● Elli yıl
boyunca topladığınız eserleri nasıl muhafaza ettiniz?
Şişli’deki
babadan kalma on dört odalı ahşap evde... Civardaki bütün evlere hırsız
girmiştir, fakat benim evime bir kere bile uğramadı. Allah korudu onları, çünkü
ona teslim olmuşum ben. Hayatta bir ablam vardı, Şişli’deki evin satılmasını
istedi. Israrlı olunca mecbur kaldım. Sattık, hisseme düşen parayla Ortaköy’de
iki daire satın aldım. Birinde koleksiyonlarımı muhafaza etmek, diğerinin de
kirasıyla geçinmek için. Sonunda topladığım bütün ecdad yadigârı eserleri
Süleymaniye Kütüphanesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışlamaya karar verdim.
Bütün yazma kitaplarım, hilyelerim, fermanlarım, vakfiyelerim, levhalarım şimdi
Süleymaniye’de. Bunun şimdiye kadar yapılan en büyük bağış olduğunu
söylüyorlar. Üç odada ancak yarısı teşhir edilebiliyor. Eserler arasında, bir
de bin iki yüz senelik, ceylan derisine kûfi hatla yazılmış bir Kur’an-ı Kerim
var. Verirken, “Yalnız bunu emanet olarak veriyorum!” dedim. Doğrusu, bir an bu
yaşlılık günlerimde kendimi güvencede hissetmedim. Sonra düşündüm, “Hani Nuri,
teslimiyet nerede? Eğer böyle böyle yaparsan, teslimiyet iddian edebiyattan
öteye geçemez!” dedim kendi kendime. Ertesi gün gidip onu da bağışladım.
■
Bir de vakıf kurduğunuzu biliyoruz,
Süleymaniye Kütüphanesi
için...
Evet, olmayan
paramla bir de vakıf kurdum: “Süleymaniye ve Bağlı Kütüphaneleri Geliştirme
Vakfı”. Kuruluş safhasında ön masraflar yapıldıktan sonra, avukatım elli milyon
liraya daha ihtiyaç olduğunu söyledi. Eyvah! Bende o kadar para ne gezer?
Çaresiz kalınca, ömrümde ilk defa bir el yazması bir Kur’an-ı Kerim’i sattım, o
da Kültür Bakanlığı’na, yani devlete. Aslında yüz milyondan fazla ederdi, elli
milyon verdiler. “Tamam, dedim, zaten benim elli milyona ihtiyacım var!” Para
adıma bankaya yatırıldı. Fakat içimde bir huzursuzluk var. Süleymaniye
Kütüphanesi’nin müdürü Muammer Ülker beyefendiye dedim ki, “Yazma bir Kur’an-ı
Kerim’i satmış olmaktan rahatsızlık duyuyorum. Bu paraya dokunursam murdar
olacakmış gibi geliyor. Bir adamını ver, ben imzalayayım, o alsın parayı!” Öyle
yaptık, yani paraya elimi sürmedim. İki dairemi de bu vakfa bağışladım.
● İşlemeleri de
Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışladınız.
İşlemeleri
Topkapı Sarayı Müzesi’ne, fotoğrafları ve matbu kitapları ise IRCICA’ya
bağışladım.
● Fotoğraflar,
sizin çektiğiniz fotoğraflar mı?
Evet, yaklaşık
yedi bin siyah-beyaz fotoğraf. İstanbul’un her geçen gün biraz daha yok
olduğunu görünce, 1970’lerde bir fotoğraf makinesi alıp İstanbul’u köşe bucak
fotoğraflamaya başladım. Ustam Othmar adında bir fotoğrafçıydı, ondan işin
tekniğini öğrendikten sonra çektiğim ilk fotoğrafları götürdüm, hayretler
içinde kaldı. “Ben fotoğrafa ömrümü verdim, hâlâ bu neticeyi zor alıyorum” dedi
ve ilâve etti: “Ben size teknik öğrettim sadece, hâlbuki sizde göz var!” Ve
çekmeye başladım. Şimdi benim fotoğrafını çektiğim mekânların yerlerinde yeller
de esmiyor, apartmanlar yükseliyor. Dedim ya, İstanbul’u imarcılar mahvetti.
● Bütün
koleksiyonlarınızı bağışladınız, dolayısıyla eviniz boşaldı. Şimdi nasıl
yaşıyor, ne yapıyorsunuz efendim?
Benim için mekân
çok evladım. IRCICA, Süleymaniye Kütüphanesi, Topkapı Sarayı Müzesi, benim
saraylarım. Evde yatıp kalkıyorum, o kadar. Ölümle dost olarak. Ölüm hayatın
öteki yüzüdür evladım. Bir gün babam beni çağırdı, “Oğlum” dedi, “Bende
affetmeyen bir kalp hastalığı var. Bana emr-i Hakk’ın bir veya bir buçuk sene
içinde vaki olacağı kanaatindeyim. Seni bu ölüm hadisesine hazırlamak için
çağırmış bulunuyorum. Hayat ve ölüm birbirini tamamlar, ikisi bir küll’dür. Biz
bulunduğumuz gaflet içinde kıymeti sadece hayata veriyoruz. Sana bir sual
sormak istiyorum oğlum: Bu mübarek ölüm olmasaydı hayat çekilir miydi?
Dolayısıyla hikmetin ışığı altında ölümü düşünerek kendini benim ölümüme
hazırlayabilmeni temenni ediyorum. Bana emr-i Hak vaki olduğu zaman kendini iyi
hazırlamış olursan, sarsılmamaya muvaffak olursan, işte sana o zaman hakkımı
helal ederim. Sana maddî hiçbir şey bırakamıyorum. Yardımı fazla kaçırdık, sana
hiçbir şey kalmadı. Böyle olmakla beraber, gözüm zerrece arkamda değil. Sende
kabiliyetler var. Ben de elimden geldiği kadar bunları inkişaf ettirebilmen
için meşgul oldum. Neticetü’n-netice, dünyanın neresine gidersen git, kendini
hazırlayabildiğin nispette, en kıymetli insanlarla dostluk sana nasip olacak.
Sana bu mirası bırakıyorum”. Dediği de oldu. Çok kıymetli insanlarla dost
oldum.
● Verdiğiniz
bilgiler için çok teşekkür ediyoruz efendim.(Dergah dergisi-Röportaj 1995