11 Ağustos 2022 Perşembe

NURİ ARLASEZ

 Koleksiyoner Nuri Arlasez 

Hâl-i hayâtında pek kimsenin tanımadığı ama Türk kültürüne yapdığı büyük hizmetlerle adını târihe yazdırmış olan merhûm Nuri Arlasez'le yapılan bu röportaj büyük ibretlerle ve derslerle dolu olduğu için noktasına, virgülüne bile dokunmadan olduğu gibi buraya kaydetdim. Umulur ki yeni nesiller okur, istifâde eder ve dersler çıkarırlar. 

● Efendim, kamuoyu sizi hemen hiç tanımıyor. Ama tanıyanlar, ne kadar farklı bir insan olduğunuzu, bu ülkenin kültürüne ne büyük hizmetlerde bulunduğunu biliyorlar. Biz daha geniş bir kitle, hiç değilse bir kültür ve edebiyat dergisini okuyan kitle tarafından da tanınmanızı istiyoruz. Bize kendinizden biraz söz eder misiniz?

Hayhay, evladım. Adım Nuri, soyadım Arlasez. 1910 yılında doğmuşum, İstanbul’un Osmanbey semtinde. Babam Hüsnü Selim Bey, devrin en meşhur ceza avukatıydı. Galatasaray’da okudum. Tabii, babam benim de hukukçu olmamı istiyordu. Anne ve baba tarafım hep avukat. Benimse değil avukat olmaya, okumaya bile niyetim yok. Tek istediğim, istediklerimi yapabilmek için bol vakit, sadece bol vakit. Babam gibi avukat olsam, şöhret, yazıhane, hepsi hazır... Para kazanmak kolay. Ama ben para değil, hürriyet istiyorum. Zannedilenin aksine, hürriyetin en büyük düşmanı paradır, sizi, kendi şartlarını benimseterek esirleştirir. İstediğim gibi kendi içime dönüp düşünemedikten sonra, parayı ve şöhreti ne yapayım? Asgarî maddî imkân, fakat azami vakit! Bütün istediğim bu! Evliliğe de bunun için yanaşmadım, yanlış anlamayın, evlilik müessesine asla karşı değilim, benim hayat tarzım evliliğe hiç uygun değildi. Hangi kadın asgari maddi imkânla geçinmeye razı olabilir? Hadi kafama uygun bir hanım buldum diyelim, ailesi “Bizim damat mı? Geçin onu canım, boş gezenin boş kalfası!” deyip bizi devamlı huzursuz etmez mi? Hülasa, evladım, hürriyetimi sonuna kadar muhafaza etmek kararındaydım.

 ● Peki, bunu başarabildiniz mi? Babanız bu kararınızı nasıl karşıladı? 

Önce babamın ısrarıyla Hukuk Fakültesi’ne yazıldım, fakat fazla dayanamayıp ayrıldım. “Ne yapacaksın?” dediler, “O benim işim!” dedim. Ve evde, asgarî parayla sessiz bir hayat yaşamaya başladım. Aslına bakarsan evladım, tesadüf diye bir şey yok! Bir gün bahçede oturmuş, bir arkadaşımın gelmesini bekliyordum. Derken sokaktan geçmekte olan bir satıcının sesini duydum, şezlong satıyordu. Laf olsun diye çağırdım, “Kaça?” dedim, bir fiyat söyledi. O kadar param yoktu, “Bir pantolonum var, istersen bak, onu al!” dedim. Baktı, “Ver pantolonu, al şezlongu!” dedi. Aldım, kurdum ve uzanıp gökyüzündeki bulutlara bakmaya başladım. Arkadaşım da gelmemişti. On ikiye doğru garip bir hal başladı içimde. Bu bir huzur başlangıcıydı. Benim adeta büyülenmişçesine saatlerce gökyüzüne bakmamdan endişelenen valide telaş içinde geldi, “Hasta mısın?” diye sordu. “Yok!” dedim. Ve gece! Yıldızlar görünmeye başladı. Çok garip bir haldi, içimde inanılmaz bir rahatlık hissediyordum. Hayatımda ilk defa o gün kendime ait meseleleri berrak bir biçimde görmeye başladım. Eskiden körüklü fotoğraf makineleri vardı, metrajını yapınca buzlu camında görüntü berrak bir biçimde belirirdi, işte öyle. O zaman farkında değildim; bunun bir çeşit yoga, bir çeşit meditasyon, yani murakabe olduğunu çok sonraları Hint felsefesiyle uğraşmaya başlayınca anlayacaktım. Benim asıl doğum günüm, o gündür evladım. O günden sonra tanıdığım bütün lüzumsuz insanlardan ve okuduğum bütün lüzumsuz kitaplardan uzaklaştım. Hint felsefesine, uzak şark geleneklerine mukayeseli dinler tarihine yöneldim. Ne yapacağımı artık biliyordum.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder