31 Ağustos 2021 Salı

AŞIK FATMA AHISKA VAAZINDAN

Hu..Hu..Hu.Hu..Allah

Himmetleri hasıl olsun Metli Sultanımın!.

Cenabı Allah bizi yaratmış,ne güzel her zaman söylerim; Ahlakını güzelleştir.Eğer ki mürşit eli tuttuysan sıkı sıkı sarılın.Elif gibi hizmetinizi yapın.Hanımlara sesleniyorum.Eşlerinize saygı, sevgi ile hitap edin.Hizmet ve hürmette eksik kalmayın.Aşk ile yaptığınız her şeyde saygı duyarsınız.Aileyi ayakta tutmanın en büyük şartı güzel ahlak, sevgi ve saygıdır.Cenab-ı allah bizi yaratırken bize bunları üfler ve bizlerde bunu çiçek gibi işleriz.Cenab-ı Hakk hepimizi çok güzel yaratmış.Bunun farkına varıp bunu kullanmalıyız.Evinizde muhabbetli olun yavrularım,sırdan olun! 

AŞIK FATMA AHISKA

  Sivaslı Cano teyze anlattı:

Otobüs dolusu insanlarla Aşık Annemi ziyarete gittik.Herkes aşk ile yanmakta.Her ilden gelenler var.Kalabalık.Kocaman bir bahçedeyiz.Ziyaretimizi yaptık.Aşık annemizin sohbetini  dinledik,zikrimizi çektik.Aşık Anne yoruldu.Birazcık dinlenmek için odasına çekildi.belli başlı kişiler odasına girdik.Çaylar demlenmiş .Hepimiz çay içiyoruz.Aşık annem hal'e dalmış .Eskiden ankesörlü telefonlar vardı.Aşık Annenin  baş ucunda da telefon vardı.Gecenin saat üçü.Ankesörlü telefon çaldı.Aşık Anne telefondakine kim olduğunu sordu.arayan Tokat'lı Çaycı Babaymış.Aşık annemin ince belli çay bardağı vardı.Aşık Annem çaycı baba'ya "Sen niye gelmedin?" dedi.Çaycı baba'ya çay içtiğini belirtti.O anda ne olduğunu bilmiyorum.Eline çay bardağını alarak büyük bir nara attı.Allah diye çay bardağını ileriye fırlattı.Biz kafamızı eğdik bardak çarpmasın diye.Birde baktık ortada bardak falan yok.Aşık anne "Kurban olurum sana" diyerek fırlattığı bardak Tokatta ki Çaycı babanın eline ulaşmıştı bile.O anda biz şok olduk,ne olduğunu anlayamadık.

Eskiden telefonumuz olmadığı için içimizdeki aşk ateşiyle haberleşirdik.Aşık anne bizi görmek dilediği zaman içimiz yanmaya başlar doğru Aşık Anne'nin yanına giderdik.Aşık Anne sivas7a geldiği zaman herkes ayağa kalkar.Kadınlı erkekli zikirler yapardık.Sonra da hep birlikte Metli Dedeyi ziyarete giderdik.

AŞIK FATMA AHISKA

 Geylani teyze'nin dilinden Aşık Fatma Ahıska:

"Aşık annemi İstanbul/Merter'de tanıma şansına eriştik.Birbirimizi çok sevdik.Kocam Şükrü,çok içki kullanırdı.Sabah akşam içerdi.Bense kadiri tarikatına bağlı idim ve bana Geylani teyze derlerdi.Aşık annemi çok sevdiğim için aşık annemin zikirlerine katılırdım.Eşimin içki müptelası olmasından çok rahatsızdımBir gün namaz kılarken aşık anneme "Hu aşık anne " diyerek gönlümden kocamla alakalı dilekte bulundum.

Aşık annem durup dururken bana yemeğe gelmek istediğini söyledi."Yemekleri hazırla bu akşam sendeyim" dedi.Eve geldim baktım ki eşim çoktan içmeye başlamış.Kocama hitaben "Şükrü ! Aşık annem bize misafir gelecek keşke alkol almasaydın daha iyi olurdu" dedim.Eşim Şükrü de bana "Gelirse gelsin ne yapalım"dedi.bu sözü beni iyice kırdı.Sofrayı hazırladım,aşık anneyi beklemeye başladım.

Akşam saati Aşık anne geldi.Sofraya oturduk.Şükrü elinde bardağı ile sofraya geldi,"Bir sakıncası var mı Aşık anne? diye sordu.

Aşık Anne'yi hiç böyle celalli görmemiştim."Gel kardeş otur karşılıklı içelim" dedi.Bana da "Geylani şişeyi getir!Masaya ortaya koy" dedi.Aşık annemin bu halinden bir şeyler olacağnı hissettim..Aşık Anne kendinde değildi,birden ayağa kalktı"Hu hu Himmetin hazır olsun Metli Babacığım" deyip içki şişesini başına dikip içmeye başladı.Aşık annemde bir şey yoktu,eşim Şükrü Banyoya gidip istifrağ etmeye başladı.Birden bire firlayıp Şükrü'nün yanına gittim ne oldu? dedim.Durumu hiç iyi değildi.Aşık anne rabıtaya daldı.öyle oturdu.Şükrü sabah 05 'e kada rkustu Tam Sabah ezanı okunurken Aşık anne Şükrüye sarıldı,sırtını sıvazladı,sıvazladı "Metli sultanım himmetin hazır olsun" dedi.

Ve bu son oldu.Eşim Şükrü bir daha asla ağzına aylkol almadı.Zaman içerisinde namaza başladı ve karı-koca olarak Hacca gittik.

AŞIK FATMA AHISKA

  "AŞKIN YOLU DEMİR LEBLEBİ"

Ben Fatma AHISKA .Anadolu'nun en güzel kasabalarından biri olan Tokat /Erbaa 'da dünyaya geldim.Annemin çocuğu olmadığı için Tekkelere müracaat eder.Adaklarla dünyaya gelmişim.Adımı Fatma koyarlar.Bir de benim çok güzel bir ağabeyim var.Adı Ferhat'tır.

Babamın yaşı çok geçkin olduğu içinbizler daha küçükken  babamız tanınmış Behçet Usta vefat eder.Küçük yaşta yetim kalmıştım.Annem ,abim ve Ben bu süreçte zor günler geçirdik.Babamın vefatının üzerine Erzincan depremi yaşanır.Hayatın zorlu şartları ve büyük acılarıyla çok küçük yaşta tanıştım..Ağabeyimin askeri liseyi kazanmasıyla ailecek İstanbul'a göç ettik.

Yılların akıp gitmesiyle artık sarı saçlı, mavi gözlü çok güzel genç bir kızdım

Abimin askeriyedeki okul arkadaşlarından Süaviye gizliden gizliye aşık olmuştum.Sonunda o da beni sevdi ve birbirimize açılarak evlendik.Birbirimize olan aşkımız çok büyüktü.O kadar büyüktü ki bu büyük aşktan altı güzel evladım dünyaya geldi.

Büyık aşkım ve eşimle beraber  dinimize çok bağlı bir yaşantımız vardır.Eşimle birlikte Erzurumlu Lütfi Efe dedeye bile gidip el almıştık.Yuvamız uzun yıllar bülbül yuvası gibiydi.Çok mutlu idik.Aniden eşim Süavi tarafından sebebsiz yere terk edildim.Terkedilmemle beraber büyük acılar ve üzüntülerde başlamış oldu

Bu süreç bana çok ağır gelmişti ve hiçbir şeyi gözüm görmez olmuştu.Artık kendimi kaybetmiştim.İçimdeki aşk ve acı ateşini hiç kimse söndüremezdi.Kendimi dağlara atarak dağlarda yaşamaya başladım.Kendimi bilmiyordum.Elimde sopam dört yıl dağlarda yaşamışım."Yaşamışım diyorum" çünkü olup bitenleri çevredeki insanların söylemlerinden öğreniyorum.

Balıkesirde dağlarda elimde sazım ve sopamla dolaştığım süreçte beni yılanlarla , ağaçlarla konuşurken görüyorlarmış.Yemek yemediğime ve nasıl hayatta kaldığıma kimse inanmamış.Aşkın yolculuğu zor ve mucizevi süreç benim için başlamış oldu.

Herkes bana AŞIK ANNE demeye başlamış.Yılanların ve ağaçların benimle zikir yaptığını bile gören askerler varmış.

Bu sırada kayınvalidem beni şikayet etmiş, en sonunda tımarhaneye yatıp uzun süreli tedaviye kadar bu süreç gitti.Bütün doktorlar deli olmadığımı  , bunun "Manevi bir süreç" olduğunu dile getirdiler.Artık kul aşkım Hakk aşkına dönmüştü.Bu süreçte evlatlarım elimden alınmıştı.

Ben bu durumda iken  Alvarlı Efe hazretleri Hakk7ın rahmetine kavuşup dünyasını değiştirmiş ve beni Konya'lı Metli baba'ya emanet etti.Hastahaneden çıkmamla birlikte Metli Sultanın yanına gittim.Artık Metli Sultanın evladı idim.Metli sultanın himmetiyle evlatlarımı yanıma aldım.Artık Hakk aşkını tanıyan bilen,yaşayan AŞIK ANNE idim.ve durmaksızın çalışıp Hak aşkını herkese anlatma zamanım gelmişti.

Allah Allah Hu..Hu..

Metli Sultan'dan himmeti alır düşerdim yollara sazımı çalar bu yoldaki yüzbinlere Hakk aşkını anlatırdım.Mazhar'ımla zikirler yapar, insanları Hakk yoluna yaklaştırırdım.

Bu yol öyle güzel bir yol ki .Her gün seni daha çok yakar, yaktıkça yakınlaştırır.

Tarikat zırhtırKılıcı Hz.muhammed(SAV),kalkanı Allah (CC)dır.

Sorarlardı bana "Allah görünmez mi?".Söylerdim onlara Allah'ı görmek mi istiyorsunuz kainata bakınız.Allah her yerdedir en çok da sende.

Ben kocamı severken Metli sultanımı,Metli Babayı severken hz.Muhammedi mi,Hz.muhammed'i severken Allah aşkını buldum.

Ben ne hocayım, ne hafız.Ben aşığım aşık!

Ey benim İhvan bacılarım,kardeşlerim!sırat-ı müstakim yoluna girdiysen sende ne gurur kalır, ne de benlik.Nefis te kalmaz.

Mürşidine Elif gibi bağlan, dosdoğru ol.Allah7ın yolu yolunuz olsun

RİCALÜL GAYB YAPILANMASI

 Ricalül gayb7ı oluşturan şemaya göre:

Birincisine KUTUP denir 1 kişidir.

İkincisine İMAMAN denir 2 kişidir.

Üçüncüsüne EVTAD denir 4 kişidir.

Dördüncüsüne BÜDELA denir 7 kişidir.

Beşincisine RUKEBA denir 12 kişidir.

Altıncısına NÜCEBA denir 40 kişidir.

Yedincisine NÜKEBA denir 300 kişidir.

Sekizincisi iki taifedir.Gayb erenleridir.Bir taifesine EFRAD denir.Diğer taifesine UMENA derler.Bu iki taifeyi oluşturan zatların adetleri malum değildir.Bu zatlar kıyamete kadar eksik olmazlar.Dünya bu zatların hürmetine durur.Kıyamete kadar dua ve seyeran ederler.

30 Ağustos 2021 Pazartesi

KADİR GECESİ TESPİT USULÜ

 İmam Şarani hazretleri belirttiği yöntemle 30 sene Kadir gecesiyle müşerref oldum demiştir.Bu ölçü şudur:

Ramazanı şerif Pazar günü girerse kadir gecesi 29 ncu gecedir.

Pazartesi girerse  21 nci gece,

Salı günü girerse  27 nci gece,

Çarşamba günü girerse 19 ncu gece,

Perşembe günü girerse 25 nci gece,

Cuma günü girerse 17 nci gece 

Cumartesi günü girerse 23 ncü gecedir.

LOKMAN (A.S)'IN OĞLUNA VASİYYETİ

 Hz.Lokman oğluna vasiyet etti ki :"Ey oğlum.kadını sırdaş edinme-Alçaktan borç alma-Avam ile dostluk eyleme-Allah'dan gayrıya tapma ,Peygamberleri inkar eyleme-Gündüz çok uyuma gece az uyu-İdrarını saklama-Çok cim'a etme-Gece su içme-Doyuncaya kadar yedikten sonra tekrar üstüne yeme-Çok yeme az yemekle kanaat et.

Tüm hastalıkların başı şu sekiz şeydir:

1-İştahın galip olmayınca bir şey yeme

2-Yemeği iştahın var iken terk et

3-Ayak üstünde su içme

4-Koyun sürüsünün ortasından geçme

5-Senden bir şey sorulmayınca konuşma, söyleme

6-İki kişi dünyadan hasretle gider.Biri malı çok iken yiyemeyen öbürü de ilim sahibi olup ta amel etmeyen

7-Müfsitler ile dost arkadaş olma.Eski düşmanın ile dostluk yapma, çok ziyan görürsün.

8-İmkan dahilinde halka iyilik eyle , her işini sabır ile yap,acele etme,kötü insanlara iyilik yapma,nankörler iyilik bilmezöğüt de verme zayi olurMerkebin kuyruğuna cevahir asılmazTuz ekmek yediğin yeri duadan unutma dedi ve vefat eyledi.

29 Ağustos 2021 Pazar

CENAZEYE NEDEN NAMAZ KILINIR?

 Cenazeye namaz kılınmasının nedeni , ölen kişinin varlığını Hakk'a teslim etmiş olmasıdır.Hayatta olana namaz kılınmamasının nedeni ise , onun kendine varlık veriyor veya Hakk'ın varlığını gaspediyor olmasıdır.Kişi, ne zaman varlığı sahibine verirse o zaman onun da namazı kılınır.Bu nedenle iş enaniyetten kurtulabilmektedir..Enaniyetten kurtulana kainat namaz kılar.Zaten namazı kılan da Hakk'tır.Nitekim miraç da "Dur ya muhammed Rabb7ın namaz kılmaktadır" ifadesi bunu gösterir.

İLİM NEDİR?

İlim bir sıfattır, ancak zatsız sıfat olamayacağından ,yani sıfatın olabilmesi için mutlaka bir zatın mevcut olması gerektiğine göre , bu durumda, o sıfatın kendini gösterdiği mürşidin kanatları altına sığınmak gerekir.Şeriatı  hakkıyla bilenler , emrin böyle olduğunu bilirler. 

AŞILANMA

 Tabiatta yabani tür olan bitkilerin meyveleri çok küçük ve tatsızdır.Bu olumsuzluk yapraklarında ,dallarında dahi kendisini gösterir.ncak  aşılanma yoluyla daha kaliteli daha verimli bir konuma gelebilir.bu işi de aşı ilmini bilen kişi yapar.İnsandaki aşılanma ise inanmaktır.İnanmayan bir insanın ne kadar üzerine düşerseniz düşün onun aşı tutması mümkün değildir.Kişide inanç suyu yürümemişse fayda yoktur.Aşılandıktan sonra gelişmede bazılarında süratli bazılarında yavaş olur.Bu hususta sabırlı olmak gerekir.İnsanın eski huylarından kurtulması için zamana ihtiyaç vardır. 

