29 Haziran 2022 Çarşamba

HAZRETİ ALİ EFENDİMİZİN İLMİ

 Şahı merdan hazretleri buyurmuştur:"Bana göklerin yollarından sorunuz.Ben oradaki yollara  yeryüzündeki yollardan daha çok vakıfım, biliciyim.Eğer benim için bir rahle , bir yer hazırlansa,, Tevrat'a tabi olanlara , Tevrat'dan; İncil ehline İncil'den; Zebur ehline, Zebur'danolmak üzere aralarında hakemlik yapar hükmederdim.Eğer bana izin verilse, yetmiş deve yükünü havi eser meydana getirirdim"

Bu nedenle Efendimiz (SAV) buyurmuştur:"Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır" 

DİNE ZARAR VEREN İKİ ZÜMRE

 Denilir ki iki zümre Ahmed-i Mürsel'in dinini eleyip havaya savurdu.Bu sünni kesimde uydurmacı şeyhlik ile Şiilerde rastgele içtihad ile vaki oldu.Tarikatlarda uydurmacı şeyhlik şu şekilde olur.Tarikatta bir efendiye devam eden insanlar arasından efendi dünyayı değiştikten sonra bir takım insanlar çıkar ve efendi'nin kendisine emanetleri devrettiğini, bu devir esnasında Resulullah (SAV) efendimiz ile  dört halifenin hazır olduklarını beyan ederek emanetin kendinde olduğunu ima ile diğerlerinin kendisine tabi olmasını istemesidir.Bu hal bazen mürşit dünyadan göçmeden de vukua gelir.Buna "dükkan içinde dükkan açmak"^da denir.Bu beyanlar ne kadar gerçek tartışılır.Ancak, dünyayı değiştiren efendinin uslubunda böyle şeyler varmıdır?.Yani Efendi yaşarken "Ben şuyum, ben buyum" kelamları var mıdır?Muhtemelen ehli tasavvufn hiçbirinde bu kelamlar yoktur.Zira bu kelamlar manevi bir iddiadır.İddia edenler denenirler.

28 Haziran 2022 Salı

HARAM PARA İLE YAPTIRALAN CAMİDE KILINAN NAMAZ

 İslam Şeriatına göre haram para ile yaptırılan camide kılınan namazın sahih olmayacağı söylenir.Emevi zalimlerinden Abdülmelik'in yaptırdığı şam'daki Emevi camisinin temeli bozuktur.Bu zalim Medine'de halifeliğini ilan eden Zübeyir'in oğlunu öldürmek için Medineyi yakıp yıkmış, Medine'nin kadınlarına  tecavüz edilmiştir.Zübeyir'in oğlunun halifeliğini gölgede bırakmak için insanları hac için kudüs7e yönlendirmiştir.

25 Haziran 2022 Cumartesi

FEDEK ARAZİSİ

 Cenab-ı peygamber'in öz malı olan Fedek arazisini Efendimiz Hz.Fatıma'ya vasiyet etmişti.ancak bu arazi kendisine verilmedi ve Fatıma annemiz üzgün gitti.Hz.Ömer zamanında da verilmedi.Hz.Osman zamanında bu arazi amca oğlu Mervan'a verildi.Böyle devam etmekte iken Ömer bin Abdülaziz halife olur olmaz bu araziyi kendi ailesinin erkanından alıp Hz.Ali'nin evlatlarına verdi ve "Bu bahçe Fatıma'ya babası tarafından hibe edilmiştir" dedi.O hayattan çekilir çekilmez arazi Mervanilerin eline geçti.Abbasi devleti kurulduktan sonra Halife Memun bu araziyi Hz.Hüseyin'in evlatlarına tahsis etti.

ATOMUN YAPISI HUSUSUNDA İLK FİKİR

 Hz.Ali efendimize aittir."Bir zerreyi son haddine varıncaya kadar parçalasan, onun ortasında bir güneş bulursun"

Sahabeden İbniMesud hazretleri, Hz.Ali efendimizin ilmi hakkında şöyle der:"Kur'an 7 harf üzre inmiştir.Bu harflerden her birisinin içi var , dışı var.İşte Kur'an'ın bu 7  harfinin içini ve dışını bilen tek şahıs Hz.Ali'dir"

HAZRET-İ ALİ EFENDİMİZİN KELAMLARINDAN

 1. Para; heva ve heves, ihtiraslarla iştihaları tahrik eder.

2. Dost ona derler ki , dostluğunu  arkadaşının felaket ve sıkıntılı zamanında gösterir.

3. Merhamet ve ibadetlerin en iyisi, gizli yapılanıdır.

4. Akıllı adamın dili kalbine tabi olur, budalanın dili ise ona tekaddüm etmek(üstün çıkmak) ister.Saçma sapan sözler söylemekten ibarettir.

5. Yumuşak dal, yaprak ile örtülür.

Hazret-i Ali efendimizin hilafeti sırasında mahkemeleri tasfiye etti, hak ve vazifelerini tespit etti.İlk şer'i mahkemeyi ihdas etti.yaptığı uygulamalar, tüm insanlık için bir ışık idi.Uzun zaman Avrupada cari olan "Borçluyu hapsetmek" usulünü ilk ortadan kaldıran kişi Hz.Ali efendimizdir.

Hz.Ali efendimizden önce şahitler mahkemelerde birlikte dinlenirlerdi.Hz.Ali efendimiz bu uygulamayı kaldırmış, tanıkları birbirlerinden ayrı dinleme usulünü getirmiştir.Buna sebeb şu hadise olmuştur.Bir genç bir delikanlı Hz.Ali'ye gelerek babasının kaybolduğunu şikayet etmiştir.Hz.ali efendimiz o gencin babası ile birlikte seyahata çıkan kimseleri çağırtmış ve onlar hep beraber iken o gencin babasının kendilerini terk ettiklerini ve haber alamadıklarını söylemişlerdir.Hz.Ali Efendimiz bu adamları ayrı ayrı yerlerde hapsettirdikten sonra tek tek ifadeye çağırmıştır.bu ifadeler esnasında farklı söylemlere rastlayınca bu tanıkları hapsetmiş ve tek tek huzuruna çağırarak bu farklılıkları söyleyince itiraf etmişler.o gencin babasını kendileri öldürmüşlerdir.Maktulün oğlunu külliyetli bir diyet ödettirmiştir.

ŞEYH SADİ-İ ŞİRAZİ

 "Hz.Lut(a.s)ın eşi kötülüklerle yoldaş oldu.Bu yüzden kendisine teveccüh eden Peygamber ailesi şerefini yitirdi.Lakin beri tarafta Ashab-ı Kehfin ardından giden köpek,iyilerin yolundan gitmesi yüzünden insanların kazanacakları yüce şerefe nail oldu".


24 Haziran 2022 Cuma

MAHMUT USTAOSMANOĞLU

 ŞERİATTAN TARİKATA ve tarikattan şeriata görevli GİDEN İKLİMSEL YOL DA TARİHE BİR HATIRA DÜŞMEK ....

bugün ülkemizdeki kudüste konuşlanan ehli şeriat vel cemaatin lideri vefat eyledi.. kendisini hiç dinlemedim ve tanımadım ve medya hariç görmedim...ama ilk yazmaya başladığımda evvel zamanımı ve mürşidi  ali haydar efendiyi nette araştırırken onlara rastlamıştım .. evvel zamanımdan hiç bahsetmemeleri ve onu yok saymaları benim için asla kabul edilemez bir ayıp olduğundan, taaa bandırmaya gittiğimde  "bizzat onu sormuştum"..sessizce tebessüm etmiş ve yerden tavana dek olan kütüphanenin en tepesinde duran  saten bohçayı işaret edip ,o bohçadaki eşyaların ali  haydar efeniden kendisine verilen emanetler olduğunu ve bir defa dahi elini sürmediğini ve giymediğini ve orada muhafaza ettiğini  anlatmıştı (* vefat etmeden bir sene evvel de ,senelerdir ve ısrarlar o emanetleri geriye isteyen haydar efed. çocuklarına aynı mahalleye ve aynı aileye geri  iade etmiştir) ..

mahmut efendi  bandırma da askerlik yaparken ,evvel zamanımın süt evi yani pastanesine her hafta sonu çarşı izninde gelir ve yemek yermiş .....ve evvel zamamın onu süt evinde ve camide her halini -nezaketle konuşmasını ve çok  edepli -hayalı ve halis munis müslümanlığını gözler takip edermiş..bir süre sonra ondan ali haydar efendiye bahsetmiş ve  izni ile ona taktim etmiş..ve vakti gelince de mahmud efendinin beline geleneksel  şed-hizmet kuşağı kendi elleri ile evvel zamanım ,kendi süt evinde törenle bağlamış (* sadece bu cümle anlayana  çok şey anlatır ) ...işte bu hatıralar evvel zamanımdan ,mahmut hoca için bizzat sorup tek başına dinlediğim hatıralardan ilkleridir..ve bende tarihe yazılıma yeniden kaydediyorum ..

ve ne acaip iştir ki, ali haydar efendinin ve evvel zamanımında ilk  mürşidi olan ali rıza  bezaz hz nin yanında evvel zamanımın kabri var ve yarından sonra da  ali haydar efendinin yanındaki kabirde de mahmut efendi yatacak.. 

**birde yeniden kaydedeceğim mahmud efendinin,mürşidi ali haydar efendinin çok yaşlanıp-kulağıda duymadığından  ondan mürşidlik için icazet alamadan onun vefatının kaydı var ki bunu da ihramcızade de okumuştum..o devrin zamanı kabul edilen ihramcızadeye gider hoca ve sorunu anlatır ve icazet almak ister..ve ihramcızade yarım saate yakın tefekkür eder ve sonra başını kaldırarak,"evladım size irşad gözükmüyor.siz şeriatta vazifelisiniz" der...

** 

iş bu hatıralardan sonra kendi kudüs gezimde kudüsün mescidi aksa duvarları içindeki 3 dinin halkının nerdeyse kadın erkek aynı bizim çarşamba cemaati gibi giyinip davrandığını gördüğümde şok olmuş ve dinler diye herkesin nasıl kandırılıp bitip tükenmez ayrı gayrı kavgalar edip-kanlar döktürüldüğümüzü anlamıştım..sonra  ,bir davet aldım ve çarşamba da ali haydar efendi evine gittim ..ve sonra alt sokaktaki rum ortodox okulunu ve kiliseyi ve alt sokaktaki yahudilerin yerleşim yeri  balatı gezdim -gördüm ve anladım ki ülkemizin kudüsü ve en kritik coğrafyası burası idi ve o cemaat in şeriattan sorumlu askerler olarak oranın tepe noktasında görevlerini icra etmeleri de onlarında ibadetleri idi ..o zaman her şeyin yerli yerinde ve merkezinde olduğunu anladım..


bizans bir ortodox mezhebi otoritesinde idi ve bunların şeriat alimleri trabzon patrikhanesinde yetişirdi..bugünde diyanetin ve ehli şeriatın hemen çoğu memur imamları kökenleri ve ana dilleri rumca ve ortodox inancı gereği siyah çarşaflı ve siyah cübbeli geleneksel kıyafetlerini  ve asırlardır maa aile hep dini eğitimde uzman üstadlar olarak yaşamayı sürdürürler..buda onların diğer göçer türk boyları gibi şamanik kökenli ve MELAMİ -AHİ TARİKATSAL MEŞREPLERE ÇOKTA MEYYAL OLMADIKLARINI  gösterir..çünkü onlar hep tarihte ruhban resmi devlet memuru olagelmişlerdir..

umarım gerizekalıca kara çarşaf arabın geleneğidiri artık söylerken utanırsın..aksine kara çarşaf rum ortodox  kadın mecbur giysisidir.. balkanlardan -yunan ve bulgar ortodox göçmenleri türkiyeye girmiş hatat padişah başta yasaklamıştır atatürkten yüz sene evvel.. 


birde güzel hatıram var..hoca nın of tan komşusu bir tanıdığım yaşlı hanım vardı..kızkardeşi kanserden vefat etmiş dağıtmıştı..öyle inançlı biri de değildi..göz dr gitmiş..hoca da muayenehanedeymiş..hanım of tan ailesini söylemiş hoca tanımış.."ablam vefat etti ,dua etseniz "demiş..hoca da hemen :ÇARŞAF GİYMİŞ MİYDİ VEFAT ETMEDEN -ÇARŞAF GİYMEDEN ÖLDÜYSE  OLMAZ " demiş ve o hanımda ayakları geri geri gidip susmuş ..bugün bir dostum aradı ailecek sahaf ve matbaacılar..babası da kitap basarmış..hoca efendi ona da sık sık şalvar  ve cübbe ve takkesiz gezmemesini ihtar edermiş..bugün biz o hanımla bunları tebessümle yad ettik..biz şahitiz ki o ve cemaati hep ana zahir görevleri olan şalvar -cübbe ve takke ve sakalla yaşadılar ve öyle de ölüyorlar.. şeriatsız tarikat olmayacağından onlar bizden daha lazım olabilir dedik..

ve hoca efendi belki zamanında pek çok kızın ünv diplomalarını yırttırmış mesleklerini yaptırtmamış olsa da sanırım bugün hepsinin kızları tüm diplomaları dışarıdan bile olsa söke söke alıyor ve her meslekte boy gösterebiliyorlar..ama benim anlatmak istediğim MÜR ŞİT=SET in sistemin yürümesi için neler yapmak zorunda kaldığını az da olsa anlama kapasitesi olanların anlaması ve susması -kendine saklaması..ve ..bu yazıyı yazmak için YAĞMUR YAĞMASINI BEKLEDİM VE SAĞANAK YAĞDIĞI İÇİNDE YAZDIM..ben bu yazma zamanlarım içinde pek çok bu devrin mürşidini tanıdım ve vefatlarında İKLİM -TABİAT OLAYLARINI BİLİNÇLİ ŞEKİLDE TAKİP ETTİM..alimin ölümü alemin ölümü olduğundan bunu büyük bir ilgi ile sürek avı şeklinde takip edebiliyorum... eğer bir tabiat olayı olmazsa benim için o yüksek bir makam değildir  nedense..ve yarın cuma bazı gezegenlerde dizilecekmiş diye duydum .. dolayısı ile onu da dostlar hanesine evvel zamanımın ona ŞED KUŞATMIŞ VE BİZİM BAŞIMIZA ŞERİAT İMAMI OLARAK YETİŞTİRMİŞ  olması hatırına masalıma kaydettim..yoksa kendisini hiç dinlemedim ve  tanımadım(* AMMA ONUN YETİŞTİRDİĞİ CÜBBELİ AHMET HOCAYI  HER ZAMAN ZEKASI VE İLMİNE HAYRAN  ATESİTLER DE DAHİL, TÜM ÜLKE BAYILARAK DİNLİYOR BİLİYORUZ DEĞİL Mİ). benim için evvel zamanımın hatırı önemli ve iklim ..

inanıyorum ki bugün ülkemizde uzun senelerdir hiç okunmadığı kadar kuran ve dualar okundu ve ülkemizin frekansı daha rahmaniyete döndü..fazlası ile şeytaniyiz çünkü..maddiyat ve şehvet hırsı hemen hepimizi insanlıktan etti..umarız ki şimdi de cemaatin kendi içinde baş olma sevdası onları kaosa düşürmesin..

(* aynı ekolün farklı dala ayrılmış daha zengin ve seçkincilerinin merkezi olan erenköy cemaatinin mesela sahip oldukları muhitteki evlerine akıl almaz açgözlüce haksız kira zamları utanç vericidir.. din ve tarikat ın kalbe merhamet vermeyeceği -kişisel aç gözlülüklerin dar zamanda nedense sadece adı müslüman ülkelerde "din filan dinlemediğine de şu sıralar şahitlik ediyoruz"..hani dayanışma ve ihvan kardeşlik hani? ..oysa gönül isterdi ki,bir tarikata ve cemaate mensup olmayan nerdeyse kimsenin olmadığı bu ülkede gıdada hile yapılmasın  ve haksızlık- adaletsizlikle  birbirlerimizi söğüşlemeye dayalı hayasız karakterlerimiz biraz olsun artık düzelsin ve amiin  .....) 

NOT: isterim ki kürevi tefekkür sanatçıları bu 100 senelik vazifeli ömürlerin sonuncusunun gidişini ve sonrakileri takip edebilirler..çünkü şeriatta da bir devir kapandı unutmayın..yeni gelen mürşidler çok farklı olacak ve onları tanımak ve sistemi sürdürtmek için neler yaptıracaklarını anlamak kolay olmayacak..ALLAH RAHMET EYLESİN..nur cihan

ALLAH RAHMET EYLESİN..

diğer not:görülüyor ki ahıskalı ali haydar efendi gücünden çok korkan o devrin dikta yönetimi ve askeriyesi onun cenazesine ket vurup -askeri helikopterle denetlerken bugün ona yaptırılmayan cenaze namazı güç gösterisi ülkece telafi edilecek.. şunu da unutmayın ki ahıskalı ali haydar efendinin mürşidinin ahıska daki okullardaki gücü de rus çariçesini çok korkutmuş ve katerinanın özel yöntemleri ile kırım savaşı ve kafkas halkları önce içten sonra dıştan çökertilip soy kırım ve göçle yok edilmiştir.. 

nur cihan

DİNİ SAĞLAMLAŞTIRMA

 Dini sağlamlaştırmada Hz.Ali efendimiz ve ehli beyt çimento rolü görevini görmektedir.Dini bozmak ve zayıflatmak isteyenler maksatlarına engel olarak Hz.Ali efendimiz ve ehlibeyti görmüşlerdir.Hırıstiyan dünyasının en müfrid, mutaassıp tarafdarı olan İtalyan şairi Dante,"Divin komedisinde" cehenneme attığı Hz.peygamberin yanına Hz.Ali efendimizi atmıştır.Buda göstrmektedir ki Dini mübini Ahmedi'nin te'yid(onaylama), takviye ve tarsininde(sağlamlaştırmada) tek amil olarak Hz.Ali'yi bilmektedirler. Volter; Büyük Frederik'le kiliseyiziyaret ederken , Hz.Meryem'in heykelini kaldırıp Muaviye'nin heykelini oraya koymasını ve halkı onu ziyarete teşvik lazım geldiğini tavsiye etmesi çok manidardır.

SEVGİ ŞEHADETLERİ

 Hz.Ali (KV) hazretlerine olan muhabbetleri yüzünden şehit olan insanlar sayısızdır.Hadis imamlarından Şuayb el- Nesefi hazretleri hicretin 303 ncü yılında Şamlı yahudilerin linç etmesi neticesinde şehit edilmiştir.Emevi Halifelerinden küçük Muaviye  diye isimlendirilen  lanetli Yezid'in oğlu'nun hikayesi bloğun önceki yazılarında mevcut idi.18-20 yaşında tahta çıkan bu zat, Hz.Ali evlatlarına müthiş muhabbetimevcuttu.Bu zat hilafeti bıraktıktan kısa bir süre vefat etmiş olup vefatı şüphelidir.Muhtemelen zehirlenmiştir.Keza Ömer bin Abdülaziz'de aynı akibete uğramıştır. 

MUHTEMEL TEHLİKELER

Hz. Ali (ra) rivayet ediyor. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuşlardır:

Güzel konuşmanın tehlikesi insanlara karşı kibirlenme ve kendi­sinde olmayan şeyle övünmektir.

Cesaretin tehlikesi zulüm ve haddi aşmaktır.

İyilikseverliğin tehlikesi başa kakmaktır.

Güzelliğin tehlikesi böbürlenmektir.

İbâdetin tehlikesi tembellik ve usanç duymaktır.

Konuşmanın tehlikesi yalan söylemektir.

İlmin tehlikesi unutmaktır.

Yumuşak huyluluğun tehlikesi kendinden beklenen metanet ve salâbeti göstermemektir.

Asaletin tehlikesi soyu ile övünmektir.

Cömertliğin tehlikesi israftır.

      (Camiüssağir-10)


23 Haziran 2022 Perşembe

MAHMUT EFENDİNİN HAKK'A YÜRÜYÜŞÜ

 Mahmut Efendi hazretleri de Hakk'a yürüdü. Kamuoyunda bilinen Allah adamları Hakk'a yürüdüler. Yerlerine yenileri gelmediler.aslında son elli yıldır bunu gözlemlemek mümkün.Bloğun önceki yazılarında da belirtildiği gibi,zahirde yerlerin yenilerinin gelmemesi hadisesindeki hikmet,Hak Teala eski devri kapatıp yeni bir devri başlatmasıydı.Necib Sultanımın ifadesi ile 2023 yılında ortaya çıkacak müceddid-i din'e karşı tavır içinde olunmaması içindir.Diğer bir anlatımla değişen konsept nedeniyle Bugünün yetkilisine karşı, dünün insanlarının bağlı olduğu zat hayatta olmamalı ki, yeni insana tabi olmakta sıkıntı olmasın. 

22 Haziran 2022 Çarşamba

SUUDLU PRENSİN ZİYARETİ

 Eğer anayasal demokrasinin hakim olduğu normal bir ülke olsaydık, üç yıl önce şeytanın bütün sıfatlarını layık gördüğümüz Prens Selman’ın Ankara’ya gelişi karşısında, gazeteler tıpkı cinayet sonrasında olduğu gibi yine benzer manşetler atar, sivil toplum örgütleri ayağa kalkar, protestolar sokaklara taşardı.

Manzara ortada, kimsenin tepki göstermeye ne mecali var ne de cesareti… Ayrıca demokratik ülkelerdeki gibi sivil alanı savunma geleneğine sahip gerçek anlamda sivil toplum örgütlerimizin olmadığını da unutmayalım.

Düşünün, yıllarca Kudüs konusunda mangalda kül bırakmayan dindar-muhafazakar vakıflar, dernekler bile iktidarın ‘İsrail dostluğu’ başladığı günden buyana, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı terör karşısında dillerini yuttular ve kayıplara karıştılar…

Unutmayalım, üçüncü sınıf demokrasiler liginde kendisine yer bulmaya çalışan bu ülkede haksızlıklara itiraz eden milletvekilleri bile ağır hakaretlere, aşağılamalara maruz kalıyorlar. DEVA partisi İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu’na yapılanlar herkesin malumu… Doğal olarak böyle bir ortamda normal vatandaşların anayasal protesto haklarını kullanmalarını beklemek çok da mantıklı değil.

Prens Selman bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuğu olarak Ankara’ya geliyor. Bu vesileyle iktidarın kontrolündeki gazetelerin nasıl sevinç ve ‘kardeşlik’ başlıkları atacaklarını hep birlikte göreceğiz.

Bugünü iyi anlayabilmek açısından iktidar medyasının geçmişte kullandığı başlıklara kısaca göz atmakta yarar var:

Sabah: Ölüm emri Prens Selman’dan

Takvim: Katil Prens

Hürriyet: Katil Prens denilmesi Türkiye sayesinde

Yeni Şafak: Katil Prens Selman

Akit: Selman için yolun sonu

Aslında bu manzara Türk basınının serencamını ortaya koyması açısından bir ibret vesikası niteliğinde, ama aynı zamanda hüzün verici. İtiraf etmek gerekiyor ki bu ülkenin medyası artık demokrasinin 4. Kuvveti değil, iktidarın ‘hazır kıtası’dır.(ALINTI-Mehmet Ocaktan)

ANAYASAL PROTESTO HAKKI

 Bir insanın beğenmediği bir hususta protesto hakkı vardır.İfade hüriyetinin içindedir.Ancak, ululemre itaat ninnisiyle uyutulan insanlarımız tepki göstermeyi sevmezler.Çünkü tepki gösterildiği takdirde terörist, dış güçlerin adamı suçlamasına muhatap olmak kesindir.üstelik fişlenmektedir. "Adil şahitler olunuz" emrinin içinde , yanlışları dile getirmek ve muhatabına söylemekte vardır.Ancak oluşturulan korku iklimi buna meydan vermemektedir.Suç kimdedir? Bence suç yine bizdedir.


21 Haziran 2022 Salı

50 LİRALIK BANKNOTTAKİ RESİM

 

50 liranız var mı acaba?

Varsa lütfen çıkarıp arka yüzüne bakar mısınız?

Orada bir hanımefendinin fotoğrafını göreceksiniz.

Para üzerine fotoğrafı basılan ilk Türk kadını.

Kendisi ilklere pek yabancı değil aslında.

İlk Türk kadın roman yazarı,ilk Türk kadın çevirmen,ilk “muhafazakar” feminist,

eserleri batı dillerine ve Arapçaya çevrilen ilk Türk kadın yazar ve düşünür...

