30 Ağustos 2022 Salı

İLİM Mİ DAHA ÜSTÜN YOKSA İRFAN MI?

 Hallac-ı mansur bu soruya şyle cevap verir:"Selam olsun Efendimiz (SAV) ilmin kaynağı idi.ayet-i kerimede geçen "bilmiş ol ki" kelimesi nedeniyle böyle bir bilen kişiye irfan üstündür denemez.Bu ayetin manası şöyle açıklanabilir:"Bildiğin söyle.Çünküonlar söylemezsen anlamazlar"

Hallac-ı mansur şöyle devam eder:"Şu 29 harf "Lam, Elif'te" gizlidir.Nokta ise "Elif" te gizlenmiştir.Gönlün anlayışı da gizlidir.böylece yürü , yürü de ilk bilgiye ulaşabilesin.Gönül anladı mı noktaya ihtiyaç kalmaz.Noktayı anlayanın da Elif'e ihtiyacı yoktur.Elif'i anlayanın da "Lamelif" e ihtiyacı yoktur.La (yoktur) sözünün yani Allah'tan başka her şeyin fani olduğunu anlayanın ise başka harflere ihtiyacı yoktur.

Dinleyen, dinlediği söze ne kadar yabancı ise o söz o kadar uzar gider.Hakim senai bir şiirinde söyler:

BİR BAŞKA HAM DAHA GELDİ SOHBETE/BİR TENCERE DAHA KOY HAYDİ ATEŞE"

KULAK ARDI EDİLEN FETVALAR

EBU HANİFE'NİN MÜSLÜMANLARCA KULAK ARKASI EDİLEN FETVALARI

● Arap olmayan Müslümanlar anadilleri ile ibadet yapabilirler.

● Bir insanının mümin olduğunu ibadeti belirlemez.

● Kimin cennete veya cehenneme gideceğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez.

● Beşeri ilişkilerde dindarlık ölçü değildir.

● Namaz kıldırıp para almak helal değildir.

● Din için toprak gasp etmek meşru değildir.

● Evlenme ve eş seçme hakkı kadının kendisine aittir.

● Arapça kutsal dil değildir, kutsal olan anlamıdır.

● Allah'ın elçileri, Allah'ın kitabına aykırı konuşmazlar.

● Kuran'a ve akla aykırı rivayetler(hadisler) kaynağı ne olursa olsun reddedilir.

● İslam'da evliya diye bir sınıf yoktur, her mümin Allah'ın dostudur.

● Haram para ile hayır olmaz.

● Zulüm yapan idareciye hediye verilmez, hediyesi de alınmaz.

● İSLAM akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur...

Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra (Mısır' lı İslâm âlimi) 

HALLAC-I MANSUR'U ARAYANLAR

 Luis Missignon aslında bir arkeloğ idi.Bir gün bakırdan yapılmış bir testi üzerinde bir yazı gördü,testi sahibine sordu:Burada ne yazıyor? diye.testi sahibi yazıyı terceme etti:"Bu gün kendi abdestimi, gönül kanımla aldım".Bu derin sözden etkilenen Massignun, kimin bu söz? dedi.dediler ki:Hallac-ı Mansur,hikayesi de şudur.Hallac'la alakalı en doğru metinler Luis Massignon'u eserlerinde bulunur.

ALİMLERİ DÖRT SINIF ÜZERİNE BULDUM

 Ebul Abas Kasım es Seyrani diyor ki Alimleri dört sınıf üzere buldum:

a) Bir kısmı başıboş bırakılmış, yuları çözülmüş at gibi kırda bayırda koşup durmakta.Gözüne toz kaçmış bir kimse o atın üzerinde binicisi  var da bir amaç uğruna koşturuyor zanneder.Peşine düşüp onu takip etmek ister.Ancak gözü toz ve dumandan etkilenmemiş olan kişi bilir ki o atın yuları çözüktür, peşine düşülmez, iuzi sürülüp gidilmez.

b)Alimlerin ikinci kısmı ise yularlarının çözülmesini isterler.Huysuzluk ederler de kendilerini alim diye göstermeye çalışırlar.Maksatları başıboş kalıp , Baş olma sevdasına düşüp başı çekmelerdir.

c-Üçüncü kısım alimler ise sarhoş deveye benzer.Ne yulardan, ne gem'den ne de yuların çözülüp gem'inin alınmasından haberi vardır.Allah'a kulluk etmenin lezzeti, tadı onları (Dünyevi meselelerden ) çekip almıştır.Onlar kendilerini ibadete kaptırmış olup daima Allah ile meşgul olurlar

d) Dördüncü kısım ise pek garip kimselerdir.Dünyanın hallerini bilirler, yuları çözülen kim?sarhoş olup kendini yitirmiş kim? Aklı başında kalan kim.Bu gurupların hepsini tanır ve bilirler.Efendimizin belirttiği "Ah ne olurdu o kardeşlerimi görseydim" diye arzuladığı kimselerdir.

İİRFAN DÜNYAMIZIN ÜÇ ŞEMSEDDİN'İ

 Meşhur olanlarıFatih'in hocası, Ak şemseddin hazretleri.Diğeri Hz.Mevlana'nın hocası Şems-i tebriz hazretleri,diğeri MEŞHUR HALVETİ ŞEYHİ Şemseddin Sivasi hazretleridir.

3.Mehmet, Eğri seferine Şemseddin Sivasi hazretlerini yanında götürmüştür.Hazretin varlığı askerin gayretini çoşturur ve savaş kazanılır.

AYAK KAYMASI

 "Maneviyat dünyasında insanın ayaklarının kayması üç şeyden olur.

1) Allah'ın bağış ve lütuflarına , şükretmekten kusur etmek

2) Yaptığı işte , Allah'dan değil de halkın kınamasından korkmak.

3) Allah'dan başkasından bir şey ummak.."

KALB ÜZERİNDEKİ KİLİTLER

 "Kur'an-ı düşünmezler mi? yoksa kalpleri üzerinde kilitler  mi var? (Muhammed, 28) bu ayetle alakalı Sehl b.tusteri hazretleri şöyle demiştir:"Yüce Allah gönül hazinelerini yarattı ve bu hazineleri kilitledi..İmanı ise o hazinelerin anahtarı yaptı.Şeriat sahibi olan, olmayan, bütün peygamberlerin , evliyaullah'ın , sadık samimi iman sahibi olanların gönül kilitleri açılır.Ancak bu kesimden başkasının gönül kilitleri tam açılmaz, açılmadan da dünyadan göçerler.Çünkü onlar anahtar olarak akılları kabul ederler.Bu yüzden anahtarı yitirirler.Eğer anahtarı Allah'ın bağışı ve yardımı ile isteselerdi bulurlardı. 

AMELLERİN BOŞA ÇIKMASI

 mUHAMMED SURESİ ,1 AYETİNDE Alla hTeala "Küfür edip de Allah7ın yolndan yüz çevirenlerin, ()Allah) amellerini boşa çıkarmıştır.

"Amellerin boşa çıkması" ayetinde ayetin muhatabı küfür ehli gözüksede  müslümanlara hitaptır. Küfür ehlinin yaptıkları iyi işlerin boşa çıkması zaten akla yatkındır.Çünkü, yapılan bir işin Hakk yanında kabul görmesinin ön şartı imandır.Kendileri kafir oldukları gibi başkalarının da müslüman olmasını eengellemeye çalıştılar.Yüce allah onların yaptıkları iyi şeyleri de boşa çıkardı , geçersiz kıldı.

Bazı müfessirlere göre bu ayette beyan olunan küfürden maksat mutlak küfür değildir.Allah'ın vermiş olduğu sonsuz nimetleri inkar eden, şükretmeyen küfran-ı nimette bulunanlardır.

Müfessirlere göre hüküm şudur:"Birisi sana öğrencilik yapıp, senden istifade etse, bu iletişim sevgiye neden olur.Fakat o öğrenci dışarıda konuşurken , "ben bu bilgileri kendi yeter eğitimim ile elde ettim, benim hiçbir kimseye minnetim yoktur" dese sende o sevgi kalmaz."Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır".

Başka bir öğrenci ise " Öğrenmiş olduğum tüm ilimleri önce Allah, sonra da hocama borçluyum, onun sayesinde öğrendik, yoksa biz kim oluyoruz ki" demektedir.

Her iki öğrenciyi kıyaslamak mümkün değildir.şükür nedir, teşekkür nedir bilmeyen şahsı, kadir kıymet bilen, ikram ve teşekkür edenle denk tutamazsın.Bu bahtı açık, talihi yaver gidenlere söyleyeceğin sırları, o şükür nedir bilmeyen kişilere söyleyemezsin.Ayet-i kerime gereği Allah Teala "yaptıklarını boşa çıkarmıştır." Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"!İşte böyle, hiç şüphesiz, küfür edenler batıl olanlara uymuşlardır.İnananlar ise Rablerinden gelen hakka uymuşlardır(Muhammed 3)

Yani bu sapıklığın bu şükür bilmezliğin sebebi şuydu:O şükretmeyen, nankörler boş şeylere uyup, nefislerinin istek ve arzuları ile oyalandılar.Din katında bu istekler boştur.tadı tuzu olmayan geçici şeylerdir.Nefsin istekleri tuzlu ve acı suya benzer.Ne kadar içersen iç suzuzluğun gitmez, içen kimseyi de kandırmaz.Büyük sufilerden Cefer el-Huzza, bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:

"Onların amelleri , verdikleri sadakaları , şu sebeble boşa çıkmıştır:Amel duvarının temeli niyettir.Eğer temeli sağlam atmazsan , yaptığın duvar üzerine yıkılırbina tamamlanamaz.

Birisi Camiye girer ama niyeti ayakkabı çalmaktır, namaz kılmak değildir.böyle bir şahıs mescide girdi diye sevap alabilir mi? 

29 Ağustos 2022 Pazartesi

NEREDE BİR DOST VARSA ORADA İNCİNMEK VARDIR

 Mevla Efendimizin babası Sultanül Ülema hazretlerinin sözüdür."Nerede bir dost , nerede bir sevgili varsa  orada incinmek , dert ve mihnet vardır.Nerede bir yabancı varsa , orada yalnızlık ve tek başına kalış vardır."Yabancı biri kapıdan girdiğinde dudaklarım açıldı.Gülmeye başladım derken bir tanıdık geldi o gülüş geçti gitti.Ulu Mevlana bu sözü şöyle açıkladı:"Tanıdık kimselerin senden bir beklentileri vardır.Ona ne kadar vefa göstersen az görür ve razı olmaz.Ben senden bu kadar beklemiyordum, daha fazlasını umuyordum der.Yabancının senden bir ümit ve beklentisi yoktur.Yarı buçuk bir hürmet görse sevinir.onun sevinci de insana akseder.Diğerinin teşekkür etmeyişi insana menfi bir tesir bırakır.

RESULULLAH'A SEVİMLİ OLAN ŞEYLER

 Efendimiz (SAV) buyurmuşlar:"Dul ve yetimlerin ihtiyaçlarını gdermek , otuzbin rekat nafile namaz kılmaktan daha sevimlidir.

Aile fertleri ile beraber bulunmak, şu mescidimde oturmaktan daha sevimlidir.

Ana baba'ya iyilik etmek , yıllarca nafile ibadet etmekten daha sevimlidir."

27 Ağustos 2022 Cumartesi

AB'I HAYAT ARAMAK

 Şöylebir hikaye anlatılır:başı dönmüş ve yalpalayarak sallanan birisine , buralarda ne arıyorsun, diye sorarlar.Şahıs; Ab-ı hayat aramaktayım diye cevap verir.

Bu ilginç cevap üzerine ; -Bütün bu baş dönmesi, amansız dolaşma sadece ab-ı hayatı aramak için midir diye sorarlar.Değmez mi diye cevap alırlar.Soranlar;

-Değmesi gerekir diye cevap verip ilave ederler;-Peki ama senin bu abı hayat arayışındaki tembellik nedir? Aramaya değmez anlamı çıkmıyor mu?" diye cevap verirler.

Hak Teala , kullarından hernhangibirini , kendisine kavuşturmak , kendisine ulaştırmak için yaratacak olursa; onun yarattıklarının içinden seçer, onu üstün kılar.Kavuşmak, buluşmak nedir? diye bir soru akla gelse:"Yok olmak , varlığından bir şey kalmamak, Allah'ın varlığı ile var olmak"diye cevap verilir.Sen arada kalmadın mı , Allah'ın lütfuna kavuşursun.Fakat arada kalmadın mı Allah'ın lütfuna kavuşursun.Fakat arada kalmışsan yok olmamışsın , demektir.

Senai bir şiirinden şöyle der:"Önde birazcık dar bir yol var, bu yol nefis kapısından gönüle akar"

Mevlana Efendimizin babası Bahaeddin Veled buyurmuştur:"Kur'an-ı Kerim7i baştan sona kadar inceledim, eledim, aktardım.Her ayetin, her kıssanın anlamı ve özeti olarak şunu buldum:"Ey kulum! Benden başkası ile ilgi ve alakanı kes.Başkasından bulacağın, elde edeceğin her şeyi , halka minnet etmeksizin bende bulursun.Bende bulacağın  ve elde edeceğin şeyi hiçbir kimseden bulamazsın.Ey! Bana yapışıp, sarılan kimse, daha fazla yapışdaha da sarıl bana"

Kur'anı Kerim'i ister başından oku ister sonundan , çıkacak mana şudur:"Ey benden ayrılmış kimse , bana dön".Hadis-i xerifde Efendimiz(SAV) "Diriden ayrılan ölüdür" buyurmuştur.

Can'ı, canan verdiğine göre ; Gönlüne huzur veren bir kalb lütfetmiştir sana. Ruhuna bir ruh ihsan eylemiştir.Peki, bu ihsanları unutup , boş şeylerden vefa umarak ömrünü yele vermekten , boşa geçirmekten utanmaz mısın?

HÜR OLAN İNSANIN VASFI

 Hür olan insanın şöyle bir vasfı vardır: kimsenin incitmesine aldırış etmez; kimseyi de incitmez.Cömert olan ise; incitilmesi gereken kişiyi de incitmez

HACET DUASI

 "SÜPHANEL KADİM'İLLEZİ LEM YEZEL,(Ezeli ve Ebedi Yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim)SÜBHAN'EL CEVAD'İLLEZİ LA YEBHAL (Cömert olup cimri olmayan Yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim),SÜBHAN 'EL HALİM'İLLEZİ LA YA'CEL (Merhametli olan,acele etmeyen Hilm sahibi Allah'ı tenzih ederim),SÜBHAN'EL ALİM'İLLEZİ LA YECHEL (Her şeyi bilen , cehl sıfatı asla olmayan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim),LİLLAH'İL EMRU MİN GABLÜ VE MİN BA'DÜ (Bundan önce de , bundan sonra da emir ve ferman Allah'ındır) "VE YEVME İZİN YEFRAHÜL MÜ'MİNUN(Rum-4-5) (O gün müminler Allah'ın yardımı ile sevinecekler) 


"SÜPHANEL KADİM'İLLEZİ LEM YEZEL,SÜBHAN'EL CEVAD'İLLEZİ LA YEBHAL, SÜBHAN 'EL HALİM'İLLEZİ LA YA'CEL,SÜBHAN'EL ALİM'İLLEZİ LA YECHEL, ,LİLLAH'İL EMRU MİN GABLÜ VE MİN BA'DÜ , "VE YEVME İZİN YEFRAHÜL MÜ'MİNUN(


KALBE KÖTÜLÜK MÜHRÜ VURULMASI

Efendimiz (SAV) buyurmuştur: "Hiçbir gönülden , rahmet ve merhamet kaldırılmadan , kötülük mührü vurulmaz"

Temiz iyi ahlaklı fakir, aynı özelliğe sahip zenginden bin derece üstündür.Zengin ölürken keşke yoksul olarak ölseydim diye dilekte bulunur.yoksul ölürken keşke zengin olarak yaşasaydım diye bir temennide bulunmaz.Büyük so2filerin tercihi , hesap verme endişesinden dolayı , fakir olarak vefat etme temennisi olmuştur.

TEVRAT'TAKİ İLK EMİRLER

 Ka'bul Ahbar şyle demiştir: Tevrat' da Allah'ın ilk emirleri şudur:

*Allah'dan başka ilah yoktur ancak bana ibadet edilir

*Dünyada tüm yaratılmışlara rahmet eden ahiret'de ise sadece müminlere rahmet edecek benim.

*Her kim olursa olsun hükmüme raçı olmaz, verdiğim belalara sabretmez ise onu, düşmanlarımla beraber ahiret'de tekrar diriltirim.

*Haya, utanma duygusu olmayana deva yoktur.Sözünde durmayanın , vefası olmayanın ise hayası yoktur.

BÜYÜKLERİN DEYİŞLERİ

 Büyüklerden biri şöyle demiştir:

*Namuslu, kötülük etmeyen temiz bir insana iftira etmek, göklerden daha ağır bir günahtır.

* Gerçek olan 8hak9 ise yeryüzünden daha geniştir.

*Kanaat eden gönül, denizden de zengindir.

* İnsandaki hırs ise ateşten daha yakıcıdır.

* Muhtaç olup ta ihtiyacını karşılamayan akrabaya müracaat; kış günün en soğuk vakti gibidir.

*Kafirin kalbi taştan katıdır.Arkadaşının gıybetini yapan yetimden zayıftır.Gıybete devam edenin akibeti ise alçalıp gitmektir.

GÜNAH ÜÇ KISIMDIR

 Aişe annemizden rivayetle , Efendimiz (SAV) buyurmuştur:"Günahlar üç kısımdır:Bağışlanacak günah, bağışlanmayacak günah, bağışlanacağı ümid edilen ve yapan hakkında korkulan günah.

Bağışlanan günah : Allah7ın dünyada cezasını verdiği günahtır.Allah (CC) kullarını ikinci defa ahirette cezalandırmaz.Hoşlanılmayan günah ise , kulların birbirlerine zulmetmesidir.

Üçüncü günah ise ; Allah7ın kullarından sakladığı ve günahkar kula tevbe fırsatı verdiği günahtır.O şahıs günahından dolayı korku içindedirama Rabbinden de ümidini kesmemiştir.

Allah7ın bağışlamadığı günah, Allah'a şirk koşmaktır.Yapılanların hiç birinin aafedilmediği suçlar ise kulların birbirlerine ettiği zulümdür., kul hakkıdır.


GARİP BİR MEDRESE

 Hiçbir şeyi kalmayan kimselerin medresesi.Tasavvuf ehli "Vur , kır , gğeç gitsin" demiş.Varını yoğunu Allah için harca da , dünyada var'ını bitirip yok derecesinde olanlara katıl, ortadan kaybol.Yeni bir yol bul.Burası  var'ını yoğunu sarf edip hiç bir şeyi kalmayanların medresesidir.Bu okulun müdürü çok yücedir.Öğrencileri gönüllerdir.

Değirmenin alt taşını daha pahalı satın alıp , fazla para verirler.Çünkü daha fazla yük çeker.

AVAM KİMDİR?

 Avamdan maksat halkın bilgi edinmemiş olanları değil, Avam; manen kör olan kimselerdir.Bazı insanlar ilim tahsil etseler bile , manevi körlükten kurtulamazlar.

24 Ağustos 2022 Çarşamba

HAK TEALA ÜÇ TOPLULUK YARATTI

 Hak teala bir toplumu dünya için yarattı.Dünyayı da onlar için yarattı.

Bir toplumu ahiret için yarattı.Ahireti de onlar için yarattı.

Bir kısım insanları da kendisi için yarattı.

Meşhur kadın Sufi Rabia'yı bir alim nikahı için istemiş."onu istemem , çünkü o dünya ehlidir" diyereddetmiş.Yakınları, "Ama onun hiçbir dünyalığı , malı mülkü yoktur" demişlerdi.Bunun üzerine Rabia şöyle cevap verdi:"Allah (cc) şöyle buyurdu, Resulullah (sav) böyle dedi, ifadeleri yok mu?Bu sözler dünyaya ait değil mi?

ALİM/ARİF

 Alim olan şahsın hali, söylediği sözlerden aşağıdır. Arif olan şahsın hali ise söylediği sözlerin üstündedir.

RUH VE NEFS

 Yüce Allah, bu alemde bir çok şeyler yaratmıştır.ancak insan ruhundan daha yüce hiçbir şey yaratmamıştır.(senin) içinde bulunan hayvani ruhu , bu aşağılık nefsi, ne kadar kahredersen o ulvi ve nurani ruh o kadar kuvvetlenir.

Biz insanlarda iki nefs vardır.Biri gece gibi kapkaranlık nefs, diğeri güneş gibi aydınlık nefs.Oruç tutmak , az yemek gibi, sadece cila vurmakla nefsin isteklerini azaltırsan( hayvani) nefs zayıflar, o ruh ortaya çıkar.Gecenin yerine gündüz geliverir.

Her nerede olursa olsun, aşırılığa sapmadan orta yol takip edilirse hiçbir ziyan ve bozukluk olmaz.Bu yolda tamamen fayda ve rahatlık vardır.

Vicdanlı olmayı vicdan sahibine buyurmak gerekir.İnsafsız ve vicdansıza söylemek hikmete uymaz.Sen de nefs yok olmadıkça dini bilgi ve tasavvuf yolunda ilerleyemezsin.kuran-ı Kerim'de :"Allah onları sever, onlar da Allahı sever"(Maide,54)ayeti kerimesinin manası gerçekte budur.

Hakim Senai demiştir:

Sen, sende oldukça , varlığından geçmedikçe, Kabe'de bile olsan orası olur meyhane,

Varlığın, nefsin uzak oldu mu senden, puthane bile beyt-i mamur olur sevginden

Eğer şekilcilikten mana yönüne dönersen, seni cennete iletirler dünyada iken..

Ben ben oldukça nasıl söz edebilirim senden, Ama ben sen olursam, ya ben söylerim ya da sen(Baba Eftal)


23 Ağustos 2022 Salı

GAM VE KEDERLER

 Gam ve kederli olmak tamamen zamanın sıfatıdır.Gece ve gündüzün değişimiyle zamanın getirdiği bir şey.Şu zaman gelir geçer.Kederi de gamı da silip süpürür, alır götürür.Gam çekiyorsan çekmemeye çalış, çünkü zaman giderir onu.

Eğer neşeli ve sevinçli isen fazlaca sevinme , neşelenme tıpkı gam gibi sevincini de neşeni de zaman, kendisiyle birlikte götürür.Bu şu olaya benzer:"Hırsız, birinin evine girer varını yoğunu alır götürür.Ev sahibi ise hala evdeki eşyaları nasıl yerleştiririm derdindedir.Halbuki evde hiçbir şey kalmamıştır.

Nefsi emmareye aykırı davrandın mı Yüce Allah seninle barışır.Yok , nefis ile barışırsan Allah ile savaşa girmiş olursun.

KURAN-I KİM TEFSİR ETMELİDİR?

 "Kuran'ı , kendi görüşü , arzusu doğrultusunda tefsir eden kafir olur)Hadis-Kenzül Ümmal) Birisi, başkasının sözünü naklederse alim olamaz.Birisi bir başkasının şiirini okursa şair olamaz, ona şair demezler.Ravi (nakleden) derler.

Er isen kendin söyle..Dünyada itibar edilecek söz :  Kur'an'dır ya Hadis. Bazı kişiler Kur'an'ı anlamada yanılmışlar, yapmış oldukları basit yorumlarına ahmaklıklarından dolayı (modern) tefsir adını vermişler, yine aptallıklarından dolayı yorumlarını uzatıp durmuşlardır.Yüce yaratanın sözünü , tefsirde güçlük çekmeyen gönül ehlinden işit.Bilmiş ol ki ahırda beslenen her öküz, kasabın bıçağı için beslenir.Kağnı çeken öküz ise kasabın bıçağından emindir.Öküz ahırda beslenmek yüzünden başına geleceklerini bilse idi ; kağnı çekmek ona güç gelmezdi.Ahırda öküzün önüne serpilen saman , tencerenin yağı içindir, ikram ve ihsan değil.Sana tavsiyem şudur:İyi beslenmeyi bırak, yemden ağzını çek, gücün yetmiyorsa ahır sahibine el atıp ona yapış da sana yardım etsin , işin sonunu sana hatırlatsın."

HİZMETÇİYE GÖNÜL VERMEK

 Seyyid burhaneddin hazretleri buyurur ki:"Hakk'ın lütfu, güzel hoş bir hanımefendiye benzer, emrinde bir sürü hizmetçileri vardır.Her kim hanımefendi dururken , hizmetçilerden birine gönlünü kaptırırsa, hanımefendinin şu ikazı ile karşılaşır:"Ey sevgisi düşük kimse!En yüce olanı sevmen gerekirken , gönlünü kapıdaki hizmetçiye kaptırdın.Dur orada der ve arada bulunan perdeyi çekip iletişimi keser'

DEMİRİ YUMUŞATTIK AYETİ

 Sa'd suresi 20 nci ayetinde Hz.Davud için şöyle buyrulur:"Hem mülkünü kuvvetlendirmiştik , hem de kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme hassası vermiştik" Bu ayette Hz.Davud'a verilen özelliklerden ; "Hikmet ve gerçekle batılı ayırt etme" özelliği,"Saltanatını kuvvetlendirdik" beyanından sonra geldi.Bu beyan  sebebiyle eller , kollar , uzuvlar, duygular hep onun buyruğu altına girdi."O'na demiri yumuşattık" Dağlar bedendir, tabiattır, huydur. 

Can çıkmadan huy çıkmaz bir atasözüdür.Ancak Hakk'ın adamları(Evliyaullah) Dağ gibi kuvvetli olan bu huyu yumuşatıp değiştirme lütfuna erişen kimselerdir

MEYVELİ AĞAÇLAR

 Dünya nimetlerinin ağaçları vardır.Dünyada bulunanlar , ağaçların meyvelerinden istifade ederler.Din meyvelerinin deağaçları vardır.Her kimde din derdi varsa, o ağaçların meyvesinden yer.kur'an-ı Kerimde Hz.Meryem için "Ye iç gözün aydın olsun"(Meryem 26)

Göz, dünya meyveleri ve zevki ile nasıl olur da bu tadı bulabilir? Hz.Meryem "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim"(Meryem 23) dedi.Çünkü o ölümde hayatı görmüştü.Böyyle olmasaydı Hz.isa'nın doğması ile böyle bir hasret'in ve temenninin ne ilgsi olabilirdi? Aksine Hz.meryem manevi zevkin fazlalığından şöyle demiştir:"Nefsin ölümü bu kadar tatlıymış da , ne diye korkmuşum ondan? Keşke bu olaydan önce ölseydim de , halkın ayıplamasından , hor ve hakir görmesinden kurtulup , halkın gözünde hoşa gitmeyen birisi olmadan unutulup gitseydim.Bu ebedi hayat dopdolu, hoş ve güzel olduktan sonra keşke daha önce bu hale gelseydim.Bu hal ne kadarda güzel ve hoşmuş.Ne diye yüzümün suyu(hayamın) gidecek diye korkmuşum"

"Keşke" demesi sevincindendir.Daha önceki günlerimde neden sevinç içinde olmayıp kederlenmişim? Keşke bu halleri bilseydim,üzüntü çekmezdim demek istemiştir.

ŞEYH AK SAÇLIDIR

 Şeyh ak saçlıdır.Saçlarında bir tane bile siyahlık kalmamıştır.Saçında birazcık siyahlık varsa orta yaşlıdır,kamil olmadığına işarettir.Böylesi bal şerbeti bulunan bardağa kıl düşer mi? Siyah saç halkın sıfatıdır.Eğer şeyhinde bir tek siyah saç kalmamış ise gözünü ayırma, ayırma da şeyh sana fazlaca baksı,ilgilensin."Eğer şeyhe bakmayıp göz yumarsan, ilgilenmeyip başkalarına bakarsan ; Şeyh de başkalarına karşı senin gözlerini yumdurur.Çünkü o bakış Hakk7ın bakışıdır Şeyh'in değil.Nerede olursan ol şeyhi hazır ve gözetleyici olarak bil.ona hürmet ve saygı göster, yoksa zarar edenlerden olursun.

MANEVİ HAL

 Şimdi sana manevi bir hal gerekir ki , ölümden sonra seninle kalsın.böyle olmasına rağmen "Biz zahire göre hüküm veririz" diyecek olursan , yirmidört ayar yerine , düşük ayar hatta sahte altınları almış olursun.Zaten kalpazanların hali böyle olur, dışı altın görünümünde bakırla insanları aldatırlar.

Dış görünüşe aldanmayan manevi göz sahibi  "Biz batına, iç aleme gre hüküm veririz" mertebesine ulaşanlardır.Şeyh olan şahısta öyle bir heybet olmalı ki şeytanlar, vesveseler,vehimler ordusunu vursun, kırsın bir bakışta bozguna uğratsın.Müridin bindiği azgın nefis atını ürkütüp korkutsun

Ne kadar başkaları ile ilgiyi kesersen , onları görmemeye çalışırsan , şeyh o kadar fazla görür, gözetir seni.Şeyh gayretlidir, kıskançtır, kötü şeylere razı olmaz.

"ALLAH'A BORÇ VERİN BUYRUĞU" NİÇİN KULAĞIMIZA GİRMİYOR.