NAMAZDAKİ İKİ SECDE

 Namaz esnasında iki secde yaparız.İki secdenin anlamlarından birisini de şöyle izah eder büyüklür.Secdelerden biri Kaalu Bela'daki secde, diğeri O'nun buradaki ayna görüntüsüne secdedir.Birinci secde "Seni kaalu Bela'da gördüm", ikinci secdede ise "Seni burada da gördüm" anlamlarını ifade eder.Bunların daha basit b.ir dille ifadesi ise "Allah'a ve peeygamber'e daha evvelce de evet demiştim ,şimdi de evet diyorum" dur.Bunun Kur'an daki anlatımı da "O öyle bir Allah'dır ki kendinden başka ilah yoktur, gaybi ve aşikarı bilir, o rahman ve rahimdir"(59/22 ) ayetindedir.Bu ayetin en açık ifadesi ise !Seni ruhlar aleminde  veya gayb aleminde de gördüm, şehadet aleminde de Peygamberinde gördüm ve tanıdım" cümlesidir

28 Ağustos 2021 Cumartesi

NECİB SULTANIMDAN

 Bu haftalık görüşmede mevzu hükümeti destekleyen Adıyaman cemaatına geldi.Sultanım buyurdu ki Cemaat üç guruba bölünmüş durumda.Asıl büyükleri ... yerde gayrimenkul satın alıp ziraat yapıyor.Siyasetle hiç işi yok.Ortanca olanı siyasetle ilgileniyor ve Ak Parti Hükümetini destekliyor.Tayyip bütün işilerde ona danışıyor ve tutuyor.Eskişehirde olanı ise cemaatı içinde nakit para toplayıp,bu para ile gayrimenkul alıp devrediyor ve bu ticaretten elde ettikleri karını para sahibi dervişleri arasında paylaştırıyor.

NECİB SULTANIMDAN

 Anlattığı şahsiyetlerden bir diğeri Samancı Ömer denilen birisi.Hatay7ın iltihakında atlı süvari birliği Hatay7a giriş yaptıı için askeriye bölgede saman bulamadığı için ihale açmış.Fransız işgali sırasında buğday ekimi çok az olurmuş.Dolayısıyla saman kıtlığı var.Samancı Ömer isimli kişi ihaleye girmiş kazanmış ancak temiantı yatıracak parası yok.bir kaç kişiyi  ihalenin karına ortak ederek para temin etmiş.Sonra Konyanın kazalarına gitmiş ve oradan temin ettiği samanları trenle İskenderun'a nakletmiş.bu yolla epey zengin olmuş.Sonra vapurla kaçakçılık işleri yapmaya başlamış.Bu şahsın bir huyu vardı aldığını vermezdi.Bu huyundan dolayı "Bir gün beni beş kuruşluk bir kurşunla öldürecekler" derdi.Terzi dükkanıma gelir,filan yerden kumaşı sen al bana on iki tane gömlek dik, on iki tane pijama dik şeklinde yüklü siparişler verirdi.diktiğim malzeme sayısı otuz altı oldu.Kumaş aldığım yer,bana hitaben "Yüzbaşıoğlu biz kumaş parası için seni biliriz.o adam para vermez" demişti.ben tüm dikimleri teslim etitğim halde hiç para sormadım.Bir zaman sonra dükkana geldi ve bana "Usta sen nasıl adamsın hiç para sormuyorsun dedi.ben yine ses etmedim.Çıkarttı tüm borcunu ödedi.B:ir zaman sonra iki oğlu geldi.Babamızın borcu var mı diye ben deyok dedim.Babaları Çanakkalede öldürülmüş cesedi denize atılmış sahile vuran cesedi bulmuşlar.Babaları Gemi ile suriyeden mal alıp İstanbul'a kaçak gndermekte imiş.Çok küfürbaz olduğu için muhtemelen Gemide bulunan bir taygaya yaptığı küfürden dolayı öldürülmüş ve cesedi tenize atılmış.Çocukları dedi ki biz artıkcİskenderun'da duramayız deyip İzmir Yahut İstanbul'a göçtüler.  

NECİB SULTAN'DAN

 Hayatında karşılaştığı bazı şahsiyetlerden bahsetti.Bunlardan Fransızlar zamanında Belen sancağında Belediye başmanlığı yapmış İbrahim Dönmez'le alakalı bloğun önceki yazılarında kayıtlar mevcut idi.Bu şahsiyet Hem fransızlardan para almış hemde Atatürk'ün Hatay ilhakı için gönderdiği paralardan bir servet edinerek bu parayı gayrimenkule yatırmıştı. 

Diğer bir şahsiyet Esat bey isimli birisi.Fransızlar işgal altındaki yıllarda bu şahsiyete askeri rütbe dahi verip yüzbaşılığa kadar yükseltmişti.Tüm kaçakçılık işlerini organize etmekte idi.Çok cimri birisi idi.Hatay7ın iltihakından önce gayrimenkul zenginiolanlardan sirisi olup iki kızı vardı.iltihaktan sonra Erzin pasajında göstermelik dükkan açmışlardan idi.maksat ticaret olmayıp yerlerinin belli olması idi.Her akşam rakı çer "Yaptığım kötülükler beni rahatsız ediyor,içerek onlardan kurtulmaya çalışıyorum dedi.Çevre dükkan sahiplerinden üç kişi bir de ben bu şahsı ziyarete gitmeye karar verdik.Hasta demişlerdi.üç arkadaş giderken bir şişe rakı aldılar.Ben bu hediyenin maliyetine karışmam dedim.ancak arkadaşlar muziplik yapıp şişedeki rakıyı enjektörle boşaltıp içine su koymuşlardı.Evine gittik.bize kahve ikram etti.Ertesi gün sabah namazından sonra ben terzidükkanını açtım.baktım Esat bey de dükkanı açmış.Hayret ettim.diğer üç arkadaş o gün ve devam eden iki gün dükkan açmadılar.Esat Beye hayırdır komşu sabah erkencisin dedim.Bana şunu anlattı."Sen haramdan uzak durursun,diğer üç arkadaşı bekliyorum" dedi.meğer akşam rakı içmek için mükellef sofrasını hazırlatmış,bardağa rakı koydum zannıyla hediye götürülen şişeden doldurmuş ağzına aldığında su olduğunu anlamış.

İBADETTEN AMAÇ NEDİR?

Her türli dini ibadetin amacı, ferdi geliştirip insan haline getirmek , ona kendini öğretmektir.Nasıl ki çocuklarımızı okula gönderip eğitim aldırıp bir meslek sahibi kılar isek, bundaki amacımız onun ileride geçimini temin edip topluma faydalı bir kişihaline gelmesini istememizdir.İbadetlerin tüm amacı , insana kendini bildirip Allah7ı buldurmak olduğuna göre , kişi amacına ulaştıktan sonra yolda kalan bir kimsenin üniversiteyi bitirdikten sonra ben ilk okula devam edeceğim demesine benzer.İnsanı çalışması hem uhrevi hem dünyevi olmalıdır ki iki kanatlı kuş uçabilsin.İbadetin amacı insanı, ahlakı hamide bahibi yapıp güzel bir insan haline getirmek ve rahat ettirmektir. 

İBADET NEDİR?

 Lüğat anlamı,Tanrı buyruklarını yerine getirme,kullak etme, tapma, tapınmadır.Ancak gerçek anlamdaibadet, hizmet etmek, Allah7a hizmet etmek demektir.Allah için yapılan her şey ibadettir.Karşısındakine hizmet eden aslında kendine hizmet etmektedir.Hz.Ali efendimiz :"Çok ibadet edip az çalışmaktansa , çok çalışıp az ibadet etmek Allah nazarında daha makbuldur." demiştir.Bunun sebebi çok çalışanın , etrafındakilere daha faydalı olmasıdır.

Şeriat, uzak ehlinin, hakikat ise yakin ehlinin yoludur.bu sebeble , yakine gelince zahiriibadet bütuna çekilir"Rabbine ibadet et, ta ki , yakine ulaşıncaya kadar"(15/99).

Allah'a ibadet, kulun kula yardımıdır.Allah, kulundan ayrı olmadığına göre , kuluna hizmet O'nahizmet etmek demektir.

KUL ALLAH İLİŞKİLERİ

 Kul ve Hakk ilişkileri elektrikle, elektrikli alet ilişkisine benzer.Hakk elektrik akımı, kullarsa vantilatör,soba,buzdolabı, süpürge v.s dir.O akım geldiği sürece , kul kendisine verilmiş vantilatörlük, sobalık,buz dolaplığı, süpürgelik  görevlerini yapar.Akım kesildiğinde , tıpkı elektrikli aletlerde olduğu gibi , o da duruverir.

Ef'al de , sıfat da Allah7ındır ve kullara Allah tarafından verilmiştir.Ama , kullar böyle olduğunun bilincinde olmadığından kendilerinin zannetmektedirler.

Kulların güzelliği de böyledir.Allah'ın kendilerine yansıttığı güzelliğini kendilerinin sanıp aldanmaktalar.

ALLAH KUL,KUL ALLAH OLABİLİR Mİ?

 Bu soruyu İzmir tire de yaşamış Melami Osman Dede'ye sormuşlar.Hazret şöyle cevap vermiş:"Kul mertebesinde kul, Allah mertebesinde Allah'tır" ilaveten de " Çünkü, kullak ve Allah'lık birer mertebedir.O mertebelerde ne kul Allah,ne Allah kul olabilir.Kul, kulluğunu atarsa , geriye Allah kalır".

Kul bir alettir.aletten işleyen Hak'tır.Kulluk edep dairesine girip hizmet etmek demektir.Kime hizmet edilecek? Tabi ki Allah'a.Allah da görünmediğine göre , yapılacak hizmet kesret alemine , yani cemiyetteki insanlara,insanlığa nebatat ve hayvanata olacaktır.

Kulluktan murat Allah'ı bulmaktır.Allah'ı bulmak yolu Hz.Peygamber (sav)'den geçer.Hz.Peygamber dünyadan göçtüğüne göre varisleri ortadadır.Varis , asıl gibidir.

BEN BENLİĞİMİ ÖLDÜRDÜM DİYEBİLMEK İÇİN

 Fikri ölüm "Ben öldüm" veya "Ben benliğimi verdim" demekle olmaz.Bu sözü söyliybelmek için kişinin gerekli imtihanları vermiş olması şarttır.aksi halde söylenen söz laf olmaktan ileri gitmez.

Muhyiddin ibni Arabi hazretlerine zengin birisi gelir ve evinin anahtarını teslim eder."Bu evi sana verdim" der.Aradan bir saat geçmeden , bir fakir gelir  ve hazretten yardım diler.İbni arabi hazretleri bakar elinde ev anahtarından başka bir şey yok anahtarı adama verip "Al bu ev senin" der ve dışarı çıkar.

Varla yoğu bir tutmakbüyüklerin yapabileceği bir şeydir.

CEHALET

 Cehalet, Allah7ın kullarına ariyet olarak vermiş olduğu akıl, vücud, ilim, irfan,mal ,mülk, çoluk çocuk v.s yi insanın kendine ait mişcesine benimsemesine ve böylece kendine varlık vererek , Allah'ı ve kendini ayrı varlıklarmış  gibi kabul etmesine neden olur.Halbuki kendine ait sandığı şeyler Allah'ın mülküdür.

NAZ NÜKTELERİ

İzmir Tire'de Ali dede namında birisi var imiş.Bu zat, Osman Dede isimli bir başka zatı görünce "Allah" diye bağırırmış.Bir gün Osman Dede ona dönüp "sus be, ben kaç yıldır ağzıma almıyorum" demiş. Bunun nedeni Allah demenin bile şirk oluşudur.çünkü, Allah7ı kendinden gayrısı bilmez.Öyle olunca da , bilmeyenin o sözü sarf etmesi şirk olr.Çünkü Allah demek bir noktada ,bir ben varım, bir de O var demek yani Bir7i iki görmektir ki bu şirktir.Buralar çok düşünülecek hususlardır. 

EN BÜYÜK GÜNAH:ŞİRK

 Ehli şeriat şirki heykele, puta saygı göstermek şekilnde anlar ve bazı devlet törenlerinde  büst şeklinde cesedi yapılmış bir heykel7e saygı gösterilmesini "şirk " olarak telakki ederler.

bu çok yüzeyseldir,Taşa toprağa tapmak, onların özü de Allah olduğundan , yine bir yolla Allah'a tapmak demektir.Totemlere tapmayı bile böyle değerlendirebiliriz.

Şirken en bariz şekli, insanın kendine varlık vermesi,egosunu ve benliğini ileri sürmesidir.En büyük put insanın kendine verdiği varlıktır.Cünüblükten kurtulmak için nasıl ki vücudda su değmemiş bir kıl kadar yer kalmayacak  sözünde ifade edilen "kıl", benliktir.Çünkü kişi kendi varlığına değer verirse ortada değer verilen iki varlık oluşur,Birisi Allah diğeri sen.Vahdete ulaşabilmek için bu ikiden birinin yok olması gerekir.Allah yok olmayacağına göre kul yok olmalıdır..İki gözümüz bir görmemizi temin eder.Eğer kişi şaşı ise iki göz iki nesne görür.İnsanın, kendine varlık atfetmesi de manevi şaşılıktır.

Ehli tevhit olmayanlar , Allah'ı ve kendilerini ayırdıkları için dünya malı için de "Benim malım" diye ayırırlar.Halbu ki "Mülkü elinde bulunduran Allah'tır"(67/1).Salikleri fena mertebelerinin talim ettirilmnesindeki maksat bu şaşılığı gidermek iki gözün bir görmesini temin etmektir.

HERKES YERİNİ BİLMELİDİR

 Şu üç hususta insanın kendi yerini bilmesi elzemdir.Askerlikte de, Tevhitte de,evlilikte de herkesin yerini bilmesi gerekir.Evlilikte erkek erkekliğini, kadın da kadınlığını  bilip gereğini yapmalıdır.Kadının erkek, erkeğin kadın gibi davranmaya kalkması doğru değildir.Bu kimse kimseye yardım etmeyecek anlamında değildir.Harp sahasında bir paşa yaralanmış eri kucağında taşımasına harp şartlarında kimse bir demiyorsa evlilik birliği içinde erkeğin karısına yardım etmesi de yadırganmamalıdır.

27 Ağustos 2021 Cuma

CUMHURBAŞKANLARINA HAKARET DAVASI İSTATİSTİĞİ

 1994- 2014 arasındaki 20 yıllık süreçte “Cumhur­başkanına hakaret” suç­laması ile dava açılan kişi sayısı bin 138 oldu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görev yaptığı 2014–2020 yılları arasında bu sayı adeta zirve yaparak 38 bin 581'e ulaştı.

Erdoğan döneminde 2018'de ise 6 bin 270 sanıktan 2 bin 775'i, 2019'da 13 bin 990 sanıktan 4 bin 291'i, 2020'de ise 9 bin 773 sanıktan 3 bin 655'i hakkında mahkumiyet kararı verildi.

