15 Ağustos 2021 Pazar

İMAM HATİP OKULLARININ AÇILIŞ HİKAYESİ

 [14/08 13:15] Ömer Tekinkaya: İlk İmam Hatip okulu nasıl açıldı?

M. Ertuğrul Düzdağ tarafından kaleme alınan Ali Ulvi Kurucu'nun hatıralarının 4'üncü kitabında ilk İmam Hatip Okulu'nun kuruluş hikayesi de yer verildi.

 

Merhum Üstad Ali Ulvi Kurucu'nun merhum Celâl Hoca'nın (Celalettin Ökten) ağzından aktardığı ilk İmam Hatip Okulu'nun 'tarihe emanet edilen' hikayesi oldukça çarpıcı...

İmam Hatip mücadelesinde Celâl Hoca'nın yanı sıra dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Tevfik İleri ve Başbakan Adnan Menderes'in de gayretleri dikkat çekiyor.

İşte "Ankara'da bir ay süründüm" diyen Celâl Hoca'nın ağzından aktarılan göz yaşartıcı hikaye:

"İMAM HATİP OKULLARI İÇİN NASIL İZİN ALINDI?"

Celâl Hoca merhum, hak yolunda mücadeleci, azimli, kararlı bir insandı. İmam Hatip Okulları'nın Türkiye'de ilk açılışı onun azmi ve ısrarı sayesinde, lütf-i İlâhî'nin tecellisi ile olmuştur, dersek mübalağa etmiş olmayız.

Bu bahsi fakir, kendisinden, muhtelif zamanlarda dinlediğim şekilde, tarihe emanet etmek isterim. Esasen bu hadiseye ve safhalarına şahit olmuş bulunan herkesin, bildiğini yazması da vicdanî, dinî ve tarihî bir borç hükmündedir...

İşte Celâl Hocamızın Ankara'da Tâlim Terbiye Kurulu'ndan İmam hatip Okullarının açılmasına dair izin alışının, Hoca'nın ağzından dinleyip de bugün hatırlayabildiğim kadarıyla hikâyesi:

Celâl Hocamızın anlattıkları

 Merhûm Celâleddin Ökten Hocamız şöyle anlatmıştı:

Memleketimizde 1940'lı yıllarda, halkın ağzında dolaşan bir söz vardı:

"Cenazelerimizi yıkayacak imam kalmayacak!.."

Bu söylentide doğruluk payı vardı. Bazı köylerde imam olmadığı ve ölenlerin yıkanıp gömülmesi için yakın köylerden imam gelmesinin beklendiği bilinen bir şeydi. Zaman geçtikçe, bu halin daha kötüleşeceği de belli idi...

Asıl, imanları yıkayacak hoca yoktu

Halbuki asıl tehlike bu değildi... Cenazenin üzerine bir teneke su atarsın yahut bir havuza, bir göle batırırsın yıkarsın... Avam: Cenazemizi yıkayacak hoca kalmadı, der; hocayı, cenaze namazından ibaret bilir... Fakat asıl tehlike şu idi ki:

Milletin imanını yıkayacak, ruhunu yıkayacak, aklını yıkayacak hoca kalmamıştı; kalmayacaktı...

Memleketin imanını yıkayan, koruyan, Mustafa Sabri Efendiler, Hamdi Efendiler, Naim Beyler, Akif Beyler, Ferid Beyler, İzmirli İsmail Hakkı Beyler gitmişti...

Memleketin imanı gidiyordu. Memleket, sade cehaletin değil, küfrün istilâsına giriyor; küfrün silindiri altında eziliyor, eriyordu...

Tevfik İleri talebem idi

Ne yapıp edip, küfrün kalesinde bir delik açmak için, bir İmam Hatip Okulu'nun açılmasına arkadaşlarla karar verdik... Elimde baston, rahatsız halimle trene bindim; Ankara'ya gittim.

O günün Maarif Vekili olan Tevfik İleri merhum, talebelerimden idi. Terbiyeli bir talebe idi. Beni unutmamıştı...