Evet, Ahmet Cevdet Paşa’nın muhterem kerimesi Fatma Aliye Hanımdan bahsediyoruz.

Ne kadar parlak bir kariyer ve ışıltılı bir hayat değil mi?Değil maalesef...

Çünkü madalyonun bir de öbür yüzü var.

Döneminin bazı düşünce sahipleri gibi “Batı’nın iyi yönlerini almak lazım” diyen Fatma Aliye hanım dört kızından ikisini, Nimet ve İsmet’i o dönemde yeni açılan Fransız okulu Dame de Sion’a kayıt ettirir.

Nimet okuldaki hocaların hristiyanlık telkinlerinden rahatsız olur ve okuldan ayrılır. Fakat İsmet durumdan pek şikâyetçi değildir ve okulda kalmakta ısrar eder. İki kız kardeş daha sonra yüksek tahsil için Fransa’ya giderler. Nimet tahsilini tamamlayıp döner fakat İsmet geri dönmeyeceğini annesine bir mektupla bildirir. Ve uzun süre iletişimleri kopar.

Ve nihayet yıllar sonra sevgili kızından bir haber alır Fatma Aliye Hanım;

İsmet bir katolik rahibesi olmuştur.

Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’nın yeğeni Faik Bey’den olma, Mecelle’nin müellifi anlı şanlı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’dan doğma İsmet Hanım rahibe olmuştur.

“Ölmeden önce ölmek bu olsa gerek”der Fatma Aliye Hanım. Bütün yazı hayatına son verir ve ömrünün bundan sonraki kısmını kızını aramakla geçirir. Yıllarca ne kendisi kızından bir haber alabilir, ne de kimse kendisinden bir haber alabilir. Hatta gazetelerde hakkında çıkan ölüm ilanını düzelttirmek isteyen yakınlarına engel olur, “bırakın öldü bilsinler” der.

Babasından kalan serveti kızını bulmak için harcar fakat nafile.

Nihayet muzdarip ruhu yorgun ve küskün bedenini terk eder ve kızını bulamadan bu dünyadan göçüp gider...50 lira hala elinizde mi ?

Onunla varsa kızınız veya oğlunuza bir hediye alın. Çikolata filan da olur tabi, ama başka şeyler de olabilir.

Bir Elifbâ, Namaz Kitabı veya bir İlmihâl Kitabı mesela.

Yavrunuzu kimselerin eline bırakmayın ve O’nu iyi bir Müslüman olarak yetiştirmenin bir yolunu bulun.

(Alıntıdır)

19 Haziran 2022 Pazar

İSLAMI GÜNCELLEŞTİRMEK

 Diğer bir deyimle günün meselelerine İslamiyette cevap ve çare bulmak.İslam güncellenmez.Çünkü kıyamete kadar geçerli olmakla bünyesinde her çağın meselelerine çözüm ve işaretler vardır.Ancak , işaretleri çözecek insan gerekir.Eendimiz (SAV) davranışı ve sözleri kur'anın izahıdır.Böyle bir kaynak bizatihi yaşadığı çağı aydınlatmıştır.Ancak Efendimizden sonra başlayan saltanat kavgası ve ehli beyt düşmanlığı,nefislerine uyan ve adına müslüman denilen insanlar ile İslama düşman olanları bir noktada birleştirmiş ve dünyalıkları için kullanabilecekleri uydurma hadisleri bolca uydurmakta hiçbir beis görmemiştir.Bugün ancak sahih hadis kitaplarında bulabileceklerimize doğru deyip diğerlerine şüpheli nazarla bakmaktayız.Hz.Peygamberle birlikte bulunmuş Hz.Ali efendimizden nakledilen hadis sayısı 586,Hz.Fatıma annemizden nakledilen hadis sayısı 18.

Ayet ortada."Resulullah size ne verdi ise alınız, neyden men ettiyse uzaklaşınız"(Fema ataür resulü fehuzu hü, ve ma nehaküm anhü fentehu".

Bugünün sorunlarında cevabı tekraren Resulullah'da aramak mümkün mü? Resulullah için hem ölü değil diridir diyeceğiz, hemde günlük meselenin çözümünde "diri" den yararlanamayacağız.Bu hususlar özel ve şahsa münhasır olsa da mahiyeti reddedilemez.Duyduğu bir hadisi şerifin sahih olup olmadığını bizatihi Resulullah efendimizin ruhaniyetinden soranlar bu ümmet içinde bulundukça ümitsiz olamaya gerek yok.Ancak, resulullah'ın ruhaniyetiyle konuşacak kaç adam var? Böyle bir zat'a inanım teslim olacak kaç insan var? Hz.Ali evladına zulüm ve sövme içinde bulunan Emevi saltanatı ve Abbasi halifelerinin İslam adına yaptıkları bu kadar şenaat(kötülük),yaşanmış,Dini otoriteyi kendine hasretmiş medrese ülemasının siyasi otoriteyi tasdik ve memnun etme gayretleri , Tarikat temsilcilerinin dünyevileşmesi,sayisi otorite ile birlikteliği , babadan oğula terkedilen bir meşihat sistemi sonunda bugünlere gelinmiştir.Bugün birisi çıkıp "Resulullah efendimiz bana şöyle buyurdu" dese (sahtekarlık ta olabilir) bunun hakikatını kabul ferasetine sahip kaç kişi meydanda olacaktır.Hazret-i Musa'nın mucizeleri karşısında aciz kalan Firavun bile bu hakikatı kabullenmemiştir.Çünkü, kendi otoritesi bitmektedir.O mucizelerin bugün onda biri olsa tabi olacak milyonlar bulunabilir.Bugünün insanının hakikata inanma konusunda daha ileri noktada olduğu söylenebilir.Müceddidid-i din çıktığında belki ilk karşı çıkıp ,dinsizlikle itham edecek olan sarıklı ülema olacaktır.Gerçekten de kolaylıkla insanların kabul edecekleri sanılmasın.İnsanlar ancak "Eli sopalı" dan korkarlar.başlangıç için korku gereklidir.

18 Haziran 2022 Cumartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNDEN

 Şems-i Tebrîzî der ki…

* Eğer, hala KIZIYORSAN!…; kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir. 

*Eğer, hala KIRILIYORSAN!…;gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.

*Eğer,hala KINIYORSAN!…; af makamına ulaşmamışsın (ÖFKE ve KİN  seni cayır cayır yakıyor!..) demektir.

*Eğer, hala ”BEN!…BEN!…”demekten vazgeçmiyorsan!..;dizginlerin hala NEFS’inin  elinde!..Ve sen bu ESARETE boyun eğiyorsun !…,demektir.

*Eğer, hala  başına gelen musibetlere yana yana üzülüyorsan; gerçeği bilmiyorsun!…, demektir.

  *Eğer hala şikayet ediyorsan; HAKİKATİ göremiyorsun!…,demektir.

    Basit bir kaç,dost tavsiyesi;

   *Sıkıcı/ evinsiz konuşan insanlardan ve arkadaşlardan uzak duralım!...

*İdeallerimiz  ve onlara kavuşacağımıza dair UMUTLARIMIZ yüksek olsun!...


ZİYA PAŞA

 Müthiş bir ehli beyt hayranı olan Ziya paşa şunları demiştir:

"Yüzseler cümle vücudum, kalmasa tende deri/ Dönmezem Bab-ı Ali'den, Haydariyem, Hayderi"

EMEVİLERİN İSLAM DİNİNE VURDUĞU DARBE

 82 yahu t84 yıl süren Emevi saltanatında 14 halife gelmiştir.Bunlar içinde kendi isteği ile hilafetten ayrılan Küçük muaviye ile Ömer bin Abdülaziz hariç diğerlerinin tamamı Ehli beyt düşmanıdırlar.Bu lanet insanların İslam dinine vurdukları darbeyi Cengiz, Hülagu ve haçlı orduları vurmamıştır.Harre vakıasında Medine'yi istila eden melunların askerleri kadınlara tecavüz etmişlerdir.bu nedenle bu tecavüzden doğan çocuklara evlad-ü harre ismi verilmiştir.Bu tecavüzcü askerler Yezid'in askerleri idi.Abdülmelik'in kumandanlarından haccac-ı zalim 54 yaşında geberdiği vakit 120.000 kişiyi öldürmüş, 80.000 kişiyi de zindanlara tıkmıştı.

HALİFELİĞİ TERK EDEN ZAT:İKİNCİ MUAVİYE

 Küçük Muaviye denilen bu zat 18 yahut 21 yaşında hilafete seçilen Emevi sultanlarından Mel'un Yezid'in oğludur.Dedesinden dolayı kendisine "Küçük muaviye" de denmiştir.Künyesi Ebu Leyla'dır.Bu çocuk halife seçildikten sonra camide mimbere çıkmış ve kendisinin  hilafetten vazgeçtiğini beyan eden şu hutbeyi söylemiştir:

"Allah'a hamd ve senadan, Resulü Ekrem ve evlatlarına selam ettikten sonra hutbeye şöyle devam etti:"Ey İnsanlar! Benim size emirlik etmeğe niyetim yok. Yani severek yapabilecek durumda değilim.Sebebi de sizlerden şiddetle nefret ettiğim, ikrah duyduğum içindir. Ben de biliyorum ki sizlerde bana karşı aynı hisle yani nefret ve kinle dolusunuz.Ben sizinle belalandım, siz de benimle belalandınız.Lakin benim dedem Muaviye,, bu halifelik davasında kendisinden ve başkalarından evla(iyi-üstün) olan kimse ile çekişti.O öyle bir kimse idi ki Resulullah'ın yakını olmak hasebiyle herkes üzerinde fazl ve rüçhan hakkı var idi.

İslamdan önce iman edenlerin büyüğü, kadir cihetinden muhacirlerin en büyüğü , kelb itibarıyla en bahadırı, ilim itibarıyla en çok bilgini, iman cihetiyle imanını en evvel ızhar edenlerden, mevki, mertebe ve derece itibarıyla insanların en eşrafı, Resulullah onu kendisine kardeş ve damat edinmişti.

Durum o raddeye geldi ki bu iş dedemin üzerinde kararlaştı.Ne zaman ki sayılan gün geldi çattı.kendisini koruyacak ellerden mahrum kaldı.Mezara girmeden evvel göndermiş olduğu amelinin cezası ile tutuklandı.Kabrinde ameli ile baş başa kaldı.O; gönderdiği amelini bütün şeniiyetiyle kabirde buldu.Ne gibi zulüm, irtikap  venasıl haddini aşmış taşırmış hareketleri , fiileri var ise hepsini gözleri ile gördü.Bundan sonra bu yer babam Yezid'e geçti.O da sizin işlerinizi üzerine aldı.

Tanrıya and olsun ki babam, kötü fiilleri ve nefsine karşı olan israfı ile ümmeti Muhammede halifeye olmaya hiç layık değildir.Heva ve hevesine uydu fenalıklarını över oldu.Cenabı Hakk'a karşı  yaptığı isyanları ve kendilerine dokunulması haram olan evlad-ı Resulullah'a yaptığı zulüm ve cinayetleri helal tanıdı.Saltanatı az sürdü.Yaptığı her fenalık tarihe mal oldu.Ameliyle boğuşmaya düştü.Şimdi yaptıkları hataların tutuklusu olarak durmaktadır.Biz şimdi bunu düşündükçe ona çöken bu neticeten , bu felaketlerden dolayı duyduğumuz hüzün ve kederin tesiri altındayız." bu sözleri söylerken hıçkırarak ağlıyordu."Sonra bu iki herifin üçüncüsü ben oldum.Eğer ben bunu kabul edecek olursam bu fiillere razı ve iştirak etmiş olurum..Ben onların günahlarını yüklenmem.Kudret ve azamet sahibi Rabbim, beni onların günahını boynuna takan kimseler arasında ve onların izinde giden kimseler arasında görmesin.Ne halleriniz varsa kendiniz görünüz..Kimi münasip görüyorsanız , onu seçip başınıza geçiriniz.Ben kendi nefsimi sizin halifeliğinizden hall ettim.Yani koyun postunun yüzülüp çıkarıldığı gibi halifeliği soyundum attım.Siz kendinize veli tayin ediniz.Sizin boğazınızda bana olan dini biat hükmü kalmamıştır.İşte bu kadar vesselam.Tanrı hakkı için eğer bu hilafet denilen nesnede bir fayda varsa, babam ona kavuştu.Lakin ondan felaket ve günah kazanmakdan başka bir şey elde etmiş olmadı.Eğer bir fenalık kazandı ise o ona yeter de artar bile.Ona isabet eden etmiştir" dedi mimberden indi.

Bu zat, bu tarihten sonra 40 gün yahut 70 gün yaşadı.Zehirlendiği rivayet olunur.Küçük Muaviye'yi okutan hocası Ömer'ül Mağsus denilen kişiyi çocuğa bu fikirleri sen empoze ettin,Ehli beyte muhabbeti kalbine aşıladın " diyerek bu hocayı diri diri toprağa gömdüler

BAŞKASININ GİZLİSİNİ ARAŞTIRMAK

 İki siyasetci birbirlerine kamuoyu önünde mesaj gönderirler.Muhtemelen dünyalık bir şey hususunda anlaşamamış ve biri diğerini istemiyor.Bülent Arınç ve mehmet Metiner söz düellosu.Arınç "Bildiklerimi söylersem ailesinin yüzüne bakamaz" deyince diğeri hemen cevap veriyor:"Başkasının gizlisini araştırmak haramdır" diye.

Başkasının gizlisini araştırmamak kuralı kimler içindir?Diğer bir ifade ile milleti temsil hususunda siyasette yer almış insanlar için bu kural ne derecede geçerlidir?.Hırıstiyan Batı'e halk arasında her türlü ahlaksızlık yaygındır amma kendisini yönetenlerde ahlaka aykırılığı asla istemezler.Gerçekten de insanları yönetmek emanetini üzerine almış kimselerin ahlaksız mahiyetindeki gizlisinin araştırılması yasak olmasa gerektir.Hele halt yemiş bir siyasetcinin bu islami kuralı dile getirmesi pişkinliktir.Günahı eleştirmiyor.Günahı dile getirmeyi eleştiriyor.

17 Haziran 2022 Cuma

BEDİR BABA

 Kayseri Pınarbaşında yaşamış Kadri mürşitlerinden Bedir Baba hazretlerinin süluk yolu ile alakalı anlattıkları.Sarız müftüsü ile arkadaş imiş.Müftü demişki ben birisinden ders aldım sen de o dersi çek". Bedir baba bu dersi uzun yıllar çekmiş ancak kendisinde bazı haller zuhur edince arkadaşının yanına varmış ve durumu söyleyince ,müftü"Ben başka bir zata bağlandım.onun dersini çekiyorum.sende çek demiş.Bu zat muhammed Necmettin isimli bir zat imiş.:Bir gün at sırtında sarız müftüsü ile Bedir baba birlikte giderlerken, Bedir baba müftüye sormuş:Muhammed necmeddin efendinin şemalini bana tarif edebilirmisin?" deyince müftü başlamış tarif etmeye.O esnada yanlarında bir başka atlı şahıs gelip birlikte gider iken sarız müftüsünün anlattıkları tarif, yanlarındaki şahsa tıpa tıp uymakta.Halbuki Muhemmed Necmeddin hazretleri dünyasını değiştirmiş.

Bedir baba süluku ile alakalı şunları anlatmış:Köyün kenarında bir mağara var.o mağaraya girer ibadet eder imiş.önce 7 buçuk yıl kaza namazlarını kılmış.Sonra bir yedibuçuk yıl daha,hatalı yahut noksan namazlarının telafisi için namaz kılmış.15 yıl bittikten sonra kendisinde bazı haller zuhura gelmeye başlamış.Örneğin birisine manevi olarak bir nazar attığında o şahıs derhal düşüp bayılmakta imiş.İskenderun'daki dervişlerinden Eyüp Amca anlattı.Baba hazretleri Denizciler mahalesinde bir dervişin evine gelmişti.ziyarete gittim.evin merdivenlerinden çıkarken yanımızda Talip isimli bir arkadaşımız vardı ancak sürekli Baba'ya soru sorup itiraz ederdi.Bedir baba eve girmeden dönüp o dervişe döndü ve biraz celalli bir şekilde "Hacı talip, seni tutup burdan denize atarım" dedi.Bulunduğumuz yerden İskenderun körfezinin suları gözükmekte idi.Misafirlik esnasında sohbet esnasında otururken Hacı talip birden bire düştü bayıldı.bir müddet sonra ayıldı ve Bedir baba'nın ellerine ve ayaklarına kapandı.Meğer bir hal yaşamış,baba onu fırlatıp denize atmış denizde boğulmak üzere çabalarken bir kayık içinde bedir baba yakışıklı ve heybetli bir şekilde gelmiş el uzatıp Talib'i denizden kurtarmış.Talip efendi ayıldığında bakmış ki kendini boğulmaktan kurtaran Baba efendi odada oturmakta.

Yine Eyüp Amca anlattı.Bir rüya gördüm.Rüyamda bedir baba bize gelmiş ve bana sarıldı.Ancak öyle kuvvetle sarıldı ki kemiklerimin kırılacağını hissettim.Bu rüyadan üç ay sonra Kayseri Pınarbaşı'na ziyaretine gittim.huzurunda otururken Baba'ya rüyamı anlatmak istediğimi söyledim.giriş yaptıktan sonra , nihayetini anlatmadan önce Bedir baba gülümseyerek bana baktı ve "Ne kadar kuvvetli sıktım" buyurdu.Benim rüyamı yaşamıştı.Baba hazretlerinin manevihallerinden biriside meclisteki bir adama nazar edip o adam bayılır ve yerde baygın yatarken konuşmaya başlar.Hatta bir defasında bir yılbaşı gecesi köyün gençleri yılbaşını kutlamak isterken, Bedir baba bulunduğu odaya girince gençler bir sevgi yumağı ile babaya sarılmaya çalışırken dokunan bayılmış.Bayılan insanlar başlamış konuşmaya ve yaptıkları suçları itiraf etmeye.

16 Haziran 2022 Perşembe

EŞYALAR VE SEVDİKLERİMİZ

 EŞYALAR ve

SEVDİKLERİMİZ 

- Bir adam yeni aldığı arabasını parlatırken, 6 yaşındaki oğlu bir taş alır ve arabanın kaportasına çizgiler çizer. 

- Adam öfkeyle çocuğun elini tutar ve defalarca vurur, elinde İngiliz anahtarı olduğunun farkında olmadan.

- Hastaneye kaldırılan çocuk, çok fazla kırık nedeniyle tüm parmaklarını kaybeder. 

- Çocuk babasını gördüğü zaman, acı dolu gözlerle, 

'Baba parmaklarım ne zaman büyüyecek?' diye sorar.

- Adam çok incinir ve suskun kalır; arabasına geri döner ve onu defalarca tekmeler.

- Yaptıklarından harap olmuş bir halde arabanın önünde oturur ve çiziklere bakar.

- Çocuk 'BABA SENİ SEVİYORUM' yazmıştır.

- Ertesi gün adam intihar eder... 

- Öfke ve Sevginin sınırları yoktur;

- Güzel, hoş ve sevgi dolu bir hayata sahip olmak için ikincisini seçin ... 

- Eşyalar kullanmak içindir, insanlar ise sevilmek.

- Ama bugünün dünyasında sorun şu ki, insanlar kullanılıyor ve eşyalar seviliyor.

- Gelin, şu düşünceyi aklımızda tutmak için her zaman dikkatli olalım:

- Eşyalar kullanmak, insanlar sevilmek içindir.

- Diline dikkat et; söz olurlar.

- Sözlerine dikkat et; eylem olurlar.

- Eylemlerine dikkat et; alışkanlık olurlar. 

- Alışkanlıklarına dikkat et, onlar karakterin olur;

- Karakterine dikkat et; o senin kaderin olur.

- Bir arkadaşımın bunu bana hatırlatma olarak iletmesine sevindim.

- Allah’tan kendisine iyi ve uzun ömürler diliyorum.

- İki gözünüz arasındaki ilişkiyi biliyor musunuz? 

- Birlikte kırparlar, birlikte hareket ederler, birlikte ağlarlar, birlikte görürler ve birlikte uyurlar.

- Hiçbir zaman birbirlerini görmeseler de.

- Arkadaşlık da aynı şekilde olmalı!


- ARKADAŞLAR olmadan hayat beyhudedir.

ADALETİN MÜLKÜN TEMELİ OLAMAMASININ SORUMLULUĞU

 

Adaletin Mülkün Temeli Olamamasının Sorumluluğu Kime Aittir: Devlete mi Topluma mı? 

Şimdi, “devlet/ iktidar niye adaletsizliğe izin veriyor, “devletin zaaf içinde olduğu” imajını vermemek için mi devlet katında olup da yanlış yapanlar cezalandırılmıyor veya adaletin, devleti zaafa uğratacağı, güçsüz bırakacağı mı varsayılıyor? gibi soruları yukarıdaki ifadeler çerçevesinde değerlendirdiğimizde, öncelikle devletin iç işleyişinde ve yöneticileriyle/elamanlarıyla olan ilişkilerinde ve ortaya çıkan sorunlarda “kol kırılır yen içinde kalır” ve “bal tutan parmağını yalar” anlayışı ile hareket ettiği görülür. Çünkü iktidarların, özellikle de çağdaş versiyonlarının bir çıkar ortaklığına dayandığı göz önünde bulundurulursa devlet kendi hizmetkârlarını “aslanlara yem etmeyecektir”, hizmetkârlarının “günahları” konuda oldukça müsamahakârdır. Ancak “sınırları aşanlar” ve “devlete/iktidara zarar verenler” ya devlete zeval vermeden, devletin karanlık odalarında kolları kırılır ve kolu kırılan bunu sinesine çeker ya da “ibreti âlem olsun” diye aslanlara, hatta çakallara yem edilir. 

Birey veya toplumun devlet ile karşı karşıya kaldığı durumlarda, genellikle de bu tür sorunlar “devlete karşı işlenen suçlar” başlığı altında ele alınır ve çoğunlukla haklı haksız ayırımı yapılmadan devletin karşısında olanlar cezalandırılır veya konu örtbas edilir. Halkın, devleti devlete şikâyet etmesinden pek hoşlanılmaz. Yasalar ve hukuki mevzuat devleti, yani devlet erkini/ memurlarını daima korur. Devleti doğrudan ilgilendirmeyen durumlarda yani halkın kendi arasındaki sorunlarda devlet genelde nötr durumdadır. Burada daha çok toplum içindeki güç dengeleri etkili olur. 

Tüm bu hayhuy ve yaşanan gerçeklik içerisinde öksüz, mehcur ve metruk bırakılan adaletten, adaletin mülkün temeli olamamasından yani adaletin egemen kılınmamasından, hakem konumuna gelememesinden kim sorumludur? “Devlet/iktidar”, diyerek sorumluluğu tek başına devlete yıkmak sorunun doğru cevabı mıdır? Sanmam; bu anlayış, işin kolay, aldatıcı yanıdır, üstelik kendi sorumluluğunu başkasının üzerine yıkmanın, kendini kandırmanın, modası geçmiş bir yöntemidir ve asla doğru cevap değildir. 

Yazının bu noktasında da birey ve toplumun sorumluluk ve özgürlük tasavvurunu sorgulamak durumundayız. İnsan ve toplum tasavvurumuz nedir, kendisini nasıl tanımlamaktadır? Yani toplum dediğimiz şey, sorumluluk sahibi bireylerden mi oluşmaktadır ve ayrıca topluluk dediğimiz olgu da bir sorumluluğa sahip midir? Bu sorunun bir devamı olarak “topluluk” iradesi olan ve gerektiğinde iradesini ortaya koyabilen özgür bir karaktere sahip bir gerçeklik midir? Öncelikle bu soruların cevabını bulmamız ve bulduklarımızla yüzleşmemiz gerekir. Sonra da devlete/ iktidara bakmamız gerekir. Devlet/ iktidar dediğimiz aygıt, bu toplumu oluşturan fertler tarafından, yani her birimizin babası, annesi, kardeşi, çocuğu, amcası, dayısı, eşi veya bir yakını tarafından çalıştırılmakta değil midir? Her birimizin bir yakını olan bu insanların tanrı, toplum, devlet, hak, adalet, sorumluluk ve özgürlük tasavvuru her birimizden ne kadar farklıdır ki devletin işleyişi toplumsal gerçeklikten farklı olsun? Devlette olan toplumda olanın bir yansıması değil midir? Devletin adil olmaması toplumdaki terazinin kusurlu olması ile doğrudan ilgilidir. 