Ayrıca cumhurbaşkanlarından Ke­nan Evren döneminde 340, Turgut Özal döneminde 207, Süleyman Demirel dönemin­de 158, Ahmet Necdet Sezer döneminde 163, Abdullah Gül döneminde ise 848 kişi hakkında Cumhurbaşkanına hakaret davası açıldı.

Hazırlanan rapora göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisinden önceki beş cumhurbaşkanının açtığı toplam hakaret davasını bile geçerek "Hakaret davası en çok açan cumhurbaşkanı" ünvanını elde etmiş

26 Ağustos 2021 Perşembe

EN MAHREM KİŞİ

 Dünya hayatında insana en mahrem olan kimse , manen mürşidi, maddeten de eşidir.Mürşide namahrem olmayış sebebi , mürşidin de , kendisine namahrem olmayan doktor gibi manevi doktor olmasıdır

İSLAMİYETTE KADININ YERİ/FONKSİYONU

 Kadın olmazsa kainatın devamlılığı sağlanamaz.Çünkü erkek çocuk doğurmaz.Hz.Mevlana efendimiz:"Ben ona halk, mahluk demeyeceğim,halik,halkeden, yaratan diyeceğim" buyurmuştur.

KADINLAR AYNA OLMUŞTUR.Mertebe itibarıyla doğdukları için mahluk, doğurdukları için halik olmuştur.Çocuk doğduktan sonra rububiyet esmasına mazhar düşer ve bunun sonucu olarak ,çocuklarının Rabb'i olup onları terbiye etmeye çalışır.Kadın halikiyet sıfatına mazhar olduğu için Allah Teala onlara bazı muafiyetler tanımıştır.Ayın belirli günleri  namazdan muaf olmaları ve cuma namazından muaf tutulmaları gibi.Kadın erkeklerden daha çok çalışkandır.Kadın, erkekten daha tahammüllüdür.Kadın erkekten daha ince ve latiftir. 

23 Ağustos 2021 Pazartesi

AŞIK FATMA AHISKA

  

   Aşık Fatma Ahıska Sultan'ın vefatından 1 hafta evvelki fotoğrafı.


EKMEK EKMEK DEMEKLE

 Aç bir insanın ekmek ekmek demesi ile karnı doymaz.Keza "Tevbe, tevbe" demekle de istiğfar etmiş olunmaz.İstiğfar , ben bu hatayı yaptım, bir daha yapmayacağım demektir.Gerçek istiğfar kurşundan korunmak için başına miğfer takmamaya benzer.

SEVAP VE GÜNAH NEDİR?

 İnsanın , kendine yapıldığında onu sıkan ve rahatsız eden bir şeyi başkasına yapması GÜNAH, kendini memnun eden bir hareketi başkasına yapması SEVAP tır.

Bir şey iyi niyetle yapılırsa sevap, kötü niyetle yapılırsa günahtır.

Bir şey insanlara zarar verecek şekilde kullanıldığında kötüdür, şerdir, günahtır,cehennem habercisidir.Buna karşılık insanlara fayda sağlayabilecek şekilde kullanıldığında , o kötü denen şeylerin tümü iyidir, hayırdır,sevaptır,rahmandır ve cennetin habercisidir.Aslında, bu mertebeden bakıldığında günah diye bir şey yoktur.Nasılki orak eğri olduğu halde , yaptığı iş doğru olduğu için , makbul sayılıyorsa insan da böyledir.Kendisi eğri bile olsa , doğru iş yaparsa , Allah onun hatasını affeder.Hatta insan için, hiçbir günah işlemeyip gurur sahibi olmaktansa , bir günah işleyip Allah'ın huzurunda boynu bükük durmak daha makbuldür.

Hiçbir günah Allah'ın mağfiret esmasından daha büyük değildir.Kebairden de olsa Allah'ın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur

İnsanların kimi içki içer sevap kazanır, kimi aklınca hayır yapar , günaha girer.Birincinin gönlünde daima Hakk olur, diğeriyse yaptığı şeyle karşısındakini gocundurur, incitir veya onun gönlünü kırar.Buraları pek akılla halledilecek şeyler değildir.

22 Ağustos 2021 Pazar

ŞER NASIL MEYDANA ÇIKAR

 Bir taraftan "la faile illallah"(Allah'dan başka fail yoktur) ve "Allah'da kötülük yoktur" denirken, diğer taraftan "Hayr ve şer yüce Allah'dandır" deniyor.Bu durumda insanın aklına "Kötü fiil nasıl oluşuyor" sorusuna takılır.Bu sorunun cevabı şudur:Allah'ta kötülük yoktur.kötülük sadece bizim düşüncelerimizde vardır ve bu sebeble de Allah'a değil, bize yani alt mertebelere ait bir değerlendirmeden ibarettir.

Şer kemalatı ilahinin meydana çıkması için gereklidir.Çünkü, şeytan olmazsa Rahman, gece olmazsa gündüz, çirkin olmazsa güzel bilinmez.Asıl olan O'dur ve O , hayr-ı mahzdır, aydınlıktır.Kötülük diye anılan olaylar ve vasıflar kullardan kaynaklanır.İyilik de kullarla gerçekleştiği için kötülüklere "zulmani ve nefsani vasıf ve fiiller", iyiliklere " nurani ve ruhani vasıf ve fiiller"denir.Nurda ve aydınlıkta olmak, karanlıkta olmağa tercih edileceği için , insanlar eğitilmek bu yolla aydınlığa kavuşmak isterler.Allah "Nura gelin" dediği için , insanların iyiliğe yönelmelerinde fayda vardır.Zaten kötülük ve iyilik, Celal ve cemal tecellisinin dünyaya yansımasıdır.Müspet/menfi, iyi/kötü , siyah/beyaz  gibizıtlıklar kemalatın meydana çıkması için gereklidir.Tek elden ses çıkmazsesin duyulabilmesi için iki ele ihtiyaç vardır.Bizim şer diye nitelendirdiklerimiz iyiliğin yansıması ve tamamlayıcısıdır."Rabbin boş bir şey yaratmamıştır"3/191 denmiştir.Buna göre Şeytan dahil , kötü bir şey yoktur.Hepsi iyidir.

Şer en aşağı mertebe olan kullak mertebesindedir, ancak o da Allah'dan gayri değildirNasıl bir ağacın gövdesi,kökleri,dalları,yaprakları,çiçekleri, meyveleri mertebe olarak farklı oldukları için farklı isimler aldığı gibi ki bunlar hiç aağaçtan ayrılmıyorlar, şer de böyledir. 

ALLAH'DA ŞER YOKTUR

Allah'ta şer yoktur. İlk anda arı, duru çıkan su , kaynaktan uzaklaştıkça kirlenmeye başlar ve denize dökülme yerine yaklaştıkça kirliliği iyice artmış , yani adamakıllı şerre bulaşmış olur.Bu suyu tekrar ilk saf duru haline gtirmek için filtre etmmek gereklidir.İnsana filtreyi buldurtan, içindeki dürtü , yani kendinde mevcut olan Allah'dır.Onun yardımıyla bulunan filtreye "mürşit" denir.Onun eli tutulur ve filtrasyona tahammül edilirse , tekrar eski safiyete kavuşur.Şer , O'ndan uzaklaşınca ortaya çıkar. Bu durumu  kaynaktan çıkan bir suya benzetebiliriz.

Allah'dan hayırdan başka bir şey gelmez.Velev ki insana önce şer gibi görünse de .Örneğin bazı hastalıklara insan için lütuftur.Boğazına sahip olamayan bir insanın perhizi gerektiren bir hastalığa yakalanması , ona zoraki perhiz yaptırıp salaha ermesi kolaylaştırır ki bu da o kişi için bir hayırdır.Bazı insanlara isabet eden hastalık yahut bela onun düşüncelerini inceltirmanevi yönden gelişmesini hızlandırabilir.Şer görünümlü bir tecelli hayrla neticelenir.

EMİRLE YAPILAN

 Tasavvufda "Emirsiz yapılan sevap günahtır, emirle yapılan günah sevaptır" diye bir söz vardır.Bu sözle anlatılmak istenilen en güzel örneği Hz.musa ve Hz.Hızır kıssasıdır.Yolculuk esnasında Hz.Hızır'ın gemiyi delmesi, çocuğu bogazlaması, yıkık duvarı tamir edip sağlamlaştırması emirle yapılmış işler olmakla sevaptır.Fakat Hz.musa emri duymadığı için , günah zannederek bu işlere karşı çıkmıştır.Zaten "Vasat insanların iyi olanlarının yaptıkları iyilikler , Allah'a yakın olanlar için kötülük yerine geçer" konusu da buradan çıkmıştır.

İSTEKLERİMİZ OLMUYORSA

 Yuns Peygamber,Babil tarafındabir ülkenin peygamberidir.Halk ile uğraşmak canına tak edince oradan kaçıp bir gemiye biner.Bindiği gemi bir türlü hareket etmeyince , o devrin inancına göre gemide bir günahkar olduğuna kanaat getirilir ve çekilen kura sonucu günahkarın Yunus  olduğuna karar verilir.Bunun üzerine Gemide bulunanlar tarafından Yunus peygamber gemiden denize atılır.Allah7ın himmetiyle onu bir balık yutar ve bir süre karnında sakladıktan sonra , bir gün pelte halinde karaya kusar.Böylece sahile çıkan Yunus bulunduğu yerden birbirleriyle oynayan çocukları görür.Bir kör çocuğun kenarda mahzun bir şekilde durduğunu görür.Bunun üzerine "Allah'ım me olurdu şu çocuğun gözlerini görseydi de o da diğerleri gibi neşe içinde oynasaydı"diye dua edince , çocuğun gözleri açılır.Görmeye başlayan çocuğun dikkati kenarda pelte gibi duran Yunus7a takılır ve diğer çocuklara göstererek "Gelin, burada bir şey var, taşlayalım"der.Çocuklar hep beraber Yunusb'u taşlamaya başlayınca , Yunus hatasını anlayıp "Allah'ım senin işine bir daha karışmam, sen bildiğini yap" der.

Eğer bizimde bir isteğimiz gerçekleşmiyorsa , bu olmayışta Allah'ın bir bildiği ve sonucun bizim için hayır olduğunu düşünmemiz lazımdır.

Çok kimse bolluk nedeniyle gına gelir.Gınanın sonucu sevgi ve muhabbetin azalması ve kişinin yyoldan çıkması olmaktadır.

YUSUF SURESİNİN YORUMLARINDAN

Cenabı Hakk'ın en güzel kıssa diye belirttiği Yusuf suresinde hikaye tam olarak anlatılmıştı. Hz.Yusuf'un rüyasında gördüğü kendisine secde eden onbir yıldız, Güneş ve Ay neyi temsil etmekte idi.?"Ahsenül kasas" kelimesinin bir lüğat anlamı da "Hakikate iz sürülecek en güzel yol" hususudur. Hz.Yakup bu rüyanın gizlenmesini istemektedir. Yani kalbe gelen ilahi mesajların saklanmasını istemektedir çünkü şeytan bu duyguların düşmanıdır ve onları insandaki on kötü haslet aracılığı ile gönlün imhasına sevkeder
Hz.Yakup ruhu temsil eder; kalbe gelen mesajları yorumlamaktadır. İlahi mesajları kalp alır.
On bir yıldız, insanın kalbinin emrinde olan on bir yüce güzelliği temsil eder Yusuf'un kardeşleri olan on kötü huy , gönüldeki bu yüceliklerin insanın kendi tarafından saptırılmış halidir. Ancak on birinci kardeş Bünyamin Yusuf'un öz kardeşidir; ki manevi açıdan imanı temsil etmektedir. İmanın saptırılmış hali olmaz. Burnada onbir yıldızın temsil ettiği güzellikler sırasıyla şunlardır: Seha, vefa, gayret, sıdk, cesaret, vera, haya , merhamet , teslimiyet , ihlas , iman.
Bunları Yusuf'un kardeşleri olan karşıt kavramlarıyla birlikte şöyle tanımlayabiliriz:
Hisset yerine SEHA, KİN YERİNE vefa, MESKENET YERİNE gayret, Reyb yerine sıdk, Cebanet (siliklik,korkaklık) yerine cesaret, İhtiras yerine vera, Şehvet yerine haya, Zulüm yerine merhamet, Seyyaliyet yerine teslimiyet, Gurur yerine ihlas ve iman yerine daima iman.

21 Ağustos 2021 Cumartesi

VİRD-İ SETTAR (VİRD-İ YAHYA) OKUYAN : Abdurrahman BİRBİR

NECİB SULTANIMDAN

 Amerika'nın tabiat hadiselerinden dolayı su altında kalacağından bahsetti ve bu nedenle Suriye, Irak, Türkiye'den oluşan bir bölgede Devlet kurmak istediğinden bahsetti. Suriye'de bulunan İŞİD mensuplarının Afganistan'a yönlendirildiğini, gitmek istemeyen unsurların ise bulundukları bölgeye yapılan bir helikopter indirmesiyle 4 saat içinde ikna edilip Suriye'nin temizlendiğini ve bu kişilerin Afganistan'a götürüldüğünü belirtti. Erdoğan'ın kendi rızası ile gitmeyeceğini belirtti. Şu an için onu indirecek güç yok dedi.
Afganistan'daki Talibanın kafa kesmek gibi sert davranışları olmayacağını buna karşılık dayak atma hadisesinin yaygın olacağını belirtti.
Covid virüsünün değişikliğe uğradığını bu yeni türün bulaşması için  maske ve mesafeye gerek olmadığını ,maskenin kalkması gerektiğini belirtti. "Allah, Allahlığını gösterecek" dedi.  

Nazım Hikmet’ten Hasan Âli Yücel’e, Oktay Rifat’tan Halide Edip Adıvar’a...

20 Ağustos 2021 Cuma

TALİH NEDİR?

 BU SORUYA ŞU HİKAYE İLE CEVAP UYGUN VE ANLAŞILIR. HİKAYEYE GÖRE talihin tek gözü vardır ve o da başının üzerindedir. Sadece yukarıyı görür. Onun için kör talih diye bilinir. Talih aşağıyı göremediğinde elini sallandırır birini tutup gözünün önüne gelinceye kadar kaldırır. Bu yükseliş esnasında kişinin her  işi rast gitmeye başlar. Talih kişiyi göreceği seviyeye getirdiğinde , orada tutar. Eğer kişi bu tutuş esnasında doğru dürüst durur ve konumunu hazmederse mesele yoktur, orada kalır. Ama hazmedemeyip şımarıklık yapmaya , rahat durmamaya başlarsa talih onu bir süre daha tuttuktan sonra , rahat durmayacağına kanaat getirirse aşağı atıverir. Bundan sonra aksilikler birbirini takip eder. Kişi tekrar eski süfli haline döner. Onu atan talih, bu sefer bir başkasını tutup yükseltir. Bu olay Kur'an da: "De ki; mülkün sahibi olan Allah'ım, mülkü dilediğine verir, dilediğinden alırsın, dilediğine izzet verir , dilediğini zelil edersin,hayır senin elindedir."(3-26)

ARADIĞINI BULANLAR

 Zengi Ata'ya iki kişi gelip "Biz insan-ı kamil arıyoruz" derler. O bir sağa, bir sola, bir öne , bir de arkasına bakıp koklar ve "Aradığınız yok" der. Bu söz üzerine gelenlerden biri "Peki" der arkasını döner gider. İkincisiyse "Madem ki dört cihette yoktur, o zaman aradığım budur" diye düşünür ve "Sensin" delip eline yapışır. İşte görülüyor ki bu da nasip meselesidir.

NASİP MESELESİ

 Nasip, Hak Tela'nın takdiriyle irtibatlıdır. Nasip insana iki şekilde verilebilir. Bunlardan bir bizatihi, diğeri ise bisıfatihi veriliş diye bilinir.
Nasibi bizatihi verilenler de, o nasibi almak için kişinin en ufak bir çaba harcaması gerekmez. Böyle bir nasip o kimseyi kovalar ve bulur. Böylelerine halk arasında "tuttuğu altın oluyor" benzetmesi yapılır, bunlar nadirdir.
Nasibi bisıfatihi verilenler ise nasiplerine kavuşabilmek için biraz çaba harcamaları gerekir. Bu çaba en azından bir öksürme şeklinde olmalıdır. Genelde insanlar bu iki guruba dahildir. Bu hali anlatmakla alakalı iki hikaye anlatılır:
Birinci hikayenin kahramını "Allah'ım benim ağzına kaşığı sokmadığın sürece hiç bir şey yemeyeceğim" der der yola düşer aç ve bitkin bir şekilde bir köy camisinin misafirhanesine sığınır. Tam karşısında ağanın evi vardır. Çocuk ısrarlara rağmen bir şey yemez. Aile perişandır sonunda çocuk; cami misafirhanesinde yemek yiye bileceğin söyler aile çocuğu oraya götürür. Çocuk misafire bakar bu amca yerse bende yerim der. Adama ısrar ederler adam yemem der. Çocuk "o yemezse ben de yemem " deyince ağanın tepesi atar ve "şu adamın ağzını açın zorla ağzına yemek koyun" der. Aynen öyle yaparlar ve çocukta yemeğe başlar.
İkinci hikayenin kahramanı da aç bir durumda ormanda kendini bulur, yiyecek yok. O civara piknikçiler gelir. Ancak adam bir çalının arkasına saklanır. Piknikçiler yer içerler, sonunda artan yiyecekleri de Kurt kuş yesin diye bırakmaya karar verirler. O esnada çalıların arasındaki adam öksürür. Adamlar bakarlar ki açlıktan beli bükülmüş biri hemen kalan yiyecekleri ona verirler. Adam karnını doyurur: "Allah'ım verirsin amma öksürtmeden vermezsin" der.
"Kısmete sıçramak lazımdır" der bir maneviyat büyüğü.

ÇÜRÜME:DİNİN SİYASETTE KULLANILMASI

Son dönemde dinin siyasetle, iktidar olgusuyla birlikte anılır olması, hatta siyasi iktidarlar tarafından adeta bir sponsorluk unsuru olarak kullanılır hale gelmesi siyasetin tabii istikametini bozduğu gibi, dini de hayli yıpratmış bulunuyor.

Çağdaş İslam düşüncesinin önemli isimlerinden birisi olan Nasr Hamid Ebu Zeyd’in İslam tarihi boyunca dinin iktidar mücadelesinde araçsallaştırılmasıyla ilgili tespiti son derece dikkat çekicidir: “İslam tarihinde tevarüs yoluyla elden ele geçen hilafetin güç ve iktidar çıkarlarının hizmetinde olan bir dini anlayış ve yorumu ortaya koyduğunu görebiliriz. Onlar bu amaçlarına ulaşabilmek için dini kendi çıkarları doğrultusunda anlayıp tefsir edecek olan bir saray uleması istemektedirler. Bu yüzden ben hilafet ve iktidarın yanında ve gölgesinde şekillenen dini akla güvenmiyorum

Bu ahlaki çürümenin öylesine zirve yaptığı bir haldir ki isminin önüne AK Parti etiketi ekleyen, adı sürekli mafyayla, uyuşturucu baronlarıyla, cinsellik öyküleriyle anılan bir kadın, hayatına bir de Umre ziyareti sıkıştırıp “Reis sevdalısıyım, teşkilattan yetişmiş bir insanım” dediğinde bütün kapıları açmayı başarabilmektedir.



19 Ağustos 2021 Perşembe

İNSANDAKİ MELEKLER

 İnsandaki melekler dört guruba ayrılır. Bunlardan birinci gurupta olanlar tamamen Allah'ın emrindedir. Mide, karaciğer, kalp, böbrek v.s gibi organların fonksiyonlarını bunlar idame ettirir. İnsanın bunlar üzerinde etkisi yoktur.
İkinci gurup melekler, yine Allah'ın emrinde olmakla beraber , bizim, kısa süreli de olsa, etkimiz altına alabildiğimiz meleklerdir. Etkimiz geçtiğinde yine işlerini bildikleri gibi yapmaya devam ederler. Bunun en güzel örneği akciğerlerimizdir. Nefesi kısa bir süre tutabiliriz ancak devamlı nefesimizi tutamayız.
Üçüncü gurup melekler tamamen bizim kontrolümüz altında olanlardır. Bunlar el, kol, bacak gibi çizgili adalelerimize bizim emirlerimizi götüren melek grubudur. Biz bunlar vasıtasıyla bu organlarımızı hareket ettiririz.
Dördüncü gurup melek ise devamlı aynı şeyi yapa yapa, inisiyatifi ellerine alan  ve bizim irademize gerek kalmadan aynı işi tekrarlayabilen meleklerdir. Örneğin bisiklete binmek, yüzmek, araba kullanmak gibi işlerin yapılmasını temin eden meleklerdir. Buna meleke kesb etmek denir

TEFSİR

 Bu sözleri herkes kendi aklına göre anlar. Tefsîr bundan çıkmıştır. Tefsîr, anlamayan, idrâk edemeyen aklın, sözü kendi anlayışına göre îzah etmesidir. Hakîkati anlamak için tefsîri bırakmak lâzımdır. Fakat, mâdem sen var, ben var, o halde tefsîr de olacaktır. (Küllü men aleyha fân) olunca ne tefsîr kalır, ne bir şey…

Tefsîr şuna benzer: Yedi sekiz kişi, karanlıkta bir yere gidiyorlar. Biri: “Şurdan gidelim”, öbürü: “Hayır şurdan gidelim” diyor. Mânevîyyat ışığı doğunca tefsîre hacet kalmaz, çünkü gideceğimiz yol görünür.

Allah’ı ve onun sözlerini anlamak için onda fânî olmalıyız. Böyle olmazsak Kur’ân’ı anlayamayız, tefsîr etmeğe mecbur oluruz.

DİN İSTİFADE EDİLECEK BİR HAZİNEDİR

 Din, istifâde edilecek bir hazînedir. Bir hazînemiz olsa da ondan istifâde etmesek neye yarardı? Bazı insanlar da eline geçen şeyden hakkıyla istifâde etmesini bilirler. Din bize “size fenalık yapanları affedin.” diyor. Bu sözü yerine getirmezsek, af hâzinesinden istifâde etmemiş oluruz. Af hâzinesi şurada durur, biz de ona uzaktan bakarız. Neye yaradı bu?

Öbür dinleri yıldızlara benzetecek olursak, İslâm dinine de, bunların hepsine ışık veren bir güneş diyebiliriz. Lâkin biz bu güneşten istifâde etmez de ona arkamızı dönersek, yüzümüz karanlıkta kalmaz mı?

Dini anlamak için, Kur’ân’ı, hadîsleri ve din ahkâmını tahlil ederek hazmetmek lâzımdır. Din bir yoldur. Bu yolu akıl, idrâk ve tefekkürle yürüyüp bitirmek, yani yolun sonuna varmak lâzımdır.

Dinin gâyesi, Allah’ı bilmek ve onda fânî olmaktır. Allah’ı bilen “Allah’ı bilirim” dese, mutaassıplar “bak şu kâfire!” derler; “bilmiyorum” dese, yine “kâfir!” derler; hâlbuki îmânın sonu Allah’ı görmektir. Hz. Muhammed bunu (Eşhedü) ile anlatmak istemiş. (Eşhedü)nün mânâsı, (görerek şehâdet ederim) demektir. Öyleyse (Eşhedü)yü sadece sözle söylememeli, görme fiilini de tamamlamalı. Îmânın bu şartına (Kelime-i Şehâdet getirmek) diyorlar. Şehâdetin sadece kelimesinde, yani sözünde kalmamalı, bizzat şehâdet etmeli, yani Allah’ı görmeli.

SÖĞEN'E DAVRANIŞ

Her kelâm ve bilgi de, anlamak isteyenin hâline göre anlaşılır. Herkesin kendine göre bir tahlil kudreti vardır; sözü ona göre anlar. Bazı kimseler hem anlayamazlar, hem de anlayanlara dinsiz derler. Bize de dinsiz demiyorlar mı? Kudretullah’a tamamıyla murâbıt olunca söğenleri bile hoş görmüyor musunuz? Niye? Allah’ın hatırı için. Çünkü bize söğen insan da Allah’ın bir parçasıdır; ona kızmak, Allah’a kızmak değil midir? Allah’ı seviyorsak, onun bütün kullarını da seveceğiz. Bizi methedeni sever de, karalayanları sevmezsek olur mu? Asıl bize söğenleri seveceğiz ki onlar uyansınlar da o ahlâktan vazgeçsinler. Muhammed’in “kerîm” dediği ahlâk budur. Böyle bir af ve sevgi ahlâkına yükselmedikçe kurtuluş yok.

AKIL

 

BİR doğuşta  denildiği gibi, bütün insanların akılları, “Bir tek” aklın parçalarıdır. Allah, bu âlemi nizamında çevirip idare etmek için o tek aklı parçalamış ve herbir parçaya başka bir anlayış vermiştir. Biz zannederiz ki şekerden herkes aynı tadı alır; hayır. Vücudun şekere ne kadar ihtiyacı varsa, şekerden o kadar tad alınır. Kelâma da ne kadar ihtiyaç varsa, anlayışımız da o nisbette az veya çok olur. Anlayış da zamana bağlıdır. Ana ile iki yaşındaki kızının hâli bir midir? İki yaşındaki kız da dişidir amma, onun çocuğu olur mu? Fakat zamanı gelince, onun da görünüşü değişir; bir arzu peyda olur; evlenir, vazifesini yapar.

 

MANEVİ VARLIKLARIN ANLAŞILIR HALE GELMESİ

 Manevi varlıkların anlaşılır hale gelebilmesi için, insanlar, onlara hayali birer elbise giydirmek zorunda kalmıştır.Bunu Hırıstiyanlar resimlerle anlatmak istemiş ve kiliselerin duvarlarını böyle temsili resimlerle süslemişlerdir.Melekleri kanatlı şeffaf yaratıklar olarak resmetmişlerdir.Bir melek olan Azrail, elinde orak bulunan bir iskelet şeklinde resmedilmiştir.

 

MELEKLERİN GÖREVİ

 Meleklerin görevi kendisine verilen görevi ifa etmektir.Her meleğiin tek fonksiyonu vardır ve sadece o işi yapabilirler.Hesabı bilinmeyen melek vardır.Bir tohumun yeşerip çiçek açıp meyveye durup tohum oluşturuncaya kadar yüzlerce melek o tohuma hizmet eder.İş insana geldiğinde , bu melek sayısı sonsuza yükselir.Eğer insan , sonunda gerçek anlamda insan olursa ,  Kur’an düşünülerek okunursa insanın içinde melekler oluşur. 

 İnsan gelişip melek seviyesine geldiğinde melekuyet alemine geçer .Bu aleme geçmiş olanlar , şeriatta kalırsa tek kanatlı, bir mürşit bulup ona bağlanırsa iki kanatlı, o mürşit sayesinde hakikate vakıf olursa üç kanatlı , marifete ulaşırsa da dört kanatlı olur.Burada kanat tabirinden kastedilen şey , bildiğimiz kanat değil , yan ve yöndür.O halde tek kanatlı dendiğinde dünya aleminde yani şeriatta, kalanlardan, iki kanatlı dendiğinde dünyayla birlikte ruhani aleme giren çıkanlardan , üç kanatlı ifadesiyle dünya, ruh,ve mana alemlerine girip çıkabilenlerden, nihayet dört kanatlı tabiriyle de diğerlerine ilaveten ilahi aleme girip çıkabilenlerden bahsedilmektedir.n kendisi en büyük melek olur.

İNSANDAKİ KUVVETLER

 İnsanda, biri bağış yoluyla Allah’dan verilen, diğeriyse çalışılarak kazanılan iki tür melek(kuvvet) vardır.Birinci yolla sahip olunan meleklere “mevhube kuvvet”, ikinci yolla sahip olunanlaraysa “müktesibe kuvvet” denir. 

Hazreti Ali efendimizin Hayber kalesini koparıp atması kendisine verilen mevhibe kuvvet sebebiyledir.Halter çalışan bir kimsenin, çalışmayan bir kimseye göre daha fazla kuvvetli olması müktesibe kuvvetin göstergesidir.


İMANIN ZOR TARAFI

 

 İmanın zor tarafı görünmeyene iman etmektir.Namazın erkanını efendimiz göstermiştir.Namazda her rekatta bir rüku iki secde vardır.Secde bağlanmak demektir.Bunun iki kerre tekrarlanmasnın sebebi birinci Kalubela’da yani görünmez alemde “Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?”diye sorduğunda “Evet öyledir” cevabından sonra edilen secdeyi hatırlamak, ikincide ise , görünür alemde idrak edildiğinde o idrakı ispat etmek, yanibağlılığı zikretmek ve tekrarlamaktır.Kur’an da bu gerçek:”Allah7a itaat Resulüne itaattir”(5/92) denerek anlatılmıştır.Çünkü, Peygamber Allah7a aynadır ve Allah ancak o ayna vasıtası ile görülebilir.O görüntüye iman etmek, Allah’a iman etmek demektir.

18 Ağustos 2021 Çarşamba

İMAN ETME ZAHİRDE KİMDEN BAŞLAR?

 Müslüman olabilmenin ilk şartı iman etmek, yani inanmaktır.Bu inanma zahirde mürşitte başlar.Çünkü surette mürşide inanma olsa da sirette Allah'a inanmadır.Bu nedenle insan-ı kamile "Adem-i mana" denir.Dışarıdan bakıldığında mürşidin diğer insanlardan farkı yoktur.hariçten bakıldığında çakıl'da bir taştır.Elmas da bir taştır.Ancak değer de ikisi aynı mıdır?Hz.Pir Mevlana efendimiz bu bahsi mesnevi-i şerifin ilk cildinde anlatır.yazıda Şir kelimesi hem Aslan'ı hem Süt7ü ifade eder.Aslan ve süt manada aynı mıdır?değildir.Efendimiz (SAV) buyurmuştur:"Ancak bana vahyolunuyor" buyurmuştur.

