16 Haziran 2022 Perşembe

ADALET VE ÖZGÜRLÜK

 Adalet, hayatın her veçhesini kuşatan ve en kılcal damarlarına kadar sirayet eden pratik ve dinamik bir kavramdır, üstelik pek çok kavram ve olgunun da merkezi noktasını oluşturur. İşte adalet kavramının et-tırnak gibi içli dışlı olduğu ve neredeyse üzerine bina edildiği kavram ve olgulardan biri “sorumluluk”tur ki, insanı, insan kılan en temel kavram ve gerçekliktir. Çünkü ancak sorumluluğun olduğu yerde adaletten söz edilebilir. Adalet ile doğrudan ilişkili olan diğer bir kavram/ değer de “özgürlük”tür. Adalet ve özgürlük amaçsal bir birliktelik üzerine birbirlerini tamamlarlar ve öyle ki özgürlük varsa adalet ve sorumluluğun anlamı ve kıymeti olur. Adalet- sorumluluk- özgürlük yumurta tavuk ilişkisi gibi birbirini doğuran/oluşturan ve geliştiren kavramlardır. Bu kavramlardan birinden söz ettiğimizde diğerlerinden de söz ettiğimizin bilincinde olmamız gerekir. 

İnsanın, insanı insan kılan en temel özelliği bir adalet tasavvuruna sahip olmasıdır; bu tasavvur da ancak bir topluluk içinde tezahür edip ete kemiğe bürünür. Bu nedenle insanlardan uzakta, tek başına bir çölde veya dağda yaşayan birisi için sorumluluktan da özgürlükten de ve bu kavramlara ait gerçekliklerden de, pratiklerden de söz edilemez. Çünkü orada adaletin tecelli edeceği ne bir sosyal ortam ne de zihni bir vasat mevcuttur. Adalet insan içindir ve insan da toplumsal bir varlıktır, ancak bir toplum içerisinde insan kalabilir/ olabilir ve işte o zaman onda adalet tasavvuru oluşup gelişebilir. Çünkü hem bireyler arası ilişkilerde hem de birey- toplum ilişkilerinde adalet en temel ihtiyaç olarak ortaya çıkar.

Bir toplumsal hafızanın ve adalet düşüncesinin bir kültüre, bir siyasal dile dönüşmesi ve ilgili kurumların ortaya çıkması ile birlikte adalet, o toplumda huzur ve barışın hem ana hammaddesi hem de çimentosu haline gelir.

Çünkü bir toplumun ortak bir adalet telakkisi yoksa o topluma ya kaos hakimdir ya da sorumluluğun ve özgürlüğün devre dışı bırakıldığı despotik bir sistem egemendir. Dolayısıyla o toplumda adaletten söz edilemeyeceği gibi adaleti ayakta tutacak bireylerden de söz edilemez. Belki o toplum için egemenin/ toplumsal otoritenin buyruklarının yasa/kanun olduğu, kişi hak ve hürriyetlerinin olmadığı, bireyin sorumluluğunun otoriteye itaatle sınırlandığı bir kurallar manzumesinden söz edilebilir ve orada yasaklarla örülü zoraki bir “sukunet ve güvenli ortam” sağlanabilir ama adalet ve özgürlük askıya alınarak oluşturulan bu göreceli “sükûnet” hali fırtına öncesi sessizliğinden ve sorunların ötelenmesinden başka bir şey değildir. Üstelik bu tür uygulamalar, bu ortamın mimarlarına bile huzur getirmemektedir. Çünkü bu uygulamanın ve kurallar manzumesinin ne karşılıklı bir sorumluluk boyutu ne de özgürlüğe açılan bir kapısı vardır. Aynı şekilde bu tür uygulamalar, toplumu oluşturan bireylerin özgür iradelerinin bir tezahürü olarak gerçekleşmediği için ne kişiyi ne de toplumu geliştirir; tabi ki huzur ve mutluluk kaynağı da olmaz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder