31 Ekim 2016 Pazartesi

ALLAH'IN YASAKLADIĞI İLİMLER

Lüzumsuz soru sormayı Maide suresi 101 ayet yasaklamıştı..Keza,Allah Teala iman ehline ledünni ilimleri ve eşyanın hakikatlarını sorarak öğrenmeyi yasaklamıştır.Çünkü bunlar kal ilimlerinden değil,hal ilimlerindendi.Hakikatlere söz ile yapılan açıklamalarla ulaşılamaz.O takdirde heva,vehim ve hayalin afetleri ile karmakarışık olan akıllarınız şüphe içine düşer sonuçta felsefeciler gibi bu şüphe bataklıklarında helak olup gitmek muhtemeldir. FElsefeciler eşyanın hakikatına dair ilimleri ,söz ve akli deliller yoluyla öğrenmeğe çalışmışlardır.Vehm ve hayal karışıklıklarından uzak akılların düşünerek elde edebileceği konularda felsefeciler isabet etmişlerdir.akılların idrakte zorlandığı konularda ise doğru yolu ararken şeytan,ayaklarını kaydırdı da onlar şüphe vadilerine ve helak çukurlarına düştüler.Hem kendileri helak oldular,hem de ilahi ilimleri dair yazdıkları kitaplarda pek çoklarını da helaka sürüklediler.
Peygamberlerin öğrenmesi hal yoluyladır.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN
Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

İLÇENİN BAŞ MECZUBU

Hatay Dörtyol ilçesinin 1980-1995 yılları arasında meşhur bir başmeczubu vardı.Ahmet Sinan..Halkın deyimiyle "Deli Sinan".Bir kaç seneden beri,İlçede ambalaj malzemeleri satan,Ziya  Efendinin dervişi Bahri Çardak'ı gördükçe kızar ,onu söverek "Ayağımı kıracaksın"diye söylenir.Bir müddet sonra Bahri Çardak,yeni çıkmış sıfır model bir steyşın Toros satın alır.bir kaç ay sonra şehrin içinde cadde ortasında Sinan'a çarpar ve Sinan'ın ayağı kırılır.Bahri Çardak bu işe şaşar.Çünkü bir yıldan beri bu çarpma işini Sinanın söven ağzından defalarca işitmiştir ama hadiseyi anlayamamıştır.Neticede Sinan beyin kırılan ayağının tedavisi için Eğirdir kemik hastanesine aracını tahsis eder.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

MEVLANA'NIN RUBAİLERİ NASIL OKUNMALI

Hz.Mevlana Efendimizin rubailerinin manasındaki güzellik,nüktesindeki incelik insanı hayran eder.Bu güzel rubailerin zevkine varabilmek için kitabı her ele alıştı bir rubai okumakla yetinilmelidir.Okunan o bir rubainin üzerinde düşünüp,anlamaya çalışmak gereklidir.


ÖMÜR TÜKENDİ İSE ALLAH BAŞKA BİR ÖMÜR VERDİ.GEÇİCİ ÖMÜR KALMADIYSA İŞTE ŞURACIKTA TÜKENMEYEN ÖLÜMSÜZ ÖMÜR..AŞK,HAYAT SUYUDUR,BU SUYA DAL.BU DENİZİN HER DAMLASINDA BAŞKA BİR HAYAT,BAŞKA BİR ÖMÜR VAR.(Rubailer)

MANTIKUT TAYR'IN KUŞLARI


Feridüddin-i Attar hazretlerinin Mantıkut Tayr isimli eserine konu olan kuşlar ASLINDA BU DÜNYADAKİ BİR İNSAN TİPİNİ TEMSİL EDER.Bu insan gurupları,meşrepleri gereği bu dünya hayatı ile bir diyaloğ içindedir.Allah'a vuslat hususunda insanlara yol gösterici olan hüthüt kuşu aslında mürşitlerdir.Her bir kuşun fikirleri,yaşantıları,beklentileri konusunda müstakil bir kitap yazmak mümkündü.Bu kuşlardan bazıları şunlardır:

Hüdhüd kuşu(Sırtında tarikat elbisesi,başında hakikat tacı vardı.Akıl ve vehm kuvveti güçlüydü,iyi ve kötüden haberdardı..Padişahın kim olduğunu bilmekteydi.Kaf dağının arkasındaki sarayında bulunmakta,saray kapısının önünde hem nurdan hem zulmetten yüzbinlerden fazla perde vardır.diyerek diğer kuşlara –Padişaha gitmek hususunda davetkar ve önder olan kuş.

Bülbül kuşu;aşkın sırlarına vakıftı.Aşk canına zorbalık etmeye başlayınca taşkınlığa başladı ve onu gören herkes kendin geçip uyanık geldiyse mest gitti.

Papağan kuşu;şeker dilli,fıstıki bir elbise giymiş boynuna da altın bir gerdanlık takmıştı.Konuşmaya başlayınca ağzından şeker gibi tatlı sözler dökülürdü.Kuşların hızır’ı olduğum için yeşil giyindim,belki bu sayede abı hayat içerim diyen bülbüle Hüdhüd dedi ki:Ey devletten bir nişan elde edememiş.Canını feda etmeyen kimse er değildir.Hem abı hayatı istiyorsun hem canını seviyorsun

Tavus kuşu ;sırmalara bürünmüş ve süslü.çirkin yılanla olan arkadaşlığı nedeniyle cennetten kovuldu ve güzel ayakları gitti,çirkin ayaklara sahip oldu.Beni bu karanlıktan alıp cennete geri götürecek bir rehber arıyorum.Padişahın dergahına çıkacak biri değilim,dergahın kapısının önüne varayım bu bana yeter demişti.Bu dünya da başka bir isteğim yok,yüce cennet mekanım olsun bana yeter.

Kaz kuşu;suda yapmış olduğu temizlikle övündü.Şöyle dedi:Kimse her iki alemde benden daha temiz ve benden daha pak birisinden haber veremez.Her an güzelce yıkanırım,seccademi suyun üzerine sererim.Ben daima suda yaşarım,bu nedenle karada muradıma nasıl ulaşabilirim.

Keklik kuşu ,dağlarda mücevher aramakla ömrünü tamamlar.Mücevher tutkusu nedeniyle bir ayyağı balçıkta olan nasıl kuşların padişahına gidebilir.

Hüma kuşu;daima yükseklerde uçar,saltanat sahibidir.Padişahları tayin eder.

Doğan kuşu;Padişahların kolunda yer etmeyi sevmiş,sırf o kolda durabilmek için gözlerinin örtülmesine ve kafeste bulunmasına razı olur.Bu dünyada padişahın elinden bir lokma yeter bana.Padişahın kolunda bir ömür rahat yaşamak yeter bana.

Ala üveyik kuşu;benim için en güzel yer deniz kenarında olmaktır

Baykuş;En rahat edilecek yer harabelerdir.Çünkü defineler harabelerde bulunur.

Kuyruksalan kuşu;ben aciz,zavallı güçsüzüm.Benim gibi bir zavallı kuş padişahın huzuruna nasıl çıkabilir.
Bu konumda olan kuşların(insanların)seyrü süluklarının hikayesi anlatılır.


HIZIR'IN DOSTLUĞUNU RET

Yüce makama sahip aşık bir kişiye Hızır (a.s)dedi ki:”Ey kamil er.! Benim dostum olmak istermisin?” deyince aşık olan o zat dedi ki:”Benim seninle işm olmaz.Zira sen çok uzun bir zaman hyatta kalabilmek çin kaç defa ab-ı hayat içtin.Oysa ben her an canımı feda etmek arzusundayım.Çünkü canansız cana rağbetim yok.Sen canını koruma sevdasındasın ,hulbaki ben her gün canana can feda ediyorum.En iyisi,kuşların tuzaktan uzak durdukları gibi biz de birbirimizden uzak duralım vesselam”.





MAZLUMA YARDIM ETMEMEK

Ebu Meysere'nin şöyle dediği rivayet olunur:"Kabrine defnedilen birine bir kamçı getirilir.Yani münker ile nekir gelir ve ona:"Sana yüz kamçı vuracağız"derler.Ölü:"Ben şöyle böyle biriydim"diyerek şefaat diler,bunun üzerine cezası on kamçıya indirilir.Sonra cezası tek bir kamçı olana kadar böyle devam eder.Sonunda melekler:"Sana tek bir kamçı vuracağız"derler ve vururlar.Kabir,ateş kesilir.Adam meleklere:"Bana hangi sebeble vurdunuz?"deyince melekler:"Zulme uğrayan birinin yanından geçerken senden yardım istedi.Sen ona yardım etmedin"der.Mazluma yardım etmeyen birinin durumu böyle olursa,zalimin hali ne olur?"

TEVBESİ OLMAYAN ALTI GÜNAH

İbn Abbas (ra)’ın şöyle dediği rivayet olunur:”Altı tane helak edici günah vardır ki bunların tevbesi yoktur.Yetim malı yemek,namuslu bir kadına zina suçu atmak,düşmanla çarpışırken firar etmek,sihir,Allah’a şirk koşmuk ve peygamberden birini öldürmek”

TAKVANIN ÜÇ MERTEBESİ

şeriat örfünde takva;Nefsi,ahirette kendisine zarar verecek şeylerden korumaktır.Takvanın üç mertebesi şudur:
Birinci mertebe;Şirkten uzak durarak ebedi azaptan korunmaktır.”Allah onları takva sözü üzerinde durdurdu”(Feth 48/26) ayeti celilesi bu manadadır.
İkinci mertebe;Bütün günahlardan kaçınmaktır ki ıstılahi manadaki takva budur.”Eğer kasabaların halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı …”(Araf 7/96) ayeti kerimesindeki takva bu takvadır.
Üçüncü mertebe;kendini Allah ile olmaktan meşgul eden her şeyden el çekmektir.”Allah’dan hakkıyla korkun”(Ali imran 3/102)ayetinde istenen gerçek takva işte budur.
Bir vezir,Zünnun ü Mısri’nin yanına gelir.Padişahtan korktuğunu belirterek ondan himmet ister.Zünun:”Ben,senin sultandan korktuğun kadar Allah’dan korksam, sıddikler zümresinden olurdum.”der.
Olmasaydı cennet ümidi ve cehennem korkusu
Dervişin ayağı feleğin üstünde olurdu doğrusu
Korkar olsaydı vezir eğer Allah’dan
Melek olurdu,korktuğu kadar padişahtan.