Mürşide inanabilmek için  de onu "Bu beni aldatmaz, bana hakikatı ifşa eder, dini Muhemmedinin iç yüzünü anlatır" diye kabul etmek gerekir.Bu inançtan sonra mürşidin ağzından çıkanlar inanın kalp dünyasına atılmış tohumlar gibidir.Tohumlar o kalpte filizlenince kalbindeki değişimleri görür.Kişi bir manevi zevki tadar.Bu zevkten kopamaz.Bu kişi şüphelerden kurtulmuş olarak her tarafına "Esselamün aleyküm ve rahmetullah"(Allah7ın rahmeti ve esenliği üzerinize olsun) diye selam vermeye başlar.Ve o kişi , o güne kadar "Benim" dediği varlığının kendisinin olmadığını idrak eder. 

MANA MADDEYE HAKİMDİR

 Bazı insanların ellerinde çıkan siğile 40 ihlas okununca geçtiği görülür.Onu geçiren okuyan değildir.Şifayı, okuyandan işleyen sağlamaktadır.Onun için, daima, "Mana maddeye hakimdir" diyoruz.Güç manadadır.Madde, o mananın bir aletinden başka bir şey değildirBu durum  aynen elektriğin mana, buzdolabının ,fırın v.s nin onun aleti olması gibidir.Elektrik olmazsa bu aletler çalışmaz, ama aletler olmadığında da elektriğin varlığı anlaşılmaz.Elektriğin kendini gösterebilmesi için bu aletlere, yani maddeye bağlanmasına ihtiyaç vardır.Onun için "Allah olmasaydı insan bulunmazdı, insan olmasaydı Allah bilinmezdi" sözünü bu şekilde anlamak  lazımdır.

FARKLI ŞEYLERİ SORGULAMAK

 Örneğin namaz kılarken niçin ayakta iken bir kerre rükuya iki defa secdeye gidilir? gibi şeklin hakikatını mürşitler açıklarlar.Bu kişinin imanını kuvvetlendirir.

İMAN KONUSU

"İman ettik" diyenlerin çoğunluğu Aşağıdaki soru ve cevaplarla boğuşurlar :

-İman, emniyetten gelir.Onun için inanalım

-Kime?

-Allah'a.. -Allah nerede ?.. -Görünmez.. -Görünmez olan bir şeye nasıl inanalım?.. -Peygamber7e inanarak..-Peygamber nerede?.. -On dört asır önce vefat etti  -İyi de ben görmediğim peygambere nasıl inanayım?

-İşte kitap yazılmış, yol göstermiş,onun söylediklerini yap yeter.. -Acaba?

Bu durumda yapılması gereken şey, o ilme sahip olanlara inanmak ve onların yolundan gitmektir. 

Allah'ı anlıyabilmenin yolu hazrte-i peygamberin ,ledün ve tasavvuf ilmini öğretmekle görevlendirdiklerinden (Hz.Ali Efendimiz ve Hz.Ebubekir efendimiz) bu ilimleri tevarüs eden birini bulup onun yolunu takipten geçecektir.Bunlar gerçeği birbirlerine öğrete öğrete , malumatı günümüze kadar taşımışlardır.On iki tarikatı aliyyenin onbirinin silsilesi Hz.Ali efendimize çıkmaktadır.

ELEST ALEMİNİ BUGÜNE GETİRMEK

 Zahir üleması "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?" sorusuna "evet" diyenlerden bahseder.Ancak onların yapamadıkları şey Elestü bezmini yakına getirmektir.Bu işin aslını bilenler için bu iş kolaydır, çünkü ruhlar alemi denen alem zaten kalbimizde ve bizimle beraberdir.İman kalp ile tasdik dil ile ikrar" olduğuna göre bu merkez kalptedir.ancak hangi kalpte olduğuhu söyliyememektedirler.

Bu merkez mürşidin kalbidir.Merkez mürşit olunca Elestü bezmi de mürşit huzurunda olur.

Ancak "Gaybaiman kolay, hazıra iman zordur" denir.Gayba iman neden kolaydır?Çünkü, iman ettiğini , kişi kendi hayalinde yaratmıştır da ondan.Hazırda gördüğü ise o kişinin hayalinde yaşattığına uymaz.Onun için görünene iman zordur.İnsanlar gayba iman edip onun hüvezzahir  esması olan şehadet alemine iman etmekten kaçınmaktadırlar.  


16 Ağustos 2021 Pazartesi

İMANIN İKİ TÜRÜ

 İman, iman-ı gaybi(iman-ı tenzihi) ve imanı şühudi(iman-ı teşbihi) olmak üzere iki türlüdür. İman-ı gaybi görünmeyene, yani Allah'a imandır. Bunda "Allah hiçbir yerde görünmez, O görünmekten münezzehtir" kuralı geçerlidir.
İman-ı şühudi ise "Allah her yerde hazır ve nazırdır " prensibine dayanır ve görünene  yani Hazret-i Peygamber'e imandır. Bu iman şekillerinin ikisi de islamiyette birleştirilmiş ve böylece iman tamamlanmıştır.

EY İMAN EDENLER HİTABI KİMEDİR?

 Kuran-ı Kerimde bir çok yerde "Ey iman edenler" hitabı vardır. Bu hitap kimedir? Bu hitap avama değildir. Bu hitap havas olan zümreyedir. Allah'a iman Peygamber'e iman ve tabi olmayı gerektirdiğinden, İnsan-ı Kamil'e iman havas olan zümreye mahsustur. Avam bunun idrakinde olamaz.
İnsan dil ile ikrar kalp ile tasdik ettiği takdirde iman etmiş olur. Dil ile ikrar edebilmek için önce el tutup söylenenlere inanmak gerekir. Bundan sonra, inanılanların fiilen uygulamaya sokulması ise, kalp ile tasdiktir. İnsanı yaşatan ve ona güç veren imanıdır, inancıdır. İnsan, imanla kanseri bile yenebilir.

ELLİ BİN YIL

 İnsan bedeni toprağa karıştıktan sonra, kemalatın tekrar bir insan olarak toplanabilmesi için gerekli süre elli bin yıldır. Bu neye benzer? Bir haddehaneye hurda demirleri atıp onlardan yeni bir demir elde etmeye benzer.

15 Ağustos 2021 Pazar

İMAM HATİP OKULLARININ AÇILIŞ HİKAYESİ

 [14/08 13:15] Ömer Tekinkaya: İlk İmam Hatip okulu nasıl açıldı?

M. Ertuğrul Düzdağ tarafından kaleme alınan Ali Ulvi Kurucu'nun hatıralarının 4'üncü kitabında ilk İmam Hatip Okulu'nun kuruluş hikayesi de yer verildi.

 

Merhum Üstad Ali Ulvi Kurucu'nun merhum Celâl Hoca'nın (Celalettin Ökten) ağzından aktardığı ilk İmam Hatip Okulu'nun 'tarihe emanet edilen' hikayesi oldukça çarpıcı...

İmam Hatip mücadelesinde Celâl Hoca'nın yanı sıra dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Tevfik İleri ve Başbakan Adnan Menderes'in de gayretleri dikkat çekiyor.

İşte "Ankara'da bir ay süründüm" diyen Celâl Hoca'nın ağzından aktarılan göz yaşartıcı hikaye:

"İMAM HATİP OKULLARI İÇİN NASIL İZİN ALINDI?"

Celâl Hoca merhum, hak yolunda mücadeleci, azimli, kararlı bir insandı. İmam Hatip Okulları'nın Türkiye'de ilk açılışı onun azmi ve ısrarı sayesinde, lütf-i İlâhî'nin tecellisi ile olmuştur, dersek mübalağa etmiş olmayız.

Bu bahsi fakir, kendisinden, muhtelif zamanlarda dinlediğim şekilde, tarihe emanet etmek isterim. Esasen bu hadiseye ve safhalarına şahit olmuş bulunan herkesin, bildiğini yazması da vicdanî, dinî ve tarihî bir borç hükmündedir...

İşte Celâl Hocamızın Ankara'da Tâlim Terbiye Kurulu'ndan İmam hatip Okullarının açılmasına dair izin alışının, Hoca'nın ağzından dinleyip de bugün hatırlayabildiğim kadarıyla hikâyesi:

Celâl Hocamızın anlattıkları

 Merhûm Celâleddin Ökten Hocamız şöyle anlatmıştı:

Memleketimizde 1940'lı yıllarda, halkın ağzında dolaşan bir söz vardı:

"Cenazelerimizi yıkayacak imam kalmayacak!.."

Bu söylentide doğruluk payı vardı. Bazı köylerde imam olmadığı ve ölenlerin yıkanıp gömülmesi için yakın köylerden imam gelmesinin beklendiği bilinen bir şeydi. Zaman geçtikçe, bu halin daha kötüleşeceği de belli idi...

Asıl, imanları yıkayacak hoca yoktu

Halbuki asıl tehlike bu değildi... Cenazenin üzerine bir teneke su atarsın yahut bir havuza, bir göle batırırsın yıkarsın... Avam: Cenazemizi yıkayacak hoca kalmadı, der; hocayı, cenaze namazından ibaret bilir... Fakat asıl tehlike şu idi ki:

Milletin imanını yıkayacak, ruhunu yıkayacak, aklını yıkayacak hoca kalmamıştı; kalmayacaktı...

Memleketin imanını yıkayan, koruyan, Mustafa Sabri Efendiler, Hamdi Efendiler, Naim Beyler, Akif Beyler, Ferid Beyler, İzmirli İsmail Hakkı Beyler gitmişti...

Memleketin imanı gidiyordu. Memleket, sade cehaletin değil, küfrün istilâsına giriyor; küfrün silindiri altında eziliyor, eriyordu...

Tevfik İleri talebem idi

Ne yapıp edip, küfrün kalesinde bir delik açmak için, bir İmam Hatip Okulu'nun açılmasına arkadaşlarla karar verdik... Elimde baston, rahatsız halimle trene bindim; Ankara'ya gittim.

O günün Maarif Vekili olan Tevfik İleri merhum, talebelerimden idi. Terbiyeli bir talebe idi. Beni unutmamıştı...

Daha önce de onun tavassutu ile Başbakan Adanan Menderes'in oğullarına Kur'ân-ı Kerîm okutmak, dinî bilgiler öğretmek için beni tâyin etmişlerdi. O işin de tek âmili Tevfik İleri idi.

Adnan Bey'in oğullarının İstanbul'da olduğu günlerde, Hâriciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu'nun evine gider, çocuklara ders verirdim. Bunu herkes de bilmez.

Tevfik İleri ile daha önce konuşmuştum,

"Hocam Ankara'ya gelin. Ümit ederim ki, inşâallah bu İmam Hatip kararını çıkarırız" demişti.

"İmam Hatip Okulları İçin Nasıl İzin Alındı? "

Masonlar, Dönmeler bakanı dinlemiyor

Ankara'da bir otelde kaldım. Günler geçiyor, Tevfik İleri'nin verdiği emirler, Tâlim Terbiye Daire'sinden bir türlü çıkmıyor. Bekle bekle bir ses yok... Tevfik İleri'nin talebem olması, gelin demesi, bana güç vermişti. Fakat işin bu kadar zor olacağı, Masonların, Dönmelerin Bakanı dahi dinlemeyecekleri hesapta yoktu. Bir ay uzayacağını ise hiç beklemiyordum...

Müdür:

"Mevzuat, kanunlar müsaade etmiyor. Bunun için Tevhîd-i Tedrisat Kanunu'nun değişmesi lâzımdır. Bu kanun ile İmam Hatip Mektepleri kapatılmış; o günden bu güne, buna dair bir kanun da çıkmamış... Karar, bizim selâhiyetimizin dışındadır. Parlamento'dan bir kanun çıkması lâzım. Biz böyle bir izin vere-meyiz" diyor, direniyordu.

Param bitti, çay ekmek yiyorum

Müdür olacak adam, sarı bir herif... Yılan gibi bakışları var... Beni çok soğuk karşılıyor. Diyebilse, bana:

"Hoca defol git!" diyecek... Demedi ama bakışları öyle... Bir ay boyunca, her gittiğimde, bu Dönme, beni:

"Yine mi geldin Hoca! Boşuna yorulma!.." diyen bakışlarla karşılıyor.

Bir ay Ankara'da süründüm. Çamaşırım kalmadı. Param bitti. Akşamları, otelden aldığım çayla, odamda ekmeği çaya batırıp yemek zorunda kaldım. Artık uykularım kaçıyordu. Hatta bir gece kaşınmaya başladım.

Bitleneceğim; altıma kaçırıyorum...

"Eyvah, bitlendim mi acaba?" diye korktum, gözlüğümü takıp bakındım... Çünkü temiz çamaşırım kalmamıştı. Girişken bir kimse değilim. Davet eden kimse de yok. Ancak Tâlim Terbiye Kurulu'na ve Tevfik Bey'e giderim, otele dönerim.

Vallahi Ali Ulvi Bey, bir ay içinde kimseye söylemedim: Oturup beklerken, bacağımın altına mendil koyuyordum. Prostatım var, kaçırıyorum.

"Abdeste gideceğim" de diyemiyorum ki;

"Ulan, abdestini tutamayan adamın, burada ne işi var" derler mi diye...

Adnan Menderes hayret etti, üzüldü

Nihayet bir gün, artık çok sıkıldım, rahatsızlandım... Sarı adam, gittiğimde artık yüzüme bile bakmaz olmuştu... Bastonuma dayandım:

"Buradan doğru trene gideyim" diye kalktım. Yalnız Tevfik İleri Bey'e bir daha uğrayayım, hem vedâ edeyim dedim. Tevfik Bey, o kırgın halimi gördü; rengimi beğenmedi:

"Hocam, siz rahatsızsınız..."'

"Tevfik Bey, ben gidiyorum..." dedim... Üzüldü; düşündü:

"Hocam iyi sabretmişsiniz... Son bir çare olarak, meseleyi Adnan Bey'e açalım"dedi.

Birlikte Adnan Menderes Bey'e, başvekâlete gittik. Vaziyeti anlattık. Adnan Bey hayret etti, üzüldü. Tâlim Terbiye Dairesi'ndeki bir adamın, Bakana karşı koyduğuna şaştı:

"Bu derece mi Tevfik Bey?"

"Evet, efendim, bu derecedir..."

Adnan Menderes Bey'in planı

Başbakan biraz düşündükten sonra dedi ki:

"Hocam, yarın siz Tevfik Bey'e gelin; Tevfik Bey'le beraber Tâlim Terbiye'ye gidin... Ben aynı saatte baskın yapayım... Bir de bu şekilde tecrübe edelim. Belki Allah yardımcımız olur."

Ertesi gün Adnan Bey'in dediği gibi, Tevfik Bey'le birlikte Tâlim Terbiye'ye gittik. O memurun masasında iken Başbakan geldi.

 

Girer girmez selâm verdi. Sonra: 

"Tevfik Bey neredesin yahu! Ne zaman sorsam, Tâlim Terbiye'de diyorlar!.. Nedir bu?.. Allah aşkına senin Tâlim Terbiye'de bu kadar ne işin var?.."

"Efendim, Celâl Okten Hoca, benim hocamdır. Bir aydan beri buradadır..."

"Hayırdır ne işi varmış?.."

Tevfik Bey,

"Efendim, böyle böyle..." diye anlattı...

Lâzım olanı yazın, ben imza ederim!..

Adnan Bey, memura sordu:

"Beyefendi bunun mahzuru nedir?"

"Efendim, bana meşguliyetimin dışında bir teklif yapılıyor. Ben böyle bir karar veremem. Böyle bir müsaadeyi benden istiyorlar. Benden çıkması lâzımmış. Binaenaleyh mevzuat böyle bir karar vermeme müsaade etmez. Vekil Bey üzerime büyük baskı yapıyor..."

"Peki, Tevfik Bey'in verdiği tâlimat kâfi gelmiyorsa; emri ben vereyim: Bu emri günün Başvekili vermiş deyin..."

"Muhterem başvekilim, ben mes'ul olurum; şifahî emir beni kurtaramaz..."

"O halde, lâzım olanı yazın, ben imza edeyim..."

Merhum Adnan Menderes'in bu kararlı tavrı karşısında, artık Tâlim Terbiye Dairesi Başkanlığı'nın söyleyecek sözü kalmadı.

Bina bizden, maaşlar da bizden

Bizim vekâletten bir şey istediğimiz de yok... Binayı bulacağız, kirası, bakımı; idareciler, öğretmenler, hademe vs. maaşları, hepsi bize ait olacak...

Tevfik Bey de sormuştu:

"Hocam nereye açacaksınız? Kimler okutacak?.."

"Siz hele bize bir izni verin; Allah'ın lutf ü keremi ile onlar bulunur..."

O gün, benim için bayram oldu. İstanbul'dan telgraf çekip sorarlar:

"Ne zaman geleceksin?"

"Geldim, geliyorum" derken, neyse müjdeyle döndüm.

O gün nasıl çıldırmadım, hâlâ şaşarım..

O gün, muvafakat emrini alıp da, Başvekâletten otele gelirken, nasıl çıldırmadım, nasıl aklımı kaybetmedim, diye hâlâ şaşarım... Ne evlendiğim gün, ne de icazet aldığım zaman böyle sevindim.

O gün bu kadar sevinmiştim!..

Bu dereceden fazla, bunu bastıran bir sevinci, ancak Beytullah'ı gördüğüm zaman hissettim...

Artık hemen Başvekâlet'e Adnan Bey'e teşekküre gittim...

Yâhu geçen günler, nasıl unutuluyor; bunları bilmek lâzım... Tarih bunun için, ibret almak için lâzımdır."

allah gani gani rahmet eylesin mekanlarını cennet-i ala eylesin

[14/08 13:15] Ömer Tekinkaya: MEMLEKET SEVDALISI BİR EĞİTİMCİ

Tevfik İleri... Adını hiç duydunuz mu? Kimdir,  ne yapmıştır, sonu ne olmuştur...? Hem ruhuna bir Fatiha okuyalım, hem de onu biraz yakından tanıyalım..

1951'de Konya İmam-Hatib Lisesi'nin de  aralarında bulunduğu 7 İmam-Hatib Lisesi'nin  açılmasını sağlayan, Türkiye'de Imam-Hatib Lise'lerinin kurucusu olan ve 31 Aralık 1961’de 27 Mayıs darbesi nedeniyle hapiste iken kanserden vefat eden Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'yi  rahmet ve şükranla anıyorum. 

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

"Dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım !”.

“Sabahleyin gazeteleri okurken, aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım’a böyle seslenirmiş Tevfik İleri: 

“Demek ki, dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!”

Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ydi o... 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebustu. 

Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu’na götürüp tıkmışlar. Burası bombalanacak diye de bir şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş. Ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış “Tevfik İleri nerede?” diye. Namazda yakalamış onu. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışıp “Ben senin belâlınım, seni öldüreceğim.” demiş. Ama aynı sertlikle cevabını almış: “Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.”

Yüksek Mühendis Mektebi’nde başladı Tevfik İleri’nin siyasi hayatı... Aksiyon adamı olacağı daha o yıllarda belliydi.. .Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı yaptı. 1930 yılında Razgrad’da Türk mezarlığını tahrip eden Bulgarları protesto mitingleri düzenledi. Karayolları kontrol mühendisliğinden,  Gelirler Müdürlüğüne birçok görev ifa etti. Erzurum’dan Çanakkale’ye, Samsun’dan Ankara’ya birçok şehirde bulundu. 1938’de Erzurum’da ölen 32 günlük çocuğunu toprağa verirken şöyle demişti: 

“…Ve nihayet her yurt köşesi gibi kalbimizle bağlı olduğumuz Erzurum’a şimdi canımızla da bağlanmış olduk…” 

 Evladının defnini bile vatan sevgisine bağlayan, tevekkülü vatan toprağıyla buluşturan bir aşk bu.. 

Onun ve arkadaşlarının vatan aşkı 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’yle iktidara kavuştu. Samsun mebusu oldu. 10 yıl sürecek vekillik döneminde Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı yaptı. Hep icracı görevler üstlendi. Ama en önemlisi o, Menderes’in Milli Eğitim Bakanıydı.

İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünün açılışında o vardı. Din derslerinin ilkokul müfredatına alınmasının, yirmi yıl aranın ardından İmam-Hatip Lise'lerinin tekrar açılmasının altında hep onun imzası vardı. Köy Enstitüleri’ni Öğretmen Okullarıyla birleştiren cesur milli eğitimciydi. Hatipliği parmak ısırtacak cinstendi, İdealistti. Memleket aşkını hep hisseden hissettiren bir kişilikti. Milliyetçiliği sözle değil, icraatla yaptı. Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nü kuran da, Türk Kültür eserlerinin yayınını başlatan da odur. Ama hep endişe duydu bu vatan aşkının akamete uğratılmasından.

İmam-Hatip okullarına kastı olanlardan hep saldırı bekledi. “Çok dikkatli olalım. Bu okulları doğmadan boğmak istiyorlar, mevcutları kapatmam için Türkiye’nin bütçesi kadar rüşvet teklif ediyorlar," deyip durdu.

Seçimle yenmişlerdi milletin makûs talihini. Hem de üç kez. Ama şalvarlı, çarıklı köylülerin Kızılay’da, Meclis’te dolaşmalarına, oradan ülkeye hükmetmelerine tahammül edemedi darbeciler...Halkın irâdesini hiçe saydılar. Diğer mebuslar gibi Tevfik Bey’i de yolladılar zindana... Eşi Vasfiye Hanım’a, kızları Ayşe ve Cahide’ye, oğlu Cahit’e de evlerini zindan ettiler. Evin önüne asker diktiler. 27 Mayıs’ı bayram yapanlar birkaç saat sonra kapıyı çaldılar “Neden bayrak asmıyorsunuz?” diyerek. Kahredici bir soruydu bu, vatanın görüp göreceği en vatansever ev için.

Evlendiği gün eşi Vasfiye Hanım’a “Önce vatanımızı, milletimizi seveceğiz, sonra birbirimizi” diyen Hemşinli Tevfik’in eviydi burası... Yassıada’da Cehennemî bir hayata mahkûm edildiğinde bile milleti için dua eden Tevfik Ileri... 

18 Martlarda öğrencileri toplayıp ilk defa Çanakkale’ye götüren Milli Eğitim Bakanı Tevfik  İleri..

27 Mayıs 1960 onun için de sonun başlangıcıydı. Darağacı listesinde o da vardı. Yassıada’da Menderes’in yoldaşıydı. Darbeyi kendine yediremedi. Kahrından kanser oldu. Darbecilerin insafı idamı müebbede dönüştürecek kadardı. Yassıada’dan Kayseri cezaevine gönderdiler onu...Hastalık ilerledi ve Ankara Hastanesi’ne taşıdılar. Ama keder büyüktü. Hemşin’de başlayan dünya sürgünü Ankara’da son buldu. Menderes’in idamına ancak 3 ay dayanabildi. 1961’in son günü yoldaşına kavuştu; 

“Menderes'siz yeni bir yılı istemem” der gibi. 

Eylül’de Kayseri Cezaevinden eşi ve çocuklarına elveda satırları yazarak sona yaklaşıldığını haber vermişti sanki:

 “Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor… 

Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal,mülk, servet bırakmadım. Ama şerefli, bir isim bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.”!

Kızı Cahide 27 Mayıs’ın hemen sonrasının babasının hatıralarını  yıllar sonra anlatabildi:

“Babamı tevkif ettikten sonra diğer Demokrat Parti mebuslarına olduğu gibi bizim eve de arama için bir ekip geldi. Birden içeri daldılar… Kütüphanede, raflarda, annemin yatak odasında, çekmecelerde arama yaptılar. Sonradan annemin mücevherlerini aradıkları anlaşıldı.

Tabii hiçbir şey bulamadılar, çünkü annemin doğru dürüst bir mücevheri yoktu. İçlerinden biri,"benim karımın bile bundan daha fazla mücevheri var. Sizin de hiçbir şeyiniz yokmuş" dedi ve çıkıp gittiler…

Yine bir vakit kapıya dayanmıştı askerler… Bir fatura uzatmışlardı “bu babanızın Yassıada’da yediği yemeklerin faturası, hemen ödeyin!” diyerek… 

Acılarla, zulümlerle dolu bir hayattı onun hayatı.. Ama acılarını şikâyete dönüştürmedi hiç. Yaşanacak bir kaderi olduğuna inandı. Allah’a dayandı, saye sarıldı, hikmete ram oldu. Mütevekkildi hep… 

Son mektuplarından birinde şöyle diyordu biricik Vasfiyesine: 

“… Günlerden Çarşamba diyorlar. 27 Temmuz. Saat beş. Dünya iblis saltanatı, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 04.30’da uyandım. Vasfiyem'de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah’a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allah’ımızın lütfu olan bu güzel ve alaca karanlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…”

Eşi Vasfiye Hanım geri kalmadı ondan..Zindan hayatının birinci yıldönümünde darbecilerin edatlar ve bağlaçlar dâhil 50 kelimeyle sınırlandırdığı mektup yazma hakkını şu sözlerle kullanmıştı:

“Canım Tevfikciğim, bugün Kurban Bayramı’nın ikinci günü. Aynı zamanda seninle bedenlerimizin ayrılık yılı arifesi. Kocaman bir sene geçti aradan. Ve bu kocaman bir senenin hülasasını yaparsak kâr zarar diye, bence kâr tarafımız ağır basıyor. Gerçi, çok ıstıraplar çektik ve çekmekteyiz, işte bu çiledir bence bizi kârlı çıkaran.”

O da 50’şer kelimelik mektuplarla cevap veriyordu Vasfiyesine: 

“Dün ilk defa yıkandım… 

Ayın 6’sında komutanın müsaadesiyle Adnan Bey’le görüştüm… 

İyidir. 

Osmanlı Tarihi okuyor. 

Bir de Kur’an-ı Kerim. 

O da huzur-ı kalp içinde…” 

Prof.Dr.Ali KÖSE

Diyanet Aylık Dergi

Aralık 2017

Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. 

Ruhuna 1 Fatiha 3 İhlas.

TEBBET SURESİNİN BUGÜNKÜ KARŞILIĞI

 Ebu Lehep Efendimiz (SAV) 'in amcasıdır. Kur'an da lanetlenmiştir. Ebu lehep bugün yaşamadığına göre bu sure bugün bize ne ifade edecektir? Bugün bu bu sure  Ebu Leheb tıynetinde olan kimselere hitaptır. Peygambere karşı gelen, onu kötüleyen, zarar veren karakterdeki kişiler olup bugünkü karşılığı peygamber varislerini inkar eden, onlara fiili sözlü sataşan ve kötülük eden kimselerdir.
Hz.Ali Efendimiz ,Sıffın harbinde mızraklarının ucuna kuran sahifelerini takanlara karşı "biz Kur'an'a kılıç çekmeyiz" diyenlere "O kuran söylemez(konuşmaz), söyleyen(konuşan) Kur'an benim" demesine rağmen bir çok insan tefrika çıkartmış, Hazret-i İmam'ın sözüne inanmayanlar kelimei tevhid söyleyerek İslam olduklarını zannedenler, Hz. Hüseyin'in kanını dökerken, "elinizi çabuk tutun namaz vakti geçiyor" diyenler olarak Kerbela'yı gerçekleştirmiştir.
"Kör yanına geldi diye yüzünü ekşitip öteye döndü" diyen Abese suresi bugün bizim davranışlarımızda geçerliliğini korumuyor mu?

HACI BEKTAŞİ VELİ'NİN ROLÜ

Hacı Bektaşi Veli hazretleri, Bursa ve Yenişehire gelince padişahın ısrarına rağmen saray sohbetleri yapmadı , ordunun tüm askerlerini bir alanda toplayıp  hepsine tek tek dua ve himmet etti. Günler süren bu manevi revizyon sonunda yenilmez bir askeri güç meydana geldi. Yeniçerilerin son zamanlara kadar gelen Bektaşi gelenekleri bu ilk ışımadan kaynaklanmaktadır.(Prof.Fuat Köprülü)

SULTAN MELİKŞAH

Anadolu Selçuklu Devletini kuran Sultan Melikşah' la alakalı Ermeni tarihçi Urfalı Mateos şu sözleri söylemiştir: "Aynı yılda evrenin sahibi Sultan Melikşah Rumların ülkesine doğru ilerledi. Kalbi Hristiyanlara karşı şefkat ve iyimserlikle doluydu. Hükmettiği ülkelerin ahalisini bir baba sevgisiyle kucakladı. Pek çok kent ve eyalet Melikşah'a teslim oldu. İsa'nın evlatlarına karşı çok iyi davrandı. Melikşah'ın saltanatını İsa takdis etti. İmparatorluğu ta uzaklara kadar genişledi. Ermeni halkına refah , mutluluk getirdi. Melikşah kiliseleri , manastırları, papazları her türlü vergiden muaf tutmuş ve bu yönde bir ferman buyurmuştur. Ermeni patriğini hediyelerle uğurlamıştır"

ANLAYIŞ

 Büyük bir Japon bilgesi, deniz kenarında kumlar üzerinde oturmuş, meditasyon halindedir. Delikanlının biri, ona yaklaşır ve der ki:
- “Lütfen beni öğrencin olarak kabul et.”
Bilge, parmağıyla kumların üzerinde düz bir çizgi çeker; 
- “Çizgiyi kısalt” der. Genç, avuçlarıyla çizginin yarısını siler. Bilge der ki:- “Git, öğren de gel!”
Aradan bir ay geçtikten sonra delikanlı tekrar gelir.  Bilge, yine bir çizgi çizer:- “Kısalt!” der.
Delikanlı, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır. Bilge, onu da kabul etmez:
-Git, öğren de gel! İki ay sonra delikanlının yanına geldiğini gören Bilge, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve onu kısaltmasını ister. 
Delikanlı:- “Çok düşündüm ama bulamadım. Siz kısaltın! ”Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker:
- “Şimdi kısaldı.” der...
Bu hikaye, Japon kültüründe gelişmenin, ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir. Düşmanlığa ve diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, çünkü sen olgunlaşıp ilerlediğinde onlar kendiliğinden yenilgiye uğrar, geride kalırlar...
(Eleştirmek yerine daha iyisini, güzelini, kalitelisini yaparak mevcudla mücadele örneğidir)

14 Ağustos 2021 Cumartesi

EVLİYANIN MANEVİ GARANTÖRLÜĞÜ

 Alparslan'ın manevi hocası Buharalı Ebu Cafer Muhammed hazretleri idi. Alpaslan'ı mana yönünden eğitti  ve sonra müjdeyi verdi:"Sendiyar-ı Rum'un(Anadolu'nun) kapısını kapanmamak  üzere İslam'a açacaksın" Bu manevi garanti üzerine Alpaslan, mağrur Dyojen'in ordusunun karşısına dikilmiştir.26 Ağustos Cuma günü Malazgirt ovasında askerlerinin önünde atından inen Alpaslan secdeye kapandı ve: "Yarabbi, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor, senin uğruna savaşıyorum. Yarabbi, niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa beni kahret" dedi. secdeden kalktıktan sonra askerlerine :Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur. Emir ve Kader O'nun elindedir. Bu sebeple savaşmak arzusunda hürsünüz, isteyen savaşacaktır der. Beyaz elbiselerini göstererek: "Bu elbiseyi özellikle giydim. Şehit olursam onu kefen sayın. O zaman ruhum semalarda olacaktır.
Perişan ettiği düşman imparatoruna misafir muamelesini yaptığını hayretle izleyenlere: " Bu zafer, ilahi yazgının ihtişamlı bir sonucudur. Herkes rolünü oynadı. Bu yüce anın şükrü için başka türlü düşünemem"

KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR AYETİNİN TEVİLLERİNDEN

Emeviler genç İslam inkılabının zinde gücünü zahirde zaferlerle yürütürken, içte İslam düşüncesini eski Arap düzenine çevirme yanılgısına saplanmıştır. Emevi hükümdarları içinden içki müptelası hükümdarlar çıkmıştı. Manevi alanda yücelmiş din bilginleri , Emevilerin 82 yıl içinde çökeceğini biliyorlardı. Kur'an da Kadir suresinde :"gecesi bin aydan hayırlıdır" ayeti bu sırrı çözüyordu. Hz.Ali efendimiz kadir gecesi şehit edilmişti. O şehadet bin aylık Emevi saltanatından hayırlı idi.İşte bu anahtarı Eba Müslim Horasani'nin mürşidi çözmüş,82 yıl dört aylık Emevi saltanatına ömür biçmişti.   

TÜRKLER'İN İSLAMİYETE YARDIMI

İslamın ilk iki asırda karşılaştığı iki büyük tehlike :Emevi tehlikesi ve Şia Büveyhi tehlikesi idi, her ikisi de Türkler tarafından önlenmiştir. Emevileri Eba Müslim Horasani, Büveyhi'yi de Tuğrul Bey yok etmiştir.

TÜRKLERE MANEVİ SIRLARIN İNTİKAL HADİSESİ

Efendimiz (sav)'in İstanbul'un fethi ile alakalı hadisi istikbalde gerçekleşecek bir hadiseyi müjdeliyordu. İlahi kaderi daim seyreden Efendimiz(SAV) bu emriyle Anadolu'yu ve onu temsil eden kavmi işaret ediyordu. Bu nedenle Tüm Horasan Velileri Velileri kılıç kuşanıp at üstünde asker olarak Anadoluya geldiler. Çünkü bu hadis, Anadoluya inen her Türk için kapsamı geniş bir şerefti. Türklerin islamiyetle ilk şereflenişi Emeviler devrinde değildir. Sayıları az da olsa bazı Türk kabileleri İran'ın islamlaştığı dört halife devrinde kuzey İran'da islamiyeti kabul etmişti. Yedinci asrın sonuna doğru tarihin en büyük ihaneti olan Kerbela dramında bu ilk Türk Müslüman Türklerin yardım izlerini görüyoruz. 
Tasavvuf tarihinin özellikle Mevlevi tarihinin üzerinde önemle durduğu bu olayın kısa öyküsü şudur: Kerbela'da savaşın en şiddetli safhasında yedi Türk savaşçısı gelip Hz.Hüseyn efendimize Azerbaycan'a götürme teklifinde bulundular. Hz.Hüseyn efendimiz "Kumandanınıza teşekkür ederim. Ancak yardımız bana değil, hasta oğlum Abidin'e (Zeynel Abidin) olacaktır.Ben şehid olduğumda onu alıp götürün" buyurdu. Meş'um olay vuku buldu ve Türkler Zeynel Abidin hazretlerini alıp götürdüler. Zeynel Abidin hazretleri orada sağlığına kavuştu, Zeynel Abidin(ibadet edenlerin ziyneti) oldu; Medineye döndü ve mana sırrı Türk'lere böylece Ehli Beyt'ten intikal etti.
Ehli Beyt'e has büyük mana cereyanı;ilk kez gerçek islamiyeti, Böylece Hazar gölünün güneyindeki Türk'lere aşıladı. Bu sır sonradan tüm horasan ve çevresine nüfuz edecek ,binlerce veli,galaksilerin çoşkusu gibi İslam dünyasına yayılacaktır.

13 Ağustos 2021 Cuma

KUR'AN' IN TE'VİLİ

Kur'an da geçen tüm olayların fiilen gerçekleştiğine de, tevillerine de inanmak lazımdır. Kur'an da tevile açık yerler vardır. Her Kur'an okuyan aynı şekilde anlayıp anlatamaz. Onu tevil edebilmek için, Allah'ın yardımıyla kaynağına ulaşmış olması lazımdır. Bu kaynak veya ana damara , peygamber soyundan gelmekle ulaşılabileceği gibi, hayat boyu alınan terbiye ve eğitim ile de vasıl olunabilir.

KÖLELİĞİN VASIF DEĞİŞTİRMESİ

Eskiden kölelik müessesesi vardı. Köle tabir edilen insanlar bir eşya gibi satılır ve sahiplerine hizmet ederlerdi. Bugün kölelik müessesesi yok. Ancak vasıf değiştiren bu kavram bugün iktisadi karakter almıştır. İktisaden muhtaç insan. Sermaye sahipleri, sahip oldukları para gücüyle insanları kullanmaktadır.

ARAPÇANIN ÖZELLİKLERİ

 Dünyanın en zengin dilidir. Kur'an'ın arapça gelmesinin bir sebebi de budur. Arapça'da hemen her manaya  bir elbise giydirilmiştir. Örneğin "Deve" kelimesinin Türkçe'de tek karşılığı vardır. Arapça'da on altı yahut on yedi  tane "dev" ifade eden kelime vardır. Bunlar yerinde kullanıldığında devenin cinsiyetinden , tüy rengine, hamile olup olmamasına, yaşına kadar tüm özelliklerini bir kelime anlatıverir.
Arapçada her harfin bir ebced değeri olup bir başka dilin alfabesine bunu uygulamak mümkün değildir.
Süryanice , bazı yönleriyle kısaltılmış Arapçaya benzer. Özet bir dildir. Kelimeler kısadır. Tıpkı steno ile yazı yazmaya benzer. İbranice de Arapça gibi sağdan sola doğru yazılır.

DİL TEKERLEMESİ

 Arapça kelime bakımından zengindir. Farsca ondan sonra gelir. Günümüz Türkçesi ise en fakiridir. Osmanlıca Arapça ve Farsça'nın karışımından oluşmasına rağmen, cümle yapısı, Türkçe'den alındığı için, bu iki dildekinin tam tersidir. Osmanlıcada da Türkçe'de olduğu gibi yüklem sona alınmıştır. Bu sebeble eskiden "Arabi lafzest(lafı çok),Farisi şekereset(çok tatlı ve akıcı),Türki hünerest(kullanmak maharet ister)" diye tekerleme vardır.

MÜRŞİT HER MERTEBEDE GÖRÜNÜR

Erbabı marifet her şeyi kendinde topladığı için, şeriatçıların yanında şeriatçı, hakikat erbabının yanında hakikatçı, tarikat erbabının yanında tarikatçı olmasını bilir. Zira, onlar için Allah'ın atılacak hiçbir mertebesi ve hiçbir mertebesinin de atılabilecek bir zerresi yoktur. Marifet eğitim sisteminde en üst eğitim merhalesi olan üniversite mertebesidir. Zaten ilkokul, ortaokul, lise eğitimlerinden geçmeden üniversiteye gelinmez. Marifette olanlar Allah'ı bilir demek, diğer mertebelerde kalanlar Allah'ı bilemez demek değildir. Onlarda kendi mertebelerinden bilirler. Matematik dersi ilk okulda da, ortaokulda da, lise dede vardır.

12 Ağustos 2021 Perşembe

HZ.PEYGAMBER YANSITICIDIR

 Allah'ın ceryanı alternatif akım gibi olduğundan insanı yakıp atıverir. Bu nedenle O'na "Celle Celaleh" denir. Hz.Peygamber'in nuru ise , manyetik akım gibi olduğu için kimseyi yakmaz. Allah'ın celalinde cemal gizlidir. Onun için , mümin olan Peygamberin şefaatinden istifade edebilir. İnsan çıplak gözle güneşe bakamaz. Ama aya bakabilir. Çünkü ay güneşin yansıtıcısı olup Hz. Peygamber yansıtıcı olan bir ay gibi yüzüne bakılabilir.

MARİFETİ ANLATMAK

 Şeriatı anlatırken Cevizin dış kabuğu denir. Bu yeşil kabuk cevizi muhafaza eder. Yeşil kabuğun altındaki sert tahta kısım tarikattır. Yeşil kısım dökülünce cevizin kemalata geldiği kabul edilir. Cevizin içi hakikattir. Tarikattan geçmeden hakikate ulaşılamaz. Cevizin iç kısmını saran ince zardan sonrası yenilen kısımdır ki bu marifettir. Bir ceviz tohumundan tekrar bir ceviz ağacı çıksın istiyorsak ceviz meyvesini kabuğuyla ekmemiz gereklidir. Yani yeşil kısım, tahta kısım ve iç dahil olmak üzere. Marifet, cevizi tüm tabakalarıyla kapsar
Marifet mürşidi suretsiz görmektir. Suretler "La" dır. Suretin içindeki suretsizlik "illa" dır ve kalıcı olan O'dur.

YALAN ÜZERİNE

 Melami mürşitlerinden İzmir Tire'de yaşayan Lütfi Filiz hazretleri anlatır: "Ben saatçilik yaparken , müşterilerime daima doğru söylemeyi adet edinmiştim. Saatlerini tamir edemediğim zaman "Yapamadım" derdim. Bu sözüm üzerine bazı müşteriler saatini alıp giderdi. Bir gün dükkanıma sakallı bir adam geldi. Bu durumu görünce bana "sen terzi misin saatçi mi?" diye sordu. "Saatçiyim" deyince bu yaptığımın doğru olmadığını, ve soranlara "Saatin yapıldı ancak ayar için bir kaç gün daha kalması lazım" demen gerektiğini söyledi. "Böyle söylersem yalan olmayacak mı?" diye sorduğumda da "önemli olan gönül kırmamaktır. Gönül kırmamak için söylenecek ufak yalanları Allah da mazur görür. Ayar için kalması lazım dediğinde müşteri özel bir ilgi gösteriyor düşüncesiyle iş yapılmamasına rağmen memnun ayrılacaktır. İkinci kez geldiğinde saati yapılmış olacağı için , ilk önce söylenen yalan olsa bile hakikate doğru sayılacaktır. Önemli olan gönül almak, gönül yapmaktır. Doğru söyleyip gönül kırmaktansa , gönül kırmadan işi halletmek daha iyi değil mi? dedi. O kişi gittikten sonra ben bu yöntemi uyguladığımda , saat sahiplerinin "olur ustu, üç gün değil bir hafta kalsın  ama iyi olsun" dediğini duymaya başladım.

HAKİKAT NEDEN GİZLENİR?

Tarihte bildiklerini açıklayanların, sırları ifşa edenlerin, ehli şeriat tarafından verilen fetvalarla nasıl şehit edildiklerine şahidiz. Hallac, Nesimi, pir Sultan, Şeyh Bedrettin, İsmail Maşuki v.s
Yapan, çatan, yani açıklatan da açıklayan da Hakk olduğuna göre , niçin böyle yapmıştır? Açıklatmasının nedeni insanların karanlıktan aydınlığa çıkartmaktır. Devamlı aydınlıkta kalsaydı olmaz mıydı?Olmazdı. Çünkü karanlık olmasa aydınlık bilinemez ve cazibesini kaybeder. Aynı şekilde herkes güzel olsa güzelin kıymeti olmaz. Güzeli güzel yapan çirkinlerin mevcudiyetidir. İşin aslına bakılırsa çirkin diye bir şey yoktur. Çirkin gösteren güzelliğin üstündeki örtüdür. Hakikati bilenler açıklamazlar, çünkü umuma açıkladıklarında cemiyet raydan çıkar. Açıklanacak kimseler edep dairesine girenler olduğu için bunlar dejenerasyon yapmazlar. Şerita düzeni halktır."Enel Hakk" diyenler halk arasına karışmamalıdır. 
Mürşit gerek müşkül için/Desen kur'an vardır niçin?/Sırrı kur'an bil mürşittir/Zahir oldu irşat için. sözünü ehli şeriat nasıl anlar?

REİSCİLİK PUTU

Gazeteci Barış Terkoğlu'nun bir yazısı.Burhan kuzu,zindaşti,Aliye Uzun ile alakalı bir gerçek. 

 Bir zamanlar putlara savaş açtıklarını söyledikleri bir “dava”ları vardı. İktidarda olmak, o davanın yerine; gücün, paranın, makamın putlarını koydu. Kaçınılmaz; “dava” denilen içi boşalmış hikâye, artık “gardırop Erdoğancılığı”na dönüştü. “Mana”; yerini Aliye Uzun’un başkan pankartına, masasındaki AKP logolu bardağa, anahtarlığındaki maskota bıraktı. Tapılan “Reisçilik putu”, “maneviyat” dedikleri değerlerin çekici oldu. 


HAK TEALANIN ÖĞRETTİĞİ İLİMLER

 "Hz.Peygamber buyurdu:"Rabbim bana sual sordu.Ben O'na cevap veremedim.Keyfiyetsiz bir tarzda elini iki omuzumun arasına koydu.Ben o elin serinliğini kalbimde hissettim.Böylece beni geçmiş ve gelecek ilimlere varis kıldı.Ayrıca bana çeşitli ilimler de öğretti.Rabbim, bir kısım ilmi gizli tutacağıma dair benden söz aldı.Çünkü benden başka hiç kimsenin onu taşıyamıyacağını biliyordu.Başka bir ilimde beni muhayyer kıldı"İstersen başkasına söylersin, istemezsen söylemezsin" dedi.Kur'anı bana öğretti.Cibril devamlı olarak bana hatırlatıyordu.Ve daha başka bir ilim var ki , onu herekese söylemeye beni memur etti. ve "Öyle bir ilim var ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.Onu ancak arifi billah olanlar bilirler.Bu ilimden konuştukları vakit , Allah'dan gafil olan kimseler anlamazlar.Bu yüzden Allah Teala'nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği alimleri sakın küçük görüp tahkir etmeyin.Çünkü, aziz ve celil olan Allah onlara o ilmi verirken tahkir etmemiştir".

Hz.ali efendimiz bu hadise istinaden buyurmuştur:"Eğr ben hazret-i peygamberin ağzından duyduğum sırları size söylesem , siz "Ali, yalancıdır.Bunu kim duydu ki?" dersiniz.

Hz.Resulullah torunu Zeynel Abidin hazretleri :

Ey rabbim, eğer ilmin özünü açıklasaydım,Elbette bana sen puta tapanlardansın derlerdi.ve hem Müslüman yiğitler de kanımı dökmeyi helal görürlerdi.Ki onlar kendilerine gelen güzeli çirkin görürler,öyleyse ben ilmin hakikatını gizlemeliyim,Cahil olanlar Hakk'ı görünceye dek.

SÖZ VE TESİRLERİ

 Söz(kelam) canlıdır ve bir tohum gibidir.Avamın sözünün gerçekleşmeyiş nedeni onun olgunlaşmamış bir tohum gibi olması ve toprağa düştüğünde çürümesidir.Kamillerin sözleriyse , olgun tohum olduğundan , hele bir de ekilirse, mutlaka filizlenecek ve içindeki ağacı meydana çıkartacaktır.Tohumun(çekirdeğin) içindeki ağaç gözükmez.ancak ekildikten sonra çıkan filiz ve gelişen ağacı herkes görür.İnsan kainatın çekirdeğidir.O çekirdekten oluşan meyve de yine insan olacaktır.

Sunullah Gaybi hazretleri buyurmuştur:

Bir ağaçtır bu alem, meyvesi oldu Adem /Meyvedir matlub olan, sanma ki ağaç ola 

HAKİKAT NEDİR?

 Hakikat, şeriat düzeninin neden gerektiğini veamacının ne olduğunu öğrenip o amacı gerçekleştirmektir.Yani, şeriatın iç yüzü, iç alem veya gönül alemidir.Hakikatte halk değil Hakk vardır.Hakk'da da ayrılık değil , birlik olduğu için cinsiyet ayrımı,mahremiyet,na mahremiyet yoktur.Şeriat çocukluk ve cahillik devri olmakla ehli şeriatın her şeyi söylemesi mazur görülebilir, ancak hakikat ehli işin özünü öğrendiğinden tenkit edici söz söylemez."Allah'ı yakında arayın" sözü ehli hakikat için geçerlidir.

Hocalar "Cennette en az ayda bir didara müşahit olmak için huzura girereler" sözünü soğukluk olmaması gerektiğinin ifade sidir.Bu nedenhle en az ayda bir mürşidin ziyareti gerekir ki ateş sönmesin.

Hakikatte kıtal ve kıyas yoktur.Bunlar şeriatta vardır ve tevhidin bilinmeyişidir.Şeriatte çürük diş, diğer sağlam dişlere mikrop yaymasın diye çekip çıkartılır ve atılır ki diğer dişler sağlıklarını koruyabilsinler.

11 Ağustos 2021 Çarşamba

SİNSİ HASTALIK

 Suriyeli Prof Dr. Muhammed Ratib Nablusi Hoca'dan:En şiddetli hastalıklardan biri sinsi hastalıktır. 

Belirtileri görülen yahut hissedilen türden değildir. Yakalandığınızda çok ciddi zarar verir. 

Bu hastalığın adı “nimete alışma hastalığı” dır. Dört şekilde kendini gösterir. 

1- Allah'ın nimetlerine alışmak. Adeta nimet değilmiş gibi görmeye başlamak.

Nimetin nimet olduğunu hissetmeyip müktesep hak gibi görmek. 

2- Evine giren kişinin  ailesini sağ salim görmeye alışması. Onları iyi halde görüp bunun için Allah'a hamdu sena etmemek. 

3- Alışverişe gidip market arabasına dilediğini koyup ücretini ödeyerek evine dönerken nimeti vereni ve ona şükretmenin gerektiğini zerre miktar hissetmemek. Bunu gayet normal bir durum olarak görüp adeta en tabii hakkı gibi telakki etmek. 

4- Her sabah güven içinde uyanıp sağlığı yerinde bir şikayeti ağrısı sızısı olmadan kalktığında Allah'a  hamd etmemek. 

Dikkat !!!!! Sen bu durumlardan birisini yaşıyorsan tehlike altındasın. Evine girdiğinde…

Allah sana anne baba yahut eş çoluk çocuk nimeti vermişse, Sağlıklı ve iyi bir durumda isen Allah tealaya bol bol hamdet, şükret. Hayatının nimetlere alışmanı sağlanmasına izin verme. Sen hayatını bu yüceler yücesi ilaha hamd ve şükre alıştır.Nasılsın diye sorduklarında "Aynı be ne olsun" deme.Sen sayamayacağın nimetler içindesin Allah teala sana onları yeniliyor. Güncelliyor. 

Hem de hergün. Sana hamd ve Şükrü de farz kılmış. Niceleri o güne senin sahip olduğun nimetlerinden mahrum başlamıştır.Nicesi güven içindeyken o gün korkarak kalkmıştır. Nice çalışan o gün işsiz kalmıştır. Nice zengin o gün fakir düşmüştür. Nice gözü gören o gün kör olmuştur. Nice sağlıklı insan o gün sağlığını kaybetmiştir. 

Sana ise nimetler yenilenmiştir. O zaman de ki:Allah'a hamd olsun. Salih ameller anca onun nimetiyle tamamlanabilir.

BEKTAŞİLİKTE DÜŞKÜNLÜK

Bektaşilerde makamlar çok iyi belirlenmiştir.Herkesin terfi ettikçe oturacağı post bellidir.Kimse bir başkasının postuna oturamaz.Bir hata yapan derhal uyarılır.Hata ikinci kez tekrarlanırsa kişi düşkün ilan edilir ki bu hırıstiyanlıktaki afaroz müessesine denk gelir.Böylelerini, Hakk nazarından düşmüş kabul edilir ve dergahlara alınmazlar.

CEM EVLERİNDEKİ SİYASET

 Alevi Bektaşi yolunu benimsemiş insanlarımızın ibadet yeri Cemevleridir.Ancak,bu müesseselerde bugün için siyasetin hakim unsur olduğunu görmekteyiz.....Cemevinde icraedilen bir cenaze töreninde vefat eden bir şahsın bazı arkadaşlarının cenazedeki konuşmasında Türkiye Komünist partisi adına propaganda yapması üzülecek bir konu idi.

BEKTAŞİLİKTE DEVRANİYETÇİLİK

 Bektaşilerin inancına göre dünyaya gelen burada insanlığını bulamazsa , hayvaniyet alemine geri dönecek ve insanlığını buluncaya kadar gidip gelmeler devam edecektir.Bu geliş gidişler insan olduktan sonra duracaktır.Buşekildeki gidiş gelişlere "Devraniyetçilik" denilir.Onlara göre bir kişi bu dünyada hangi huylarla (sıfatla) giderse tekrar gelişinde  o huylar hangi canlının karakteristik vasfı ise , o canlının suretinde görünecektir.Ta ki insan oluncaya dek.

LATİFE

 Bektaşiler halk adamlarıdır.Hoş sohbettir.İzmir Tire ilçesinde Bektaşi Şevki baba isimli bir zat var imiş.Şevki dede berberde traş olurken dışarıdan birisi geldi ve oruç tutmadığını bildiği için "Bugün arife yarın ramazan" diyerek ona taş atınca ,Şeivki Dede "Oğlum ramazan arsızdır.Her sene onbirgün önce gelir, ama Şevki deden bir kerre giderse bir daha gelmez" deyivermiş.

BEYAZ RENGİ BULMAK İÇİN

 Tarikatlarda eğitim usulleri farklıdır.Tarikatların kimi letaif, kimi makamat, mili etvar üzre terbiye görür.Kimi yedi nefis mertebesi üzre (Enfas-ı seb'a), kimisi rüya üzerindedir.Mevlevi veŞazeliler doğrudan zikirle eğitilirler.Kadiri veRüfailerin eğitimi yedi esma üzerinedir.Uşşakilerin rüya ile eğitimi oniki esma üzeredir.Gülşeniler ise bunu yirmidörtesamaya çıkartmışlardır.

Yedi esmayı benimsemiş tarikatların amacı yedi rengi karıştırıp , bieyaz elde etmektir.Yedi rengin karıştırılmasıyla beyaz olur amma bu yedi rengin belli oranlarda konulması şartıyla .Aksi halde beyazı bulmak mümkün olmaz.

10 Ağustos 2021 Salı

İSLAMİYETTE TARİKATIN BAŞLANGIÇ OLAYI

 Efendimiz (sav) Uhud harbi dönüşünde "küçük cihaddan döndük, büyük cihada yöneldik" demiş bu sözün ne demek olduğunu sorup öğrenmek isteyenleri Hz.Ali(ye havale etmiştir.Şahı velayet  efendimiz de:"En büyük harp kendi nefsimizle yapacağımız harptir" diyerek bu harbinnasıl gerçekleştirileceğini öğretmiştir.İUslamiyette tarikatın başlangıcı bu olaya dayanır.Bunu Peygamber niçin anlatmamıştır? sorusuna şu cevap verilebilir:Bu imkansızdı.Çünkü İslamiyete davet ettiği kişilerden çektikleri,onların terbiyesine yönelik Kur'an ayetlerinin hayata geçirtilmesi  ve insanların kabalıkları bu incelikleri bizatihi talime vakit yetirmiyordu.Bu nedenle Hz.Ali efendimize havale edilmekle on iki tarikatın onbirinin silsilesi Hz.Ali efendimize dayanır.

EHLİ ŞERİAT-EHLİ HAKİKAT KIYASLAMALARI

 Şeriat, Allah7ın insanlar için kurduğu bir dünya düzenidir.Allah isterse bu düzene uyan bir kimseyi , şeriatten hakikate çeviriverir.Nasıl çevirir? O kişiye, evvelce "ak" dediğine "kara" dedirterek.

Ehli şeriat bilgileri dolayısıyla kıyasta olduklarından ehli hakikate inanmaz.Çünkü onların nazarında Hakk, tenzihde yani gaybdadır.Bu nedenle gaybı hazıra getirme düşüncesinden ödü patlar.Onların kafasındaki Allah, Arş-ü rahman üzerine oturup , her tarafı kumanda eden bir padişah gibidir.

Ehli hakikat ve ehli marifet nazarındaysa , Allah, tüm mertebelerde , mertebenin gerektirdiği şekilde mevcut olan bir varlıktır.Onun için "Yedi kat yerin dibine bir ip sarkıtsan Allah'ın başına değer" derler.Bu düşüncenin doğruluğunu ,"Üç kişi gizli konuşmaz ki dördüncüleri Allah'ın kendisi olmasın, beşkişi gizli konuşmaz ki altıncıları O olmasın,daha az olsunlar, daha çok olsunlar ,nerde olurlarsa olsunlar Allah onlarla beraberdir ayetleri (58-7) "Müminin kalbi Allah'ın evidir" hadisi teyit etmektedir.Ehli şeirat bir yandan "Allah mekandan münezzehtir" düşüncesine dayanarak , bir yandan ademi manayasecdeetmeyi reddederken, diğer taraftan "Allah'ın evidir" diye Kabe'ye gider.

Ehli şeriat sözden dönmesin diye karşısındakine yemin ettirir.ehli hakikat arasında yemin bahis konusu bile edilmez, çünkü hakikat ehli, ashabı meymeneden olduğu için kendisi yemin olmuştur.

DERS DEĞİŞTİRMEK

 Bazı tarikatlarda müridin gördüğü rüyalara göre günlhük dersleri değiştirilir imiş.Uşşakilerin rüyalarında deve ve manda görenlerinin dersleri hemen değiştirilir imiş.Şöyleki insanlar arasındaki küslük için yaz günü bir tülbentin güneşte kuruma süresi kadar olması gerektiği, akabinde barışmaları lazım iken bu barışma yapılmazsa o küskünlük bilahere kinlenmeye doğru gidecek vasıf değişterecektir.

"ÇOCUKLARINIZA OK ATMAYI ÖĞRETİN"

 Zamana göre yorum yapmak gerekir.Şüphesiz bu yorumu yapacak olanlardada bir takım özellikleri aramak gereklidir.Peygamberimiz "Çocuklarınıza ok atmasını öğretin" tavsiyesine uymak için okçuluk eğitimi için vakıf kurmak maharet  değildir.O zamanlar savaşta en etkili silah ok idi.Bugün en etkili silah "füze"dir.Füze eğitimi verilmesi gerekirken ok eğitimi yapmak, üstelik bunu Peygamber tavsiyesi şeklinde algılamak çağın gerisinde kalmaktır.keza,siyasal iktidarın okçuluk vakfını maddi bir sömürü aracı haline getirmesi de işin cabasıdır.Yer tahsisi, bütçe tahsisi ve bağışlar bu işin maksadını ifade etemktedir.

8 Ağustos 2021 Pazar

ALLAH GÖZYAŞINA DAYANAMAZ

İsrail kavminin serkeşlikleri saymakla bitmez.Kabalıkları,vefasızlıkları, zulumleri ziyadedir.Bu nedenle asla devlet olamamışlardır.Son bir asırda Filistinlileri topraklarından atıp orada devlet kurmasına gelince "Ben kalbi kırık olanların yanındayım" fehvasınca gözyaşına dayanamayışının sonucudur.
Çünkü bu yurt edinemeyişlerinden dolayı Kudüs'deki Mescid-i aksa'nın bir duvarını ağlama duvarı haline getirmişlerdir ve asırlar boyunca o duvarın önünde saatlerce ayakta ağlarlar.Bunun üzerine gözyaşına dayanamayan Hak Teala onların dualarını kabul etmiş ve bugünkü imkana kavuşturmuştur.
Musevilerde ibadet saedce Havra'da yapılabilir veen azından on kişi olması gereklidir.Bu nedenle insanların tümüne uyması çok zor olan kurallar mevcuttur.Klasik on emir dışında , yemekten, denizeaçılmaya, sakal bırakma şeklinden, kıyafete kadar her şey kurallarla belirlenmiştir.Musevilik tamamen şeriat düzenidir.Hakikatten nasipleri yoktur."Göze göz, dişe diş" prensibi vardır.

DİNDE DEJENERASYON

 Her dinde, din adamları dini istismara yönelmiştir.Eski tarihlerde Hırıstiyan papazları para karşılığı cennet anahtarı satarak saf insanları dolandırdıkları bir vakıadır.O devirlerde bu istismarı önlemek isteyen bir zengin, Papa yamüracaat edip para karşılığı ondan cehennemin cümle kapısının anahtarını aldığı ve sonra halka;"Cehennemin cümle kapısının anahtarı bendedir.Kapıyı asla açmayacağım.Buyüzden cennet anahtarı almanıza gerek yoktur"diyetelal bağırtması üzerine halkın cennet anahtarı almaktan vazgeçtiği rivayetedilir.Cehennem kapalı olunca orayakimse girmeyeceğinden cennetin anahtarını almanın bir anlamı kalmamıştır.