyorum bir de Kur'an öğretilerinde bunlara tekabül eden emir ve öğütlere bakıyorum taban tabanı zıt ve kendi içerisinde paradoksal bir endam ve anlayışla yol alıyor; Müslümanlar ve Müslümanlık...

Fiziksel zulmü ve vahşeti her türlü imkanına rağmen oturduğu yerden geliştirdiği şükür, dua ve cihat anlayışıyla hallediyor. 

Kendini hiçbir yük, meşakkat ve somut bir sorumluluk almadan geliştirdiği anlayışla aslında bu yüce dine bir yük,külfet ve arıza oluşturuyor...  

Vakti gelmiş eylemsel cihadı, secde vakti ile karıştırmış bir cehalet ve kavramsal fırsatçılıkla savuşturmaya çalışıyor...

Muhammed İkbal ‘in "Cahil secde etti, oysa kıyam vakti idi" dediği hal üzereler...

Bulunulan gaflet konumuyla, kül yutmayacak Allah'ı bile es geçmişler... 

Garabet bir durum; kutsallık atfettiği öğretiye bu kadar zıt bir yaşam tarzları oluşan başka bir toplum yok.Şiddetli yerdiği modernizm yaşam tarzlarının tam kucağında ve arka planda her türlü çıkar devşirmede üstlerine yok...

İsrail resmen ve alenen, İslam toplumları başta olmak üzere tüm insanlığı imtihana tabi tutmuş. Hiçbir yaptırımla karşılaşmadan ve akıl almaz bir vahşetle yaşam koşulları her türlü zor fakat izzetli Filistin halkını tüm dünyanın gözü önünde peyderpey ya da hızlı bir şekilde yok etmeyi kafaya koymuş.

Resmen ve alenen, görülmemiş kışkırtıcılıkla yeni bir dünya savaşı ve faşist hayali üzerinden büyük İsrail 'i kurmanın jet hızıyla zeminini oluştururken, sözüm ona başta devasa kaynaklara sahip olan Arap ülkeleri yöneticileri, İslam ve dünya ülke yöneticileri, evvel zamanında  holokostla psikopat haline getirilen bu zümrenin azgınlığına ses çıkarmaya yeltenemiyor bile...

 Öte yandan bu nezih, hareketli ve adil dinin sözüm ona müntesip ve anlayışları biline ki kendi oluşturdukları garabet, çıkarcı, ilimden, bilimden ve fikirden uzak halleriyle bu dine yükler, artık yükler...Yoz, çürümüş istismarcı, menfaatçi, tembel ve ahlaki yoksunluğu zirve yapmış bu anlayışı yıkmak ve bu dinin hakettiği aydınlanma çağını da başlatması elzem olmuştur. 

Nezih ve aydınlanmış zihin, dünyayı karanlığa, zulme ve kana boğmak isteyen vahşet bir anlayışa karşı durabilir. Bu duruşa insan olan ve insanlığı olan herkesin ihtiyacı vardır. 

Nezih ve aydınlanmış onurlu duruşlara, selam olsun... ,(Ahsen Meryem Süveyda-Her taraf)