BEDEVİNİN AHİRETTEKİ YERİ

Bir bedevi Efendimiz (sav)’e gelerek :Ben ramazan orucunu tutarım,her gün beş vakit namazı kılarım,fakat bundan başka bir şey yapmam,çünkü fakir olduğum için üzerime ne hac farzdır, ne de zekat.Kıyamet kopunca yerim neresi olacak acaba?”deyince Efendimiz gülümseyerek şöyle buyurdu:”Gözlerini,şu iki şeyden;haramdan ve insanlara küçümser bir tarzda bakmaktan korursan;kalbini kin ve hasetten muhafaza edersen,dilini de yalan ve gıybetten sakınırsan cennette benimle berabersin”

İBRAHİM ETHEM'İN BİNEKLERİ

İbrahim Ethemden naklen anlatılır ki;Kendisi yaya olarak Beytullah’a gidiyormuş.Birden arkasından deveye binmiş bir bedevi Arap gelip:”Ey ihtiyar nereye böyle?”diye sormuş.”Beytullah’a “demiş İbrahim b.Ethem.”Yaya olarak mı gideceksin oraya?”demiş adam.İbrahim de:”Benim bir sürü bineğim var”demiş.Adam “Nedir o binekler?”deyince İbrahim Ethem bineklerini saymaya başlamış:”Başıma bir bela gelince “sabır”bineğine,bir nimet gelince “şükür”bineğine;kaza gelince “rıza”bineğine binerim.Nefsim beni bir şeye çağırdığı zaman, bilirim ki ömrümün kalan kısmı,geçirdiğim kısımdan daha azdır.”Bunu duyan bedevi:”Aslında binekli olan sen,yaya olan ben imişim.Allah’ın memleketinde yürü git”demiş.Hayat boyu mücahede ile iştigal etmek gerekir.Ta ki,kötü huylar nefsi terkedip sabır ve benzeri iyi sıfatlara dönüşsün.Mücahedenin en belirgin örneği ise,daima hazırlıklı bulunmak yani,murabatadır.

SABIRLA ULAŞILACAK ÜÇ MAKAM

Birincisi.taatların verebileceği sıkıntılara sabretmektir.
İkincisi;alışkanlıkları terketmek hususunda nefse direnmektir.
Üçüncüsü;şeriat,tarikat ve hakikat diye bilinen varidatı gözetlemek maksadı ile “sırr”ını Hak Teala katına hazırlamaktır.
Seyr ü süluk son derece gereklidir.Ta ki bu sayede kul,hal ve makamdan geçerek en yüce mertebelere ulaşabilsin
Tabiat sarayından dışarı çıkmazsan eğer,tarikat köyüne varamazmışsın meğer.

ÜCRET

İbrahim b.Ethem hazretleri hamama girmek istemiş,fakat hamamcı buna mani olarak:”Ücretsiz giremezsin” demiş.İbram b.Ethem ağlayarak:”Şeytanların evine bile bedava girmeme izin verilmiyor,peygamber ve sıddıklerin evine bedava girmeme nasıl izin verilebilir?”


Niyaz - Eyvallah Shahim (Truth)

30 Ekim 2016 Pazar

ARAPLARIN EN DEĞER VERDİKLERİ MAL

Araplar için en değerli mal doğurması yaklaşmış develerdir.Hz.Peygambere böyle develer arz edildi.Efendimiz gözünü kapatarak bunlardan yüz çevirdi.Arapların bu tür develere değer vermesinin nedeni,hem sırtlarına binmeleri,hem de çok süt ve et vermeleri hemde develerin gayet iri olması idi.Cenabı Hakk şöyle buyurur:"Doğurması yaklaşmış develer başı boş bırakıldığı zaman"(Tekvir 81/4)Hz.Peygamber bu develere iltifat etmeyince kendisine:"Ya Resulullah ! Bu bizim en değerli malımızdır.Niçin bunlara bakmıyorsun?"dediler.Hz.Peygamber "Allah bunu yasaklamıştır"diyerek şu ayeti okudu:"Kendisini sınamak için verdiğimiz geçimliklere sakın göz dikme"(Taha 20/231).Resulullah'ın dünyaya karşı davranışı böyle idi.

DÜNYA AZICIK MENFEAT YERİDİR

Bazı mü'minler,müşriklerin refah ve konfor içinde yaşadıklarını görüp:"Allah'ın düşmanları bizim hayır olarak gördüğümüz bir hayat sürerken, bizler açlıktan ve çalışmaktan helak oluyoruz"demeleri üzerine Ali imran suresinin 196 ve sonrası ayetleri nazil oldu:"İnkarcıların (refah içinde)diyar diyar dolaşması,sakın seni aldatmasın,azıcık bir menfeattır o.Sonra onların varacakları yer cehennemdir.O ne kötü varış yeridir"

ALLAH'IN GÜLDÜĞÜ KİMSE

Abdullah b.Mesud (r.a),Peygamber sav ‘in şöyle anlattığını rivayet eder:”Cennete en son girecek kişi ,düşe kalka yürüyen ve ateşin kendisini şöyle bir yaladığı,tam ateşten kurtulduğu esnada yine ateşin kendisine yöneldiği bir kişidir.Bu adamcağız:
“Ey ateş,beni senden kurtaran zat ne kadar yücedir.Bana,benden öncekilerden ve sonrakilerden hiç kimseye ihsan eylemediği bir şeyi ihsan etmiş olmaktadır^der.O esnada yanında çok gölgelikli bir ağaç belirir,bu ağacın gölgesine karşı müthiş bir istek duyar ve:
“Ya Rab beni şu ağacın gölgesine yaklaştırırsan senden başka bir şey istemem”der.Allah Teala’da onu ağaca yaklaştırır.Adam ağacın dibindeki sudan içer.Sonra daha büyük bir ağaç belirir.adam yine:”Ya Rab beni şu ağaca yaklaştır”der başka bir şey istemeyeceğine söz verir.Allah’da onu ağaca yaklaştırır.Daha sonra çok daha büyük bir ağaç belirince adam o ağaca da yaklaşmak ister.Ağaca yaklaşınca cennetliklerin sesini duyar ve bu sefer de:”Ya Rab cennete koyulursam başka bir şey istemeyeceğim”der.Bunun üzerine Cenab-ı Hakk:Ey Ademoğlu !ne kadar sözünden cayan birisin.Bu kaçınca söz verip sözünden dönüşün?şimdi söyle bana ,sana dünyanın iki mislini vermeme razı olurmusun?”der.Adam bunu duyunca:”Alemlerin Rabbi olduğun halde benimle alay mı ediyorsun ya Rab?”der.

İbni Mesud bunu anlattıktan sonra gülmüş.”Niye gülüyorsun”diye sorulunca:”Resulü Ekrem’de böyle gülmüştü”demiş.”Peki o niye gülmüş?”sorusuna da:”Rabbül Alemin güldüğü için”diye cevaplamış.Sonra Cenab-ı Hakk adama şöyle der:”Alay etmiyorum.Ben her istediğimi yapmaya kadirim”  

ATEŞİN YAKMADIĞI


Rivayet edilir ki Demircinin biri kor halindeki ateşi eliyle tutabiliyormuş.Bunu nasıl becerdiğini sorana şu cevabı vermiş;”Bir kadına aşık oldum,onu çok arzuladım,kendisine para teklif ettim.Fakat o:”Benim kocam var ,paraya ihtiyacım yok”dedi.Bir müddet sonra kocası öldü.Bu kez onunla evlenmek istedim,fakkat o:”çocuklarımı rezil rüsvay etmek istemem”diyerek imtina etti.Epey müddet sonra fakru zaruret içine düştü ve bana haber gönderdi.Ben de “Muradımı verinceye kadar sana hiçbir şey vermeyeceğim”dedim.Onunla tenha bir yere gidince kadını bir titreme aldı.”Ne oluyor?”deyince “her şeyi görüp işiten Allah’dan korkuyorum”dedi.Bunun üzerine kadını bıraktım,ihtiyacı olan parayı verdim.”Allah seni ateşten korusun”diye bana dua etti.O gün bu gün dünya ateşi beni yakmıyor.Şimdi de Allah’dan ahiret ateşinin beni yakmamasını niyaz ediyorum.”

TEFEKKÜR NİÇİN DEĞERLİDİR

“Bir saatlik tefekkür,altmış senelik nafile ibadetten hayırlıdır”hadisi şerifi gereğince tefekkürün üstün ttulmasının iki sebebi vardır:
Birincisi;tefekkür kişiyi bizzat Allah’a ulaştırırken,ibadet sadece Allah’ın sevabına götürür.Allah’a götüren bir şey,Allah’ın sevabına götüren şeyden üstün olur.
İkincisi:Tefekkürün bir kalp ameli olmasına karşılık ,ibadet uzuvlarımızın amelidir.Kalp,uzuvlarımızdan daha şerefli olduğuna göre ,kalbin ameli,uzuvların amelinden daha hayırlı olacaktır.
Dilin zikri kişiyi kalbin zikrine ulaştırır.Kalbin zikri de kişiyi ruh makamına götürür.Bu makama ulaşan kişi,eşyanın hakikatını öğrenir.Allah’ın yaratmasındaki ila

MEN EDİLEN DÜŞÜNCE-YARATANIN ZATINI DÜŞÜNMEK

Onlar,ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken(her vakit) Allah’ı anarlar,göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler( ve şöyle derler:)Rabbimiz ! Sen bunu boşuna yaratmadın.Seni teşbih ederiz.Bizi cehennem azabından koru!(Ali imran 191). Burada düşünme “hazret-i Peygamber (sav)in “Mahlukatı düşünün,onları yaratanı değil”buyruğundan dolayı sadece yaratılışa has kılınmıştır.Yaratanı düşünmek ve onun hakikatını bilmek insanlar için mümkün olmadığı için yasaklanmıştır.Bu ayetteki “Allah’ı anarlar” lafzı bedenin kulluğuna işarettir.Çünkü bir takım organlar kullanmak suretiyle gerçekleşir.”Göğün ve yerin yaratılışını düşünmek”ise kalp ve ruhun kulluğuna işarettir.Çünkü insan hem nefis hem kalpten müteşekkil bir varlık olduğu için bedenin ve ruhun kulluğunu yapabilir.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN
Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

ALİMLERDEN SÖZ ALMA

 Hz:Musa Tevrat’ı,Hz.İsa peygamber de İncil’i insanlara açıklarken bu dini öğrenen , öğretecek olan din alimlerinden “mutlaka insanlara öğreteceksiniz” şeklinde söz almışlardır.Ancak bu din alimleri bu sözlerini yerine getirmeyerek dünyalık para (menfeat)karşılığında kitabın hükümlerini değiştirmişler yahut gizlemişlerdir.Bu gün İslam ülkesi diyemiyeceğimiz ülkemizde bu ayet nasıl tecelli etmektedir:Din adına bir makam olmamasına rağmen idari sistem içinde ihtiyaçtan dolayı oluşturulan makamı temsil eden Diyanet işleri Başkanlığı,Ali İmran suresinin 187 ayetinde ifade edilenlere şüphesiz muhataptırlar.Çünkü ayet:”Allah kendilerine kitap verilenlerden;”onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diyerek söz almıştı.”Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler.Yaptıkları alış-veriş ne kötü!  “.Bu gün Diyaneti temsil eden başkan,idarecilere “içki imalatını yapıyorsunuz,içki satıyorsunuz,bu satıştan elde ettiğiniz para haramdır.Faizden elde edilen para haramdır v.s”gibi Kur’an'ın açık hükümlerine aykırılığı dile getirmiyorsa , bu davranış “az bir dünyalık “olan o makama reis olarak atanmasının karşılığıdır.Eğer bugün bir islam devleti olmanın ölçüsü,Cumhurbaşkanının ve bakanlarının cami cemaatından olması ise bu doğru değildir.Ölçü Allah’ın hükümlerine tabi olup Kur’an hükümleri ile hükmetmektir.Türkiye Müslüman bir ülke değildir.
Keşşaf isimli tefsirin sahibi Zemahşeri der ki:”Bu,alimlerin bildiklerini ve hakkı insanlara açıklamalarının ;yani zalimlerin işini kolaylaştırmak,onların nefsini hoş tutmak, onlardan bir şeyler koparabilmek, ya da herhangibir çıkar ve dünya malı elde etmek, yahut hakkında hiçbir delil ve delil emaresi bulunmayan konularda takiyye yapmak,yahutta ilim cimriliği veya bildiklerini kendisinden başkasına aitmiş gibi görülmesinden duyduğu kıskançlık gibi bir takım fasit maksatlar yüzünden gizlememeleri için bütün alimlerden alınmış bir söz olduğuna kafi bir delildir.İnsanlara hakkı açıklamayıp ,herhangibir şeyi gizleyenler bu ayetin tehdidi altına girmektedirler.
Hikaye edilir ki Haccac,Hasan Basri hazretlerine hitaben:”Nedir bu seninle ilgili olarak bana ulaşanlar?”diye bir mektup göndermiş.Hasan basri cevaben:”Sana ulaşanların hepsini ben söylemedim.Benim söylediklerimin hepsi de sana ulaşmamış”.Haccac;”Nifak,ayaklar altında,rezil rüsvay ikenbaş tacı edilip kılıç gibi boyna asılır oldu”diyen sen değilmisin “deyince Hasan basri:”Evet”demiş.Bunun üzerine Haccac:”Peki biz böyle bir sözü kerih ördüğümüz halde seni bu sözü söylemeye iten nedir?”diye sormuş.Hasan Basri de cevaben:”Çünkü Allah Teala kendilerine kitap verilenlerden “Onu insanlara mutlaka açıklayacaksınız,onu gizlemeyeceksiniz”diye misak almıştır”demiş.Bugün,kaç tane alim mevcuttur ki zalim hükümdara karşı hakkı söyliyebilsin. 


MALLAR E CANLAR KONUSUNDA İMTİHAN

Ali İmran suresi 186 ayetidir.Her insan mutlaka mal ve can konusunda imtihana uğrar”Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz.Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden bir çok üzücü şeyler işiteceksiniz.Eğer sabreder ve takva gösterirseniz muhakkak ki bu(yapılacak)işlerin en değerlisidir. Bu ayet dahi,kıyamete kadar bu işlemin devam edeceğini,Müslümanların mal ve can imtihanından geçirileceğini,Müslümanların dışındaki kişilerden üzücü sözleri işitme eyleminin devam edeceği belirtilmektedir.Sabrın ve takvanın kıyamete kadar devam edeceği gerçeği karşısında müminin nefsinin asla rahat yüzü görmeyeceği,dünya hayatının mümin için mal ve can yönünden imtihan yeri olduğunu bildirmektedir.Bu zaif insanların bir çok sorularına cevaptır.Sabır ve takva göstermek Nebilerin ahlakıdır.Çünkü Nebiler ve veliler eziyetlere sabreder,beyinsizlere,onların kendilerine reva gördüğünü yaparak karşılık vermezler.Faydasız bir şeye rastladıklarında ise yüz çevirip geçerler.Cenab-ı Hakk ,Efendimizin ahlakını “Şüphesiz sen büyük bir ahlaka sahipsin”(kalem 68/4)ayeti ile övmüştür.
Bir dert ile müptela olmayı arifler lütuf bilirler.Nitekim Hz.Pir Mevlana efendimiz buyurmuştur ki:
Sırtımdaki ağrı Hakk’ın insanıdır.beni uykudan sıçrayarak gece yarısı uyarır,ateş ve sancıdan.Ta ki ,ben manda gibi bütün gece uyumayayım diye Hak teala bana dertler bahşeder daim.


NEFİSLER ÜÇ KISIMDIR

1.Hayvanlar gibi,öldükten sonra hasredilmeyecek olan nefislerdir
2.İnsanların,meleklerin,cin ve şeytanların nefsi gibi,dünyada ölüp ahirette hasredilecek olan nefislerdir.
3.Dünyada ölüp hem dünyada hem ahirette hasredilecek olan nefislerdir ki bunlar;İnsanların havassının nefisleridir.Nitekim Peygamberimiz (sav):”Mü’min her iki dünyada da diridir”buyurmuştur.Hz.Peygamber’in “Ölmezden evvel ölünüz”hadisi şerifi ile işaret ettiği gibi,bu nefisler için dünyada manevi bir ölüm mevcuttur.Ölmeden evvel ölmek demek,Allah için,Allah’la birlikte Allah’da fena bulmak demektir.O nefislerin dünyada manevi bir hayatları vardır.Şu ayet-i Kerime buna işaret etmektedir:”Ölü iken kalbini diriltip;insanlar arasında yürürken aydınlatacak bir nur verdiğimiz kişinin durumu,karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibimidir?(En’am 6/122).Bu ayette nur verme durumundan maksat:Allah’ın nuru ile baki olmaktır.”Her nifis ölümü tadacaktır”ayetinde her nefsin,fena fillaha istidadı olduğuna işarettir.O halde mutlaka nefsin ölmesi gerekmektedir.Kimin nefsinin ölümü normal ölüm sebeblerine bağlı olursa,hayatı da normal sebeplere bağlı olur.Kimde Allah’da fena bularak nefsini öldürürse ,Allah’la beka bulur.
Bu dünya hayatı ve bu hayatın nimetleri,ancak gurura kapılıp tuzağa düşenlerin aldandığı bir “aldanma meaından başka bir şey değildir.”

29 Ekim 2016 Cumartesi

CEHENNEM İÇİN PARA HARCAMAK

Cenab-ı Hakk bir peygamberine şöyle vahyetmiştir:"Ey Ademoğlu,cehennemi çok fazla bir bedeli satın alıyorsun,ama az bir bedel ödeyip cenneti satın almıyorsun?"
Bunun manası konusunda şöyle denilmiştir:Fasık biri,kafadarlarını ağırlamak için beş on milyor para harcayıp cehennemi satın alır.Bunun yerine bin lira harcayarak fakirleri ağırlasa,cenneti satın almış olurdu.

SAADET VE ŞEKAVET İKSİRLERİ

Cömertlik saadet iksiridir.Cimrilik ise şekavet iksiridir.Kur’an’da dünya ve mal sevgisi afeti”tavk”(tasma) tabiri ile verilmiştir.Çünkü bu afet,kalbi kuşatmakta ve cimrilik,harislik,hased,kin,düşmanlık,kibir,gadap vb.kötü sıfatlar bu afetten neşet etmektedir.Bu nedenle Efendimiz SAV:”Bütün hataların başı dünya sevgisidir”buyurmuştur.Mesala zekatını vermediği zaman bir kişinin nurani,ulvi ve şerefli olan ruhu,bu rezil,süfli ve zulmani sıatlarlar çepeçevre kuşatılmış olur.Hem kıyamet günü,hem cesetten ayrıldıktan sonraki hayatında bu sıfatların afet,azap ve perdeleri kendisine tasma olur.
“MALLARINIZI ZEKATINI VEREREK KORUYUN.HASTALARINIZI SADAKA İLE TEDAVİ EDİN.BELALARI DA DUA İLE KARŞILAYIN” Hazret-i Peygamber ayrıca şöyle buyurmuştur:Zekat vermeyenin ayrıca namazı da olmaz”

PEYGAMBERİN DÜNYAYA RAĞBETİ

Hz.Aişe validemizin şöyle dediği rivayet olunur:”Hz.Peygamber’e”Ya Resulallah ! Allah’dan sizi doyurmasını isteseniz de doyursa”dedim.Bunu derken,Hz.Peygamberin açlığını ve açılktan karnına taş bağladığını görerek ağlıyordum.Bana şöyle dedi:”Aişe,nefsimi elinde tutan Zat’a yemin ederim ki şayetRabbimden dünyanın dağlarını benim için altına çevirmesini istesem,dilediğim kadarını altına çevirirdi.Fakat ben dünyadaki açlığı tokluğa;fakirliği zenginliğe;hüznü de sevince tercih ettim.Aişe!Şu dünya ne muhammed’e ne de ailesine yakışır.Dünya ile ahiret iki kuma gibidir.Kim bu kumaların arasını bulmak isterse,tuzağa düşmüş demektir.Kimde bunların arasını bulduğunu iddia ederse aldanmıştır”

NEFİS DEVE KUŞU KIYASI

 Devekuşu ve nefis birbirleriyle kıyaslandığında:Nefis devekuşuna benzer.Deve kuşu çok yer ama üzerine bindiğin zaman uçamaz.”Sen kuş değilmisin,uçsana”dendiği zaman;”Ben deveyim, bunlar da bacaklarım”der.Birşeyler yüklemek istediğin zaman da:”ben kuşum,işte kanatlarım”der.Hülasa mal çokluğu ve her şeyden müstağni olmak nefse ugurur verir.Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:”Hayır,Hayır ! O insan,kendini müstağni gördüğü için azgınlaşmıştır”(Alak 96/6-7)
Şehvetperest olan nefsine itaat etme,zira her an başka bir kıbleye yönelir.
 

ALLAH TEALANIN BU ÜMMETE LÜTUFLARI

Miraç gecesi Cenab-ı Hakk,Peygamber Efendimize şöyle buyurmuştur:Günahları fazla olmasın diye ömürlerini kısa tutmam;kıyamette hesapları şiddetli olasın diye kendilerine az mal vermem ve kabirlerindeki hapis hayatları uzamasın diye kendilerini ahir zamanda yaratıp göndermem,senin ümmetine ihsan ettiğim nimetlendendir”.
Ayrıca şöyle buyurmuştur:”Ya Ahmed,yumuşak elbiselerle, güzel yemeklerle ve yumuşak yataklarla süslenme! Çünkü nefis, tüm şerlerin sığınağı ve tüm kötülüklerin dostudur.Ne zaman onu taata çeksen, o seni masiyete çeker;taatta sana karşı çıkar,masiyete itaat eder;doyduğu zaman azgınlaşır;zenginleştiğin zaman kibirlenir,sen zikrettiğin zaman da unutur;korku vs den emin olduğunda ise gaflete düşer.Nefis şeytanın yandaşıdır.”


ÖMRÜN UZUNLUĞU,MALIN ÇOKLUĞU MÜKAFATMIDIR?CEZAMIDIR?

Ali İmran suresi 178 ayeti:”İnkar edenler sanmasınlar ki ,kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır.Onlara ancak günahlarını artırmaları için fırsat veriyoruz.Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” Efendimiz buyurmuştur ki:;”En hayırlı insan ,ömrü uzun;ameli güzel olan insandır.En şerli insan ise ömrü uzun,ameli kötü olan insandır”.
Bu ayet ve hadislerden ,kafir ve fasıkların ömrünü uzatıp dünyadaki muratlarına ulaştırmanın hayır değil,bilakis sureta nimet,aslında bela olduğuna delalet etmektedir.Mesala birine zehirli bir helva yediren kişinin bu davranışı , o zatı helak ve ukubete götüreceği için nimet sayılmaz.öyle ise kulun,ömrünün uzunluğuna ve uzamakta oluşuna,mal ve evladının çokluğuna aldanmaması icab eder.


NEFİSTEN HAKKINI ALMAK

 Ebu Yezid-i Bestami ömrünün sonunda uzletgahına çekilip şöyle demiş:”Allah’ım,ne namazımı,ne orucumu, ne de başka bir ibadetimi hatırlıyorum.Bilakis diyorum ki ,bütün ömrümü delaletle geçirmişim,zünnarımı(kemerimi)şu anda kesip attım ve kapına teslimiyetle-ki o İslam’dır-geldim” Bu sözler nefisten gerçek anlamda hakkını almaktır.Akıllı bir kimse nefsini temize çıkarmamalı,nefsini Allah’ın keremi için mekan olarak görmemelidir.Bilakis salih amellerine nisbetle kötü amellerinin daha fazla olduğunu görecek kadar ,hatta nefsinden halis yokluktan başka hiçbir şey görmeyecek kadar mütevazi olmalıdır.

KİMİN KABULÜ ?

İNSANLARIN KABULÜ MÜ?HAKK’IN KABUL MÜ?Vefatından sonra rüyada görülen Beyazid-i Bestami’ye”Münker ve Nekir ile aran nasıldı?”diye sorulunca Ebu Yezid:”Bana,’Rabbin kimdir?’ diye sorduklarında ,’Rabbime sorun’,Eğer Rabbim;”Bu benim kulumdur’ derse ,bu bana yeter.Aksi takdirde defalarca ;’Ben,O’nun kuluyum ‘desem bile bu söz,O beni kulluğu kabul etmediği takdirde ,hiçbir şey ifade etmez’ dedim.”
Gerçek kullak,namaz,oruç ve diğer ibadetler de dahil Allah’dan başka her şeyden uzak durmaktır.

KORKU ÜÇ KISIMDIR

Avamın korkusu ki bu Allah’ın ceza vermesinden duyulan korkudur.Havassın korkusu ki bu da Allah’dan uzak olmaktan duyulan bir korkudur.Bir de Havassul-havassın  korkusu vardır  ki bu da,bizzat Allah’dan korkmaktır.Bu mertebelere Efendimizin (sav)şu hadisi işaret etmektedir:Azabından affına,gazabından rızana;Sen’den sana sığınırım”
Hafız-ı Şirazi şöyle der:
Aşk çeşmesinden alınca abdesti
Dört tekbirle her şeyi yere vurup çektim resti.
Hafız bu şiiriyle aşk ile kaim olduğu zamanlarda Allah’dan başkasının varlığını ölü ve camid bir şey olarak gördüğüne işaret ediyor.Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:”O’nun varlığından başka her şey yok olacaktır”(Kasas 28/88)


28 Ekim 2016 Cuma

LÜZUMSUZ SORU SORMAK

kuran ahlakında ve üslubunda  yasaktır.Maide suresi 101 ayeti:"Ey iman edenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın.Eğer kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır.Allah onları affetmiştir.Allah çok bağışlayıcıdır,halimdir"^Bu ayetin iniş nedeni Kabeyi haccetmek ayetinin inmesi üzerine Süraka b.Malik (r.a)"Her yıl mı?"diye sormuş,efendimiz sükut buyurmuş bunun üzerine Malik üç defa aynı soruyu dile getirince Efendimiz "Eğer ben evet diyecek olsaydım,şüphesiz her yıl sizin üzerinize hac vacip olacaktı.Vacip olunca da yerine getirmeye gücünüz yetiremeyecektiniz.Ben sizi serbest bıraktığım sürece siz de beni rahat bırakın !Sizden önceki kavimlerin helak olmalarının sebebi,çok soru sormalarından ve peygamberlerine muhalefet etmelerinden başka bir şey değildir.Ben size bir şeyi emrettiğim zaman,gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin.Bir şeyden de nehyedecek olursam,ondan uzak durun"işte bu olay üzerine bu ayet nazil oldu.
Bugün mürşid-i Kamiller peygamber varisleri olup sistem devam etmektedir.Dolayısıyla ona tabi olanlarında sorularını bu  ölçü doğrultusunda sormaları iktiza eder.

HAZRETİ MEVLANANIN VASİYYETİ

Vefatına yakın  bir zamanda yapmış olduğu tavsiyelerin bir kısmı şöyledir:"Size yalnız başına iken  de,insanlar arasında iken de Allah'dan sakınıp takva sahibi olmayı,az yemeyi,az uyumayı ,az konuşmayı,masiyet ve günahları terk etmeyi,devamlı olarak şehvetleri terk etmeyi,insanlardan gelen eza ve cefaya tahammül etmeyi,serseri ve ayak takmı ile düşüp kalkmayı terketmeyi,salin ve üstün ahlaklalı insanlarla beraber olmayı tavsiye ederim.İnsanların en hayırlısı ,insanlara faydalı olandır.Sözlerin en hayırlısı ,az ve öz olanıdır."

PİS MAL-TEMİZ MAL KAVRAMI

Şüphesiz pis ve temiz kavramı malın fiziksel yapısıyla değil manevi boyutuyla ele alınacaktır.Mallardan "Pis" olan içinden Allah hakkı çıkarılıp verilmeyen,"temiz"ise içinden tüm hakları çıkarılıp verilen mallardır.Keza Helal olan "Temizdir",haram olan mal "Pis"tir.Bu kazanma yoluna göre böyledir.Keza harcanma yoluyla alakalı olarak da:her çeşit fitne-fesat yönüne harcanan mal "pis",ibadet ve taat için harcanan mal "temiz"dir.Mümin/kafir,Adil/fasık  değerlendirmesinde Mü'min bal gibi,Kafir zehir gibi,Adalet sahibi meyve veren ağaç gibi,zalim ise dikenli ağaç gibi teşbih olunur.İyi Huylar ve Kötü huylarda bu cümledendir.Tevazu,kanaat,teslimiyet , şükür gibi iyi huylar makbul iken,Kibir,hırs,tahammülsüzlük,nankörlük gibi kötü huylar reddedilmiştir.Faydalı ve faydasız ilimlerde Temiz/Pis kriterinde konu olur.Salih Amelle salih olmayan ameller de temiz/pis kriterinin konusuyla alakalandırılır.

ŞEHİRLERİN MÜBAREK OLANI


Fussilet suresi 41/11 ayeti:"Göğe ve yere ,isteyerek ya da istemeyerek (varlığa)gelin,dedi,Onlar da isteyerek geldik"dediler"şeklindedir.Bu ayetteki çağrıya yeryüzünden olumlu cevap veren sadece Harem toprağıdır.Bundan dolayı Allah Teala o toprağı harem ilan etmiştir."Harem"hürmet,saygı anlamındadır.Bu nedenle bu bölgenin haremliği ,sanki bir müminin kanı,ırzı ve malı haram(dokunulmaz)kılınmışsa ,aynı şekilde Harem bölgesinin toprakları da "isteyerek(itaat ederek)geldik"dediği için hem avı,hem ağacı,hem de otu harem(dokunulmaz)kılınmıştır.Bir rivayet göre Nuh tufanı zamanında bu bölgede bulunan büyük balıklar,bu bölgenin dokunulmazlığı nedeniyle küçük balıkları yutmamışlardır. Cahiliyye döneminde dahi Harem'in kutsiyetine riayet edilmiş,cezayı gerektiren bir suç işlemiş kişi hareme sığındığında dokunulmazdı.ceza infazı için Harem'in dışına çıkması gözlemlenirdi.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

KABE'NİN DÖRT KÖŞESİ VE KALBİN KÖŞELERİ

Bosnalı Ali Dede ,Es'iletü'l-hikem adlı kitabında der ki:"Allah Teala kabesini dört köşeli kılmıştır,Hakikatte ise üç köşelidir.Kabe'nin dört köşeli olmasının sırrı müminlerin kalplerine işaret etmek içindir.Çünkü mümin kişinin kalbinde şu dört havatır bulunur:İlahi,meleki,nefsani,şeytani.Kabe'nin Hacerül esved köşesi İlahi hâtırı,Yemani köşesi Meleki hâtırı,,Şami köşesi nefsani hâtırı,Irak'i köşesi de şeytani hatırı temsil eder.Tavaf esnasında Rüknü Irakiye gelince:"EUZÜ BİLLAHİ MİN-ŞŞİGAGİ VE N-NİFAK -Hakka muhalefet ve düşmanlık etmekten ve nifak çıkartmaktan Allah'a sığınırım"diye dua edilmesi emredilmiştir.Şer'an bildirilen dua ve zikirler yardımıyla Kabe'nin köşelerinin mertebeleri bilinebilir.
Kabenin üçgen küp şeklinde olmasının sırrına gelince bu,peygamberlerin kalbine işaret etmektedir.Allah Teala başka insanlarla aralarında fark olması için peygamberlerine ismet sıfatını bahşetmiştir.Onun için peygamberlerin üç havatırı olur:İlahi,meleki ve nefsi.Başkalarında ise bunlara ilave olarak bir de şeytani hatır bulunur.Kimi insanlarda bu şeytani hatırın hükmü ve tesiri açıkta görlür.Bunlar avam insanların çoğunu teşkil eder.Bazılarına bu hatır gelir ama,zahirine tesir olmaz.Bunlar da allah'ın hıfz ettiği veliler ile ;ismet sahibi peygamberleridir.İsmet ,Peygamberler hakkında vacip,hıfz evliya hakkında caizdir.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

İSLAMA ZARAR VERENLER

Bu başlıktan  kendilerini Müslüman olarak betimleyen sahadaki teröristleri değil cami mimberlerini işgal eden teröristler kastedilmiştir.Cami mimberinde bgün terörist varmıdır?denirse bence vardır.Çünkü İslam'a en büyük zarar bu gün adına Müslüman denilen din adamları , cemaat denilen iktidar muhipleri  tarafından icra edilmektedir."Din hasihattır,güzel örnektir"düsturu  sulandırılmış,içine dünya karıştırılarak sunulmuştur.Cami imamı Hutbede ,Fatiha suresindeki Sırat-ı Müstakim'i açıklarken Kur'an ve Sünnet'i yeterli görüp ,keşif,keramet,rüya v.s gibi göreceli hususları bir çırpıda dışarı atarak ruhaniyeti,"hal"i,hissiyatı ve ruhu dışarı atmakta,nefse ait sıfatlara dokunmayarak onları kendi elleri ile beslemektedirler.Fukaranın hakkına gözdikerek zekatı,Hac ve umre kayıtlarını tekeline alarak Hacca sahiplenirken gereyi kalan oruç ve namazın suretiyle iktifa etmeyi,kelime-i şehadeti ezberlemeyi Müslümanlık için yeterli bulup, dine en büyük darbeyi indirmektedirler.Merkezi hutbeyi yeterli bulup,amirini memnun etme gayreti içinde olan memur zihniyet,tıpkı yahudi din adamlarının halk üzerindeki otoritelerinin kaybolma endişesiyle  Hz.İsa'yı ret edip düşman olması,İncilin hükümlerini tahrif ederek tesis ettikleri ruhban sınıfının imkan ve otoritesini kaybetmemek için İslam'a karşı olan Hırıstiyan din adamlarının rettiçilikleri gibi,yeni başlayacak üçüncü devirde de manevi boyutu ret edip düşmanlık besleyecek şekil ve suret Müslümanlarının bu zararlarını aydınlanma isteğinde olanlara münasip şekilde izah etmek gerekecektir.Bugün topluluk ruhu öldürülmek istenmektedir.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

İHRAMLIYA AV YASAĞI-KARA AVI-DENİZ AVI-KURBAN ETİNDEN YEMEK VE YOKSULA YEDİRMEK BAHİSLERİ

Bu kavramların iş'ari manaları üzerine düşünen sufiler şöyle bir sonuca varmışlardır."İHRAMLI İKEN"kavramında seyrü süluk yolunu anlayarak Allah'a vuslat yoluna girmek algılanmıştır.ve bu yola girildiğinde "KARA AVININ YASAK OLMASI"nı dünyevi lezzetler,ve dünya metaını "av"telakki edip bunları temin hususundaki gayretlerin yasak kavramı içinde olduğunu algılamışlardır.İhramdan çıkmayı ise vuslat yolunun tamama ermesi olarak telakki etmişlerdir."Deniz Avı"kavramından ise vuslat yolu sürecinde ve vuslattan elde edilen manevi neşenin helal olduğu ve bu avın(neşenin) ve vuslat tamam olup ihramdan çıkıldıktan sonrasına ait dünyevi metaa sahip olma gayretinin zararsız olup elde edilecek kara avının(kurbanının)kesilip yenebileceğini(elde edilebileceğini)ve fakire de verilebileceği(dağıtılabileceği)ne işaret olarak telakki etmişlerdir.Çünkü seyrü süluk yolu kat edilmeden dünya metalarına ve makamlarına sahip olmak "kara avı"telakki edilip insanı maksattan uzaklaştırdığı için yasak kılınmıştır.Manevi kazanımlarda(deniz avında)ise yasak yoktur.Seyrü süluk esnasında ve vuslat akabindede bu kazanımlarher zaman helaldir ve temizdir.Kara avının yasaklanması sırf zamanlama ile alakalıdır.Çünkü yeni doğmuş bebeğe nasıl ki yetişkinlerin gıdası zarar verirse,sülukunu tamamlamamış kişiyede dünya malı ve makamlrı zarar verir.Bu tıpkı olgunlaşmamış,şekerini almamış üzüm salkımlarına soğuk havanın zarar vermesi gibi bir tehlike olup şekerini aldıktan sonra üzüm salkımı kar içinde kalsada hem bozulmaz hemde daha lezzet arzeder.
"Kara avından"belki hem dünya nimeti hemde ahiret nimetlerinden hatıra gelen şeylerde olabilir.Çünkü bir hadis-i şerifte:"Dünya,ahiret ehline; ahiret de dünya ehline haramdır.Ehlullah'a (Allah ehline) ise hem dünya hem de ahiret haramdır." buyrulmuştur.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

27 Ekim 2016 Perşembe

KIYAMETİN SANCAKTARLARI

Kıyamet günü ,Ebu Bekr'(r.a)'in "sıddıkiyet sancağı"dikilir,bütün sıddıkler bu sancak altında toplanır.Hz.Ömer'in "adalet sancağı"dikilir ,bütün adiller bu sancağın altında toplanır.Hz.Osman'ın "cömertlik sancağı"dikilir bütün cömertler bu sancağın altında toplanır.Hz.Ali Efendimizin "şehitlik sancağı"dikilir bütün şehitler bu sancak altında toplanır.Bütün fakihler ,Muaz b.Cebel'in sancağı altında,bütün zahitler,Ebu Zer'in sancağı altında,bütün fakirler Ebu'd-Derda(r.a)'ın sancağı altında ,bütün Kur'an okuyucuları Übeyy b.Kab(r.a)'ın sancağı altında,bütün müezzinler Bilal(r.a)'in sancağı altında,zulmen öldürülen herkes Hz.Hüseyin efendimizin sancağı altında toplanır.Ayeti kerimede "O gün,herkesi önderi ile birlikte çağırırız"(isra 17/71) buyurulmaktadır. 

ŞEHİDLERİN FAZİLETİ

Şehitlerin fazileti hususunda Hz.Peygamberimiz (sav)şöyle buyurmuştur:"Şehit,öldürülme acısı olarak sizden birinizin çimdiklenmekten duyduğu acı kadar acı duyar.Şehidin yedi hasleti vardır:Daha akan kanının ilk damlasında bağışlanır.Cennetteki yerini görür.Kabir azabından kurtulur.En büyük korkudan(kıyamet korkusundan)emin olur.Başına öyle bir vakar tacı konur ki ,bu tacın tek bir yakutu bile dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.Hurilerden yetmiş üç hanım ile evlendirilir.Yakınlarından yetmiş kişiye şefaat etmesine izin verilir" 

Mohsen Namjoo - Ey Sareban

YÜKSEK MAKAM SAHİPLERİNE NE KADAR SAYGI DUYMALIYIZ

Kader, gayrete âşıktır. Muhyiddin İbn Arabî.
İhtiyaçlarımız karşılayan maddelere gösterdiğimiz saygı kadar.Örneğimiz yeni aldığımız takım elbiseye gösterdiğimiz ihtimam,yeni aldığımız arabanın temizliğine ve bakımına verdiğimiz önem,bizim ihtiyaçlarımızı gören alet ve edavata olan saygımız kadar da yüksek makam sahiplerine saygı göstermeliyiz.Çünkü,o makam sahipleri bir anlamda bizlerin idare işlerini yerine getirmekteler.Eğer gösterdiğimiz saygı aşırı derecede olursa biz o makam sahibini bilmeden bir canavara dönüştürürüz.O güç sahibi,tüm gücün kendisinde olduğunu sanırda zalim birisi oluverir çıkar.Halbuki bindiği uçak türbülansa girdiğinde,yahut bindiğiotobüs karlı bir zeminde ilerlerken o makam sahibi sahip olduğu güce değilde aracı idare eden kaptan pilota ümit bağlar.Kimisi de kendini kandırarak isminin ebedi olarak yaşaması için bu makamın gerekliliğinden bahsetse de isminin yazılı olduğu o evraklar kalırken bedeni ortada bulunmayacak ki.O zaman ismini bir taşa,yahut kayaya,yahut mermere kazısa daha uzun süre ismi kalır.Bunun ona ne faydası olur ki.ona yapılacak en güzel tavsiye ahirette gittiğinde onu terk etmeyecek,onunla her yerde birlikte olacak amellere sahip olmasıdır.Bu ameller ise sadece Allah için yapılanlardır.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN
Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

EPİKTETOS'DAN

"Hayvanların satılmak için toplandığı bir pazar meydanı hayal et.Buraya gelen herkesin alıcı yahut satıcı olduğunu net olarak söyleyebilir miyiz? Hayır ! Pek çok insan hayvan almaya yahut hayvan satmaya gelmiştir.bu doğru .ancak bir kısım insanda sadece hayvanları seyretmek için ya da alışverişin nasıl olduğunu görmek için gelmiştir.Evet dostum.Hayat dediğimiz şey de bu pazar yerinden farksızdır.Bu meydandaki bazı insanlar yiyip içmekten başka bir şeyi dert etmezler.Mallar,mülkler servetler hayvanların yediği yemden farksız şeylerdir.bunu iyice bilmelisiniz.Bunun yanında bu pazar yerinde bazı kimselerde bu meydanın nasıl oluştuğunu,bu düzeni kimin kurduğunu merak edip sorgularlar.Nasıl ki küçük bir hanenin bile işleyişi için bir sahibi olması ve iyi yönetilmesi gerekiyorsa dünya hayatı denilen bu muazzam yapının da bir sahibi  ve yöneticisi olmalı ki kaos oluşmadan dirlik düzen sürüp gidiyor.Bir kimsenin bu muazzam yapının tesadüfen meydana geldiğini inanması mümkünmüdür?
Evet Demek ki bir yaratıcının varlığı söz konusudur.sonra sorulması gereken,bu yaratıcının kim olduğu,hangi sıfatlara sahip olduğu  ve yönetimi nasıl icra ettiği dir.Biz O'nun neyi oluyoruz ve bizi yaratmaktaki muradı neydi?Bütün bu soruların ,pek az kimsenin cevaplarının peşine düştüğü meselelerdir.Bu kimselerin bu pazar yerinde yaptıkları ,bu düşünüp sorgulama eylemleridir.Daha sonra vakitlerinin geldiğini gördüklerinde içleri rahat bir şekilde terk ederler bu meydanı.Kimisi de insanları hor görür ve onlarla alay eder.Halbuki oradaki tek derdi yem yemek olan hayvanların muhakeme yetenekleri olsa idi gülecekleri ilk şey bu alaycı insanların halleri olurdu.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN
Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