Eğer böyleyse, toplum ve devleti ne kadar ve nereye kadar ayrıştıracağız ve ne zamana kadar her olumsuzluğu devlete mal edeceğiz? Üstelik her olumsuzluğun kaynağı olarak gördüğümüz devleti her sorunun çözümünün anahtarı olarak görmek aslında sorunun kaynağı değil midir? Daha da önemlisi adaletin dağıtılan bir şey değil yaşanan bir gerçeklik olduğunu daha ne zamana kadar görmezden geleceğiz de kendi gözümüzdeki merteği görmeden başkasının gözündeki çöpe takılmaya devam edeceğiz. Devletin yaptığı her olumlu ve olumsuz iş ve oluşta kendi katkımızı görmedikçe, gerek devlet organlarının eliyle gerekse toplum içinde ortaya çıkan hak ve hukuk ihlallerinde, yanlış ve hatalarda kendi payımıza düşenle yüzleşip onları telafi etmedikçe, kendi hayatımızı bir güzel örneğe/ üsvetül haseneye dönüştürmedikçe, zulüm ve kötülüğün bizi kuşatmaya devam edeceğini ve biz bu hal üzereyken devletin hiçbir kötülüğü ortadan kaldırmaya gücünün yetmeyeceğini artık bilmemiz gerekir.

Yine tarih şahitlik etmektedir ki, toplumlar kendilerini düzelttikçe, merhamet, hak, hukuk ve adaleti gözettikçe, devletler de -o toplum yerine başka bir toplum getiremeyeceklerine göre- topluma uymak zorunda kalacaklardır. Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, biz hak ve hukuka riayet eder, adaleti ikame edenlerden olursak devlet ve iktidar gerçekliğine rağmen adalet mülkün temeli olur. Yeter ki, zihnimize/kalbimize, dilimize ve elimize kötülük bulaşmasın ve her bir azamız haksızlık karşısında dilsiz şeytana dönüşmesin.

 


ADALET TEMİNİNDE SORUNLAR

 

Elbette sorun sadece bundan ibaret değildir. Başka önemli bir sorun da devletin kutsal/dokunulmaz/ dogma addedilmesi ve insanların devletin hizmetkârı kabul edilmesi, insanların da bunu kabullenmesidir. “Hadim/hademe devlet”- “hâkim devlet” ifadeleri/ tanımlamaları da söylediklerimizi teyit etmektedir. “Hadim/hademe devlet” deyimi, olanı değil olması gerekeni/ideali ifade etmekte, süregelen uygulamanın “hâkim/her şeyi elinde bulunduran devlet” şeklinde olduğunu ortaya koymaktadır. Aslında bu ifade bir tespitin ötesinde bir itirazın dillendirilmesidir ve kralın çıplak olduğunun ilanıdır, ancak toplum katında gerekli yankıyı bulmamıştır. Çünkü “hadim devlet” temennisi, toplumun devlet tasavvuru ile örtüşmemektedir. 

Devletin, toplumun hizmetinde olmasını ifade etmesi açısından “hadim devlet” deyimi ilginç ve önemli çağrışımlar yaptırmaktadır. Yani bir “nokta” ayrıntısıyla halkın konuya bakışı değişebilmektedir. Bilindiği gibi “hadım” ifadesi Arapça kökenli bir kelime hayvan ve insanların iğdiş edilmesi, kısırlaştırılması anlamında kullanılmaktadır. Bir erkek için hadım edilmek, erkekliğinin, güç ve kudretinin elinden alınması demektir; sadece cinsel gücünün ve üretkenliğinin elinden alınması anlamına gelmez; toplumsal statü dâhil, erkeğin güçsüz bırakılması demektir. Bu anlamda devletin de” eril” bir kelime ve erkekler arasında dönüp duran bir güç oyunu olduğunu unutmayalım. Bu ifadenin devlet için kullanılması, iğdiş edilmiş, erkekliği/otoritesi elinden alınmış, parçalanmış, güçsüz bırakılmış bir devleti çağrıştırmaktadır ki bu durum devletin/ iktidarın doğasına ters düşer, en azından geleneksel kodları ile çelişir. Bir temenni anlamında kendi halkına karşı devletin/iktidarın “bazı yetkilerini” kullanmaması, otoriter yüzünü perdelemesi dileğidir ve elbette idealde olması gerekendir. Ancak devletin “hadim devlet” haline gelmesi sadece devlet yetkililerinin veya devlet kurumlarının başındaki kişilerin inisiyatifi ile olacak bir şey değil, doğrudan toplumun devlet tasavvuru ile ilgili bir durumdur. Tarih şahitlik etmektedir ki, toplumlar, ucu kendilerine dokunsa da genelde iğdiş edilmiş bir devlet istememektedirler; devletin daha çok otoriter halini ve “erkek gibi” güçlü ve buyurgan görünüşünü tercih etmektedirler. Ancak kendileri ve aileleri devlet ile karşı karşıya kaldıklarında devletin “hadim/hademe” tarafını görmek istemektedirler. Aslında, “devlet benim için hadim, benim dışındakiler için otoriter/erkek olsun” demektedirler. Devlet katında elbet bunlar görülmekte ve bilinmektedir. Böyle olduğu için devlet “erk”i (“erkek” de “erk” ten gelmektedir.) devleti otoriter kılmaya adaleti önemsememeye devam etmektedir.

 

ADALETİ KİM DAĞITIR

 Adaleti Kim Dağıtır: Toplum mu, Devlet mi?

 Artık bu noktada, adalet kimin sorumluluğundadır ve onu kim dağıtır veya bugün “adalet” diye bir mekanizma varsa bu mekanizma nasıl ve kimin kontrolünde işlemektedir? Sorusunu sorabiliriz. Yukarıdaki cümlenin bir devamı olarak söylersek, birey veya toplumun devlet ile karşı karşıya kaldığı durumlarda eğer adalet terazisi devletin elindeyse ve devlet de adalet dağıtıcısı konumundaysa devletin kendisini önceleyeceği insanoğlunun tarihi boyunca yaşayageldiği bilinen bir gerçekliktir. Tabi devlet dediğimizde soyut bir kavramdan söz etmediğimizi, devletten kastın, devleti temsil eden makamlar/kurumlar ve bu makamları/kurumları işgal eden kişiler olduğudur. Yani yönetici anlamında en aşağıdaki muhtardan en tepedeki cumhurbaşkanına, memur ve bürokrat anlamında bekçi, asker, polis, öğretmen, mübaşir, kâtip, banka ve nüfus memuru gibi sıradan memurlardan, hâkim, savcı, general, genel müdür ve kurum başkanına kadar hepsi birlikte devleti oluşturmakta ve temsil etmektedir. Devlet ile karşı karşıya gelmek demek evvel emirde bunlarla karşı karşıya gelmek demektir. Kişinin devlet ile karşı karşıya geldiğinde, adalet terazisinin devlet kefesinin daima ağır gelmesi biraz da bundandır. Yoksa sorun sadece tepe noktasındaki sultan, başkan, cumhurbaşkanı, başbakan’dan kaynaklanmamaktadır. Sadece onlardan kaynaklansa terazinin kefesi bu denli hep devletten yana ağır basmaz, bir orta yol bulmak mümkün olur. Oysa sorunun önemli kısmı, önemli- önemsiz, küçük- büyük bu kurumları işgal eden kişilerin kendilerini devletin bir parçası/devlet veya küçük bir sultan/başbakan olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır ve terazinin kefesinin devlet yönüne kaymasında bu kişilerin tavrı önemli rol oynamaktadır.

 

ADALETİN TEMİNİ

 Adil bir yapı kendiliğinden oluşmaz, adaletin tecelli edebilmesi, bir kültüre, bir dile dönüşebilmesi için o toplumun bir adalet tasavvurunun olması şarttır ve bu tasavvurun o toplumu oluşturan fertlerin kahır ekseriyetinin ortak kanaati olması gerekir. Burası kesin. Peki, bu toplum, tasavvurun ötesine geçerek, bu tasavvuru nasıl ete kemiğe dönüştürecek, adaleti egemen kılacak yapıyı, kurumları nasıl ve ne şekilde ikame edecektir. Yasal mevzuatın içeriği, dili ve amacı ile ilgili ortak bir kanaat olsa bile (ki bu konularda uzlaşı oldukça zordur) bunlar kimlerin eliyle ne şekilde tesis edilecek, denetlenip kontrolü sağlanacaktır? Bir otorite veya hakem tayin edilmeden veya bu işleri organize edip yürütecek bir kurum/ yapı kurmadan bu işler nasıl olacaktır? Elbette bunlar olmadan olmayacaktır. Bunlar olduğunda da kontrolü mümkün olmayan ve nereye evirileceği önceden kestirilemeyen “devlet/iktidar” gerçeği ile toplumu karşı karşıya bırakacaktır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur ve tarihi boyunca insanlık bu sonuçla daima yüzleşe gelmiştir. 

Bunun bir sonucu olarak adalet, kanun ve düzene indirgenmekte, toplum devletin bir aparatı, bir ara malzemesi haline gelmekte, kişilerse “vatandaş” kimliği altında devletin kullarına dönüşmektedir. İktidar ve devlet aynılaştığı için iktidarın, bütün imkânlarını, devleti daha da sağlamlaştırmak için kullanması yetmezmiş gibi, halkın/toplumun bütün birikimi, emek ve çabası da devletin/ iktidarın ayakta kalması/bekası için harcanmaktadır. “İnsanı/ halkı yaşat ki devlet yaşasın” sözü “devleti yaşat ki insan/halk yaşasın”a dönüşmektedir. Resullerin örnek uygulamaları ve bir iki küçük ölçekteki kısa süreli uygulamalar hariç insanlık tarihinin genel pratiği bu yöndedir. “İnsanı/ halkı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün de bir bilge kişi tarafından kendisi “zillullah” olarak ve mülkün yeryüzündeki emanetçisi/ dağıtıcısı olarak tanımlanan bir sultana söylenmesi, zaten uygulamanın da bu yönde olduğu yönündedir; yani esas ve öncelikli olanın devletin bekası olduğudur.

DEVLET VE İKTİDAR KAVRAMLARI

 İnsanoğlunun bu tarihi tecrübesi ile biz biliyoruz ki, “devlet” veya “iktidar” dediğimiz şey toplumun iradesi ile gerçekleşse ve o toplumun rıza gösterdiği bireyler tarafından sevk ve idare edilse de “toplum” ve devlet” ayrı ayrı gerçekliklerdir. Ve devletin, toplumun iradesinin bir yansıması olma hali veya toplumun hassasiyetlerinin önemsenmesi çok istisnai durumdur ve bu “istisnai durum” da ancak küçük ölçekli toplumlar için söz konusudur. İktidar, ister toplum tarafından teslim edilsin, isterse zoraki bir şekilde ele geçirilsin belli bir süreç içerisinde aynılaşmakta, toplumun huzur ve mutluluğunu değil iktidarının kalıcı olmasını öncelemekte, devletin bütün imkânlarını bu amaç için kullanmaktadır.

 

ADALET VE ÖZGÜRLÜK

 Adalet, hayatın her veçhesini kuşatan ve en kılcal damarlarına kadar sirayet eden pratik ve dinamik bir kavramdır, üstelik pek çok kavram ve olgunun da merkezi noktasını oluşturur. İşte adalet kavramının et-tırnak gibi içli dışlı olduğu ve neredeyse üzerine bina edildiği kavram ve olgulardan biri “sorumluluk”tur ki, insanı, insan kılan en temel kavram ve gerçekliktir. Çünkü ancak sorumluluğun olduğu yerde adaletten söz edilebilir. Adalet ile doğrudan ilişkili olan diğer bir kavram/ değer de “özgürlük”tür. Adalet ve özgürlük amaçsal bir birliktelik üzerine birbirlerini tamamlarlar ve öyle ki özgürlük varsa adalet ve sorumluluğun anlamı ve kıymeti olur. Adalet- sorumluluk- özgürlük yumurta tavuk ilişkisi gibi birbirini doğuran/oluşturan ve geliştiren kavramlardır. Bu kavramlardan birinden söz ettiğimizde diğerlerinden de söz ettiğimizin bilincinde olmamız gerekir. 

İnsanın, insanı insan kılan en temel özelliği bir adalet tasavvuruna sahip olmasıdır; bu tasavvur da ancak bir topluluk içinde tezahür edip ete kemiğe bürünür. Bu nedenle insanlardan uzakta, tek başına bir çölde veya dağda yaşayan birisi için sorumluluktan da özgürlükten de ve bu kavramlara ait gerçekliklerden de, pratiklerden de söz edilemez. Çünkü orada adaletin tecelli edeceği ne bir sosyal ortam ne de zihni bir vasat mevcuttur. Adalet insan içindir ve insan da toplumsal bir varlıktır, ancak bir toplum içerisinde insan kalabilir/ olabilir ve işte o zaman onda adalet tasavvuru oluşup gelişebilir. Çünkü hem bireyler arası ilişkilerde hem de birey- toplum ilişkilerinde adalet en temel ihtiyaç olarak ortaya çıkar.

Bir toplumsal hafızanın ve adalet düşüncesinin bir kültüre, bir siyasal dile dönüşmesi ve ilgili kurumların ortaya çıkması ile birlikte adalet, o toplumda huzur ve barışın hem ana hammaddesi hem de çimentosu haline gelir.

Çünkü bir toplumun ortak bir adalet telakkisi yoksa o topluma ya kaos hakimdir ya da sorumluluğun ve özgürlüğün devre dışı bırakıldığı despotik bir sistem egemendir. Dolayısıyla o toplumda adaletten söz edilemeyeceği gibi adaleti ayakta tutacak bireylerden de söz edilemez. Belki o toplum için egemenin/ toplumsal otoritenin buyruklarının yasa/kanun olduğu, kişi hak ve hürriyetlerinin olmadığı, bireyin sorumluluğunun otoriteye itaatle sınırlandığı bir kurallar manzumesinden söz edilebilir ve orada yasaklarla örülü zoraki bir “sukunet ve güvenli ortam” sağlanabilir ama adalet ve özgürlük askıya alınarak oluşturulan bu göreceli “sükûnet” hali fırtına öncesi sessizliğinden ve sorunların ötelenmesinden başka bir şey değildir. Üstelik bu tür uygulamalar, bu ortamın mimarlarına bile huzur getirmemektedir. Çünkü bu uygulamanın ve kurallar manzumesinin ne karşılıklı bir sorumluluk boyutu ne de özgürlüğe açılan bir kapısı vardır. Aynı şekilde bu tür uygulamalar, toplumu oluşturan bireylerin özgür iradelerinin bir tezahürü olarak gerçekleşmediği için ne kişiyi ne de toplumu geliştirir; tabi ki huzur ve mutluluk kaynağı da olmaz.


ADALET

 

“Hak edene, hak ettiğini vermek” olarak tanımlayabileceğimiz “adalet” olgusu bir toplumu ayakta tutan en temel dinamiktir/ direktir. Adalet, fert merkezli değil topluluk/toplum merkezli bir terimdir ve toplum üzerinden ferde ulaşır ve toplumun bir üyesi olan fert için de merkezi bir konuma sahip olur. Adalet telakkisi olan toplumlar belki en güçlü toplumlar değillerdir ama en mutlu ve en huzurlu toplumlar oldukları tartışmadan varestedir. Bir toplum veya topluluk varsa adalet veya adaletsizlik/ zulüm/ haksızlık da vardır. Yani adalet birey ile değil toplum ile ilgili bir terimdir ve en temel özelliği toplum ve topluluk içerisinde hak ve hukuk üzerine bir denge kurmaktır.

15 Haziran 2022 Çarşamba

ALLAH DOSTU/ALLAH DÜŞMANI KAVRAMI

 Bu kavramların mikyası(ölçüsü) Kur'an ve Efendimiz (SAV) olmalıdır.Bir adana "Allah dostu" diyebilmek için gerekli olan vasıflar "Allah düşmanı" diyebileceğimiz kimsede olmaması gerekir.Hak Teala, açıkca "Allah düşmanlarına sevgi(meveddet) beslemememizi emretmektedir.Bu emre rağmen , bir kimse, Allah'a düşmanlığı aşikar olan bir şahısla kucaklaşırsa ne olur?

Kesin bir emre karşı "Siyaset gereği" davranma bir mazeret olamaz.Suud prensi Muhemmed Salman'ı kucaklamanın karşılığı nedir?Katil'e sevgi gösterisinde bulunmak sanırım insanın manevi dünyasına zarar verecektir.Hak Teala , "Dosdoğru şahitler olunuz" emrine uygun davrananları yüceltir, diğerlerini ise Dolara muhtac ederek dünkü konuştuklarını unutturur.

ŞEKLE UYMAK

 Dine verilecek zararların en önünde,dinin özünden ziyade şeklinin ön plana çıkartılmasıdır.Ariflerin sultanı Hz.beyazid-i Bestami hazretleri yürürken onu takip eden bir müridi, onun ayaklarının bastığı yere basarak onu takip etmekte idi.Şan-ı Arifan , nur-ı idrakla bunu sezmiş ve geriye dönerek o müride şöyle buyurmuştur:"Değil ayağımın izine basarak yürümek, benim derimi soysalar sana giydirselerbenim gittiğim yoldan gitmedikten sonra zerre fayda bulamazsın"

14 Haziran 2022 Salı

TOPAL OSMAN EFSANESİ

 Cumhuriyet kuruluşunda görev alan bir eşkiyanın serancamı.(Bugün de aynı hadiseler tekrarlanmak istenmektedir)

TOPAL OSMAN AĞA EFSANESİ

Topal Osman, yakın tarihin en esrarengiz şahsiyetlerinden birisidir. Onu tanımadan, cumhuriyetin nasıl kurulduğunu hakkıyla anlamak mümkün değildir. Topal Osman Ağa (1884-1923) kayıkçılıktan keresteciliğe terfi etmiş bir Giresunludur. Aynı zamanda bir asker, bir maceracı ve adeta bir mafya lideridir. Kendi ifadesine göre, Balkan Harbi’ne gönüllü iştirak edip diz kapağından hafifçe yaralandı. Topal lakabı oradandır.

İttihatçı idi. Teşkilat-ı Mahsusa’ya katıldı. 1914 sonunda teşkilatın emriyle 100 çapulcu topladı. Trabzon hapishanesini basarak ipten kazıktan kurtulmuş 150 kişiyi salıp bir çete kurdu. Zamanla yüzlerce kişiyi bulan bu çete, Ermeni ve Rum tehcirinde mühim rol oynadı.

1916’da Ruslara karşı muharebe eden orduya katıldı. Ancak firar edince Divan-ı Harb tarafından 50 sopa ile cezalandırıldı. Çürük raporu alıp memleketine döndü. (Arif Cemil, Teşkilat-ı Mahsusa)

Öyle bir tütsü ki

Giresun’a dönünce belediye reisliğine ilaveten (CHP’nin nüvesini teşkil eden) Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti reisliğine el koydu. Şehrin yegâne hâkimi oldu. Ankara, Pontus belasından kurtulmayı, “Siz hiç merak etmeyin. Rumlara öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak” diyen Ağa’nın tecrübeli ellerine bıraktı. (H. İ. Dinamo, Kutsal İsyan, II/364)

Böylece mıntıka Rumlardan temizlendi. Aslında bu, İttihatçıların ulus-devlet hülyasıyla 1913’te başlattığı temizliğin tamamlanmasından ibaretti. Çete müsademelerinde 1817 Türk’e mukabil, 11.118 Rum öldürüldü. Salnamelere göre 1914’te Ağa’nın faaliyet gösterdiği Trabzon, Kastamonu ve Sivas vilayetinde 450 bin Rum yaşıyordu. Bunlardan 86 bini Rusya’ya hicret etti. 322 bini 1924’te mübadele ile Yunanistan’a gitti. Geri kalan 40-50 bin Rum bu hengamede öldürüldü (Stefanos Yerasimos, Pontus Meselesi)

Rumları toplayıp vapur kazanlarına attırdığı veya sandallara doldurarak, denizde batırdığı; bunu yaparken de hatırı sayılır bir servet edindiği, kurbanlarının eline kazmayı verip ‘Burada bir çukur kaz!’ diye emrettiği, derinlik kıvamını bulunca, ‘Gir içine!’ diyerek kendi eliyle kazdığı mezara gömdüğü meşhurdur. (Falih Rıfkı, Çankaya).

Kara Zıpkalılar

1919’da Divan-ı Harb’de tehcir suçlusu olarak muhakeme edilmek üzere İstanbul’a getirilmesi istenince, Karahisar’da dağa çıktı. Sivas, Tokat ve Karahisar metropolitlerini tehdit ederek, kendisinden şikayetleri olmadığına dair İstanbul’a mektuplar yazdırdı. Topal Osman’ın çıkarttığı hadiseyi bastırmak vazifesiyle Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa Havza’da kendisiyle görüştü. Şaşılacak şey, Ağa, Paşa’nın emrine girdi.

Paşa, affı için İstanbul’a yazdı; İstanbul da Ağa’yı affetti. Gücü daha da arttı. Erzurum Kongresi’nde Paşa’ya muhalefet eden Giresun delegelerini şehirden çıkarttı. Ankara hükümeti kurulunca Paşa’ya telgraf çekip sadakatini bildirdi. Bu hareketi destekleyen bir gazete çıkarttı, başyazarı da kendisiydi.

Çok sayıda gönüllü topladı. “Aba, zıpka, başlık. Beş para harçlık. Ağa dayı beni de yaz!” darbımesel olmuştu. 1920 sonunda Kara Zıpkalılar diye bilinen adamlarıyla Ankara’ya geldi. Gönüllü Giresun Taburu’nu kurdu. Milis binbaşılığına tayin edildi.

Mart 1921’de padişah taraftarı Koçgiri ayaklanmasını bastırmak üzere 550 adamı ve 4 dağ topu ile Refahiye’ye gönderildi. Bu vesileyle Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar ve Erbaa Rumlarını da temize havale etti. (Ahmet Emin Yalman, Topal Osman’la Mülakat, Vakit, 19/II/1922)

1921 ilkbaharında Samsun’a geçti. Burada padişah gibi mızıka eşliğinde Cuma selamlığına çıkardı. Adamları, eşkıya kovalayacak yerde, şehirde zevk ve safaya dalıp eşraftan kişileri fidye için dağa kaldırmaya başladı. Şikayetler üzerine Ankara’ya gelmesi emredildi. Ama “Mustafa Kemal değil, Allah emretse işim bitmeden gitmem” dedi.

Emirler sıklaşınca, yaz başında Ankara’ya hareket etti. Yol boyunca köyleri yakarak Ankara’ya vardı. Buradan Sakarya cephesine intikal etti. Cepheye 6 bin kişiyle gidip, 500 kişiyle döndüğü efsanesi doğru değildir. Sakarya’daki bütün şehitlerin sayısı 3282’dir. Yarbaylığa terfi ettirildi. Tekrar Giresun’a döndü.

Bizi kurtarın

Bu kahramandan bizar olan kadirbilmez halk, bir yandan Trabzon valisine bir yandan Ankara’ya “Giresun'da adam öldüren, yol kesen, harç alan bir eşkıya türedi, bundan bizi kurtarın!” diye şikâyet telgrafı çekiyordu. Trabzon 3. Fırka kumandanı Rüştü Bey ve Lazistan Milletvekili Osman Bey, Ankara’ya şikâyet telgrafları gönderdi: “Bu cahil adamın şimdiye kadar Giresun’da yapmadığı rezalet kalmadı. Ahaliden aldığı yüz binlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi eşkıyalığını Trabzon limanı içinde yapmaya başlıyor. Bu hâlin devamı pek çok çirkin hadiseye sebebiyet verecektir.”

Bunun üzerine Gazi, Giresun reji müdürü Nakiyüddin Efendi’den gizlice bir rapor istedi. 15/I/1922 tarihli bu rapor şöyledir: “Osman Ağa cahil bir adam olup, mazide bir hiç idi. İlk Balkan harbinde bir ayağının sakat kalması neticesi gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik, balıkçılık yaparken, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda gasp vesilesiyle milyonerliğe çıktı. Memleketi terk eden Rumların müslüman halktan alacaklarını kendisi tahsil etti. Ödeyemeyenlerin bağ ve bahçelerini zaptetti. Garp cephesinde güya vatan hizmetiyle uğraşırken bile memleketi hâlâ pençesinde tutmak için her vasıtaya müracaat etti. Merhametsiz işlerden vazgeçmedi.

Ordudan aldığı buğdayları bir Rum’un üzerinde gösterip 100 bin liraya sahte senetle Giresun kumandanlığına sattı. Rumlardan gasp ettiği arazileri kendisi, ailesi ve adamları arasına pay etti. Koçgiri’de 60 bin lira değerinde koyun ve sığır gasp edip Giresun’a getirdi. Üstelik başkasının şehre kasaplık havyan sokmasını yasaklayarak büyük bir servet kazandı. Kardeşiyle tefecilik işine girdi; şehirde banka kurulmasını önledi. 30 bine mal olan kereste fabrikasını 3-5 kuruşa gasp etti...”

Gazi buna, “Osman Ağa hakkındaki şikayetlerden bittabi pek müteessir oldum. Bu hareketleri tasvip etmediğimi hatırlatmak isterim. Ancak şikayetnamenizde ‘kendi kendimizi müdafaa ederiz’ tarzındaki ifadeyi yersiz görmekteyim” diye cevap verdi. Bu yolda diğer resmi telgraflar üzerine Gazi, Ağa’ya, “Müfrezenizden bazılarının uygunsuz hallere müracaat ettiğinden şikâyet olunuyor. Buna katiyen ihtimal vermiyorum” şeklinde bir telgraf çekti. (Cemal Şener, Topal Osman Olayı)

Bu on parmağında on marifet bulunan kahramanın kırdığı ceviz bini aşınca, göz önünde tutulmak üzere adamlarıyla davet edildi. Böylece 1923 başında 3. defa Ankara’ya geldi ve fahri muhafız alayı kumandanı yapıldı. Ayrancı’daki Papazın Bağı ona tahsis edildi. Mecliste kendine mahsus yeri vardı. İstiklal Madalyası hamiliydi. Gazi’nin en güvendiği insanlardandı. İzmir’de Falih Rıfkı’ya, “Ah Mustafa Kemal Paşa o kadını [Halide Edip] bana verse de karşı koymak nedir, ona göstersem” demişti.

Bir taşla iki kuş

Mart 1923’te bir gün meclisteki amansız muhaliflerden Ali Şükrü Bey’in cesedi bulundu. Yapılan tahkikat neticesinde kendisini Topal Osman’ın boğarak öldürdüğü anlaşıldı. Kimine göre Ağa, Gazi’ye olan sadakatinin neticesinde bu cinayeti işlemişti. Meclisteki muhalifler, bu işi Gazi’den biliyor; “Katil Çankayada” başlıklı yazılar yazıyordu. Hükümet işin üzerine gidince, müşkül vaziyette kalan Gazi, Ağa’nın muavini yüzbaşı İsmail Hakkı Tekçe’den meselenin silahla hallini emretti. 1 Nisan gecesi Giresun muhafız alayı meclis kararıyla lağvedildi, Tekçe, muhafız alayı kumandanı yapıldı.

Karadeniz kıyılarının bu destan kahramanı, sonuna kadar Mustafa Kemal'e bağlı kalan, 150 kişilik çetesine Çankaya’da ve köşkle şehir arasındaki yolda nöbet bekleten Topal Osman Ağa, köşeye sıkıştığını anlayınca, akıl almaz bir şeye kalkıştı: Çankaya Köşkü’nü basmak. Gazi, Latife Hanımla beraber köşkten tahliye edilmişti.

2 Nisan’daki kanlı müsademe yarım saat sürdü. 12 adamı öldü. Muhafız kıtasından Binbaşı Fuat Bey, Ağa’yı kafasından birkaç kurşunla vurdu; öyle ki kafası koptu. Yüzü tanınmayacak hale geldi. Oracıkta gömülen cesedi, daha sonra meclis kararıyla çıkarılarak Ulus meydanında 3 gün ayağından asılı kaldı. Çetesi silahları alınarak cesedin önünden geçirilip memleketlerine gönderildi.

Falih Rıfkı der ki, “Topal Osman, Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur.” Tekçe’de hatıralarında böyle anlatır. Bunun, Baba filmindeki çatışmalardan pek farkı yoktur. Eller kirlendiği zaman, kanlı eldivenleri atmak tabiidir. Meclis kâtibi Mahir İz’in tabiriyle “Bir taşla iki kuş vurulmuştur.” Bu vesileyle meclis dağıtılıp, “kız gibi meclis” kurulmuştur.

Heykel ve kahramanlık

Birkaç sene sonra Giresun’u ziyaret eden Gazi, burada bir anıtmezara müsaade etti. 1981’de Giresunluların müracaatına, Türk Tarih Kurumu, “Heykelinin dikilmesini gerektirecek bir kahramanlığı yoktur” şeklinde Afet İnan imzalı bir cevap verdi.

1983’te Kenan Evren şehri ziyaretinde kendisinden övgüyle bahsetti. 1987’den itibaren milli bir kahramana dönüştürüldü. Sokaklara caddelere ismi verildi; her sene hakkında anma merasimleri tertiplendi. Giresun jandarma kumandanı Veli Küçük tarafından heykeli yaptırıldı.

Bugün Topal Osman, Giresun’da; Ali Şükrü de 1,5 saat mesafedeki Trabzon’da milli kahraman olarak tanınmaktadır.Sembol isim

Bundan sonra muhafız alayı yıllarca (Deli Halid Paşa’nın katli gibi) gayrı resmi gizli operasyonların merkezi; Osman Ağa da katili Tekçe ile beraber bunun sembol ismi olmuştur. Öyle ki sadakati Ağa’yı da geçen Tekçe, “Gazi’nin karakutusu” diye anılmıştır.

İnkılap tarihi kitapları bu hadiseleri sükût geçer. Bazılarına göre, “Milli Mücadele kahramanı” Osman Ağa, Ali Şükrü’nün katili değildir. “Gazi’nin etrafını saran hainlerin” komplosuna uğramıştır.

Topal Osman Ağa, Cumhuriyet tarihinin en sembolik şahsiyetlerinden biridir. Ankara hareketinin muvaffakiyete ulaşmasında başından beri en mühim rollerden birini oynamıştır. Onu tanımak, yakın tarihi anlamak, cumhuriyetin ne gibi şartlar altında kurulduğunu anlama fırsatını verir.

DERTLERİMİZİN SEBEBİ

 

“Ey iman edenler! Kendiniz,, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun” (Nisa:4/135). “Başınıza gelen musibetler kendi ellerinizle yaptığınız yüzündendir…”(Şura:42/30). “Gerçek şu ki, bir toplum kendilerinde/nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez…” (Rad:13/11-12) 

Ey şikayet edenler, rahatsız olanlar.bu rahatsızlıkların nedenini Kur'an haber vermekte

 

HUZEYFETÜL YEMANİ'NİN SÖZLERİ

 Sahabeden huzeyfetül Yemani hazretleri bir anlamda Efendimiz (SAV) 'in karakutusu idi.Sahabe içindeki münafıkların kim olduğunu Efendimiz ona söylemişti.Hatta ileride zühur edecek hadiseleri de söylediği rivayet edilir.Nitekim hz.Ömer(ra),hilafet seçildiği zamanın ertesi sabahı bu sahabi'nin evine gidip"Ya Sahibüs sır Huzeyfe, Ben biliyorum ki , sana Resulullah tarafından tevdi kılınan sırrı dışarı sızdırmassın.Yalnız sana resulullah münafıkların ismini söylediği zaman bunların arasında Hattab oğlu hakkında bir şey söyledi mi , söylemedi mi? Allah ve Resulullah aşkına beni bu üzüntüden kurtur" deyince bu sahabe yemin ederek hiçbir şey söylemediğini temin etmiştir.Ondan sonra Hz.Ömer ,Huzeyfeyi gözlerdi.onun bulunmadığı cenazeye, Hz.Ömer'de iştirak etmezdi.

Hz.Huzeyfe Hz.Ali efendimizin hilafete seçildiği sırada Kufe'de hasta idi.Oğulları Saffan ve Sa'd hazretlerine "Benim koluma giriniz, beni mescide götürünüz ve halkı camiye davet ediniz" diye emir buyurur ve halk camiye toplanınca şunları söyler:Ey Nas. Bir cemaat Hz.Ali'ye biat ederler.Sizden Allah'dan korkmayı, Hz.Ali'ye yardım etmeyi,O'na arka olmayı, O'nunla birlikte hareket etmeyi tavsiye ediyorum.Tanrı'ya and ederim ki O, önünden beri  ve sonunda daima Hak üzerinde bulunan bir zattır.Resulü Ekremden sonra gelip geçenler dahil , kıyamete kadar gelip gideceklerin en hayırlısı O'dur." deyip sağ elini sol elinin üzerine koyarak "Allah'ım şahid ol, Ben Hz.Ali'ye biat etdim.Beni bugüne kadar yaşatan  ve dilekleri bana söyleten Allahıma binlerce şükür".Sonra oğullarına şu vasiyeti yaptı:Ey iki oğlum.Ali ile birlikte hareket ediniz.O'ndan ayrılmayınız.ileride bir çok harp olacak ve birçok insan helak olacaktır.Sizler O'nunla birlikte O'nun kavi azminden ayrılmayınız.Allah'ıma hamd ederim ki Hz.Ali, Hak üzredir.O'na muhalif olanlar batıldır"

HAZRET-İ ALİ EFENDİMİZİN UTANMASI

 Hz.Ali efendimizde haya(utanma) zirve idi.Nitekim Sıffin harbinde Muaviye saflarında bulunan Amr ibni As ,şahı merdan efendimizin kılıncından kurtulmak için son çare üzerindeki elbisesini sıyırıp avret yerini ortaya saçınca, şah-ı merdan efendimiz onun avret yerine bakmamak için başını çevirip öldürmekten vazgeçmiştir.Sahabe arasında vuku bulan bu acıklı savaşta,savaşı kazanabilmek için Kur'an yapraklarını mızraklarının ucuna takanlar canlarını kurtarabilmek için kıçlarını açmakta beis görmemişlerdir.

İSİMLER

 "El esma tenzil-ün minessema" isimler şahıslara gökden hüviyetlerini tayine medar olmak bakımından(medar= bir şeyin döneceği, devredeceği,üzerinde hareket edeceği yer, etrafında dönülen nokta) bazı kimselerde tam mutabakat halinde olarak temessülüne sebeb olurve o şahsa isim olur.G"ökten indirilmiş bir kaftan gibi omuzuna giydirilir.Yezid Yezid, Haccac Haccac olursa vücud bulur.

11 Haziran 2022 Cumartesi

BEDRİ RAHMİ EYÜPOĞLU

 Bedri Rahmi Eyüboğlu, “OĞLUM MEHMED’E Büyük Şehirleri Takdim Ederim” şiirinde şunları söyler:

“Sana büyük şehirlerden bahsedeceğim,

En büyük camiler orda kurulur

En küçük mezarlar orda kazılır

En kara yazılar orda dizilir

Yüksek minarelerde selâ verilir

Civar hanelerde zina edilir.

Büyük şehirlerde yalan söylenir tosunum.

Halbuki küçük köylerin

Mezarlığı bile yoktur. Büyük şehirlere bağlanma Mehmedim.

Öyle bir şehre yerleş ki

Küçük fakat bizim olsun

Sokaklarında tanımadığın yüz

Ensesine şamar atamayacağın kimse dolaşmasın

Her ağacına elin

Her karış toprağına terin değsin

Ve kuytu evlerin birinde

Senden habersiz ölenler olmasın.”

PEYGAMBER (SAV)'İN RÜKUSUZ BEŞ SECDESİ

 Ragıp İsfehani'nin "Muhadderat" isimli eserinde Ebu Hüreyra (r.a)'den rivayet edilen bir hadis mevcuttur.

"Resul-i Ekrem'in yanında idim.Rükusuz olarak beş defa secde etti.Sebebini izah buyurmasını niyaz ettim.Şöyle buyurdular; Hz.Cebrail bana geldi ve dedi ki:"Allah Ali'yi seviyor.Buna şükrane secde ettim.Secdeden başımı kaldırdım.

-Fatımayı de seviyor, dedi.Tekrar secde ettim.Bu kerre de 

-Hasan ve Hüseyin'i de seviyor, dedi.Yine secde ettim.Sonra "Bunları sevenleri de seviyor, dedi. Onun için de secde ettim" buyurdu.

ÖRNEK EDEP DAVRANIŞLARI

 Hırıstiyan bir papaz "Mercanül Edep" isimli bir eser yazarken şu hadiseye yer verir:"Hz.
Ali efendimizin Ebu Rafi namında bir beytül mal muhafızı var imiş.Beytül mal için ganimetlerden alınmış gerdanlık ve bilezikler var imiş.Hz.Ali efendimizin küçük bir kızı Bir bayram günü bu süs eşyasını emaneten takıp sonrasında tekrar iade etmek şartıyla isteyince Ebu Rafii bu takıyı küçük kıza vermekte sakınca görmemiş.Hz.Ali efendimiz, akşam evine geldiğinde kızının üzerindeki bu süs eşyasını görünce nereden aldığını sormuş.Derhal Ebu Rafiiyi azarlamış

-Ya EbuRafi' sen müslümanlara hiyanet mi ediyorsun. deyince muhafız :"Haşa Ya Emirel mü('minin " demiş.

-Peki bu kızın üstündeki ziynet eşyası ne? deyince muhafız :"Bu eşya orada duruyordu, çocuk bayram gününde süslenmek için istedi,akabinde bayram sonrasında verecekti" deyince Hz.Ali efendimiz:"Böyle şey olmaz.Bedir, Hendek, Huneyn ve sair gazvelerin yetimleri ve sağ olanların süsleri var mı ki Ebu Talib'in oğlunun kızının onlara rüçhanlığı haiz olsun.Haydi şimdi al ve yerine koy" buyurdu.

FESADI İLK İCAD EDENLER

 Fesadı ilk icad edenler, dinin ahkamının bir zerresini dahi kendi hesabına uygulayanlardır.Sasani hükümdarlarından Nuşirevan la alakalı bir tuz hikayesi anlatılır.Bir avlanma esnasında avladıkları hayvanı pişirmek isterler ancak yanlarında tuz yoktur.Yakındaki bir köye tuz temini için bir adam yollarlar.Adam köylüden tuz ister , alır getirir.Padişah, tuz parasının verilip verilmediğini sorunca tuzu getiren adam derki:Padişahım tuzun bir değeri yok ki.Padişah buna kızar ve tuzun parasının köylüye verilmesini ister.Çünkü basit, değersiz gözüken başkasına ait bir nesne idareci tarafından alınırsa arkasından gelenler bunu büyütürler.Padişah başkasına ait bir ağaçtan bir kiraz kopartsa, padişahın adamları bu ağaç bizimdir diye kökünü kesmekte beis göstermezler.

HAYRETTİN KARAMAN FETVALARI

 Siiyasi iktidarlar, dini inançların insanlar üzerindeki güçlü etkilerini bildikleri için bu sahada bulunan insanlar içinde etiketi olanlar içindekilerini özel olarak seçer bu kişiyi parlatarak "otorite" şeklinde iletişim vasıtaları ile sunar ve maddi imkanlar sunarak siyasi iktidarların kararlarına dini kılıf hazırlayan elaman olarak kullanırlar."Otorite " denilen bu zevatları, o sahada bulunan mütedeyyin meslektaşlarından dinlenirse o kimse konusunda isabetli hüküm vermek mümkün olur.Örneğin Hayrettin Karaman'ı mutlaka Prof Cevat Akşit hocadan dinlemek gerekir.

Sadece sağ iktidarlar değil, sol iktidarlar,askeri vesayet dahi kendilerine uygun ilahiyatçıları kullanagelmişlerdir.Güç yanında yer alanlar, "değersiz dünyalıklar karşılığı ahiretini satan" konumuna düşmüşlerdir.Bektaşilik literatüründe bu tiplere "Düşgün" kelamı kullanılır.

"MANTIĞA BAKAR SANDIĞA TIKAR"kelamıda bu düşkünlerin davranışlarından doğmuştur.Örneğin rüşvetle iş mi yapılacak.Rüşvet vereceği kimse eğer rüşvetten çekinen birisi ise ona derki "Al bu saati sana hediye ediyorum.Sonra sen onu buna şu kadar paraya satarsan " bunun adı rüşvet olmaz.

Din adamı etiketinin etkisi ,toplumun terbiyesinde büyüktür.Çünkü onlar bir anlamda Peygamber makamını temsil etmekteler.Şöyle bir vaka anlatılır.Köyün hocası ile birlikte köylüler ,hayvanlarını sürüp yaylaya giderlerken yolları bir ermeni köyünden geçer.Müslümanların hayvanları, ermeninin tarlasına girer ve mallara zarar verir.Ermeni'de gelip hayvanları tarladan çıkartıp köyüne sürer.Kafilenin hareketi aksamıştır.Hayvanları almak, ermeninin zarar ve ziyanını ödemek için yanlarındaki hocayı köye gönderirler.Köyün papazına, hoca efendi hoca olduğunu zarar ve ziyan ne kadarsa telafi edeceklerini, tutulan hayvanların bırakılmasını ister.Avam takımından bir ermeni şöyle söyler:"Köyün hocası olduğunu sen söylüyorsun.Senden başkası da tasdik ediyormu? Sen bu gibi ötekinin malını umursamayan , haksızlık yapan, halka zarar veren bir şahsın cenaze namazını kılma, başkası başkası bir daha bu gibi haksızlığa cür'et edebilir mi?

9 Haziran 2022 Perşembe

MUSKANIN İÇİNDEKİ HAÇ

 Şam Valisi Muaviye hastalandı.Doktor getirildi.iyileşeceksin dedi ve hasta iyileşti.Bir müddet sonra tekrar hastalandı bir hırıstiyan yanına girdi,"Ben de bir muska vardırKim boynuna takarsa derhal o hastalıktan iyileşir" deyince Vali muaviye o muskayı alıp boynuna taktı.Bu vakıayı önceki doktora söylediler.Doktor şöyle söyledi:"Emirel müminin Hz.Ali'den rivayet ettiler şöyle buyurmuş."Muaviyenin boynuna haç takılmadan ölmez.Hani o muska varya ..işte onda haç vardır.Şüphesiz ki ölecektir".

KİM ÖNCE ÖLECEK

 Mervan , Hz.Ali Efendimize bir casus göndermişti.maksadı acaba Hz.Ali efendimiz mi? yoksa Şam Valisi  Muaviye mi? dava önce öleceğini anlamaktı.Hz.Hamza efendimizin ciğerini yiyen Hind'in gayrimeşru çocuğu bu casusu göndermişti .Casusa şu tenbihatta bulundu:Hz.Ali hutbe okurken mescide gireceksin ve Muaviye öldü diyeceksin.Bu casus Medine'ye geldi  ve mescide gitti.Hz.Ali efendimiz hutbede konuşmakta iken bu şahıs  ayağa kalktı "Ya Emirel müminin Muaviye öldü" diye seslendi.Hz.Ali efendimiz cevap vermedi.adam ikinci kez bu sözü söyledi,Yine cevaplanmadı.Üçüncü kez tekrar müjde veriyormuşcasına bu söz tekrarlanınca ,Şahı Velayet efendimiz sabırsızlanarak bu casusa şöyle dedi:"Kalk, çık git.O, bunun(mübarek sakalının ucunda yapışıp göstererek) kanla boyanmış olduğunu duymadan , yeryüzünden gölgesi kalkmayacaktır" dedi.Hutbeye devam etti.

SENİ İSTİYORUZ

Aramızdan ayrılan Karar gazetesi köşe yazarlarından Mevlana İdris'e aittir. 

“Burası dünya. Gece gece gece. Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık. Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor. Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü. Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık. Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından. Alıp başımızı gitmek istiyoruz. Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz. Sana gelmek. Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz.

Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz. Başımızın okşanmasını, gözyaşımızın silinmesini, kolumuza girilmesini istiyoruz. Yağmurunu ve meleklerini yeniden istiyoruz. Rüzgârın sesini, ırmağın sesini. Dağların dağ, denizlerin deniz, kadınların kadın, çocukların çocuk. Erkeklerin erkek, ekmeğin ekmek, nanenin nane olduğu bir dünyayı yeniden isterken. Seni istiyoruz aslında. Bunu söyleyemiyoruz.”


8 Haziran 2022 Çarşamba

SAVAŞ HUKUKU

 İslamiyette savaşa girmenin şartları vardır.Düşmanın en azgın anında dahi savaş hukuku mevcuttur ki bu hukuku Kur'an belirtmiş Efendimiz uygulamasını göstermiştir.Çanakkalede Mehmetçik, düşman askerine bu hukuku göstermiştir.

GÖNLÜ DAR OLMAK

 Dinimiz gönlü genişleten bütün unsurları ibadet saymıştır.Hakk'ın yarattığı her varlığa sevgi ve saygı göstermek müminin şiarı olup gönül genişliğine sebeb olur.Cimri'nin gönlü dardır.Cimri alır, saklar, çoğaltır.Aç gözlülükle "artık yeter" demeyip yıgar da yığar.Asla mutlu olmaz.çünkü daima toplanacak  daha çok şey vardır.

7 Haziran 2022 Salı

HAZRET-İ ALİ EFENDİMİZ SİYASETTE NİÇİN BAŞARISIZ OLMUŞTUR? SORUSU

 Bu soru zaman zaman insanların aklına gelebilir.İlim şehrinin kapısı olan velayet mertebesindekilerin şahı olan bu zat niçin siyasette başarılı olamamıştır.

"Başarılı olmak" kavramının ölçüsü bugün için siyasi iktidarı ele geçiren olarak görülürse başarılı olmak kavramı tartışabilinir.Zulümle de iktidarı ele geçirmek mümkündür? Keza , siyaset sahnesinde mutlaka başarılı olunacak diye bir netice yoktur.Çünkü Hak Teala'nın istekleri tecelli edecektir.Tecellileri bir hikmetin gereğidir.Ve bu hikmet insanlar' için meçhuldür."Kötü sandığımız iyi, iyi sandığımız kötü" olabilir.Haktela bunu "Şer sandığınızda hayır, hayır sandığınız şer olabilir" düsturuyla açıklamıştır.Burası Hak teala'nın özel sahasıdır.Bu konuda şu düşünce isabetlidir:Hz.ali efendimiz kadere razıdır.Hz.Ali efendimzin kaza ve kadere vukufiyeti mevcuttu.bu nedenle hak Teala'nın takdirine asla itiraz etmedi.Olacağı  biliyor, olmuşların önlenemeyeceğini anlıyordu.

İbni Arabi hazretlerinin "Eş- şeceretül Numaniyye fi devletül Osmaniyye" isimli eserin mukaddimesinde Hz.Ali efendimizin Abbasi halifelerinin sonuna kadar ceraya edecek tarihi hadiseleri aynen yazıp bildiği gerçeği karşısında "siyaseti bilmiyor" denilemez.

Efendimiz (SAV), Hz.Ali(KS) için "Sen ahdini bozanlarla, dinden imandan sıyrılanlarla , cehennem odunu olacak olan zalimlerle harp edeceksin" demiştir.

Hz.ali efendimiz Kaza ve kaderin mahkumudur. 

6 Haziran 2022 Pazartesi

YAHUDİ'NİN HZ.ALİ EFENDİMİZE SUALİ:

 bir Yahudi, Hz.Ali efendimize, kendisine her ne vaki olursu Allah'dan olduğunu kabul ediyormusun? diye sorar.Şah-ı merdan, evet diye cevap verince;Yahudi: Öyle ise kendini bir yüksekten  aşağı at, eğer Kaderlememiş ise sağlam çıkarsın, diey teklifte bulunmuştur.Şah-ı Velayet aleyhisselam derhal cevabı vermiştir:"Tecrübe Allah7a mahsustur.Kul efendisini tecrübe etmek hakkına haciz değildir"

5 Haziran 2022 Pazar

HAZRETİ ALİ EFENDİMİZDEN

 "Vallahi ben isteseydim, sizin en nefis piliçlerinizden, etlerinizden yer, mai mukattar(saf su) halinde bulunan , yavlak sularınızdan içer, ipekten yapılmış libaslarınızdan giyerdim.Yalnız Cenab-ı Hakk ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:"Şu ahiret evi var ya ..Biz onu yeryüzünde kodamanlık, azamet yapmayanlara, böbürlenmeyenlere, fesad iş yapmayanlara tahsis etdik.Saadetin sonu Allah'dan korkan ve buyruklarını yerine getirenlerindir"

BU KATIR YETER

 Hz.Ali efendimiz bir gün zaif ve takatsız bir katıra binmiş gidiyordu.Bunu görenlerden birisi yolunu keserek:"Ya Ali , senin gibi Allah'ın arslanı ünvanını almış bir kahramana , böyle bir katıra binmek yakışır mı? deyince,Hazret:

-Saldıranlardan kaçmayacak kadar cesur, kaçana hücum etmeyecek kadar mert ve yüksek ruhlubir kimseye bu katır yeter de artar bile"

cevabını vermiştir.