Daha önce de onun tavassutu ile Başbakan Adanan Menderes'in oğullarına Kur'ân-ı Kerîm okutmak, dinî bilgiler öğretmek için beni tâyin etmişlerdi. O işin de tek âmili Tevfik İleri idi.

Adnan Bey'in oğullarının İstanbul'da olduğu günlerde, Hâriciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu'nun evine gider, çocuklara ders verirdim. Bunu herkes de bilmez.

Tevfik İleri ile daha önce konuşmuştum,

"Hocam Ankara'ya gelin. Ümit ederim ki, inşâallah bu İmam Hatip kararını çıkarırız" demişti.

"İmam Hatip Okulları İçin Nasıl İzin Alındı? "

Masonlar, Dönmeler bakanı dinlemiyor

Ankara'da bir otelde kaldım. Günler geçiyor, Tevfik İleri'nin verdiği emirler, Tâlim Terbiye Daire'sinden bir türlü çıkmıyor. Bekle bekle bir ses yok... Tevfik İleri'nin talebem olması, gelin demesi, bana güç vermişti. Fakat işin bu kadar zor olacağı, Masonların, Dönmelerin Bakanı dahi dinlemeyecekleri hesapta yoktu. Bir ay uzayacağını ise hiç beklemiyordum...

Müdür:

"Mevzuat, kanunlar müsaade etmiyor. Bunun için Tevhîd-i Tedrisat Kanunu'nun değişmesi lâzımdır. Bu kanun ile İmam Hatip Mektepleri kapatılmış; o günden bu güne, buna dair bir kanun da çıkmamış... Karar, bizim selâhiyetimizin dışındadır. Parlamento'dan bir kanun çıkması lâzım. Biz böyle bir izin vere-meyiz" diyor, direniyordu.

Param bitti, çay ekmek yiyorum

Müdür olacak adam, sarı bir herif... Yılan gibi bakışları var... Beni çok soğuk karşılıyor. Diyebilse, bana:

"Hoca defol git!" diyecek... Demedi ama bakışları öyle... Bir ay boyunca, her gittiğimde, bu Dönme, beni:

"Yine mi geldin Hoca! Boşuna yorulma!.." diyen bakışlarla karşılıyor.

Bir ay Ankara'da süründüm. Çamaşırım kalmadı. Param bitti. Akşamları, otelden aldığım çayla, odamda ekmeği çaya batırıp yemek zorunda kaldım. Artık uykularım kaçıyordu. Hatta bir gece kaşınmaya başladım.

Bitleneceğim; altıma kaçırıyorum...

"Eyvah, bitlendim mi acaba?" diye korktum, gözlüğümü takıp bakındım... Çünkü temiz çamaşırım kalmamıştı. Girişken bir kimse değilim. Davet eden kimse de yok. Ancak Tâlim Terbiye Kurulu'na ve Tevfik Bey'e giderim, otele dönerim.

Vallahi Ali Ulvi Bey, bir ay içinde kimseye söylemedim: Oturup beklerken, bacağımın altına mendil koyuyordum. Prostatım var, kaçırıyorum.

"Abdeste gideceğim" de diyemiyorum ki;

"Ulan, abdestini tutamayan adamın, burada ne işi var" derler mi diye...

Adnan Menderes hayret etti, üzüldü

Nihayet bir gün, artık çok sıkıldım, rahatsızlandım... Sarı adam, gittiğimde artık yüzüme bile bakmaz olmuştu... Bastonuma dayandım:

"Buradan doğru trene gideyim" diye kalktım. Yalnız Tevfik İleri Bey'e bir daha uğrayayım, hem vedâ edeyim dedim. Tevfik Bey, o kırgın halimi gördü; rengimi beğenmedi:

"Hocam, siz rahatsızsınız..."'

"Tevfik Bey, ben gidiyorum..." dedim... Üzüldü; düşündü:

"Hocam iyi sabretmişsiniz... Son bir çare olarak, meseleyi Adnan Bey'e açalım"dedi.

Birlikte Adnan Menderes Bey'e, başvekâlete gittik. Vaziyeti anlattık. Adnan Bey hayret etti, üzüldü. Tâlim Terbiye Dairesi'ndeki bir adamın, Bakana karşı koyduğuna şaştı:

"Bu derece mi Tevfik Bey?"

"Evet, efendim, bu derecedir..."

Adnan Menderes Bey'in planı

Başbakan biraz düşündükten sonra dedi ki:

"Hocam, yarın siz Tevfik Bey'e gelin; Tevfik Bey'le beraber Tâlim Terbiye'ye gidin... Ben aynı saatte baskın yapayım... Bir de bu şekilde tecrübe edelim. Belki Allah yardımcımız olur."

Ertesi gün Adnan Bey'in dediği gibi, Tevfik Bey'le birlikte Tâlim Terbiye'ye gittik. O memurun masasında iken Başbakan geldi.

 

Girer girmez selâm verdi. Sonra: 

"Tevfik Bey neredesin yahu! Ne zaman sorsam, Tâlim Terbiye'de diyorlar!.. Nedir bu?.. Allah aşkına senin Tâlim Terbiye'de bu kadar ne işin var?.."

"Efendim, Celâl Okten Hoca, benim hocamdır. Bir aydan beri buradadır..."

"Hayırdır ne işi varmış?.."

Tevfik Bey,

"Efendim, böyle böyle..." diye anlattı...

Lâzım olanı yazın, ben imza ederim!..

Adnan Bey, memura sordu:

"Beyefendi bunun mahzuru nedir?"

"Efendim, bana meşguliyetimin dışında bir teklif yapılıyor. Ben böyle bir karar veremem. Böyle bir müsaadeyi benden istiyorlar. Benden çıkması lâzımmış. Binaenaleyh mevzuat böyle bir karar vermeme müsaade etmez. Vekil Bey üzerime büyük baskı yapıyor..."

"Peki, Tevfik Bey'in verdiği tâlimat kâfi gelmiyorsa; emri ben vereyim: Bu emri günün Başvekili vermiş deyin..."

"Muhterem başvekilim, ben mes'ul olurum; şifahî emir beni kurtaramaz..."

"O halde, lâzım olanı yazın, ben imza edeyim..."

Merhum Adnan Menderes'in bu kararlı tavrı karşısında, artık Tâlim Terbiye Dairesi Başkanlığı'nın söyleyecek sözü kalmadı.

Bina bizden, maaşlar da bizden

Bizim vekâletten bir şey istediğimiz de yok... Binayı bulacağız, kirası, bakımı; idareciler, öğretmenler, hademe vs. maaşları, hepsi bize ait olacak...

Tevfik Bey de sormuştu:

"Hocam nereye açacaksınız? Kimler okutacak?.."

"Siz hele bize bir izni verin; Allah'ın lutf ü keremi ile onlar bulunur..."

O gün, benim için bayram oldu. İstanbul'dan telgraf çekip sorarlar:

"Ne zaman geleceksin?"

"Geldim, geliyorum" derken, neyse müjdeyle döndüm.

O gün nasıl çıldırmadım, hâlâ şaşarım..

O gün, muvafakat emrini alıp da, Başvekâletten otele gelirken, nasıl çıldırmadım, nasıl aklımı kaybetmedim, diye hâlâ şaşarım... Ne evlendiğim gün, ne de icazet aldığım zaman böyle sevindim.

O gün bu kadar sevinmiştim!..

Bu dereceden fazla, bunu bastıran bir sevinci, ancak Beytullah'ı gördüğüm zaman hissettim...

Artık hemen Başvekâlet'e Adnan Bey'e teşekküre gittim...

Yâhu geçen günler, nasıl unutuluyor; bunları bilmek lâzım... Tarih bunun için, ibret almak için lâzımdır."

allah gani gani rahmet eylesin mekanlarını cennet-i ala eylesin

[14/08 13:15] Ömer Tekinkaya: MEMLEKET SEVDALISI BİR EĞİTİMCİ

Tevfik İleri... Adını hiç duydunuz mu? Kimdir,  ne yapmıştır, sonu ne olmuştur...? Hem ruhuna bir Fatiha okuyalım, hem de onu biraz yakından tanıyalım..

1951'de Konya İmam-Hatib Lisesi'nin de  aralarında bulunduğu 7 İmam-Hatib Lisesi'nin  açılmasını sağlayan, Türkiye'de Imam-Hatib Lise'lerinin kurucusu olan ve 31 Aralık 1961’de 27 Mayıs darbesi nedeniyle hapiste iken kanserden vefat eden Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'yi  rahmet ve şükranla anıyorum. 

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

"Dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım !”.

“Sabahleyin gazeteleri okurken, aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım’a böyle seslenirmiş Tevfik İleri: 

“Demek ki, dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!”

Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ydi o... 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebustu. 

Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu’na götürüp tıkmışlar. Burası bombalanacak diye de bir şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş. Ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış “Tevfik İleri nerede?” diye. Namazda yakalamış onu. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışıp “Ben senin belâlınım, seni öldüreceğim.” demiş. Ama aynı sertlikle cevabını almış: “Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.”

Yüksek Mühendis Mektebi’nde başladı Tevfik İleri’nin siyasi hayatı... Aksiyon adamı olacağı daha o yıllarda belliydi.. .Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı yaptı. 1930 yılında Razgrad’da Türk mezarlığını tahrip eden Bulgarları protesto mitingleri düzenledi. Karayolları kontrol mühendisliğinden,  Gelirler Müdürlüğüne birçok görev ifa etti. Erzurum’dan Çanakkale’ye, Samsun’dan Ankara’ya birçok şehirde bulundu. 1938’de Erzurum’da ölen 32 günlük çocuğunu toprağa verirken şöyle demişti: 

“…Ve nihayet her yurt köşesi gibi kalbimizle bağlı olduğumuz Erzurum’a şimdi canımızla da bağlanmış olduk…” 

 Evladının defnini bile vatan sevgisine bağlayan, tevekkülü vatan toprağıyla buluşturan bir aşk bu.. 

Onun ve arkadaşlarının vatan aşkı 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’yle iktidara kavuştu. Samsun mebusu oldu. 10 yıl sürecek vekillik döneminde Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı yaptı. Hep icracı görevler üstlendi. Ama en önemlisi o, Menderes’in Milli Eğitim Bakanıydı.

İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünün açılışında o vardı. Din derslerinin ilkokul müfredatına alınmasının, yirmi yıl aranın ardından İmam-Hatip Lise'lerinin tekrar açılmasının altında hep onun imzası vardı. Köy Enstitüleri’ni Öğretmen Okullarıyla birleştiren cesur milli eğitimciydi. Hatipliği parmak ısırtacak cinstendi, İdealistti. Memleket aşkını hep hisseden hissettiren bir kişilikti. Milliyetçiliği sözle değil, icraatla yaptı. Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nü kuran da, Türk Kültür eserlerinin yayınını başlatan da odur. Ama hep endişe duydu bu vatan aşkının akamete uğratılmasından.

İmam-Hatip okullarına kastı olanlardan hep saldırı bekledi. “Çok dikkatli olalım. Bu okulları doğmadan boğmak istiyorlar, mevcutları kapatmam için Türkiye’nin bütçesi kadar rüşvet teklif ediyorlar," deyip durdu.

Seçimle yenmişlerdi milletin makûs talihini. Hem de üç kez. Ama şalvarlı, çarıklı köylülerin Kızılay’da, Meclis’te dolaşmalarına, oradan ülkeye hükmetmelerine tahammül edemedi darbeciler...Halkın irâdesini hiçe saydılar. Diğer mebuslar gibi Tevfik Bey’i de yolladılar zindana... Eşi Vasfiye Hanım’a, kızları Ayşe ve Cahide’ye, oğlu Cahit’e de evlerini zindan ettiler. Evin önüne asker diktiler. 27 Mayıs’ı bayram yapanlar birkaç saat sonra kapıyı çaldılar “Neden bayrak asmıyorsunuz?” diyerek. Kahredici bir soruydu bu, vatanın görüp göreceği en vatansever ev için.

Evlendiği gün eşi Vasfiye Hanım’a “Önce vatanımızı, milletimizi seveceğiz, sonra birbirimizi” diyen Hemşinli Tevfik’in eviydi burası... Yassıada’da Cehennemî bir hayata mahkûm edildiğinde bile milleti için dua eden Tevfik Ileri... 