 İnsanlar emlak alımında veya işletme sahiplerine borç verirler.Onlara vadeli mal veya kumaşlar satarlar ve (şöyle derler)2falan esnafın malı mülkü var (paramız batmaz).Vadeli mal verelim de parakazanalım, o esnafa güvenilir, paramıza da bir şey olmaz.  Bnu düşünürken :

Dünyanın sahibi olan Allah'ın hiç malını mülkünü görmediği için "Âllah'a borç verin"(Müzzemmil ,20) buyruğu kulağımıza girmiyor, güvenimiz yok. 

Nefsle imtihan tamamlanınca  insan ; Efendimiz (SAV) in belirttiği "Rahmanın parmaklarından iki kudret parmağı arasına girmiş olur"(Müslüm) 

Artık yazdığı şey , katibin dilediği şeydir.
O kalemle yazan ise Allah'ın ta kendisidir.

İLİM VE İMANIN GAYESİ

 İlim ve imanın gayesi, son hedef olan Allah'a ulaşmak olup , O'na kavuşma yolunun anahtarını elde etmektir.O anahtarla, zifiri karanlık bir gecede , zorluk çıksa bile o anahtarın tüm kilitlerini açması gerekmektedir.Anahtar açmaz ise, o zora bir kolaylık bulamaz ise o , anahtar değil bir tahta parçasıdır, sen ise onu anahtar sanmışsın.

Dünyaya hücum eden köpek kılıklı kimseler asla cennete giremezler.Ancak ashab-ı kehfin köfeği olursa müstesna..Çünkü o köpekte akıl var, gönül de var iman da var.O köpekten köpeklik kalmamıştır ki o köpeği satın almak da caizdir.Çünkü terbiye edilmiştir.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

CANLARINI ALLAH YOLUNDA HARCAMAK

 Gönül ve irfan ehli olanlar  Hak Teala'nın emir ve yasaklarına karşı hiç küstahlık etmezler.Yaptıkları işe ücret istemezler."Allah'a güzel bir tarzda borç verin(Müzzemmil 20?hükmünce önce oruçla, varlarını yoklarını harcarlar, bağışlarlar.

"Canım istiyor" diye en basitinden bir yemek ,yahut içmek için bu tabiri kullanırız.İsteyen kimdir? düşünürsek nefsimizdir.Nefse muhalefet bu işin ilk basamağı olduğu için hakiki oruç bu anlamda bir vasıtadır. CANIMIZIN İSTEDİĞİ BİR ŞEYİ YAPMAYARAK CAN HARCAMIŞ OLURUZ

MÜSLÜMANIN YEMEK KONUSU

 Kur'an-ı kerim'de: " Ey Resullar! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin.Güzel amel ( ve hareket) lerde bulunun.Çünkü ben ne yaparsanız hakkıyla bilenim" (müminun , 51)

HELAL yemek bir emirdir.

Yemek, üç kısımdır.Haram - Mübah - Vacib

Haram ve mübah apsamına giren yemek ; ihtiyaç yokken yemektir.Vacip olan yemek ise ihtiyaç olunca yemektir, iştah da ona yardımcı olur.

Şimdi sen mübah olunca da yeme.Öyle bir hal meydana gelsin ki , yemek vacib olsun sana.Yemek yeme zarureti oluşsun.

İnsan, nefsinin yeme alışkanlığına karşı gelerek artık dayanacak bir gücü kalmaz ise o zaman yemek farz olur, yediği zaman farz yerine gelmiş olur.İşte bu tür yemekte hem iştah vardır, hem de şehvet.Hemde yememeğe imkan yoktur artık.Daha önce belirtilen iki türlü yemek çeşidinde ise yalnız iştah vardır, zaruret yoktur.

21 Ağustos 2022 Pazar

AĞAÇ KAVRAMI

 kuran-ı Kerim'de AĞAÇ kavramının geçtiği ayetlerden fiziksel ağaç anlaşılır sa da hakikatte "Şeyh Gölgesi"dir.

Şeyh kitap sahibidir.Allah'ın kitabı şeyhin gönlündedir.Şeyh "Beni her nerede olsam mübarek kıldı ve hayatta olduğum müddetçe bana namaz ve zekatı emretti(Meryem 31) kelamı Hz.İsa efendimizin ağzından çıkmış olsa da Şeyh anlatılır."Ağacın altına gel ve hurmayı kendine doğru silkele üzerine taze hurma dökülsün"(Meryem 25) ayetinde olduğu gibi kimde hakikat derdi varsa , bu ağacın altına gelsin.Bu ağaç önce isteyen idi sonra istenen oldu.Gel de hurması ile faydalı bir helva yap ki , böylece senden din çocuğu olan İsa doğsun.Bu ağacın dalına yapışanlar "Sağlam bir dala yapışmıştır"(Bakara 256)

"TERTEMİZ BİR AĞAÇ GİBİ.."(İbrahim, 24) din ağacı terbiye ile kuvvetlenir.Din ağacını fiden halinden terbiye ile ağaç haline getirmek gerekir.Bu ağaç iki taraflı büyür .bir yönü hakka doğrudur, bir yönü halka.Kim buağacın dalına yapışırsa ; o dal o kişiyi Hakk'a ulaştırır.

Nuh'un gemisini de olsa olsa böyle bir takva ağacının tahtasından yapmışlardır.bu Takva gemisi olan Nuh'un gemisine , evlat gibi sevilen müridler girerse kurtulurlar.Her kim itaatsizlikte önder olup gemiye girmez ise boğulup gitmiştir.kim bu ipe yapışırsa kurtulur.kur'an :"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın"(Ali imran , 25)

RİYAZET-ORUÇ

 Efendimiz buyurmuştur:"Peygamberlik derecesine en yakın olanlar;Alimler, mücahitler ve oruç ehli olanlardır"Hasların hası olan seçkin şahsiyetlerin orucu; Allah'dan gayriyi terk etmektir.Efendimiz buyurmuştur:"Namaz müminin nurudur.Oruç ise cehennemden koruyucudur"

Direkt olarak koruyucu olan oruçtur.Oruçtaki riyazat , diğer ibadetlerden daha büyüktür.Geri kalan diğer riyazatlar oruç yanında birer oyuncaktır.

Her gün almış olduğumuz gıdalardan beş gram veya biraz fazla yiyeceği azar azar kısmaklamide küçülmeye başlar.böylece riyazat meydana gelir"Allah için cihad edin"(Hac 78) emrine uyulmuş olur

KULLUK ÇEŞİTLERİ

 Ölümden önceki ölüme kadar kulluk bir başka çeşittir.Nebi (SAV) efendimizin tavsiyesi budur.Tasavvuf terbiyesi altında nefisle savaşı tamamladıktan sonraki kulluk ise bambaşkadır.Kur'an :"Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et" buyurur (Hicr 99)

İBADETİN ÖZÜ , NEFSİN MAĞLUB OLMASI, DÜNYEVİ İSTEKLERDEN ARINMASIDIR.GERİ KALAN HER ŞEY İBADETİN KABUĞUDUR.NEFSİ YAKIP KAVURMAYAN ORUÇ İBADETİ YAHUT DİĞER BENZER İBADETLERNEFİSLE UYUM SAĞLIYORSA , İBADET YERİNE GEÇMEZ.

iBADET EDERKEN , NEFSE MUHALEFET DAHİ İBADETİN ŞARTIDIR..EVLİYA'NIN NEFSİ TAMAMIYLA GÖNÜLDÜR.DÜŞMANLARIN GÖNLÜ İSE TAMAMEN NEFS'TİR(BENLİKTİR)

Mücahede , istek ve arzuları Allah'ın razı olacağı bir hale getirmektir.Daha açık bir ifade ile nefsi Allah'ın razı olacağı işler yapmağa bağlamaktır.Mücahede, Allah yolunda beşeri ve sosyal ilişkileri azaltıp, gönül aynasını Allah sevgisi ile cilalamaktır.Efendimiz buyurmuştur:"Ümmetimden erkeklerin en hayırlısı mücahitlerdir.Kadınların en hayırlısı ise zaruret olmadıkça evlerinden dışarı çıkmayanlardır"

RİYAZET

 Arifler derler ki:"Bu hastada safra var, yağlı yemekler dokunur, yahut ateşi yükselir, helva ve benzeri gıdalar dokunur, zarar verir" o zaman bu gıdaları almamak gerekir.Bu gıdaları ne suretle temin etmiş olursa olsun, aslı zarardır.

Padişah , kölesinin gıda tüketimi konusunda alışkanlığını durdurmak için ;" Bunu niçin yiyorsun,İhtiyacın var mı ?" diye sorar.Hizmetci cevaben; "Hayır mecbur değilim ama hoşuma gidiyor" der.Oysa bu alışkanlık ziyan olmanın , karanlığın ta kendisidir.Sende iki kapı var; biri cehenneme açılıyor, öbürü cennete..İşte riyazet dedikelri budur.ihtiyacın yokken cehennem kapısını açma

İman bir şehir ise çok dikkatli olmak gerek ki seni imanla alıp götürsünler.İman şehrinde kafirlik etmek, suç işlemek edepsizlik ve ahlaksızlığın ta kendisidir.ayıptır. Cehennem yolu o kadar hoş, o kadar gönül çekici olmasaydı, binlerce insan  kendisini ebedi Cennetten mahrum etmezdi.

Allah Teala bir kulu kendisine dost edinirse , yakınlık mertebesine layık görürse , Ona ebedi lütuf elbisesini bağışlar, içini ve gönül dünyasını ikiyüzlülükten arıtır.Dışındaki gösterişi siler , yabancıların sevgisi içine giremez olur.(Gözü Allah'dan başkasını grmez)İmal edilmişx şeylerden imal edeni görür.takdir edilenleri seyreder ve takdir edene varır.Bu makama ulaştıktan sonra mamul olan her şey ona usanç verir,yaratanın sevgisi ile meşgul olmaya başlar.Ahireti bile düşünmez olur.Sevgiliyi anmak, zikretmek gıda yerine geçer.İnsanlarla olan iletişiminde onlara iyi veya kötü söz söyleyecek takati kalmaz.

O hak aşıkları fiziki olarak ölmüş gibidirler.sanki bütün uzuvları yanmış, his kaybına uğramış, kendi isteği ile hareket edemez hale gelmiştir.Bu değişiklikler dış dünyadaki fiziki oluşumlardır.İç dünyası ise sevgiyle aşk ve özlemle dopdoludur."Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma , aksine onlar , Rableri katında diridirler.Allah7ın lütuf ve yardımları ile rızıklanırlar."(Ali- imran 169)

ASIL İLİM VE BİLGİ

 İlim ve bilgi; Ma'rifet (Allah'ı tanıma) bilgisidir.Hiçbir şeyi bilmesen bile , kendini tanırsan, kendini bilirsen, bilginsin, arifsin(artık).Ama kendini tanıyıp bilemedinse , bütün o bilgilerden ne fayda var? Kur'an da buyrulur:"Sonra arkalarından bozuk bir nesil onlara halef olduki bunlar namazı bıraktılarve şehvetlerinin peşine düştüler.İşte bunlar cehennemi boylayacaklardır(Meryem,59)

VELİLER

 Ebuzer hazretlerinden rivayet edilen bir hadisi şerifde "Allah dostları olan Veli insanlar var ya; Onların gülümsemesi ibadet, tatlı latifeleri tesbih, uykuları sadakadır.Allahım sen onları ve dirilerini koru.kıyamet günü gözlerim onlarla aydınlık olsun.müjdesini verdikten sonra Nebi (sav) efendimiz "Haberiniz olsun Allah'ın dostları olanların üzerine ne korku vardır ne de onlar mahzun olurlar"(Yunus 62) ayeti kerimesini okudu.

Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadis de:"Bir defasında Allah'ın salat ve selam onun üzerine olsun , Resulullah yanımıza geldi ve buyurdu ki ; Ah! Kardeşlerimi nasıl özledim!". "Senin kardeşlerin bizler değilmiyiz?" dedik.Bunun üzerine şöyle buyurdu:"Sizler ashabımsınız. Kardeşlerim benden sonra gelecek topluluktur.Onların halleri peygamberlerin hallerine benzer.Allah katında peygamberlere benzer onlur"Bunun üzerine ) bize onları anlat dedik:Nebi (SAV) efendimiz:

"Onlar öyle bir topluluktur ki (zikir esnasında) analarından , babalarından, erkek ve kız kardeşlerinden uzaklaşırlar.Bu hareketleri ile Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar.Allah (dostlarından) bir evde toplanırlar.Onları dertlenmiş ve kederlenmiş görürsün.(bunların) kıymetini Allah'dan başka kimse bilmez.Aralarında bölüşecekleri bir miras yoktur.Onların biri, diğer kardeşlernine karşı , ananın evladına, kardeşin kardeşine olan merhametinden daha fazla merhametlidir"buyurmuşlardır.(Müslüm 1/150, Ahmet bin hanbel 2/300)

20 Ağustos 2022 Cumartesi

KABUĞUN İNCELMESİ

 Arifin bedeni ;Oruç ve nefsin isteklerine karşı gelmekle (mücahede ve riyazat ile) cam fanusa döner.Artık iman ışığı onda parıldayıp, dışarı vurur. (Nefs) kabuğu , mücahede neticesi incelir ve zayıflar.Nur'un özü kuvvetlenir.Cevizin kabuğu ne kadar ince olursa , içi o kadar dolar ve kıymetlenir Badem de böyledir, fıstık da böyle.Neyin kabuğu kalın olursa içi o denli zayıf olur. 

MANEVİ İŞTAHIN AÇILABİLMESİ İÇİN

 Manevi iştahın açılması için dünyevi gıdalardan biraz perhiz etmek gerekir. Perhiz neticesi , manevi gıdalara karşı bir ilgi oluup, manevi iştah açılabilsin.

Manevi açlık hissetmeyen avam halk bunu yapamaz.

Güneşli bir gün de güneş tutulması halinde sünnet gereği güneş tutulunca kılınması tavsiye edilen namazı kılmak gerekir.O iki rekatlık namazı kılmaktan ibaret değildir iş.O tutuluşu (manen) giderecek bir şey de gerek.Nereye göçersen göç; nereye gidersen git, sonunda öyle bir yere varırsın ki oradan daha ileriye varmanın imkanı yoktur.

Ancak ikinci durağın ilk duraktan daha iyi olması şarttır.İlk durak on üzerinden on ise ikinci durak on ikide , on iki olmalıdır.

Hem de , makam'dan makama, HAL yönünden göçmek gerek, laf ile değil.

BİLSİN Kİ FAZLA DEĞİL, BİRAZCIK YOL VARDIR ÖNÜNDE,

NEFS KAPISINDAN ÇIKIP, GÖNÜL KAPASININ YÖNÜNDE.

YEME-İÇME GİBİ BOĞAZLARLA İLGİLİ MAHRUMİYET,

DİNİN DİRİLİŞİDİR, NE DERLERSE DESİNLER SIR, BUNDAN İBARET

İMAN İKİ KISIMDIR

 İman iki kısımdır:

1) Allah'ın emrini yüceltip ona saygı duymak,

2)Allah'ın yarattığı tüm varlıklara Merhamet etmektir.

Başka bir taksime göre ise; iman iki kısımdır:Yarısı sabretmek, yarısı şükretmektir.

MUSİBET VE DERT ÇEŞİTLERİ

Ebu Said-i il Küresi buyurmuştur:"Peygamberlerin düştükleri dert ve musibet ; vahyin kesilmesidir.Evliyaların uğradığı dert ve musibet ise ; kendilerinden keramet zuhur etmesidir. Mü'minlerin uğradığı dert ve musibet ise ibadetlerinde kusur etmeler dir" 

SÖZÜN TESİR ETMESİ İÇİN GEREKLİ REÇETE

 hER İNSANDA BULUNAN RUHTAN BAŞKA, EBEDİ RUHU ELDE ETMEK İÇİN İÇ DÜNYANI TEMİZLEMEN,RUHU OLGUNLAŞTIRMAN GEREKLİDİR.çÜNKÜ O RUH SENDE OLGUN DEĞİL.rUH OLGUNLAŞTI MI SENDE BİR ŞEY BELİRİR.o RUH ASIL İTİBARIYLA OLGUNDUR AMA SENDE KIVAMA GELMEMİŞ, OLGUNLAŞMAMIŞTIR.

Örnek vermek gerekirse ;Güneş, pencerenin çapı kadar içeriye ışık verir.Testi büyüklüğü kadar deniz suyundan istifade eder.Olgunlaştıkça senin içine bir şeyler düşer.Artık dünyevi pislikler sana zarar veremez, içinde duramaz olur.

Göz ve kulak sağlığın için , fıtraten tabib olan Hz.İsa'ya kendiniteslim etmiyorsun da anadan doğma kör olan birine (doktor diye) nasıl teslim oluyorsun.Bu tercihten dolayı eline ne geçebilir? Ahireti terk edip dünyayı tercih edenlerin yaptığı budur.

"Aşk yolunda aşıklardan hiç bir kimse

Nam ve şan gibi suret mülkünü yok etmedikçe

Mana mülküne çıkıp gerçek sevgiliye kavuşamaz"(Senai)

ASIL SEVİLMESİ GEREKEN VARLIK ALLAH TEALA'DIR

 Şuayip peygamber söylemiştir:"Biri size ayakkabı verirse onu seversiniz de ; size ayak veren yaratıcıya neden yabancı kesilirsiniz?.

Biri size külah veya şapka verdiğinde dost olursunuz da , size baş ve akıl verenden yüz çevirirsiniz/.Birisi size bir yüzük verse ; Ona aşık olursunuz, önünde hazır duruşa geçersiniz de size el verip parmaklarınızı bağışlayan Yaratıcıyı neden tanımazsınız?

Hz.Şuayp'in ikazlarına şöyle cevap verdiler:"Biz yaratanı seviyor ve vermiş olduğu nimetlerine şükrediyorduk.Ancak (Allah) seni peygamber olarak seçip mucize ve kudret vererek, seni bizden üstün kıldı.Bu sebeble ona düşman olduk.." Şuayp a.s cevaben:"Ben sizden ayrı değilim ki..Allah beni seçti ama benimle birlikte sizi de seçmiş oldu.Bunu canınıza minnet bilmeniz gerekir"

Örneğin tehlikeli bir mekanda uyuyorsunuz, birisi ikaz ederek , sana kalk dedi.Önce gönlün duyar, sonra gözün.Diğer uzuvların henüz  haberi bile yoktur.Biraz sonra bütün uzuvlar harekete geçer ve o tehlikeli duraktan kurtuluş gerçekleşir. 

Diğer organlar; "Ey gönül ve gözlerimiz, önce siz gidin çünkü ilk uyan sizsiniz' diyecekler.Yahut sağ çıkılması zor olan bir zindan da bulunan kişi boşluk bulduğu bir deliği , elini atıp genişletirken diğer uzuvlar ;" Ey el deliği genişletiyorsun ama sen çıksan bile biz çıkmak istemiyoruz" diyemezler.Ancak ölmüş organ müstesna.Yoksa bütün diri uzuvlar sevinirler ve " önce bir el ile dışarıya çıkmaya yol buldun, bizi de kurtardın" derler.

ÖFKENİN TESİRİ

 Hak olan bir sözün mutlak söylenmesi gerekir.Ancak öfkeli iken söz söylenmemelidir.Öfke ateşi yüzünden, o söz; yakıcı bir hale gelir.Kapı ve duvar gibi , katı cisimler bile gönüldeki kırgınlık yüzünden , kişinin öfkeli halinden nasibini alır, onlar bile öfke ateşinden etkilenir.Gönül tandırından sıcak ekmek gibi çıkardığın bir söz, nasıl olur da kızgın olmaz.Eğer öfke anında söylediğin söz cisim halinde karşına çıksaydı, yakıcılığı nedeniyle elini vuramazsın.Öfke anında bir şey söyleyecekken biraz bekle, o ekmek soğusun,o öfke geçsin.Ekmek ne kadar besleyici olsa da fırından çıkar çıkmaz ağzına almayıp ağzından atarsın.

Harp meydanında Hz.Ali efendimiz yere yatırdığı kafir'in kafasını tam kesecekken,yerdeki kafir şah-ı velayetin yüzüne tükürünce şah-ı velayet kılıcını bırakarak o şahsı öldürmekten vazgeçer.Etraftakiler "Ya Ali o şahıs sana saldırsaydı seni öldürmek için hiç çekinirmiydi?niçin öldürmedin?"  deyince şah-ı velayet:"Evet o kafir benim yüzümetükürünce , bu hareket nefsime ağır geldi, Allah için çektiğim kılıç nefsim ve öfkeme bulandı,Allah için öldürmem gerekirken nefsim araya girdiöfkemi dindirmek ,nefsimi tatmin için öldürmüş olacaktım.Bu sebeble vazgeçtim" dedi.

Bunu işiten kafir şehadet getirip iman etti ve kabilesinden 18 kişi de iman etti.

BİRBİRİNİ SEVMENİN GÜCÜ

 Yüz müslüman, birbiri ile sevişip dost olsalar, dikkat ediniz bu yüz kişiden hangisinin makam ve mevkii daha yüce , hangisi daha üstündür?(bilinmez, bu nedenle) Aralarında farklı muamele olmasın diye yüz kişiyi de (Allah) aynı makam vemevkiye yükseltir.(Ayet-i kerimede) "... Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmeyiz.."Tur 21. buyrulmaktadır.Hepsi aynı derecede olsun diye, derecesi yüksek olanı , aşağı derecede olanların mertemesine indirilmez.Yüksek derecede olanların yüzü suyu hürmetine öbürlerine de bağışta ve lütufta bulunularak aynı dereceye yükseltilirler.

18 Ağustos 2022 Perşembe

İÇİMİZDEKİ DÜŞMANLAR

 Atalarımız "Pirincime benzeyen taştan korkarım" dermiş.Ok atmışlar , kartalı vurmuşlar.Kartal ağlamış.b."^Çok mu acıttı?" diye sormuşlar.Kartal;"Gözyaşlarım ok acısından değil, okun arkasına takılmış tüylerden.Çünkü o tüy bir kartala, yani bizden birine ait.."

Osmanlı'yı çökertmek için kavmiyetçiliği körüklemişler.Endülüs,Doğu Türkistan ,Kafkaslar, Hindistan hep benzeri sebeblerle esir olmuş.Ayrılık,gayrılık,haset ve düşmanlık duyguları ayıp olarak kayıplarımız olmuş.Dünyevileşme olunca, varsa yoksa dünyalık gündeme geliyor.Ahiret boyutlu yaşaması gereken müslüman maalesef sen ben kavgası ile , taht ve saltanat mücadelesi ile bir ülkeyi bitiriyor. 

Hz.ömer efendimiz ne güzel söylemiş:"Kalbinizde ilk sıraya Allah'ı koymazsanız, hem Allah'ı hemde ilk sıraya koyduklarınızı kaybedersiniz"

NE İŞ YAPARSINIZ?

 Ağır ceza Reis'i bir suçtan dolayı karşısına getirilen bir bayan'ın kimliğini tespit ederken sorar:Ne iş yaparsızın?Bayan süklüm büklüm , duyulur duyulmaz bir sesle:Affedersiniz Reis bey ben genelev kadınıyım.." der.

Reis, bu cevaptan derinden sarsılır  ve titrek bir sesle:"Asıl sen bizi affet kızım, seni böyle bir duruma düşüren ve kurtarmak için el uzatmayan bizleri affet! Bu toplumun bir ferdi olarak hepimizi affet"

Mahkemede bulunan herkes ağlıyormuş."Ağlıyabilseydiniz, anlayabilirdiniz"diyen Necib Fazıl haklı çıkmış

HZ.ÖMER

 Hz.Ömer efendimizin şu öğüdü verir:"Dağlara yem serpin! Müslüman memleketinde kuşlar aç kaldı denilmesin"

İNSAN NEDEN KIRILIR?

Her şey incelikten, insan ise kabalıktan, kalınlıktan kırılır" 

HACDAN NE GETİRDİNİZ?

 Muhammed İkbal, "Hacdan ne getirdiniz?" diye sorarmış."Hurmalar, seccadeler getirdik" diyenlere şunu sorurmış:"Peki Hz.Ebubekir'in sadakatini, Hz.Ömer'in adaletini, Hz.osman'ın hayasını,Hz.Ali'nin şecaatini getirdiniz mi?

KAHRAMANMARAŞIN DELİSİ:KÖLEBEĞ

 Maraş7ın meşhur meczuplarından Kölebeğ,kafayı çekip nara atarken yolunun üzerindeki Şeyh Ali Sezai efendi hazretlerinin evinin farkına varır, yılla rönce vefat eden şeyh efendinin evine yaklaşınca durulur, nara, küfür kesilir, evi geçtikten sonra 50 metre sonra yine eski hal başlar sarhoş narası mahalleyi inletir.

Maraş'ta Nahırönü mahallesine cami yapılmakta imiş.İnşaat meczup Kölebeğ'in dikkatini çekmiş.Taş yığınlarına bakmış, düşünmüş, inşaatta çalışan bir işçiye sormuş:"Bu taşlarla cami mi yapılacak?" işci:Evet deyince Kölebeğ:"Peki, taşların tanesi kaç para?" diye sormuş "25 kuruş" cevabını alınca meczup çekip gitmiş.üç gün sonra Kölebeğ tekrar inşaata gelmiş, konuştuğu işçiyi bulmuş"Al bu 25 kuruşu , benim için bu camiye bir taş koy" demiş gitmiş.Üç gün sonra yine çıkıp gelmiş, para verdiği işçiyi bularak :"Benim taş hangisi?" demiş.İşçi şaşırmış, ancak kendini toplayıp duvara konulmuş bir köşe taşını göstermiş.Bunun üzerine Kölebeğ, oturmuş o taşın önüne , çıkarmış cebinden kocaman bir bez.Başlamış silmeye..Silmiş..Silmiş.Hem siliyor hem ağlıyor"Canım, canım" diyerek kucaklamaya çalışıyor.

ÜLKEDE NİÇİN FAKİRLİK VAR?

Bu soruya bir çok cevap bulunabilir.Ancak doğru yahut eğri hepsi tartışmaya açıktır.Ancak şu cevap tartışılamaz::"Fakirleri değil, zenginleri doyuramadığımız için fakirlik var."

ALİ ŞERİATİ

İranlı düşünür  Ali Şeriati'nin unutulmaması gereken bir anısı vardı:"Çocuktum. Anneme 'Ağaca çıkacağım yardım et'dedim.Bana yardım etmedi ve şöyle dedi: 'Başkasının çıkardığı yerden inemezsin' düşersin'

BİR ALMAN'IN BAKIŞ AÇISI

 Müslümanlığı seçen bir Alman yazar,türkiyeye yerleşir ve "Neden Müslüman oldum?" ismini verdiği kitabını tanıtmak ve Anadoluyu tanımak için seyahata çıkar.Kahramanmaraşta bir kitapçı kendisini evinde misafir eder.Gecenin bir vaktinde komşu evden bir bağrışma, çığlık yükselir.herkes uyanır.Ev sahibi sebebini öğrenmik için dışarı çıkar sonra eve dönerMisafir merak içindedir.ne olmuştur? Ev sahibi çat pat ingilizcesi ile hadiseyi geçiştirir.Enrtesi gün, ev sahibinin bir akrabası doktordur.Yabancı dil bilmektedir.Alman geceki hadisenin ne olduğunu öğrenmek ister.Ev sahibi geceleyin yan evde hırsızlık olduğunu söyliyememiştir.Utanmıştır.Çünkü yan ev zengin birisene ait olup külliyetli bir altın ve parası çalınmıştır.Müslüman olan Alman, hadisenin bu boyutunu duyunca :"Bir müslümanın evinde bu kadar altın, neden atıl vaziyette durur?Bu durum hem İslam7a aykırı hemde ülkenizin ekonomisine darbedir!"

UTANDIM DA UTANDIM

 Kahramanmaraş Ulu camisinde 35 yıl imamlık yapan bir zatın anısıdır:"Bir sabah namazına yetişmek için evinden yaya olarak çıkmış,Belediye meydanına gelmiş,camiye yüz metre mesafede durmak zorunda kalmış.Eski Belediye binasının duvarına dayanmış bir kabadayı , elindeki saldırmayı sallayarak nara atıyor:"Var mı bana yan bakan!"

İmam korkmuş.etrafta kimse yok.biraz beklemiş ancak adam yerinden kımıldamamış.Avazı çıktığı kadar bağırıyor.imam biraz daha beklemiş ,ancak namaz zamanı yaklaşmış, bakmış durum değişmiyor, gelip giden yok, yaradana sığınıp yürümüş.O sırada adam, İmam'ı görmüş.imam diğer kaldırımdan selamsız sabahsız sıvışmak isterken sarhoşun narasını işitmiş:"Heeeyt be! Maaşallah hocama!Ulan hocama yan bakanın..." delip basmış küfürleri.Sonra saldırmasını kuşağına sokup uzaktan okkalı bir temanna vererek çekip gitmiş.

İmam gözleri yaşararak demiş ki:"Bu adamdan korktuğum için utandım.Adamı camiye getiremediğim için utandım.Düştüğü çukura rağmen , adamın halen kaybetmediği 'hoca 'muhabbetinden utandım.Anlayacağınız utandım da utandım.

BABADAĞLILAR İŞHANI GİRİŞ YAZISI

 Denizli merkezde bulunan Babadağlılar işhanı  meşhur bir tekstil merkezidir.Giriş kapısında şu nasihat asılıdır:

"Besmele çek, gir çarşıya,selamı da unutma ha

Kiloyu eksik çekme ha , metreyi kısa tutma ha

Halka hizmet eylemektirHakk'a hizmet eylemek,

İyi belle sen bu sözü , sakın yabana atma ha!

Alış derken, veriş derken; ölçü , tartı, satış derken

Paraya pula tapma ha, insanlığı unutma ha"

SABAH EZANINI ERKEN OKUYAN MÜEZZİN

 Osmanlı zamanında hastahaneye yakın bir caminin müezzini sabah ezanını erken okur imiş.Çünkü hastahanede acı çekip sabahın olmasını bekleyen hastalara vakit bir türlü geçmek bilmiz imiş.

Şairin dediği gibi:Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir! Müptelayı gama sor, kim geceler kaç saat"(En uzun gecenin hangisi olduğunu , gök bilimciler ve takvim yapanlar ne bilsinGam çekenlere sorun, gecelerin kaç saat olduğunu)

İNSANI MAHCUB ETMEMEK İÇİN

HZ.ÖMER EFENDİMİZİN İÇİNDE BULUNDUĞU BİR CAMİ CEMAATI,NAMAZ ANINI BEKLERKEN BİR YELLENME SESİ İŞİTİLİR.CEMAATTAN BİRİ KENDİSİNİ TUTAMAMIŞTIR.HZ.ÖMER HEMEN DURUMA MÜDAHALE EDER  VE DER Kİ:"ARKADAŞLAR ŞİMDİ HEP BİRLİKTE DIŞARI ÇIKIP ABDEST TAZELEYECEĞİZ" 

Efendimiz SAV buyurmuştur"Ayıpladığnız şey başınıza gelmeden mezara girmezsiniz"

NURİ PAKDİL

 Av.Metin şirikci, evlendikten sonra Ankara'da Nuri pakdil'i ziyaret eder.Daha önce tanışıklığı yoktur.Üstad kütüphanesinde kitaplarına dalmıştır.Metin şirikci kendisini tanıtır"Av.Metin şirikci" diye muhabbet olsun diye memleketten, bahsetmeye başlar.Tarhana. samsa, sucuk muhabbeti..Nuri bey başını bile kaldırmaz.Metin Şirikci biraz daha yakınlık olsun diye "Abi, sizin sülaleden bir kızla evlendim, hısım olduk" der.Pakdil,iyice kızar ve başını kitaptan kaldırıp" Benimle yakın olmak için Cezayir'le , Filistin le yakın olacaksın.alemi İslam kan revan içinde iken seninle samsa, sucuk, aile muhabbeti yapamam"

Şirikci bu cevabı alınca ,üstadı bulunduğu alemden çıkartamayacağını anlar ve kendisi dışarı çıkar.

LÜTFİ DOĞAN HOCA'NIN CEVABI

 Gençler aralarında bir konuyu tartışıyorlar.işin içinden çıkamayınca Lütfi Doğan hocaya soruyorlar:"İslam'a göre yenetilmeyen bir devlete vergi verilir mi?". Bazı hocalar 'Tam islami usullere göre çalışmayan bir devlete vergi verilmez' diyorlar.Bazıları da aksi görüşyteler.b hususta siz ne dersiniz hocam?

Lütfi Doğan hoca, soru sahibine soruyor:"İsminiz neydi evladım sizin?" .cevap:"adil efendim." Hocanın cevabı:"Peki.. Güzel..Öyle ise isminizin gereği üzere hareket ediniz"

Gerçeği söylemenin kıza, net ve nazik cevabı

ZEKİCE BİR ÇÖZÜM

 Karadenizli birisi fındık bahçesinin mahsullerini toplamak üzere güneydoğudan gelen işçilerle anlaşır.İlk gün çalışma randımansızdır.çünkü işçiler fıntık yemekten toplamaya vakit bulamıyorlar.Bahçe sahibi onları "fındık yemeyin" deyip kırmak istemez.ertesi gün tüm işcilere bir kutu sakız dağıtır.ve fındık zayiatını az bir masrafla geçiştirir. 

ELİNE SAĞLIK'IN ALMANCASI

 Almancada Eline sağlık"  demenin karşılığı yoktur.'Hakkını helal et' demek de aynen tercüme edilemez.Bunların yerine 'Çok teşekkür ederim' denir.ancak meram anlatımı yine de noksan kalır.

KURBAN KESİLİRKEN SÖYLENMESİ GEREKENLER

 kurban keserken,"Bismillahi Allahü Ekber" denir."Bismillahirrahmanirrahim"neden denmez? Kurban daha çok Celal sıfatının tecellisidir.bu nedenle Cemal sıfatlarının tecellisi olan "Rahman" ve "Rahim" sıfatlarına denk düşmez .Bu nedenle Kurban kesilirken Besmele çekilmez,"Bismillahirrahmanirrahim" denmez; tekbir getirilir ,"Bismillahi Allahu ekber" (En büyük olan Allah7ın ismiyle" denilir.denilir

SEVAD-I AZAM(ÇOĞUNLUĞA UYGUN DAVRANIŞ)

Hangi hususlarda sevad-ı azama uyulmalı, hangi hususlarda uyulmamalı.

“Sevad-ı azam” çoğunluğa uymak demektir. Bediüzzaman “sevad-ı azam”ı birkaç yerde kullanır ve bilhassa “maddi hayat şartları ve geçim” noktasında “sevad-ı azama” (büyük çoğunluğa) uymayı esas alırdı: “Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi. Tenâuma  (lüks nimetlere) ihtiyâr bir derece var idi. Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyâr izn-i şer’î kalmadı.” (Mektubat, s.  460.)

 Yani, yeme-içme konusunda “çoğunluğa uymalı” der ve bunu bilfiil uygular. Bir de itikat, inanç meselesinde: “Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı” (Mektubat, s. 460.) tesbitini yapar. 

Bu tesbitler ışığında “sevad-ı azam”ı nasıl anlamalı ve şu sözlerle nasıl te’lif etmeli: “Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakîkate nüfûz etsin ve hakîkati hakîkat tanıyıp kabul etsin. Belki, sûrete, hüsn-ü zanna binâen, makbul ve mûtemet insanlardan işittikleri mesâili taklîden kabul ederler. Hattâ, kuvvetli bir hakîkati zaif bir adamın elinde zaif görür ve kıymetsiz bir  meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder.” (Bediüzzaman, Mektubat, s. 629.) 

Buna göre, birilerinin “sevad-ı azam” dediği ‘siyasî kalabalıklara’ uymalı mıyız? 12 Eylül darbe anayasayı yüzde 92 ile tasdik  etmiş, Yeni Asya “Hayır” demişti. O halde “sevad-ı azam”, anayasayla ilgili olarak şimdilerde bir kısmının “Yanıldık!” itirafında da  bulunduğu bu büyük kitle miydi? 

Bakınız, çoğunluk, kitleler nasıl bir duruş sergiliyor? Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, 16 Haziran 2008’de şu  açıklamayı yapmıştı: “Türkiye’de beş vakit namazlarını kılanların oranı 1/40 (kırkta bir).” 

Keza, Prof. Dr. Mehmet Görmez, 2010’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarının kendilerini ürküttüğünü söyledi: “Ülkemizde (...) yüzde 20’lik bir kesimin Kur’ân-ı Kerim’i hiç eline almamış olması bizleri çok üzdü.” (AA, 14.05.2010.) 

Ya sosyal hayatı düzene koyan zekâtı hakkıyla verenler ne kadar? Ya, faizden kaçınanlar? Kalabalıklar haramlardan sakınıyor mu? Demek imanî, içtimâî, siyasî mevzularda kalabalıklara değil, yeri geldiğinde “sevad-ı azam”ı temsil eden azınlığa uyup,  kalabalıkları da oraya çekmeli…(ALINTI)

İSMET KARAOKUR

 Kahramanmaraş müftüsü idi.Çarşıda gezerken zengin birisiyle karşılaşmış:"Efendi, borçlarını ihmal etme, zamanın da öde" demiş.Adam şaşırmış, tabi biraz da alınmış.

"Hocam kimden ne şikayet aldınız bilmiyorum ama benim zamanında ödenmemiş hiç bir borcum yoktur"demiş.Bu kez Müftüefendi:"Ben kullara olan borcun kastedmedim.Asıl borçları hatırlatmak istedim, asıl borçları" deyince adam özür dilemiş.Adam anlamış ve hocanın eline sarılmış.

17 Ağustos 2022 Çarşamba

CAMİNİN GÖLGESİNDEKİ MABETLER

Osmanlı, caminin yanında kilise ve havraya müsaade eden bir idare idi.İslam kendisinden o kadar emindi ki Kilisenin ve Havra'nın varlığından rahatsız olmuyordu.bir başka dinde bu müsamaha asla bulunmaz.Her Üç dinin kutsal mabedlerinin yan yana olduğunu bugün Hatay'da gözlemliyebilirsiniz.Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı  farklı din mensuplarını o kadar iç içe etmiş ki günlük hayatta asla birbirlerinden rahatsız olmazlar.
1895 yılında,Sultan Abdülhamit Han7ın iradesiyle sadrazam Halil Rıfat paşa tarafından kurulan Darülazece içinde üç dinin mensuplarının dini mabedleri yer alır.Yani Cami, kilise ve havra yan yanadır. Çağrı filmindeki Hz.Hamza rolunü üstlenen Anthony Quinn,İstanbul7a gelmişti.Dönüşünde gazeteciler kendisine sordular:"İstanbul'da en çok sevdiğiniz ya da etkilendiğiniz şey ne oldu?" Ünlü aktör gazetecileri ters köşe eden şu cevabı verdi:"Darülaceze" dedi.
Fatih Macaristan'ı fethederken asla dini mabetlere dokunmadı.

MEZAR LEVHASI

 Memduh Cumhur'un şu dörtlüğü bazı erenlerin mezartaşı olmaya layıktır:

"Canandan uzak kimseyi can eylemedik

Serden geçerek sırrı ayan eylemedik.

Her an yeni bir şevk ile sevdaya düşüp

Aşık yaşadık, ömrü ziyan eylemedik"

MANEVİ KALE

 Selçuklu Sultanı Alaeddin keykubat, Hz.Mevlana efenidmizin babası Sultanül Ülema Bahaeddin Veled hazretlerine çok iltifat eder,danışırdı.Bir gün, yeni yaptırdığı KONYA kalesini gezdirndi ve nasıl bulduğunu sordu.Hazret şu cevabı verdi:"Sele ve düşman istilasına karşı pek güzel bir kale yapmışsın.Fakat mazlumların ahlarına ve dua oklarına karşı bu kale hiçbir işe yaramaz.Sen bunun yanı sıra adalet ve ihsan kalesini de yapmaya çalış.Hayırlı dualardan asker meydana getirmeye gayret et.Çünkü , bunları yapman , böyle binlerce kale yapmandan daha iyidir.Zira halkın  ve dünyanın emniyetive huzuru , ancak manevi kalelerle sağlanır" 

ÇİN SEDDİ

Çin seddi, ülkeyi yabancı istilalardan korumak için yapılan ve uzaydan dahi görülebilen devasa bir yapı.ancak çin seddi inşa edildikten sonra çin ülkesi öncesine göne üç kat daha fazla istilaya uğramış.Sebebi ise çin seddini koruyan muhafazları düşmanları satın almış ve kapılar içeriden açılmış.Düşman yüksek duvarlara tırmanamamış ancak yüksek ahlaklı olan muhafızlar olmadığı için kolayca kapılar açılmış.Karakteri inşa etmek, duvar yapmaktan daha zor ve ince işti ancak her şeyden önce gelmeliydi. 

BİR BELDEDE BİR GÜNAHIN İŞLENMESİ

 Hepimiz günah için sonuçları şahsidir deriz.Halbuki öyle değil, şahsi sorumluluğun yanı sıra o beldedeki  insanları etkileyecek sonuçları vardır.Bir leş kokusu etrafa yayılır ve oradan geçen insanları rahatsız eder.Bir beldede işlenen günah o beldeyi kokutur, manevi havayı bozar,bereketi giderir, rahmet meleklerini uzaklaştırır. Bu nedenle işlenen günaha müdahale etmek gerekir.Bu müdahaleler kademelidir.Elinle önlemek, dilinle önlemek kalbunden buğz etmek. İşlenen günahlar nedeniyle azap gönderilen beldelerde ok olanlar arasında abidler, arifler olmuş başları secdede."Bana ne" dedikleri için yahut aleni günaha duyarsız kalıp görmezden geldikleri için diğerleri ile birlikte yanıp yıkılmıştır.

TEKKELERDE İKİ SORU SORULURMUŞ

 Tekkelerde dervişe iki soru sorulurmuş:

Birincisi:"Bugün gönül kırdın mı?"

İkincisi:"Bugün namaz kıldın mı?"

Birinci soruyu "evet" şeklinde cevaplayana , ikinci soru sorulmazmış

16 Ağustos 2022 Salı

BİR NOKTA FARKI

Rahmet ve zahmet kelimelerini eskimez yazı ile yazdığınızda aralarında sadece bir nokta farkı vardır.Hak teala bu noktayı lütfu ile kaldırırsa zahmet rahmet olur

PEYGAMBER MESCİDİN DE UYUNUR MU?

 Hac yahut umre için kutsal topraklara giden türk hacıları Peygamber mescidinde uyuyanlara kızar? Halepli bir mühendisi, içinde olduğu uykudan uyandıran bir vatandaşımıza verdiği cevap ve yorum ilginçtir:"Ben sizin milleti tanırım.Çünkü benim annem de türk.Sizler, 'Resulullah'ın mescidinde uyunur mu? dersiniz.Uyuyanlara da kızarsınız.Halbuki burasının herşeyi gibi uykusuda çok tatlıdır.Hele de şöyle ibadetlerle yorulup başınızı şu sert halıya koyduğunuzda , orası yumuşacık olur.Sanki başınız Resulullah'ın dizindedir.üstünüze çektiğiniz halı da onun sizi sarıp sarmalayan kolları gibi olur.öyle tatlı bir uykuya dalarsınız ki uykunun tadına doyamazsınız.Zira uykuda da uyanık olursunuz.Çünkü maneviyatla dolmaya devam edersiniz.Uyanınca da daha canlı ve dinç olarak okumaya, dinlemeye, tevbeye, ağlamağa,namaza, niyaza başlarsınız'

YUSUF İSLAM

 "Eğer ben , Kur'an okumadan önce Müslümanları tanısaydım, Müslüman olmazdım

Necib Fazıl şöyle demiştir:"Müslüman şeker gibi olmalı, okyanusa da düşse orayı tatlandırmalı".

MUHAMMED ikbal NE DEMİŞ:"kAÇTIM Müslümanlardan, SIĞINDIM MÜSLÜMANLIĞA"

FETHİ GEMUHLUOĞLU

 Aydınlık geleceğe adam yetiştirmek için harcadı bütün mesaisini.."Görünen karanlıklarla uğraşmayın.Olumsuzluklarla moralinizi bozmayın, tenkitle değil, tebliğle meşgul olunve gelmekte olanı görün"

Ve şu sözü çok tekrarlardı:"Türkiye'de küfür ve nifak kemalini bulmuş ve zevali olmuştur,Bu beldeyi Tayyibenin üzerinde küfür ve nifak hükümlerini icra etmiştir.

Şimdi Riya saltanatı sürüyor, onun da ömrü çok kısadır.Riya devrini de geçiyoruz.Hiçbir tünel ebedi değildir.Gelecek bir mübarek vakte hazır olunuz.Şah-ı Velayetin mübarek kelamını tekrar söylüyorum.GÖZÜ OLANA SABAH IŞIMIŞTIR.Hal-i yakazadayız.O sabahın alacasındayız.

GÖSTERİŞLİ BİNALARIMIZ,MODERN HAPİSHANELERİMİZ

 Neden bu haldeyiz sorusuna herkes bir cevap verebilir.Dünya hayatı için "bir oyun ve eğlence" tarifini Hak Teala yapmıştır.Ancak bu oyun ve eğlence bizi sarhoş ettiğinden rüzgarına kapılanlar kolay kolay kurtulamaz.

İnsan, fabrika ayarlarına dönmelidir.Yaratılış çizgimiz.İrfan kültürümüz içinde yaşamaya değer hayatın sırları saklıdır.Milletimizin bin yıllık mazisinde bu güzellikler mevcuttu.Bu güzellikleri günümüze uyarlamalıyız.Hata değerlerimizde değil, bizim temsil edemeyişimizdedir.

Yiğit düştüğü yerden kalkar.Düşüş nedenlerimizi araştırmak gerekmez mi?

Örneklerimizi güncellemeliyiz.Çünkü, bu toplum içinde Hak Teala örnek şahsiyetleri hep var etmiştir.Bu örnekler bulunmalıdır.çünkü bu şahsiyetler "toprağımızın tuzu"dur.Bu şahsiyetler bizim merkezimiz olacağından dünya yolculuğumuzu bu önderlerin delaletiyle devam ettirmemiz gereklidir.Acaba yaşayan, bize eğitimde ördnek olabilecek insan varmıdır? sorusuna şu cevap verilebilir:"Bakmasını bilirsen etrafında örnek olabilecek çok insan vardır.Bir nesle öncülük eden Fethi Gemuhluoğlu "Artık gündüzler yetmiyor; istikbal, gecelerini de gündüze katanlarındır" demiştir.bu Necm suresi 39 ayetine uygundur:"İNSAN İÇİN ANCAK ÇALIŞTIĞI VARDIR"

Görünen hizmetlerin görünmeyen adamı olan Fethi Gemuhluoğlu "Büyük rüyalar görün ! Dava adamının rüyaları da büyük olur". demiştir.Çünkü altı asırlık Osmanlı'nın başlangıcı Osman Gazi'nin büyük rüyasıyla başlamıştı.

14 Ağustos 2022 Pazar

CEMİL MERİÇ

 "İnsanlar sevilmek, eşyalar kullanılmak içindir. Ama günümüzde eşyalar sevilir, insanlar kullanılır oldu. Yaşadığımız kaosun sebebi budur."


HAKİKATE UYANMANIN BELİRTİSİ

 Sultan-ül Arifin Beyazid-i Bestami hazretlerine sormuşlar:"Bir insanın hakikate uyandığı nasıl belli olur?". Hasretin cevabı:

-"Ayıplarını fark edip onları yerden yere çaldığı zaman!

Çileli bir arayıştan sonra Müslüman olan Malcolm X :"Ne garip! Gelip geçici bir dünya için kalıcı günahlar biriktirmekteyiz"

Bir Allah dostuda şöyle söşylemiş:"Haramlar sana tatlı geldikçe Allah sana helallerin tadını aldırmaz"

"NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ"

 Efendimiz (SAV) 'in sözüdür.devamı:"Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz".Yani akibetimiz baştan belli.Bir trafik kazası geçen kişi uzun zaman yoğun bakımda kalmıştı.Ona bakan yoğun bakım doktoru şaşkındı.Çünkü günün belli zamanlarında bu hasta Arapça bir şeyler söylüyordu.Durum yakınlarına haber verilince  anlaşıldı ki bu şahıs sağlıklı iken sürekli okuduğu namaz tespihatını hem tamamıyla ve hem hatasız olarak ve de tam zamanında okumaktaydı.Hatasız olarak tam vaktinde okunan bu tespihat ateist olan doktoru şehadete çekmiştir.Maddeten derin bir uykuda uyuyan ; güya uyanık birini, İlahi hakikate uyandırıyordu.Demek ki biri uykudayken uyanıktı, diğeri uyanıkken uykuda.

DİZ ÜSTÜ OTURMAK

Efendimizin sünnetidir.Bu oturuş tarzı Şafii mezhebindeki oturuş tarzıdır.Sahih-i Buhari'de belirtildiği üzere Efendimiz (SAV) ömründe bir defa bağdaş kurmuş.Mescidin arka tarafında. 

13 Ağustos 2022 Cumartesi

İNSANIN MİZACINA TESİR ETMEMESİ İÇİN

 Tebliğde kırıcı ve sert mizaçlı olmamak asıldır.Bediüzzaman hazretleri , talebelerine , teli kopmuş ampüllerikırdırmazdı.Sebeb olarak da , bu halin talebelerinde kırıcı ve sert mizaç oluşturacağını, ruhu asabi yapacağını söylerdi.

HAZRET-İ ÖMER'DEN GELEN SEYYİDLER

 Seyyidlerin ,Hz.Ali efendimizin çocukları Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin'den geldiği bilinir.Peygamber efendimiz (SAV),Hz.Ömer efendimize "Her nesilde ınkıta olacak , benim neslimde olmayacak" demiş.Yıllar sonra Hz.Ömer efendimiz,Hz.Ali efendimizin Hz.Fatıma'dan olan kızı Ümmü Gülsüm'le Hz.Aişe gibi genç yaşta evlenmiş İlk senede Zeydi Cabir isminde bir erkek evladı olmuştur.Bu evladdan gelen nesil'e Hz.Ömer kanalından gelen Seyyidler denilir.

'BİSMİHİ SÜBHANEHU'

Osman Yüksel serdengeçti'nin milletvekili seçilmesinde Risaleyi Nur talebelerinin temsilcilerinin etkisi olmuştu.Serdengeçti , medrese olarak kullanılan bir evi ziyaret ettiğini,medresede yapılan un çorbasının tadının ve tuzunun olmadığını,yapılan derse "Bismihi sübhanallah' diye başlanıp 'Hüvel Baki, Said nursi' diye bitirildiğini ancak bir şey anlamadığını belirtmişti.Bismihi süphanallah ile bir iş olmuyormuş şeklinde milletvekilliğinin verdiği bir ifade kullanmıştı.Bu ifade siyasette insanın değiştiğinin ifadesi idi.

GAVSÜL GAVS

 Manevi dünyada , kendilerine manevi bir rütbe ifade edenler hususunda dikkatli olmak gerekir.Bunlar meczup şahsiyetlerdir.Üstad Bediüzzaman'ın yaşadığı devirlerde de bunlardan mevcut olanlar olmuş.Üstad, İstanbul Çarşam'ba da kalırken bulunduğu bir eve fötr şapkalı birisi gelmiş.adam kapıyı açmış:2Bediüzzaman burada mı?" diye sormuş evet cevabını alınca görüşmek istediğini belirtmiş.Hizmete bakan şahsa üstad bir kaç saat önceden tembih ettiği için "kendisi rahatsız, kimseyle görüşmek istemiyor" cevabını alınca adam "Nasıl beni kabul etmez" diyerek bir kağıda ismini yazıp imzasını Gavsül Gavs diye attı ve gitti.adam gittikten sonra hizmet eden talebe, üstad'a bu kağıdı takdim etti.üstad baktı , güldü  ve "divane" dedi.

GAZETE SAHİBİ OLMAK

 Üstadın "Gençlik Rehberi" isimli kitabı nedeniyle mahkeme sürerken Talebelerinden Salih Özcan, Üstada gazete çıkarmak istediğini söylemiş.Üstad ş cevabı vermiş:"Bizim şimdigazetemiz olursa ya muhalif olur ya da muvafık(taraftar).Muhalif olursa hizmete zarar gelir.Muvafık olursa ihlasa zarardır.Ne zaman Risale-i Nur tam serbest olur, Ayasofya cami haline gelirse , bazı vekillerin nezareti altında bir gazete olabilir"

URFA

 Üstad Bediüzzaman'ın ,Urfa'ya son gelişi vefatından üç gün öncesiydi.İpek Palas oteline yerleştiler Üstad Urfa'ya pazartesi günü öğle vakti gelmişti.Salı'yı çarşambaya bağlayan gece sabaha karşı ruhunu teslim etti.Salı günü şöyle demişti:"Urfa hizmet-i imaniyyesi çok mühimdi.Uurfa hizmet-i imaniyyesi olmasaydı Arap-Türk birleşmezdi. "

KAVLİ LEYYİN(YUMUŞAK DİL)

 Üstad Bediüzzaman'dan sonra 60 ihtilal sonrasında üstadın talebeleri seslerini duyurabilmek için çeşitli gazete ve dergiler çıkarttılar.İzmir Çeşme'de çıkartılan "Zülfikar" isimli gazetede talebelerden Mustafa Birlik askeri general olan Faruk Güventürk'e hitaben "Sen şerefli Türk ordusunun paşası değil, Moskof uşağının bir maşası olursun" başlıklı yazı,her taraftan çok ses getirmiş olsa da aklı selim sahipleri bu uslubu sert eleştirdiler."Bizim hizmetimizin temel unsuru, itidal-i dem ve kavl-i leyyindir." dediler.Hapiste , Savcının menfi isnatlarından bunalan Bediüzzaman , savcının kızını görerek , masum yavru için bedduadan vazgeçtiği misalini veriyor,vazifemiz kafire "Kafir" demek olmadığını , iman hakikatlarını muhatabın ihtiyacı nisbetinde , kavli leyyinle anlatmak olduğunu ifade ettiler.Sert yazılardan , hakaretli sözlerden nefsin hoşlanacağını , ama tebliğin tesirsiz kalacağını belirtiyorlardı.Üstad Bediüzzaman ,M.Kemal7in oğlu da gelse , ona şefkatle Kur'an dersi vereceğini söylediği hatırlatılıyordu.

TÜRK CEZA KANUNU 163.NCÜ MADDE

 Meşhur bir madde olup, müslümanları mahkum etmekte kullanılmıştır.Bu maddenin dört bendi öyle elastiki ve şeytanca hazırlanmıştı ki , istediğin masum kimseyi onunla mahkum edebilirdin.Mesela "Sofrada besmele çekti" diye şikayet edilseniz, birisine "Allah seni kötülerin şerrinden korusun" diye dua etseniz, bunlara benzer bir fiilde bulunsanız, o menhus maddenin bir bendine sokularak mahkum edilebilirdiniz.Demokrat Parti zamanında bile bu menhus maddeden dolayı İnönünün tahrikleri ile Bediüzzamana hakkında 50 küsür dava açılmıştır.

12 Ağustos 2022 Cuma

BEDİÜZZAMAN'DAN SONRASI RAHATSIZLIKLAR

 Bir hareketin üstadı dünyayı değişince o hareketbir takım sıkıntılar geçirir.Hatta parçalanıp dağılmaya kadar da gider.Said nursi hazretlerinin irtihalinden sonra "Yazı hareketi" diye bir oluşum Yazıcılar diye anıldı.Başında üstadın ilk talebelerinden Hüsrev bey vardı.Risalelerde Kur'an harfleri dışında bir harf kullanılmasına karşı çıkıyordu.Üstadın Mektuplarında ismi çokca geçtiği için cemaatın bir kısmı hemen onun arkasında yer almıştı.Kendisine Üstad-i sani diyorlardı.Mehmet kayalar isimli talebede farklı bir yol tutmuştu.Mehmet Kayalar yüzbaşılıktan emekli bir kimse idi.Kıyam(başkaldırı) istemekte idi.Doğu'da bazı şeyh ve ağalarla görüşmüş onları ikna etmişti..Ona göre nur talebeleri de ikna edilirse , kıyam tamamdı.Adapazarı'nda Yakup isimli birisi kendisini "Mehdi ilan" etti.Kendisinin mehdi olabilmesi için üstadı daha yukarı çıkartması gerekiyordu.Üstad'a "Hazret-i İsa" edid. "Risaleler'i" de "İncil" olarak kabul etmekte idi.Bu şahıs Adapazarında taraftar bulmadı ancak Fethiye'de taraftar buldu.Saçlarını arkadan uzattılar, namaz vakitlerini değiştirdiler.Camiye gitmiyorlardı.Zammı sure yerine Risalelerden okuyorlardı.Kendilerini nur cemaatinden ayırmıyorlardı Nurculuk davalarından dolayı Muğla ' da ve Fethiye' de davaları mevcuttu.

Ağır ceza Reis'i soruyor:"Son sözün nedir?" cevap:Hasbünallah ve  nimel vekil" diyor.Manası nedir deyince "Kale"diyor.Hakim kızıyor:"Ne kalesi yahu?".diğer sanığa dönüyor:Son sözünü söyle.O sanık ta "Hasbünallah ve nimel vekil" diyor.Nedir bu denince "Kale" diyorlar. Reis kızgınlıkla duruşmaya ara veriyor.Sanıkların avukatını çağırıyor.duruma vakıf olan avukat Reis'de şunu rica ediyor.Sayın başkan bunlar deli,meczup ,bunları toptan akıl hastahanesine gönderin" Reis bende bunu düşünüyorum deyip avukattan dilekçe alarak hepsini akıl haztahanesine sevke karar verdi,Kendini Mehdi ilan eden Yakup hastahanede öldü ve olay kapandı 

11 Ağustos 2022 Perşembe

NURCULARIN ANDI

 "Eğer zenginlik hizmete mani olacaksa , yaşasın fakirlik! Eğer evlilik hizmete mani olacaksa  yaşasın bekarlık! Eğer ilim hizmetten alıkoyacaksa , yaşasın cehalet!"

NURİ ARLASEZ-7

 ● Elli yıl boyunca topladığınız eserleri nasıl muhafaza ettiniz?

 Şişli’deki babadan kalma on dört odalı ahşap evde... Civardaki bütün evlere hırsız girmiştir, fakat benim evime bir kere bile uğramadı. Allah korudu onları, çünkü ona teslim olmuşum ben. Hayatta bir ablam vardı, Şişli’deki evin satılmasını istedi. Israrlı olunca mecbur kaldım. Sattık, hisseme düşen parayla Ortaköy’de iki daire satın aldım. Birinde koleksiyonlarımı muhafaza etmek, diğerinin de kirasıyla geçinmek için. Sonunda topladığım bütün ecdad yadigârı eserleri Süleymaniye Kütüphanesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışlamaya karar verdim. Bütün yazma kitaplarım, hilyelerim, fermanlarım, vakfiyelerim, levhalarım şimdi Süleymaniye’de. Bunun şimdiye kadar yapılan en büyük bağış olduğunu söylüyorlar. Üç odada ancak yarısı teşhir edilebiliyor. Eserler arasında, bir de bin iki yüz senelik, ceylan derisine kûfi hatla yazılmış bir Kur’an-ı Kerim var. Verirken, “Yalnız bunu emanet olarak veriyorum!” dedim. Doğrusu, bir an bu yaşlılık günlerimde kendimi güvencede hissetmedim. Sonra düşündüm, “Hani Nuri, teslimiyet nerede? Eğer böyle böyle yaparsan, teslimiyet iddian edebiyattan öteye geçemez!” dedim kendi kendime. Ertesi gün gidip onu da bağışladım. 

Bir de vakıf kurduğunuzu biliyoruz, Süleymaniye Kütüphanesi için...

Evet, olmayan paramla bir de vakıf kurdum: “Süleymaniye ve Bağlı Kütüphaneleri Geliştirme Vakfı”. Kuruluş safhasında ön masraflar yapıldıktan sonra, avukatım elli milyon liraya daha ihtiyaç olduğunu söyledi. Eyvah! Bende o kadar para ne gezer? Çaresiz kalınca, ömrümde ilk defa bir el yazması bir Kur’an-ı Kerim’i sattım, o da Kültür Bakanlığı’na, yani devlete. Aslında yüz milyondan fazla ederdi, elli milyon verdiler. “Tamam, dedim, zaten benim elli milyona ihtiyacım var!” Para adıma bankaya yatırıldı. Fakat içimde bir huzursuzluk var. Süleymaniye Kütüphanesi’nin müdürü Muammer Ülker beyefendiye dedim ki, “Yazma bir Kur’an-ı Kerim’i satmış olmaktan rahatsızlık duyuyorum. Bu paraya dokunursam murdar olacakmış gibi geliyor. Bir adamını ver, ben imzalayayım, o alsın parayı!” Öyle yaptık, yani paraya elimi sürmedim. İki dairemi de bu vakfa bağışladım. 

● İşlemeleri de Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışladınız. 

İşlemeleri Topkapı Sarayı Müzesi’ne, fotoğrafları ve matbu kitapları ise IRCICA’ya bağışladım. 

● Fotoğraflar, sizin çektiğiniz fotoğraflar mı? 

Evet, yaklaşık yedi bin siyah-beyaz fotoğraf. İstanbul’un her geçen gün biraz daha yok olduğunu görünce, 1970’lerde bir fotoğraf makinesi alıp İstanbul’u köşe bucak fotoğraflamaya başladım. Ustam Othmar adında bir fotoğrafçıydı, ondan işin tekniğini öğrendikten sonra çektiğim ilk fotoğrafları götürdüm, hayretler içinde kaldı. “Ben fotoğrafa ömrümü verdim, hâlâ bu neticeyi zor alıyorum” dedi ve ilâve etti: “Ben size teknik öğrettim sadece, hâlbuki sizde göz var!” Ve çekmeye başladım. Şimdi benim fotoğrafını çektiğim mekânların yerlerinde yeller de esmiyor, apartmanlar yükseliyor. Dedim ya, İstanbul’u imarcılar mahvetti. 

● Bütün koleksiyonlarınızı bağışladınız, dolayısıyla eviniz boşaldı. Şimdi nasıl yaşıyor, ne yapıyorsunuz efendim? 

Benim için mekân çok evladım. IRCICA, Süleymaniye Kütüphanesi, Topkapı Sarayı Müzesi, benim saraylarım. Evde yatıp kalkıyorum, o kadar. Ölümle dost olarak. Ölüm hayatın öteki yüzüdür evladım. Bir gün babam beni çağırdı, “Oğlum” dedi, “Bende affetmeyen bir kalp hastalığı var. Bana emr-i Hakk’ın bir veya bir buçuk sene içinde vaki olacağı kanaatindeyim. Seni bu ölüm hadisesine hazırlamak için çağırmış bulunuyorum. Hayat ve ölüm birbirini tamamlar, ikisi bir küll’dür. Biz bulunduğumuz gaflet içinde kıymeti sadece hayata veriyoruz. Sana bir sual sormak istiyorum oğlum: Bu mübarek ölüm olmasaydı hayat çekilir miydi? Dolayısıyla hikmetin ışığı altında ölümü düşünerek kendini benim ölümüme hazırlayabilmeni temenni ediyorum. Bana emr-i Hak vaki olduğu zaman kendini iyi hazırlamış olursan, sarsılmamaya muvaffak olursan, işte sana o zaman hakkımı helal ederim. Sana maddî hiçbir şey bırakamıyorum. Yardımı fazla kaçırdık, sana hiçbir şey kalmadı. Böyle olmakla beraber, gözüm zerrece arkamda değil. Sende kabiliyetler var. Ben de elimden geldiği kadar bunları inkişaf ettirebilmen için meşgul oldum. Neticetü’n-netice, dünyanın neresine gidersen git, kendini hazırlayabildiğin nispette, en kıymetli insanlarla dostluk sana nasip olacak. Sana bu mirası bırakıyorum”. Dediği de oldu. Çok kıymetli insanlarla dost oldum. 

● Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyoruz efendim.(Dergah dergisi-Röportaj 1995

NURİ ARLASEZ-6

 ● Yabancılarla bu münasebetleri elbette bildiğiniz yabancı diller sayesinde kurabiliyorsunuz. Fransızcayı Galatasaray’da öğrenmiş olmalısınız. Başka hangi dilleri biliyorsunuz?

 İngilizce ve Almanca... Fransızcayı Galatasaray’da öğrendim, evet. İngilizceyi ise kendi kendime... Almancaya gelince, bak sana onun da hikâyesini anlatayım. Ben üç defa askerlik yaptım. Birinci askerliğimi İkinci Dünya Savaşı sırasında Yalova civarındaki tayyare meydanında topçu kumandanı olarak yaptım. On üç er ve ben. Barınmak için salaş bir kulübe ve bir çadırdan başka yer yok. En yakın köy beş kilometre mesafede. Kulübeyi erlere verdim, kendim çadırda kalmaya başladım. Yazın sivrisinek dolu, sıtma yaygın. Kışınsa rutubet. Mutlak bir teslimiyet içindeyim. Allah’tan bir defa bile şartları değiştirmesini istemedim. Karşılaştığım bütün zorlukları bir lütuf olarak kabul ettim. Bana belki de Allah’ın en büyük lütfu o on sekiz aydı. Şartlara uyum sağlamak için, her gün, ufukta kendime bir nokta seçip oraya kadar yürüyordum. Bütün organizmayı çalıştırır bu yürüyüşler. Zamanla o hale geldim ki, zifîrî karanlıkta, köye iki üç saatte gidip gelebiliyordum. İşte bu yürüyüşler sırasında, kimseden tek ders almadan Almanca öğrendim. Şunu ifade etmeden geçmek istemiyorum; yabancılarla münasebetlerimde her zaman mensup olduğum kültürü temsil etmeye çalıştım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer büyük bir kültürün temsilcisi olarak gidiyorsanız, bütün kapılar açılır önünüzde. Bizimkiler, hep “Ben de sizdenim!” diye gidiyorlar. Kimse adam yerine koymuyor onları tabii. Türkiye’ye gelen birçok kültürlü yabancı beni arayıp buluyorsa, kaşıma gözüme hayran oldukları için değil, kültürümü temsil edebildiğim içindir.

 

NURİ ARLASEZ -5

  Sahhaf Raif Yelkenciden söz ediyordunuz...

 Merhum Raif Yelkenci, çelebi-meşreb, Osmanlı örf ve adetlerinin en parlak mümessillerinden biriydi. Senelerce evvel bir gün -sık sık olduğu üzere- yine Raif Efendi’nin o küçücek dükkânına nasib almağa gitmiştim. Eşine hayatta ender olarak rastlanabilen bir Kelam-ı Kadim’i uzatarak “Ziyaret buyurun!” demişti. Elimde on altıncı asırda İran’da yazıldığını tahmin ettiğim, çok küçük ebatta, hesna ve müstesna bir Kelam-ı Kadim vardı. Sadece maddi gözlerle değil, aynı zamanda gönül gözüyle, hayranlıklar içinde bakarak bir müddet nüfuzu nazarla görebilmeye çalıştıktan sonra, herhangi bir fikir yürütmeden, usulca masanın üzerine bıraktım. Hayranlığımı kelimelerle ifade edemezdim, sükûtumla ifade etmeye çalıştım. Üstad büyük bir tevazu ile “Bu Kelâm-ı Kadim’i edinmenizi istiyorum” dedi. Maddi imkânlarımın çok mahdud olduğunu ifade ettikten sonra, “Ben bu Kelâm-ı Kadim’e bütün maddi ve manevi mevcudiyetimle adeta bir göz kesilerek baktım. Bu bakışın bir neticesi olarak, bu mübarek Kur’an, gözümü kapadığım her an zihnimde -in my mind’s eye- elle tutarcasına tecessüm edecektir. Dolayısıyla, Allah’ın lütf u keremi ile -dilediğim her an- bu Kelam-ı Kadim benim olacaktır.” Raif Efendi, İncil’in tabiriyle “toprağın tuzu” olan insanlara has bir bakışla, “Gözlerinizi kapadığınız her an bu Kelam-ı Kadim’in sizin olabileceğine şüphe etmemekle beraber, yine de edinmenizi istiyorum. Ortada garip bir zaruret var” dedi. Meğerse bu nefis yazma Kur’an-ı Kerim’i edinmek isteyen bir Arap emiri varmış, ne istenirse ödemeye hazırmış. Fakat Raif Bey merhum, “Müşarünileyhin parası bol, evet, lakin bizim anladığımız mânâda aşkı yok. Sizin de paranız yok, ama aşkınız var. Dolayısıyla bu Kelam-ı Kadim size teveccüh ediyor” dedi. Peki nasıl ödeyecektim? “Bu meseleyi lütfen izam etmeyin. Siz bu mübarek kitabı alıp bir an önce ortadan kaybolun. Bilahare meseleyi aramızda hallederiz” dedi. Takriben bir ay kadar tekrar uğrayıp meseleyi açtığımda, “Elinize fazla para geçtikçe, zaman zaman verebileceğiniz miktarı verirsiniz. Ne vereceğinizi bilmenize de hacet yok” dediydi. 

● Bu tavır, bugünkü dünyada, bugünkü insanlar tarafından kolay kolay anlaşılır bir tavır değil! 

İşte hakiki İstanbullular, hakiki Osmanlılar, Raif Yelkenci ve Süleymaniyeli Yakup Efendi gibi adamlardı, evladım. Hâfız-ı Şirazî’nin dediği gibi, ben onların kölesiyim: “Bu mavi kubbe altında, bağlılık veya menfaat taşıyan her şeyden âzâde olan o kimsenin himmetinin kölesiyim”. O insanlar da bitti, o İstanbul da! Bir zamanlar bir İstanbul vardı, çok iyi bilirdim. Onu imarcılar mahvetti evladım. Öyle bir İstanbul’du ki, hangi yabancıyı gezdirmişsem, hayran olmuştur. Zaten İstanbul’a gelen birçok yabancı önce beni arayıp bulur. Türkiye’den çok, Avrupa ve Amerika’da tanındığımı söylesem belki de inanmazsınız. Hatta Joan Fleming adlı bir yazarın, konusu İstanbul’da geçen When I Grow Rich isimli polisiye romanında benden Filozof Nuri Bey diye söz edilmektedir. Bu roman 1967 senesinde best seller oldu, Türkçeye de çevrilerek Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildi. Hatta bir ara film yapmayı düşündülerdi.

 

NURİ ARLASEZ-4

 

● O dönemden biraz söz eder misiniz? Sizin yazma kitap, ferman, vakfiye, işleme vb. toplayarak binlercesini yok olmaktan kurtardığınızı biliyoruz. Bu iş nasıl oldu, nasıl başladınız? 

Biliyorsun evladım, devir pozitivizm devri. Yeni devlet kurulmuş ve geçmişin bütün kıymetleri düşman ilan edilmiş. Sizler bilmezsiniz, benim ömrüm küçük yaşlardan itibaren yeni devrin çöplüklerinde geçti. Harf inkılâbı sırasında Galatasaray’da okuyordum. Girişte altı metre boyunda nefis bir kitabe vardı, ilk iş olarak onu söktüler. İçim isyanla doldu. Ortalıkta bir dehşet havası kol geziyordu. Babadan dededen kalma kitapları yakanlar mı ararsın, gömenler mi ararsın! Bugün paha biçilemeyecek kitaplar o zaman kaldırımlarda sürünüyordu. Bir gün güzel bir yazı gördüm, alıp baktım, II. Beyazıt’ın vakfiyesi. Yazıyı inceleyince dehşete düştüm. Çünkü Şeyh Hamdullah hattıydı. Misyonumu o gün fark ettim, kurtarabildiğim kadarını kurtaracaktım. Yemek yemeyip mini minnacık bütçemle bunları satın almaya başladım. Şimdi bir tanesi bile insanı milyarder eder, düşünebiliyor musun? Kendi kendime dedim ki, “Bu bir emr-i hayr olacak, aç kalsan açıkta kalsan bile, zinhar satmak yok!”. Geçim başka yoldan. Böyle böyle, paha biçilemez cinsten sayısız eser topladım. El yazması kitaplar, fermanlar, vakfiyeler, levhalar, işlemeler... Hani, altı yüz elli yıllık irfan meş’alesini ellerinde tutan, kravat takmadıkları, bağdaş kurup oturdukları için çöplüğe atıldıklarını söylediğim adamlardan bahsettim ya, işte onlar, benimle, samimi olarak bu eserleri toplayıp yok olmaktan kurtardığım için ilgilendiler. 

Meşhûr Sahaf Râif Yelkenci ile

● Mesela kimler efendim? 

Mesela Sahhaf Raif Yelkenci merhum...Osmanlı kültürünün, hars ve irfanının son meş’ale taşıyıcılarından... O küçücek dükkânında ecdattan veraset tariki ile intikal eden maddi ve manevi mamelekimizin, Osmanlı hars ve irfanının henüz düşürülmemiş, en mütevazı ve o nispette de en muhteşem son kal’alarından biri idi. Raif Yelkenci merhum sahhaflık mesleği dolayısıyla az çok tanınan biridir. Bir de hiç tanınmayanlar, bu dünyadan sessiz sedasız göçüp gidenler vardı. Misal mi istersin? Elime on üçüncü asırdan kalma bir Selçuklu Kur’an’ı geçmişti, lakin çok harap vaziyetteydi. Soruşturdum, “Bunu ancak Süleymaniye taraflarında oturur, Yakup Efendi adında bir zat var, etse etse o tamir eder!” dediler. Gittim, ahşap bir ev, ikinci kata aldılar beni. Hasta yatağında nurlu bir ihtiyar. Altı yüz senelik irfan meş’alesini elinde tutanlardan biri. Bu Kelam-ı Kadim’in çok kıymetli olduğunu söyleyerek onu kurtarmasını rica ettim. Alıp baktı, “Hakikaten çok kıymetli” dedi, “Bu yatakta gördüğün gibi ölümle cedelleşiyorum ama, bırak, nasipse kurtarırız! Yalnız iki aydan önce gelme!” İki ay sonra gittim, güzel bir tebessümle “Al oğlum, dedi, kurtarmak nasipmiş.” Yoksulluğu her halinde belli olan bu mübarek adam, bütün ısrarıma rağmen emeğinin karşılığı olarak takdim etmek istediğim parayı kabul etmedi. Tıpkı Antalya civarında karşılaşıp ekmeğini yediğimiz Türkmen kocası gibi.

 

NURİ ARLASEZ-3

 ● Burada merak ettiğim bir husus var efendim, Osmanlı kültürüne ve sanatlarına aşk ölçüsünde bağlı olduğunuzu biliyoruz. Neden Osmanlı kültürü ve geleneğinin temelindeki tasavvufa değil de, Hint felsefesine yöneldiniz? 

Yunan felsefesinin kaynağı Hint felsefesidir, Batı felsefesinin kaynağı da. Felsefenin asıl kaynağına yönelerek bilginin özünü aldım. Yeri gelmişken size bir hadise daha anlatayım. Yıl 1962. Şişli’de elli yıl oturduğum, babadan kalma, on dört odalı ahşap bir evim vardı. Bir kış günü Hint felsefesiyle ilgili kitapları masama yaymış çalışıyordum. Kapı çalındı, açtım, Fethi Bey’in oğlu Osman Okyar, yanında da bir İngiliz. Adını söyledi ama, o anda anlayamadım. Görünüş olarak tam bir İngiliz beyefendisi. Çalıştığım odaya buyur ettim, çünkü başka tarafı ısıtamıyorum. İngiliz beyefendisi masanın üzerindeki kitapları görünce müthiş ilgilendi, oturdu ve incelemeye başladı. İlk defa geldiği bir evde, arkadaşını da, evin sahibini de unutmuş, harıl harıl not alıyordu. Giderken mahcup bir edayla “Biz Osman Bey’le Bursa’ya gidiyoruz, siz de gelir misiniz?” dedi. Gelmem mi? “Memnuniyetle!” dedim. İnanır mısınız, ancak yolda kim olduğunu anlayabildim, Arnold Toynbee, o büyük zekâ... Bir hafta beraber gezdik, hakikaten rüya gibi bir haftaydı. Ayrılırken yüzü kızararak “Sizinle dost olalım!” dedi, olduk ve yıllarca mektuplaştık. Şu anda bu mektupların kırk elli kadarı IRCICA’dadır, inşaallah Ekmeleddin Bey neşredecek. Daha fazlaydı, ama maalesef bir yangında yandı.

 

● Toynbee ile dostluğunuz ne kadar sürdü? 

Onun ölümüne kadar devam etti. Türkiye’ye her gelişinde buluşur, uzun uzun gezer ve konuşurduk. Onunla dolaşmanın iki zorluğu vardı: Her zaman hiçbir şey bilmeyen bir insan havasındaydı, haddinizi bilecektiniz. Ve sizi seviyorsa, hiçbir teklifinize hayır demezdi. Onu müşkil durumda bırakmamak için çok dikkatli olacaktınız. Birlikte bir gün güneyde, Antalya’ya 70-80 kilometre mesafedeki bir köye gittik. Bir kahve gördük, girdik. Nur yüzlü bir ihtiyar. İçimden geldi, çok samimi olarak gidip elini öptüm. “Babacığım, dedim, çok açız, çaresine bakabilir misin?” İhtiyar, “Oğul, dedi, yeter ki sen fukaranın olanına katlan! Nemiz varsa senindir. Yalnız Rabbim yoktan var eder. Onu bizden bekleme!”. Tercüme ettim, Toynbee şaşırdı, “Hakiki bir filozof, hikmet âşıkı bir adam!” dedi. İhtiyar çok güzel yiyecekler getirdi. Bütün ısrarlarımıza rağmen para kabul etmedi. “Taa nerelerden bu kuş uçmaz, kervan geçmez yere geldiniz, gönlümüze ferahlık verdiniz. Bir de para mı vereceksiniz? Ne parası?” dedi. Ama ben ısrar ettim. Bunun üzerine, “Bak oğul, dedi, misafirimizsin. Daha fazla ısrar edersen paranı kabul etmek zorunda kalacağız. Neş’emizi bu kahpe para için kaçırmaya değerse ver!” Artık ısrar edemezdim. Toynbee’ye söylediklerini aynen tercüme ettim. Büyük İngiliz’in gözleri yaşardı ve şunları söyledi: “Lütfen söyleyeceklerimi aynen tercüme ediniz. Bize insanlık sahasında kelimenin en kuvvetli mânâsıyla ebedi ölçüde bir insanlık dersi verdi. Bu borcu hiçbir zaman eda edemeyeceğiz. Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır. Bunlara İncil’de ‘Toprağın tuzu’ denilmiştir. Biz sanayileşirken büyük hatalar yaptık. Maddi servet pahasına bütün bu değerleri kaybettik. Siz de aynı tehlikeyle karşı karşıyasınız, bizden ders alın. Hayatta sizi her zaman minnet ve şükranla hatırlayacağız”. O ihtiyar gibi ne gizli kahramanlar tanıdım evladım. Onlar, altı yüz yıllık irfanın anahtarını ellerinde tutan, meş’alesini taşıyan insanlardı ve hepsi kravat takmıyor, otururken ayaklarını altlarına alıyorlar diye çöplüğe atılmışlardı. Çöplüğe atılmadık kıymet kalmamıştı.

 

NURİ ARLASEZ-2

● Hint felsefesini nasıl keşfettiniz? Kaynaklara, o günün şartlarında nasıl ulaşabildiniz efendim?

Anlatayım. Bir arkadaşımın kız kardeşi kendisi için kitap almamı istemişti. On beş on altı yaşlarındayken İstanbul’un bütün kitapçılarını bilirdim. Mutlaka edinmek istediğim bir kitap olursa, eğer alacak param yoksa -ki genellikle olmazdı- o kitabı, başkalarının göremeyeceği bir şekilde, raflardaki kitapların arkasına saklar ve sonunda mutlaka para bulup o kitaba sahip olurdum. O gün arkadaşımın kız kardeşine kitap seçmek için Haşet’e gittiğimde de böyle bir kitap gözüme ilişti. Hindistan’da, son devrin en mühim manevi adamlarından biri olan Ramakrishna ve onun yetiştirdiği Swami Vive Kananda hakkında Romain Rolland’ın bir kitabı, Fransızca bir kitap... Bende kıymetli insanları ve kıymetli kitapları hemen sezme hassası vardır. Zaten soyadımdaki “sez” sezmek fiilinden gelir. “Ar” ise bildiğiniz gibi sanat mânâsına gelir, uydurmacılık devirlerinde öztürkçe diye yutturulmak istenmişti. Her ne ise, bu Arlasez soyadı, “Sanat yoluyla sez” gibi bir mânâya gelir ve dayızadem tarafından bizim için soyadı olarak seçilmiştir. Ne diyordum, Romain Rolland’ın kitabı birden çarptı beni. Harikulade bir Fransızcayla yazılmış, Hint felsefesinin en mühim metinlerinin kusursuz tercümelerinin yer aldığı müthiş bir kitap. Çölde, bir vahaya ulaşan susamış adam gibi. Bu kitap bana büyük ufuklar açtı, onun yol göstericiliği ile yeni kaynaklara ulaştım. Hint felsefesiyle ilgili bütün önemli kitaplara sahip olmak için didinmeye başladım. Bazan bir kitaba sahip olmak için üç dört sene uğraşıyordum. Tek başıma bir çölde gibiydim, ama Allah göndermeye başladı. Bir şeyi çok istiyorsan ve samimi isen, Allah mutlaka verir. Böylece Hint felsefesine dair nadide kitaplardan meydana gelen bir kütüphanem oldu. Bu kitaplardan bilginin özünü alıyordum, teferruat arasında boğulup kalmaktan kurtulmuştum. Sene 1965. Bir kültür anlaşması dolayısıyla Bombay Üniversitesi’nden bir profesör geldi. Bizden de oraya birinin gitmesi gerekiyormuş Lakin kimseyi göndermedikleri gibi, adamı da küçümsemişler. Güya kendileri Batılı, o adam Hintli. Hâlbuki muazzam bir adam. Kendisiyle tanışıp dost olduk. Bana dert yandı. Bir ara Hindistan’a gidip gitmediğimi sordu. Hayır deyince, “Gelmeseniz de olur, dedi, siz özünü almışsınız! Sahi bu kitaplar elinize nasıl geçti? Hepsi birinci sınıf!” 

● Daha sonra da gitmediniz mi? 

Gitmedim, hiç gitmedim. Ama o bana geldi. Hindistan’da senelerce kalıp da hiçbir şey almayanlar var. Hint felsefesinden kendimi tanımayı ve kendi kendimi aydınlatmayı öğrendim. Bir Hint duası vardır ki, düsturum olmuştur: “İçimin ışığı sönmüş olduğu bir demde, elime başkalarını aydınlatmak için meş’ale verme Yarabbi!”

 

NURİ ARLASEZ

 Koleksiyoner Nuri Arlasez 

Hâl-i hayâtında pek kimsenin tanımadığı ama Türk kültürüne yapdığı büyük hizmetlerle adını târihe yazdırmış olan merhûm Nuri Arlasez'le yapılan bu röportaj büyük ibretlerle ve derslerle dolu olduğu için noktasına, virgülüne bile dokunmadan olduğu gibi buraya kaydetdim. Umulur ki yeni nesiller okur, istifâde eder ve dersler çıkarırlar. 

● Efendim, kamuoyu sizi hemen hiç tanımıyor. Ama tanıyanlar, ne kadar farklı bir insan olduğunuzu, bu ülkenin kültürüne ne büyük hizmetlerde bulunduğunu biliyorlar. Biz daha geniş bir kitle, hiç değilse bir kültür ve edebiyat dergisini okuyan kitle tarafından da tanınmanızı istiyoruz. Bize kendinizden biraz söz eder misiniz?

Hayhay, evladım. Adım Nuri, soyadım Arlasez. 1910 yılında doğmuşum, İstanbul’un Osmanbey semtinde. Babam Hüsnü Selim Bey, devrin en meşhur ceza avukatıydı. Galatasaray’da okudum. Tabii, babam benim de hukukçu olmamı istiyordu. Anne ve baba tarafım hep avukat. Benimse değil avukat olmaya, okumaya bile niyetim yok. Tek istediğim, istediklerimi yapabilmek için bol vakit, sadece bol vakit. Babam gibi avukat olsam, şöhret, yazıhane, hepsi hazır... Para kazanmak kolay. Ama ben para değil, hürriyet istiyorum. Zannedilenin aksine, hürriyetin en büyük düşmanı paradır, sizi, kendi şartlarını benimseterek esirleştirir. İstediğim gibi kendi içime dönüp düşünemedikten sonra, parayı ve şöhreti ne yapayım? Asgarî maddî imkân, fakat azami vakit! Bütün istediğim bu! Evliliğe de bunun için yanaşmadım, yanlış anlamayın, evlilik müessesine asla karşı değilim, benim hayat tarzım evliliğe hiç uygun değildi. Hangi kadın asgari maddi imkânla geçinmeye razı olabilir? Hadi kafama uygun bir hanım buldum diyelim, ailesi “Bizim damat mı? Geçin onu canım, boş gezenin boş kalfası!” deyip bizi devamlı huzursuz etmez mi? Hülasa, evladım, hürriyetimi sonuna kadar muhafaza etmek kararındaydım.

 ● Peki, bunu başarabildiniz mi? Babanız bu kararınızı nasıl karşıladı? 

Önce babamın ısrarıyla Hukuk Fakültesi’ne yazıldım, fakat fazla dayanamayıp ayrıldım. “Ne yapacaksın?” dediler, “O benim işim!” dedim. Ve evde, asgarî parayla sessiz bir hayat yaşamaya başladım. Aslına bakarsan evladım, tesadüf diye bir şey yok! Bir gün bahçede oturmuş, bir arkadaşımın gelmesini bekliyordum. Derken sokaktan geçmekte olan bir satıcının sesini duydum, şezlong satıyordu. Laf olsun diye çağırdım, “Kaça?” dedim, bir fiyat söyledi. O kadar param yoktu, “Bir pantolonum var, istersen bak, onu al!” dedim. Baktı, “Ver pantolonu, al şezlongu!” dedi. Aldım, kurdum ve uzanıp gökyüzündeki bulutlara bakmaya başladım. Arkadaşım da gelmemişti. On ikiye doğru garip bir hal başladı içimde. Bu bir huzur başlangıcıydı. Benim adeta büyülenmişçesine saatlerce gökyüzüne bakmamdan endişelenen valide telaş içinde geldi, “Hasta mısın?” diye sordu. “Yok!” dedim. Ve gece! Yıldızlar görünmeye başladı. Çok garip bir haldi, içimde inanılmaz bir rahatlık hissediyordum. Hayatımda ilk defa o gün kendime ait meseleleri berrak bir biçimde görmeye başladım. Eskiden körüklü fotoğraf makineleri vardı, metrajını yapınca buzlu camında görüntü berrak bir biçimde belirirdi, işte öyle. O zaman farkında değildim; bunun bir çeşit yoga, bir çeşit meditasyon, yani murakabe olduğunu çok sonraları Hint felsefesiyle uğraşmaya başlayınca anlayacaktım. Benim asıl doğum günüm, o gündür evladım. O günden sonra tanıdığım bütün lüzumsuz insanlardan ve okuduğum bütün lüzumsuz kitaplardan uzaklaştım. Hint felsefesine, uzak şark geleneklerine mukayeseli dinler tarihine yöneldim. Ne yapacağımı artık biliyordum.