İHRAMDA İKEN AV ÖLDÜRMEYİN EMRİ

Maide suresinin 95 nci ayeti:"Ey İman edenler! İhramda iken av öldürmeyin..."şeklindedir.Bu ayetten sufiler işari mana olarak şunları anlarlar:Ahlah Teala ihramda olmayan kişilere avı mübah kılmıştır.Onlar avamdan gaflet ehli olan kimselerdir.Aşağılık emelleri nedeniyle dini kemalatı bırakıp bedeni ibadetlerle yetinenlerdir.
Allah Teala ihramlı olan kişilere avı yasak kılmıştır.Onlar,muhabbet ehli kimselerdir.Vuslat Kabesini ziyaret etmek için dünyadan ihrama girmişlerdir.Yani Allah teala:"Bize yönelip rızamızı arzu eden kişinin bütün arzu ve isteklerden vazgeçmesi ,vuslattan başka hiçbir şeyi arzu etmemesi gerekir"buyurmaktadır.Tasavvuf kitaplarında "EL ARİFÜ SAYD ÜL HAKK"Arif ,Hakk'ın avıdır denilmiştir.Kendisi av olanın avlanması olmayacağı için böylelerine avlanmak caiz değildir."Sizden kim o avı kasten öldürürse" yani taliplerden kim,zararını ve mahiyetini bildiği halde nefis ve hevasına mağlup olarak ,gözünü hırs ve tamah bürümüş bir şekilde bir dünyalığa meylederse,demektir.
"Öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezası vardır" yani elemi,o lezzet ve şehvete denk  bir riyazat ve mücahede ile nefsi cezalandırır."İçinizden adil iki kişinin hüküm vereceği" ibaresindeki adil iki kişi akıl ve ruhtur.Bu ikisi,imanın miktarı ve riyazatın türleri hakkında hüküm verirler.Riyazatın türleri yeme içmeyi azaltmak,malı mülkü Allah yolunda harcamak,makam ve mevkii terk etmek,uzlet ve halvete çekilmek ve duyu organlarını kontrol altına almaktır
"Kabeye varacak bir kurban","Amelini ,halisane olarak ;insanların ne diyeceklerine aldırış etmeksizin sırf Hakk7ın kabulüne layık olacak şekilde yapmak"demektir.
"Yahut fakirleri yedirme şeklinde bir "kefarettir".Bu fakirler akıl,kalp,sır,ruh ve hafiye işarettir.Çünkü onlar sıdk ile Hakk'a yönelme,samimiyetle mahlukattan yüz çevirme,başa gelen sıkıntılara sabırla göğüs germe ,alışkanlıklarından el çekme ,yüce Rabbin nimetlerine şükretme,kadere rıza ve Allah'ın ezeli hükümlerne boyun eğme gibi ruhani gıdalardan mahrum oldular.

İMTİHAN SORULARI


Uhud savaşı Müminlerin bir imtihanı idi.Çünkü içlerinde münafıklar ve kalbi şirk üzre olanlar var idi.Uhud 70 kişinin öldüğü bir musibetti.Ancak Bedir’de bunun iki katı kafir öldürülüp esir edilmişti.Cenab-ı Hak kafirlere verdiği bu belanın yarısı kadarını müminlerin başına varmiş ti ki “Bu başımıza nereden geldi?,Muhammed Allah katından gönderilmiş olsaydı,Uhud günü ordusu kafirlere karşı mağlup olmazdı.”gibi sözler böylendi.Bu sözler, Müslümanlar şöyle demeye itti:”Nasıl oluyar da müşriklere mağlup oluyoruz?Biz,Allah’ın Rasulüne ve İslam dinine yardım ettiğimiz;onlar ise Allah’ı inkar ettikleri ve O’na şirk koştukları halde,nasıl oluyorda muzaffer olabiliyorlar?”Bu şekildeki suallere cevap olarak Ali İmran suresine “O,kendi kusurunuzdandır.Şüphesiz Allah her şeye gücü yeter” buyurulmuştur.Çünkü,mağlubeyet  ganimet malına tama edipte o stratejik geçidi terkederek emre karşı gelmek suretiyle edilmiş olan söz tutmamanının neticesidir.
Bugün,İslam ülkelerindeki zillet ise,Adıma müslim denen insanların dinin hakikatından uzaklığı,yöneticilerinin ise adaletten uzak,dünyalıklara dalmasından kaynaklanan bir sonuç ilişkisidir.Evine harcadığı elektrik giderini devletin hazinesine ödettiği için kötü İsrail Başbakanına mahkeme hesap sorabilirken “verdimse ben verdim”diyerek kendini bu memleketin sahibi görenleri baş üstünde tutan bir halkın uğradığı zillettir.İnsanlar,Hakk’ın kendilerine vermiş olduğu bir yönetme fırsatını,kendi kabiliyet ve maharetine bağlıyarak bunun sarhoşu olursa,başımıza gelecek bir musibet,bir ceza değil,bizim kendi yaptıklarımızın sonucu olarak kabul gerekir.Peygamber içlerinde olmalarına rağmen,sırf peygamber sözü tutmayıp ganimet malı alabilmek için tepenin terki,bu musibeti Müslümanların başına vermiştir.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

EBU TALİB'İN HUTBESİ

Efendimizin amcası Ebu Talib,Haşimoğulları ile Mudar kabilesinin reisleri de orada bulunduğu esnada,onu Hz.Hadice(r.a)ile evlendirirken şöyle bir hutbe irad etmişti:”Bizleri İbrahimin zürriyetinden ,İsmail’in neslinden getiren ;Muadd’ın kökü ve Mudar’ın asli unsuru kılan;Beyti’nin koruyucuları Haremi’nin idarecileri yapan;bize haccedilen bir “beyt”,emin bir “harem”ihsan eden ,bizleri insanlara hakim kılan Allah’a hamdolsun!
İmdi bu yeğenim Muhammed b.Abdullah kendisiyle mukayese edilecek bütün Kureyş delikanlılarından üstün biridir.Bundan sonra,vallahi onun için büyük bir haber,çok önemli bir şahsiyet olacaktır"
Hz.Aişe validemizin şöyle dediği rivayet edilir:”Hz.Peygamber (sav)buyurdu ki:”Cebrail bana;”Ya Muhammed,şu yenyüzünün doğusundan batısını araştırıp altını üstüne getirdim.Senden daha üstün bir adam ve Haşimoğullarından daha üstün bir oymak göremedim.Adem ile Adem’den sonrakilerin tamamı senin sancağın altındadır”dedi.

HER YENİ GÜNDÜZ VE GECENİN NİDASI

Efendimiz SAV buyurmuştur ki:Hiçbir gün yoktur ki insanoğluna gelip “Ey insanoğlu,ben yeni yaratılmış bir zaman dilimiyim,ben yapacağın şeylerde  yarın kıyamette aleyhine şahitlik edeceğim.Bende hayırlı ameller işle ki yarın senin lehine şahitlik edeyim.Çünkü beni bir geçirirsen ,bir daha ebediyyen göremezsin”.Aynı şeyleri gece de söyler”


YUMUŞAKLIĞI DARBI MESEL OLAN KİŞİ:AHNEF

Rivayet edilir ki :Bir adam, yumuşaklığı darb-ı mesel olan Ahnef ile yalnız kaldığı bir sırada ona çok çirkin bir şekilde sevmüş ve Ahnef kalkınca onun peşine  takılmış.Ahnef kavminin bulunduğu yere varınca,durmuş ve adama:"Bak kardeşim, eğer hala söyleyeceğin bir şey kaldıysa ,şimdi söyle, kabilem senin dediğini duymasın, aksi halde sana eziyet ederler"demiş
Necmeddin-i Kübra hazretleri buyurmuştur ki:Müminin kalbinde bulunup ta birbirlerine gösterdikleri her yumuşaklık,kendi nefislerinin özelliği olmayıp Allah Teala'nın kullarına olan lütfunun neticesidir.Çünkü nefis daima kötülüğü emreder.

İBLİS NEDEN KORKAR?

Ebu Said Harraz(k.s)şöyle diyor:"Rüyamda İblis'i gördüm.Bastonumu alıp vurmak istedim,ancak bir ses;"İblis bundan korkmaz.O sadece ,kalpte bulunan nurdan korkar"dedi.

VELİ'NİN ÖZELLİKLERİ

Yahya b.Muaz'a velinin özellikleri soruldu:O da şöyle cevap verdi:"Veli'nin şiarı sabırdır.Kisvesi şükürdür.Yardımcısı Kur'an-ı Kerimdir.İlmi hikmettir.Temizlenmesini sağlayan hasleti,tevekküldür.İdeali fakirliktir.Bineği takvadır.Daima gurbette imiş gibi yaşar.Dostu hüzündür.Meclis arkadaşı zikirdir.Yoldası işe Allah Teala'dır.

HAZRET-İ EBUBEKİR EFENDİMİZİN BEŞ HASLETİ

Hz.Ali (KV)hazretleri sorar:Ey Allah Resulünün halifesi! Hepimizi geride bıraktığın bu mertebeye hangi hasletler sayesinde ulaştın?"denince buyurdu ki:"Şu beş şey ile ya Ali"
1-İnsanların,dünyayı isteyenler ile ukbayı isteyenler olarak iki sınıfa ayrıldığını müşahede ettim ve ben ise Mevla'yı isteyen biri oldum.
2-İslama girdiğimden beri dünya yiyeceklerinden doyasıya yemedim.Çünkü Allah'ı bilme(marifetullah)lezzeti,beni dünya yiyeceklerinin lezzetinden alıkoydu.
3-İslam'a girdiğimden beri dünya içeceklerinden kanasıya içmedim.Çünkü Allah sevgisi(muhabbetullah),beni dünya içeceklerinden alıkoydu.
4-Karşıma dünya ve ahiretle ilgili olarak iki iş çıktığında,daila ahiret işini dünya işine tercih ettim.
5-Hz.Peygamberle beraber oldum ve arkadaşlığın hakkını verdim.Ondan hiç ayrılmadım.

AFETLERİN TEMELİNDE YATAN ÜÇ ŞEY

Şeyh Ebu Ali Ruzbadi(k.s)buyurmuştur:"Afetlerin temelinde şu üç şey yatar.Kişinin tabiatının bozuk olması,alışkanlıkları bırakamaması ve sohbetin bozukluğu.Şeyhe sordular:"Tabiatın bozukluğu ne demektir?".Şeyh buyurdu ki "Haram yemektir".Peki hangi alışkanlığı bırakamamayı kastediyorsun?"diye sorunca;"Harama bakmamayı ve gıybet dinlemeyi"dedi."Sohbet bozukluğundan neyi kastediyorsun?"diyene de;"İnsanın nefsi bir şeye istekli olunca ,o isteğin peşinden koşar"dedi.Bu konuda,Allah'ın tevfiki kime refik olmaz ise nefsinin zulmetinde kalakalır."Hayır,dostunuz Allah'tır"ayeti kerimesi iyice düşünülmelidir."Sizi beşeriyet karanlıklarından rububiyyet nurlarına Allah çıkarır.Her kim heveslerine tabi olur,onları dost edinirse ,bu karanlıklardan kurtulması nasıl mümkün olacaktır.? Nefsin karanlıklarından kurtulmanın tek yolu , kulun hakiki Dost'undan başka herşeyden geçmesi ve sadece O'na kulluk etmesidir.

KALBİMİZE KONULANLAR

Kulların kalbine korku,emniyet,rağbet etme ve çekinme gibi halleri koyan Allah Teala hazretleridir.Efendimiz buyurmuştur ki:"Kulların kalbi,Allah Teala'nın elindedir.Kalpleri,dilediği gibi , halden hale sokar" ve "Rahman'ın parmaklarından iki parmak arasında olmayan hiçbir kalp yoktur.Allah, bu kalpleri dilerse düzeltir,dilerse saptırır"buyurmuştur.Bu durumda kulun,başta nefsi emmare olmak üzere inkarcı nefislere karşı  Allah'dan zafer dileyerek O'na yalvarıp yakarması gerekmektedir.Çünkü heveslerine uyarak canı istediği her şeyi yerine getirirse , hevesleri onu beşeriyetin esfeli safiline sürükler ve neticede hüsrana uğrayan kendisi olur.
Bu serkeş nefis öylesine koşar ki ,Akıl onu yakalamaya muktedir olamaz
Akıl,nefis ve Şeytan ile asla başa çıkamaz,
Karınca kaplanla hiç başa çıkabilir mi?

26 Ekim 2016 Çarşamba

ŞECERETU’L KEVN VARLIK AĞACI Eş-Şeyhu’l Ekber MUHYİDDİN İBN.ARABÎ K.S

ŞECERETU’L KEVN VARLIK AĞACI
Eş-Şeyhu’l Ekber MUHYİDDİN İBN.ARABÎ K.S
H.560-638 / M.1164-1240
“Varlıklar Onun şekli üzere var edilmiştir” sözümüze gelince; bilindiği gibi iki alem vardır: Mülk alemi. Melekut alemi. Mülk alemi, cismani alem gibidir.
Melekut alemi ise; ruhani alem gibidir.
Aşağı (süfli) alemin yoğunluğu cismaniliğin yoğunluğu gibidir. Yüce (ulvi) alemin letafeti ise
ruhaniliğin letafeti gibidir.
Yeryüzünde, dünyanın sarsılmasını önleme amacına yönelik kazıklar mahiyetinde yaratılan dağlar, Onun bedenindeki kemik dağları konumundadırlar. Kemikler bedeni yıkılıp sarsılmaktan koruyan kazıklar işlevini görürler.
Yeryüzünden akan ve akmayan, tatlı ve tuzlu su ile dopdolu denizler, Onun bedenindeki damarlarda akan ve başka organlarının içinde akmayan kan hükmündedir.
Zevklerinin farklılığı da öyle. Bunların bazısı tatlıdır, tükürük gibi. Yiyecek ve içeceklere karıştığında onlara hoş bir tat katar.
Bazısı tuzludur. Göz yaşı gibi. Tuzlu göz yaşı gözün yağını korur.
Bazısı acıdır, kulak suyu gibi. Acı kulak suyu, kulağı, girebilecek böceklerden, kurtlardan korur, kulağa giren bu tür hayvanları bu su öldürür.
Sonra bedeninin arzında da kıl, tüy biten bölgeler dünyada ot biten yerlere benzer. Vücutta kıl, tüy
bitmeyen, yerler ise çorak, bitki yetişmeyen yerleri çağrıştırırlar.
Ayrıca dünyada büyük denizler, onların kolları mahiyetinde ırmaklar ve küçük dereler vardır ve bunlar
insanların yararına dönüktürler.
Aynı şekilde beden zemininde de kalın damarlar vardır, aort damarı gibi. Bu damar kan dağıtıcılığı işlevini
görür, damarlar ondan kan alıp bedenin diğer bölgelerine ulaştırırlar.
Yüceler alemi yani gökler alemi de öyle. Allah orada bir lamba gibi güneşi yaratmıştır. Yer halkı ondan ışık alır, aydınlanır. Bedende ruh da böyledir, bütün bedeni aydınlatır.
Eğer ölümle ruh batarsa beden karanlığa gömülür, yeryüzünün, güneşin batmasıyla karanlığa gömülmesi
gibi.
Sonra aklı da ay konumuna sahip kılmıştır. Ay gök semasında parlar, aydınlatır; bazen ışığı artar, bazen azalır. Başlangıçta küçüktür, hilal konumundadır. Küçük çocuğun başlangıçta aklı da böyle olur. Sonra akıl, ayın git gide büyümesi ve on dördüncü gecede tam halini alması gibi büyür, gelişir. Ardından eksilmeye başlar. Bu aynı zamanda ömrün kırkına ulaşmasına, sonra da terkibi ve gücü itibariyle eksilmeye başlamasına benzer.
Sonra gökte beş yıldız yaratmıştır. Bunlar “akıp giden, bir kaybolup bir etrafı aydınlatan” (Tekvir, 15-16) beş yıldızdır. Bir bakıma insanın beş duyusu, tatma, koklama, dokunma, işitme ve görme duyuları
konumundadırlar.

Sonra gök aleminde arş ve kürsü yarattı. Arşı yarattı ve orayı kullarının kalplerinin yöneldiği
yer, ellerin yükselip açıldığı mahal haline getirdi. Orası kendi zatının mahalli olmadığı gibi, sıfatlarının da hemcinsi değildir. Çünkü Rahman olan Allah, niteliğine ve sıfatına istiva etmiştir. Niteliği ve sıfatı ise Zatı ile bitişiktir. Arş ise O’nun yarattığı bir mahluktur. Ne Onunla bitişiktir, ne de Onunla iç içedir. Allah ona yüklenmediği gibi, ona muhtaç da değildir.
Kürsü ise, sırlarının konulduğu kap, nurlarının perdesi ve “O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır…”(Bakara, 255) dairesine giren her şeyin konulduğu yerdir. Bedende kürsüye tekabül eden bölge ise göğüstür. Çünkü sudur eden ilimlerin tahsil edilmesi orada gerçekleşir. Bu bakımdan kalbin ve nefsin kapısını çevreleyen bir meydan hükmündedir. Bu sahadan kalbe ve nefse açılan iki kapı vardır.
Dolayısıyla kalpten sudur eden hayır ve nefisten sudur eden şer, göğüste hasıl olur, oradan diğer
organlara sirayet eder. işte “göğüslerde gizlenenler ortaya konulduğu zaman” (Adiyat, 10) ayetinin anlamı
budur.
Kalbi de Arş konumunda kılmıştır. Çünkü O’nun semadaki arşı maruf iken, yerdeki arşı meskundur. Bunun nedeni kalp arşının sema arşından daha üstün olmasıdır. Semadaki arş O’nu kapsayamaz, taşıyamaz ve idrak edemezken, yerdeki arşa her an bakmakta, ona tecelli etmekte, gökten keremini ona indirmektedir:
“Göklerim ve yerim beni almazken mümin kulumun kalbi beni kapsadı.”
Ahiret aleminde, nimet ve azap yurtları olarak Cennet ve Cehennemi yaratmıştır.
Cennet hayrın hazinesi, cehennemse şerrin hazinesidir. Bunun gibi, kalbin kara noktasının mekanı olan hayrı da mümin kulunun cenneti kılmıştır. Çünkü orası müşahedelerin, tecellilerin, münacatların, inişlerin mekanı, nurların membaıdır.
Nefsi de Cehennem kılmıştır. Orası da kötülüğün membaı, vesveselerin mahalli, şeytanın otlağı ve
karanlığın mekanıdır.
Sonra varlık ve oluşun, olanların ve kıyamete kadar olacakların yer aldığı kitabın bir nüshası olarak Levh ve Kalemi yaratmıştır.
Melekleri de istinsah edilmesi emredilenleri istinsah eden, silinmesi veya yerinde bırakılması gerekenleri
gerçekleştiren, ölümü ve hayatı tahakkuk ettiren, eksilme ve artışı uygulayan katipler, aracılar kılmıştır.
Bunun gibi dil de kalem konumundadır.
Göğüs ise levh mesabesindedir. Bu yüzden dilin söylediği her şeyi zihinler göğüs levhine yazarlar. Kalbin iradesinin göğse sarkıttığını ise dil, bir tercüman gibi ifade eder.

Duyuları kalbin elçileri kılmıştır. Bunlar, orada toplanıp derlenenleri istinsah ederler. Kulak bir elçidir, aynı zamanda casusudur.
Göz bir elçidir, aynı zamanda muhafızıdır.
Dil bir elçidir, aynı zamanda tercümanıdır.
Sonra insanda, Rablığına delalet eden, Muhammedi Risaleti tasdik etmesini sağlayan şeyler yaratmıştır. Bu delil insanın biçimidir. Çünkü insanın beden heykeli, bir yöneticiye, planlamacıya muhtaçtır. Bu yönetici, planlamacı da ruhtur. Dolayısıyla bir yöneticisi vardır. Ruh görülmediği gibi şekil de almaz. Ayrıca bedende sadece belli bir bölgeye de hasredilmez. Bedenin hiçbir organı ruh bilinci ve iradesi olmaksızın hareket etmez. Beden onsuz hissetmez, dokunamaz. Bunlar da
gösteriyor ki, alemlerin bir yöneticisinin, müdebbirinin, hareket ettiricisinin olması kaçınılmazdır. Bundan da O’nun Bir olması, mülkünde olup bitenleri bilmesi, mülkünü meydana getirecek güce sahip olması, maddi şekle girmemesi, somutlaşıp temessül etmemesi (hiçbir şeye benzememesi), görünmemesi, bir mekana çekilmemesi, bölünmemesi, maddi olarak hissedilmemesi, dokunulmaması, iktibas edilmemesi
zorunluluğu doğar. Daha doğrusu “Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir” (Şura, 11)
Allah’ın kullarına gönderdiği elçiler/rasuller iki tanedir: Bir açık, biri de gizlidir. Açık Rasul, Hz. Muhammed’dir (s.a.v) Gizli Rasulu ise, Cebrail’dir.

Görünen Rasul Hz. Muhammed (s.a.v) kavmi arasında iken Cebrail Ona vahiy getirirdi ve kavmi
Cebrail’in gelişini görüp hissetmez, Onu tanımazlardı. Aynı şekilde insanın beden heykelini idare eden güç olan ruhun da biri gizli, biri açık iki elçisi/rasulu vardır. Gizli elçi/rasul, iradedir ve Cebrail konumundadır; dile vahiy getirir. Dil ise irade adına konuşur. Dolayısıyla efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) konumundadır. Sonra senin varlığının içine Onun (s.a.v) Nebiliğinin sıhhatine ve Risaletinin doğruluğuna ilişkin yerleştirdiği gibi, Onun getirdiği şeriatının hak oluşuna, sünnetine tabi olmanın zorunluluğuna ilişkin delili de senin varlığının içine yerleştirmiştir. Böylece gücün aslı beş şeydir. Bunların her biri de beşe ayrılır. İlk asıl, dayandığı temeldir.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İslam beş temel üzere bina edilmiştir:
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulu olduğuna şahitlik etmek. Namaz kılmak. Zekat vermek. Ramazan orucu tutmak ve Allah’ın haram evine hac ziyaretinde bulunmak.
ikinci temel: Farz kılınan namazlar beş tanedir.
Üçüncü temel: Zekat nisabı beş olmak üzere farz kılınmıştır.
Dördüncü temel: “Muhammed Allah Rasuludur. Onunla beraber olanlar” Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali.
Rasulullah’la birlikte beş ederler.
Beşinci temel: Ehlibeyt beş kişiden oluşur: Hz. Muhammed (s.a.v), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.
Dinin rükünleri; şeriatın rükünlerini ikame etmek, sahabesini sevmek ve yakınlarını sevmek olduğu için,
senin organların içinde buna delalet eden şeyler var etmiştir. Bunlar da beş tanedir. İslamın binasının aslını oluşturan beş esas, senin bedenindeki beş duyu olan işitme, görme, dokunma, koklama ve tatma duyuları konumundadır. Çünkü sen bu beş duyu aracılığıyla her şeyin tadını alıyor, onları tanıyabiliyorsun. Aynı şekilde dinin bu beş rüknünü ikame etmekle her şeyin zevkine varabilirsin, irfanı idrak eder, rahmanın marifetine ulaşır ve yakini ilmi elde edersin.
Şöyle ki: Göz duyusu, seni namaz rüknünü ikame etmeye çağırır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Namaz benim gözümün aydınlığı kılınmıştır.”
Dokunma duyusu, seni zekatı vermeye çağırır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onların mallarından sadaka al.” (Tevbe, 103)
Tatma duyusu, seni yiyecekleri tatmayı terk etmeye çağırır ki, oruç rüknünü ikame edesin.
İşitme duyusu, seni ezanı duymaya çağırır. “İnsanları hacca çağır.” (Hac, 27)
Koklama duyusu, seni tevhidin nefeslerinin kokusunu almaya çağırır. “Ben, Rahman’ın nefesinin kokusunu Yemen tarafından alıyorum.”

Bu beş duyu ile Allah, seni beş rüknü ikame etmeye çağırır.
Sağ elinin beş parmağını, Hz. Muhammed (s.a.v) ve onunla beraber olan Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali
konumunda kılmıştır. Yüce Allah, efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) nurunu Adem’in alnında yaratınca, Melekler Onunla karşılaşıp Muhammed’in (s.a.v) nuruna selam verirlerdi. Adem (a.s) ise bu nuru görmüyordu. Bunun üzerine dedi ki: Ya Rabbi! Oğlum Muhammed’in (s.a.v) nurunu görmek istiyorum. Bunun üzerine Muhammedi nuru, görebilmesi için organlarından birine aktardı. Sağ elinin şehadet parmağına. Ona baktı; nurun şehadet parmağında tesbih getirerek parıldadığını gördü. Bunun üzerine şehadet parmağını yukarı kaldırarak: “Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu / Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın rasulüdür.” Bu yüzden şehadet parmağına “el-Musabbiha” (Tesbih eden) de denilir.
Sonra Adem (a.s) şöyle dedi:
- Ya Rabbi! Sülbümde bu nurdan bir şey kaldı mı? Evet, dedi, ashabının nuru kaldı. Bunlar da Ebubekir,
Ömer, Osman ve Ali’dir. Ali’nin nurunu baş parmağına, Ebubekir’in nurunu orta parmağına, Ömer’in nurunu yüzük parmağına, Osman’ın nurunu da serçe parmağına yerleştirdi.
Sonra Adem’e denildi ki: Böyle yapmamın sebebi, bu parmakların uçlarıyla onların sevgisini tutup avuçlaman, onları Hz. Muhammed’den (s.a.v) ayırmamandır. Çünkü yüce Allah “Muhammed Allah’ın rasulüdür. Onunla beraber olanlar.” (Fetih,29) Buyurarak onları bir arada zikretmiştir.
Sonra sağ elindeki beş parmağı, beş şahsiyeti hatırlatıcı kıldı. Bu beş şahsiyet ehlibeyttir. Ki “Allah sizden ancak kiri gidermek ister.” (Ahzab, 33) ayetinde buyrulduğu gibi, Onlardan kiri giderip Onları tertemiz kılmıştır. Nitekim Rasulullah (s.a.v) “Bu ayet ehlibeyt hakkında nazil olmuştur: Ben, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin…” buyurmuştur.
Ayağının beş parmağını da senin için, Allah’ın farz kıldığı beş namaza işaret eden, onları hatırlatan
alametler kılmıştır. Sen bu beş namazı ayakların üzerine dikilerek eda edersin. Çünkü onlar Allah’ın yeryüzündeki hizmetçileridir. Hizmet ise ancak iki ayakla yapılabilir. Bu yüzden sağ ayağın, beş namazı hatırlatmakta, sağ ayağının beş parmağı ise senin için, zekatın nisap miktarını göstermektedir. Zekatın nisabı ise beş dirhemdir. Bu yüzden her zaman zekat namazla birlikte anılır. Bundan dolayıdır ki iki ayağın parmakları namaza ve zekata işaret ederler. Sonra senin içinde, ölümü ve yeniden dirilişi, kabrin
nimetlerini ve azabını gösteren, bunlara delalet eden bir hususiyet yaratmıştır. Uyku. Uyuyan kimse, uykuda kötü rüyalar gördüğünde, acı çeker, azap görür. İnsan uykuda ölü gibidir. Duyularını yitirmiş olur; hiçbir şey duymaznngörmez ve idrak etmez.
Sonra uyuyan kimse (rüyada) kulak, göz ve idrak sahibi kılınır. Rüyada işitir ve görür. Asıl kulak ve
gözünden ayrı bir kulak ve gözle. Kendini rüyada dilediği yere giderken, yiyerken, içerken görür. Bu bakımdan uykuda rüya gören kimse, kabirde ölüm ile yeniden diriliş arasındaki ara dönemi oluşturan berzah hayatı boyunca kendisine zevk veren nimetleri ve acı veren azabı gören ölü konumundadır.
Sonra Allah seni uykundan uyandırır; senin iradenle ve senin seçiminle gerçekleşmez bu uyanış.
Eğer uykudan uyanmamayı isteyebiliyorsan, istediğin için de uyanmamayı gerçekleştirebiliyorsan, ölümden sonra dirilmemeye de güç yetirebilirsin demektir?! Bu, ölümden sonra dirilişi inkar edenlerin yalanını ve cehaletini ortaya koyan bir hakikattir. Bunlar da zındıklar, dehriler ve felsefecilerdir. Aynı zamanda kabir azabını, nimetini ve sorgusunu inkar eden mutezile mezhebinin bu görüşüne de susturucu bir cevap niteliğindedir. Hem bilmen gerekir ki, yüce Allah mahlukatı üç sınıf olarak yaratmıştır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimisi karnı üstünde sürünür-yılanlar ve solucanlar gibi-, kimi iki ayağı üstünde yürür-kuşlar ve insanlar gibi-, kimi dört ayağı üstünde yürür-hayvanlar gibi- (Nur, 45)

Canlıların bir kısmı –sürekli-secde halindedir, bir kısmı –sürekli-rüku halindedir, bir kısmı da –sürekli kıyam halindedir.
Ağaçlar ve duvarlar gibi sürekli kıyam halinde olanlar rükua güç yetiremezler.
Hayvan türleri gibi sürekli rüku halinde olanlar, secde ve kıyama güç yetiremezler.
Sürüngenler, haşereler gibi sürekli secde halinde olanlar da kalkamazlar.
Bütün varlıklar Allah’a itaat etmek, O’nu yüceltmek ve tenzih etmek için yaratılmışlardır: “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” (İsra, 44)
Yüce Allah, sair mahlukatının ibadetlerini ve itaatlerini senin için bir araya getirdi ve senin ibadet ve itaat şeklini bütün mahlukatına yaydı. Sen O’na ayakta, rüku halinde ve secde ederek ibadet etmek istersen, bunu yapabilirsin. Ki bütün mahlukatın fazileti sende toplansın.
Yine sana namazı da farz kılmış ve namazı bütün mahlukatın ibadetini kapsayacak özellikte kılmıştır.
Kıyamın, rüku ve secdelerin fazileti de sende toplanmıştır. Sen bütün varlığın maksadısın. Sen, mabudun muradı öyle olduğu için, kulların gözdesisin.