18 Martlarda öğrencileri toplayıp ilk defa Çanakkale’ye götüren Milli Eğitim Bakanı Tevfik  İleri..

27 Mayıs 1960 onun için de sonun başlangıcıydı. Darağacı listesinde o da vardı. Yassıada’da Menderes’in yoldaşıydı. Darbeyi kendine yediremedi. Kahrından kanser oldu. Darbecilerin insafı idamı müebbede dönüştürecek kadardı. Yassıada’dan Kayseri cezaevine gönderdiler onu...Hastalık ilerledi ve Ankara Hastanesi’ne taşıdılar. Ama keder büyüktü. Hemşin’de başlayan dünya sürgünü Ankara’da son buldu. Menderes’in idamına ancak 3 ay dayanabildi. 1961’in son günü yoldaşına kavuştu; 

“Menderes'siz yeni bir yılı istemem” der gibi. 

Eylül’de Kayseri Cezaevinden eşi ve çocuklarına elveda satırları yazarak sona yaklaşıldığını haber vermişti sanki:

 “Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor… 

Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal,mülk, servet bırakmadım. Ama şerefli, bir isim bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.”!

Kızı Cahide 27 Mayıs’ın hemen sonrasının babasının hatıralarını  yıllar sonra anlatabildi:

“Babamı tevkif ettikten sonra diğer Demokrat Parti mebuslarına olduğu gibi bizim eve de arama için bir ekip geldi. Birden içeri daldılar… Kütüphanede, raflarda, annemin yatak odasında, çekmecelerde arama yaptılar. Sonradan annemin mücevherlerini aradıkları anlaşıldı.

Tabii hiçbir şey bulamadılar, çünkü annemin doğru dürüst bir mücevheri yoktu. İçlerinden biri,"benim karımın bile bundan daha fazla mücevheri var. Sizin de hiçbir şeyiniz yokmuş" dedi ve çıkıp gittiler…

Yine bir vakit kapıya dayanmıştı askerler… Bir fatura uzatmışlardı “bu babanızın Yassıada’da yediği yemeklerin faturası, hemen ödeyin!” diyerek… 

Acılarla, zulümlerle dolu bir hayattı onun hayatı.. Ama acılarını şikâyete dönüştürmedi hiç. Yaşanacak bir kaderi olduğuna inandı. Allah’a dayandı, saye sarıldı, hikmete ram oldu. Mütevekkildi hep… 

Son mektuplarından birinde şöyle diyordu biricik Vasfiyesine: 

“… Günlerden Çarşamba diyorlar. 27 Temmuz. Saat beş. Dünya iblis saltanatı, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 04.30’da uyandım. Vasfiyem'de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah’a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allah’ımızın lütfu olan bu güzel ve alaca karanlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…”

Eşi Vasfiye Hanım geri kalmadı ondan..Zindan hayatının birinci yıldönümünde darbecilerin edatlar ve bağlaçlar dâhil 50 kelimeyle sınırlandırdığı mektup yazma hakkını şu sözlerle kullanmıştı:

“Canım Tevfikciğim, bugün Kurban Bayramı’nın ikinci günü. Aynı zamanda seninle bedenlerimizin ayrılık yılı arifesi. Kocaman bir sene geçti aradan. Ve bu kocaman bir senenin hülasasını yaparsak kâr zarar diye, bence kâr tarafımız ağır basıyor. Gerçi, çok ıstıraplar çektik ve çekmekteyiz, işte bu çiledir bence bizi kârlı çıkaran.”

O da 50’şer kelimelik mektuplarla cevap veriyordu Vasfiyesine: 

“Dün ilk defa yıkandım… 

Ayın 6’sında komutanın müsaadesiyle Adnan Bey’le görüştüm… 

İyidir. 

Osmanlı Tarihi okuyor. 

Bir de Kur’an-ı Kerim. 

O da huzur-ı kalp içinde…” 

Prof.Dr.Ali KÖSE

Diyanet Aylık Dergi

Aralık 2017

Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. 

Ruhuna 1 Fatiha 3 İhlas.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder