31 Ocak 2021 Pazar

TEKKELERİN KAPATILMA GEREKÇELERİ

13.12.1027 TARİHLİ 243 SAYILI RESMİ GAZETE'de yayımlanan 677 sayılı Kanun gereği Tekke ve zaviyeler kapatılmıştı.Bunun gerekçeleri zahirde şunlar olabilir: 1-İslami tarikatların büyük bir bölümünün kurumlaşmış ve sekülerleşmiş olmasının hasıl ettiği içtimai ve siyasi sıkıntılar. 2-Tarikatları, yeni kurulmuş olan cumhuriyet idaresinin maddi ve manevi kontrolünün altında tutabilmenin mümkün görünmemesi, 3-Siyaset üzerinde muhtemel bir takım baskı gurupları oluşturabilmeleri potansiyelinin uyandırdığı şüphe ve endişeler. Ancak bu uygulamalar Türk halkının İslami tarikat idealine olan samimi ilgisini ortadan kaldıramamıştır.Millet, artık kendisini herkesten özellikle resmi makamlardan gizleyen gerçek kamilleri arayıp bulmuş ve onlara mürit olmuştur. Bu yasakların kötü bir yansıması da pek çok şarlatanın bu gizlilikten yararlanıp kendilerini şeyh ilan edip müritlerini maddeten ve manen istismar edilmesine müsait bir zemin hazırlamıştır.

MUHAMETTEN MUHAMMET'E DEVROLUNANLAR:AŞIK FATMA AHISKA

Aşık Fatma Ahıska hazretleri Alvarlı Efe hazretleri diye bilinen Muhammet Lütfi hazretlerinden,Metli dede olarak bilinen Muhammet Fikri Metli hazretlerine devrolunan bir şahsiyettir. 01.07.1929 yılında Tokat Erbaa'da dünyaya gelmiş,Osmanlı Paşalarından Ferhat Paşa'nın torunlarındandır. Alvarlı Efe hazretlerine biat etmesine neden olan olay şudur:Ailenin iki çocuğundan biridir. Abisi ortaokul çağında askeri okul sınavını kazanarak asker olmuştur. Abisinin asker olarak çıkmasından sonra askerlik arkadaşı olan birisiyle takdiri ilahi evleniyor. Eşi de namazlı abdestli birisidir. Karı koca aynı gece aynı rüyayı görürler: Alvarlı Efe hazretleri karı kocayı yanlarına çağırmaktadır. Birlikte Efe hazretlerini ziyarete giderler,elini öperler. Hazret kendilerine ders verir.Dönüşte Aşık Fatma'da Allah aşkı tutuşmuştur.Altı tane çocukları dünyaya gelir. Her şey pek güzel gitmekte iken,bu evliliği başından beri istemeyen kayınvalidenin etkisiyle kader sırrı gereği eşi ayrılır.Altı çocukla birlikte yapayalnız kalmıştır ve üstelik Efe Hazretleri dünyayı değişmiştir.Aşık Fatma, çocukları ile birlikte anne evine yerleşir. Hakk aşkının şiddetiyle yedi sene dağlara çıkar.Herkes delirdiğini sanır. Dağlarda Fatma'yı aramaya çıkan askerler,onun dağlarda yılanlarla konuştuğuna tanık olurlar.Tüm canlıların Allah için yaptığı zikirleri duyar.Fatmayı akıl hastahanesine yatırırlar ve yıllarca çocuklarından ayrı kalır.Doktorlar bu şahsın aklında bir problem olmadığını anlarlar.Hiç kimseyle konuşmaz.Çok güzel çaldığı sazıyla Hakk aşkını beyitlere döker.Elinde sazıyla Metli Dede'nin yoluna çıkar.Bu tarihten sonra kendisinin irşad vazifesi başlamıştır.İnsanları iyi ahlaka çekmek, Hakk aşkından onları nasiplendirmek yolunda yeni bir süreç başlamıştır.Bir  Muhammed, onu bir başka Muhammed'e devretmiştir.(Bilgi veren:(kızı) sEBAHAT HAYTAOĞLU) Aşık Fatma Ahıska hazretleri 2016 yılıhda vefat etmiştir.

HAMZAVİ MELAMİLER

Tasavvuf erbabının dünyevi güç odakları ile fazlaca içli dışlı olmalarına ve tekke teşrifatına bir reaksiyon olarak ortaya çıkan Bayrami Melamiliğin uzantısı olan Hamzavi melamilik,17. yüzyılda tekke hayatını terk ederek cemiyetin içine çekilmiş,Şeyhülislamın kontrolünden çıkmış olmakla bu makamın hiddetinin odağı durumuna düşmüştür.Aynı zamanda, Hamzavi-melamiler tasavvufi bir hayatın cemiyetten kopmadan ve tekkelere bulaşmadan da var olabileceğinin müşahhas misali olmuşlardır.

ŞERİAT VE TARİKAT BİTERKEN BAŞLAYAN HAKİKAT DÖNEMİ

"Şeriat ve Tarikat biterken" tarifini şöyle anlamak gerekir. Hak Teala şekil yönü ağır basan şeriatı, şekil yönü ağır basan tarikat devrini bitirmektedir. 900 li miladi yıllarda Cüneyd-i Bağdadi hazretleri bir dostuna yazdığı mektupta Dünyevileşen Tasavvuf'un Yozlaşmasından bahsetmiştir.Dünyevileşme denilen ve yavaş yavaş sürekli bir şekilde ceryan eden davranışlar Tasavvufu zayıflatmıştır.Bu nedenler maddeleştirilirse şu sebebler olduğu görülür: 1-Maddi ihtiyaçlarnı karşılayacak kaynaklara yönelmeleri ile, 2-Ritüel ve teşrifatın , yani işin zahiri çevresinin ,ön plana çıkarılmasıyla, 3-Tekkelere , istidatlarına bakmaksızın, yeni müridler celb etmenin önem kazanmasıyla, 4-Dünyevi güç odaklarının güdümüne girmenin bir politika olarak kabul edilmesiyle, 5-Yaygın olmasa bile , bazı tarikatların alenen diğerlerinden daha üstün oldukları iddiasında bulunmalarıyla, 6-Bazı meşayiha veya pirana, Cenab-ı peygamber'de dahi bulunmayan vasıflar izafe edilmesiyle, 7-Bazı kimselerin divanlarına ya da eserlerine , olması gerektiğinden fazla önem atfetmesiyle, 8-Şeyhlik icazetinin layık olmayanlara, hatta seyrü süluk dahi görmemiş kimselere "teberrüken" dağıtılmasıyla, 9-Dervişleri maddi ve manevi yönden istismara kalkışan şeyhlerin ortaya çıkmasıyla, 10-Şeyhlik müessesesinin , çoğu tekke de bir hanedanlık gibi babadan oğula geçmesini mümkün kılan bir ananenin tesüsü ile ve 11-Şeyhlerin tarikat adabına uymayan tavır ve hareketleri ve müridleriyle laubali olmalarıyla gerçekleşmiştir.

KEŞİFLER KERAMET MİDİR?

Seyyid Muhammed Nur'ul Arabi hazretleri:"Keramat-ı kevniyye kapıları kapanmış, keramatı ilmiyye kapıları açılmıştır." sözüyle gelecekteki en büyük gücün ilim olduğunu vurgulayarak modern zamanların düğmesine basmış ve böylece en önemli kerametini göstermiştir.

BUDA PEYGAMBER MİDİR?

Buda bir peygamberdir. Fakat onun ismini peygamberler arasında söylememişlerdir; çünkü Buda, Allah’ın kudretlerini kullanmıştır, İstediği zaman bir işaretle yağmur yağdırırdı. Hâlâ Adana’da çocuklar, yağmur yağmasını istedikleri zaman toplanırlar, sokaklarda gezerek “Bodi! Bodi!” diye Buda’dan yağmur isterler, ama bilmeyerek. Hz. Muhammed ise iç âlemi dış âleme karıştırmamıştır. Mûcizeyi görenler, onu yapmaya çalışırlar. Hâlbuki gaye bu değildir. Hint fakirleri, Buda’nın yaptığı mûcizeleri yapmaya çalışanlardır. Bunun için de uyuşup kalmıştırlar. Var mı memleketlerine bir faydası bunların? böyle şeyler, “Hakîkat”a karşı bir çocuk oyuncağıdır.” Çocuklar küçükken sanatkâr olabilirler mi?– Hayır. – Tabâbet oyuncak mıdır? Hayır. Peki, tabâbetin cevap veremediği şeyleri bir Yoka papazı yapıyor. – O Yoka papazının yaptığı kabahattir. Bir insan isterse ölüyü bile diriltir ama, bu, Tanrı’nın işine karışmak değil midir? Doktor hastayı tedavi edince Allah’ın işine karışmış olmuyor da, Yoka papazı aynı işi yapınca niçin Allah’ın işine karışmış oluyor? – Doktor, kendi emeğinin ilmiyle çalışıyor. Yoka papazı Allah’ın kendisine teslim ettiği, emanet ettiği kudreti “Ben işte böyle şeyler bile yaparım!” diye bir benlik iddiasiyle sarfediyor… Yoka papazları bir nihayet iki hastalığı tedavi eder, Allah’ın emanet olarak verdiği kuvveti sarfedip bitirince boşalır kalırlar. Tasavvufçular her hastalığı tedavi edebilirler; fakat yapmazlar. – Bir insan Küre’nin bütün hastalarına yetişebilir mi? Hem onlar “Allah’ın irâdesinden hâriç hiçbir iş yapmazlar.!

MELAMET EHLİ İRŞADÇI DEĞİLDİR

19 NCU ASRIN ERENLERİNDEN ÇERKEŞİ  MUSTAFA EFENDİ(VEFATI:1814 ,2.Mahmud'un isteği ile "Risale Fi-Tahkikit-Tasavvuf" adlı risale ile ulema ve sufiler arasındaki tartışmanın kaynağına inmiştir.Bu risalede, uzun zamanlardan beri tenkit edilen ve anlaşılamayan melamet erleri hakkındaki menfi düşüncelerin cehaletten başka bir şey olmadığını ayan beyan söylemiştir. Hakikatı sinelerinde gizleyen bu melamet erlerinin şeriatı çiğnemeleri söz konusu değildir. Çerkeşi hazretleri buyurur: "Sufilerden melami olanlar (yani melamet yoluyla Hakk'a vasıl olanlar) halkın ve manevi hallerden nasibi olmayanların yanında açıkca şeriata aykırı sözler, fiiller ve tavırlar ile görünürlerse de araştırılıp incelendiğinde kesinlikle islam şeriatına kıl kadar muhalefetleri yoktur.Ancak onların tabiatlarında sırdan ve gizlilikten hoşlandıklarından insanlara göre onların halleri şeriatın görünüşüne ters, hakikatine uygundur. Sözleri, fiilleri ve tavırları şeriata uygun olup kendilerini örtüp gizlerler.Bu kendilerini gizleyen gurup kamildirler, fakat kemale erdirici değildirler, nefislerinde raşiddirler , fakat mürşid/irişad edici , doğru yolu gösteren değildirler.Onlardan dua isteme,Hak yolunu göstermeyi talep etme doğru değildir.Zira nefislerini temizlemek isteyenleri tereddüt ve şüphede bırakırlar.İrşad, tereddüt ve şüpheye düşürmek değildir.Bilakis bütün insanların kalplerinden şüpheyi, zannı çıkartmak ve ortadan kaldırmaktır"

MELAMİLİĞİN BAŞLANGICI

Esasen Melamilik, Cenab-ı Hakk'ın "Allah katında din İslamdır"(Ali İmran 19) ayeti gereği adem-i mana olan insan-ı kamil ile başlar, makam-ı Muhammed'de zirveye ulaşır.Bu nedenle melamiliğin Hamdun Kassar hazretleriyle başlatmak doğru değildir.Birinci Devre Melamiliğin başlatan olarak Hamdun Kassar'ın,İkinci devre Melamiliği başlatan olarak Hacı bayram Veli hazretlerinin halifesi Bıçakcı Ömer Dede ve son devre Melamiliğin başlatan olarak Seyyid Muhammed Nur Arabi hazretleri bu mesleğin örnek temsilcileri olarak zikredilirse muvafık olur.Tarih boyunca yaşayan her kamil bu tavrı bir şekilde yaşayan ve temsil eden melamet erleridir. Hakikat şu ki melamet sırları dile gelmez, gönülden gönüle nakşolunur. Hz.Peygamberden melametin hakikatını tahsil eden Hz.Ali efendimiz ve Ebu Hureyre hazretleri bu sırrın gizlenmesi gerektiğine işaret buyurmuşlardır. Bu Hususta Ebu Hureyre hazretleri şöyle demiştir:"Hz.Resulullah (sav) den iki ilim hıfzettim.Onlardan birini yaydım.Diğerine gelince , eğer onu da yaymış olsaydım, benim şu boğazım kesilirdi" Şeriat binasından bir taş çıkartanın yerine başını koyması melamet yolunun kaidelerindendir. Melamet şehitlerinin sözleri gerçek makamlarının sızıntısıdır, kendisi değil.Bu sızıntıları bile akılla nakille bilmek mümkün değildir.

MELAMİ YOLU PEYGAMBER YOLUDUR

Son devir Melami kutuplarından Seyyid Muhammed Nurul Arabi hazretlerinin varislerinden Hüseyin Şemsi Ergüneş (1872-1968) hazretleri vefatından kısa süre önce ihvana hitaben bir mektup yazmış ve yolun esaslarını belirtmiştir: "Ey insanoğlu! Sözlerimi can kulağı ile dinle. Dinlediğin sözleri kulağına küpe, kalbine nücum et. Evladım, ihvanlık tarik-i enbiya ve evliyadır. Bu yolun salikleri, tamamen vakfullahtır.Şu halde, Hakk için ,vücudunu vakf edeceksin.Yapacağın hizmet için kimseye minnet etmeyeceksin.Her işini hoş, kendini boş göreceksin. Katiyyen yalan söylemeyeceksin.Elin ile koymadığın, mezun olmadığın bir şeye el vurmayacaksın.Vücudun sıhhatte iken kimseye el açmayacaksın. Kudretin yettiği bir işle meşgul olacaksın.Helalinden kazanıp yiyeceksin.Gıybet etmeyeceksin.İlim ve kemal davasında bulunmayacaksın.Bütün hayrı şerri, kahrı,lütfu,Cenab-ı Hakk'dan bileceksin. Hiç kimseyi hakir, kendini aziz görmeyeceksin.Kendine vücud verip müşrik olmayacaksın.Din yolunda müslümanlık uğrunda her zahmeti cana minnet ve nimet bileceksin.Şeriat dairesinde insanlara muaveneti,mahlukata merhameti elden bırakmayacaksın.Ahdinde ve vaadinde sabit olacaksın.Kini, kibri,gazabı, hasedi,riyayı, fesatlığı ihtiyar etmeyeceksin.Kötü düşünceleri içinden atıp tefekküratı aliye sahibi olmaya çalışacaksın.Her gece yatağına girdiğin zamano gün yaptığın işlerden nefsini hesaba çekeceksin Ey Hakk yolcusu: Kulaktan kulağa, erden ere olacakları nakledelim.Bu nasihatlarimle amil olursan, bila şüphe,Şemsi Cenabı Fahri külden kalbine doğacak olan envar-ı ahadiyyet, vücudunun her zerresini tenvir edecek. Basiretin açılacak.Ledün ilmine vakıf, batın lezzetine nail olacaksın. Zulmati gaflet hicapları senden ref olur.Alemi aşka dahil saadeti sermediyete nail olursun.Bütün belalar sana bal ve bu alemler dikensiz gül, felekler aşiyanın olur. Ademiyyetin hakikatine erersin.Fakat, sırrını hiç kimseye açmayacaksın.Keramet satmayacaksın.Hareketlerinde mahviyyat göstereceksin. Medh ile zemmi bir telakki edeceksin.Cümle sıfatları filleri Hakk'ın sıfatı,Hakk'ın fiili bileceksin. Ey oğlum : Tuttuğun el Hakkın eli.Bu söyleyen Hakk'ıın dilidir.Bu yazan el, Hakk'ın elidir. Oğlum, Allah ile ol, Allah ile işit, Allah ile gör,Allah ile söyle. Allah'dan bir an gafil olma.İçin Hakk ile dışın halk ile olsun. Zahirini fetvaya, batınını takvaya bağla.Böyle olursan Hakk erenleri yaverin olsun.Maddi manevi rızkın gör, Uğrun açık, pertevin efzun, feyzin Hakk hem demin Sırrı Muhammed-Ali , Destgirin Seyyid Muhammed Nur yardımcın olsun. Hu, Hu,Hu Ey insan oğlu, Meselki melamet Hakk yolu, ihvanlık er işidir ve her an kendi nefsin ile mücadelede bulunmalıdır. Herhangi bir adem, ömründe bir defa "La ilahe illallah Muhammed Resulullah" dese katiyyen cennete girecektir.Fakat ihvanlık ağır iştir veçilesi pek çoktur.Yoluyla gelirsen,ihvan olmak için vücud varlığından geçmet, benliği terk etmek niyeti halise ile bir Pir'e bende olmak dünya ve ahirette Pirine bendeliği ile iftihar etmek, maldan candan vazgeçmek lazımdır. Cenab-ı Hakk'ın lütfuna, Resulu Azam Efendimizin keremine , pirimizin himmetine, şeriatın şerefine ona emanet eyledik.Bu ikrarların kabulü için el-Fatiha.Amin"

ALLAH TEALA'NIN DİLEDİĞİNE VERECEĞİ LÜTUF

Maide suresinin 54 ncü ayeti.İnanan insanların karamsarlıktan çıkış ışığı.Şer var iken daha az şerliyi tercih etmeyi önleyen düstur. "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse , Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü(şefkatli), kafirlere karşı haysiyetli ve güçlü bir toplum getirecektir.(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler.Bu , Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir" Ayette ifade edilen bu insan gurubunun üç özelliği; *Allah'ın kendilerini sevdiği ve Allah'ı seven *Müminlere karşı alçak gönüllü, kafire karşı haysiyetli ve güçlü *Kınayanın kınamasından korkmayan insanlardır. Cenab-ı Peygamberin manevi mirasçıları bu insanlardır.

30 Ocak 2021 Cumartesi

HERKES KENDİNE GÖRE GÖRÜR

Hiçbir şey, görüldüğü gibi değil, herkesin kendi görüşüne göre gördüğü gibidir. Çünkü herkes kendi kendini görür, ilmine, hâline göre görür. Gördüklerini de kendi aklına göre yorar. Onunçün herşeyi hoş göreceğiz… Bize iyi demişler, kötü demişler, ikisi de müsâvî olacak. İyi görememek zavallılıktır. Zavallı olana da acımalı. Amerika’da bir profesör varmış, talebelerinin karşısına geçtiği zaman önünü ilikler, ayakta dururmuş. Birisi diyor ki: “Hocam, neden talebelere karşı bu kadar hürmetkâr davranıyorsun?” “Yavrum, bunların içinde benden çok büyük, benden daha âlim insanlar var; onlar için ayağa kalkıyorum…” “Hangimiz acaba?” “Söyleyemem; içinizde gizli!” Biz de insanların hepsini birden, tefrîk etmeden seveceğiz… Onların kötülüklerini değil, iyiliklerini görmeye çalışacağız. Şu kötü! Şu iyi! Demeye hakkımız yok. Çünkü hepsi de insandır. İşte böylece, insan, önünden sonunu, sonundan önünü göremezse kurtulamaz. Tevâzu, insanların en büyük kemâlâtıdır. Fakat taklîd olmamalıdır. Taklîd olursa tabasbus olur ki bu da tevâzuun zıddıdır, aksidir.

ANNE KARNINDA KONUŞANLAR

“Dört kişi ana karnında konuşmuştur. Nemrûd, Şeddât, Îsâ ve Hz.Peygamber (sav) Bu dört kişiden ilk ikisi yâni Şeddât ile Nemrûd, analarını daima felâkete sevkederlermiş. Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed ise, analarını hep iyiliğe götürürlermiş. İnsan madem ki mecmû-u kâinattır, o halde herşey gibi, Nemrûdlar, Şeddâtlar, Îsâlar, Muhammedler de bizde mevcuttur. Eğer nefsimizin şeddâtlık hâline yüz vermişsek, aklımız ve kalbimiz bizi dalâlete götürür. Çünkü bu vücudumuz da bir ana karnıdır… İçimizdeki Îsâ ile Muhammed’in sözünü dinlersek, onlar bizi râh-ı hidâyet’e götürürler. İçimizdeki İsâ veya Muhammed’le konuşmayı bilmiyorsak,biz müşkillerimizi kimden soracağız? Arapça da bilmiyoruz ki Kur’ân’dan anlayalım. Kur’ân’da da anlayamadığımız yerler çok. O halde yapacağımız bir iş kalıyor; o da müşküllerimizi, Hz. Muhammed’e bitişik olan bir insandan sormak. Hz. Muhammed: “Âlimler peygamberlerin mirâsçılarıdır!” diyor. Sizden soran, ben fakirden söyleyen, Muhammed’in aşkıdır. Biz Peygamberimizi arkada görmeyiz. O dâimâ gönlümüzün ve gözümüzün içindedir. Rehber veya mürebbî arkada kalır mı? İşte ehl-i mezâhir’le bizim farkımız buradadır. İnsan vücudunun gözü, kulağı arkada mı ki, rehber arkada olsun? Akıl ve gönül gözleri de öndedir.

RİYAZAT

Eskiden tasavvuf yoluna girenler riyâzât yaparlarmış. Şimdi niye öyle bir şey yok? DİYENLERE iSMAİL Emre hazretleri şöyle cevap vermiş: – Şimdi yiyin, için; yeter ki aklî ve ahlâkî riyâzât yapın. Aklî riyâzât nasıl olur? denilirse – Mânevî ilimleri öğrenmekle. – Riyâzât ne vakit lâzım? Nefis insanı mahkûm ediyorsa, lazım… Nefis ilâhî aşka tâbi olduktan sonra riyâzâtın ne lüzumu var? Niyazî: “Her ne zaman galib gelirse kes gıdasın zâlimin!” diyor. – Ama ben riyâzâtı doğru buluyorum.DİYEN'e – Doğru bulan yapmalı.denir. Adana’ya her taraftan gelinir; Osmaniye’den de gelinir, Karaisalı’dan da. Siz Osmaniye’de olduğunuz halde Karaisalı’dan gelebilir miydiniz? Herkesi bulunduğu yere, yürüdüğü yola göre kabul etmeli. İlim mi diyor? Peki. Riyâzât mı diyor? Evet. En sür’atli yol; aşktır. Bu aşk, ilimle gitmek isteyende de mevcut ama, az mevcut. Eğer ilim ve riyâzât yolu “Aşk”a dayanmazsa, aşkta nihâyet bulmazsa, muvaffak olunamaz. Dinimiz İslâm dinidir. Tarifi de Kur’ân’da vardır ama, herkes aklına göre anlar. Kur’ân’ın bir yerinde “Nefsinizi öldürün!” diyor; bir yerde de “Nefsinize zulmetmeyin!” diyor. Bu sözler birbirini tuttu mu? Tutmuyor gibi. Öyleyse bu sözler, yerine ve icabına göre söylenmiş. Sözler, insanın anlayışına göre mânâlanır. Nefsi öldürmek, kurşunla değil… Bir insanın başına büyük bir taşla vurursan, ölür değil mi? – Evet. Kocaman bir kelle şekerle vurursak? Yine ölür. İşte benim deyişim de bu. Mesele, şu nefsin ölmesi değil mi? Sıkıntılı azaplı bir ölümle değil de, tatlı bir ölümle ölelim diyorum. İnsanı delâlete götüren de nefistir, hidâyete götüren de.

ARADIĞIN GÖNÜLDEDİR DİYORLAR

Aradığın gönüldedir. Evet, doğru bir söz. Ancak arayan aradığını bilip tanıyorsa bulabilir. Aksi halde delilsiz bulmak imkansızdır. Bunun içindir ki mürşide yani delile ihtiyaç vardır.Arayan aradığını onlardan öğrenir, tanır, bilir.Sonra da hariçte değil, hakikatten gönülde bulur. Arayanın araması değil, aranılanın araması makbuldür.(Biz sırrımızı insana verdik..) ayeti celilesi hükmüne göre arayan aranılanın vücudundan gayri değildir.Şu halde aranılan araya araya kendini kendinde bulur.

HAVLUCU AHMET EFENDİ

Prof Dr Cevat Akşit hocanın anlatımıdır: İşte Havlucu Ahmet Amca ile Edirne’ye vardığımız zaman tanıştık. Eski Cami’de sabahları zikrediyordu o. Sabah namazını cemaatle, camide kılıp da işrak vaktine kadar tesbih ve zikir ile uğraşana hac, umre sevabı verilir, diye hadis var ya, onu uyguluyor Ahmet Amca. Çok şeyler öğrendim ondan. Ümmi bir adam, hiç bir şey bilmez, ama çok muazzam evliya, adam büyük adam. Birçok şeyleri bana öğretti. Sırlı şeylerden haber verdi, söylediklerinin hepsi doğru çıktı. Türkiye’de kimin ne olduğunu, hepsini söylemiştir bana. İşte böyle bir zattı Ahmet Amca. Bulgaristan’dan gelme dedesi büyük bir âlimmiş, büyük bir zatmış. Babası, annesi, kardeşleri işe giderlermiş. Ahmet Amca da çocuk, mümeyyiz çocukken götürmüyorlar ki hasta dedelerine bakacak biri olsun diye. Çok güzel hizmet etmiş dedesine. Dedesi, “Oğlum benden bir şey iste.” demiş. “Bana bu kadar hizmet ediyorsun. Benden bir şey iste.” O da demiş ki “Peygamberin sevgisini istiyorum.” “Çok pahalı şey istedin, o ucuz değildir.” demiş dedesi ve dua etmiş. Ahmet Amca büyüdüğü zaman fabrika da ustabaşı olmuş. Zeki bir adam. Tahsili yok, ama akıllı. Bir gün rüyasında İbrahim Ethem Hazretlerini görmüş. Demiş ki “Sen bırakacaksın işi, dağlara gideceksin.” Bir daha görmüş, bir daha görmüş. Ardından istifa etmiş, fabrika sahibi demiş ki, “Maaşını artırayım az geliyorsa.” “Yok, yok, ben gidiyorum.” demiş Ahmet Amca. Kırk sene dağlarda dolaşmış. Kur’an okumasını bilmiyordu. Hiç kimseden yardım almadan kırk sene dağlarda dolaşmış. Çorap satarak geçinmiş. Yaz-kış, kapalı bir yere girmemiş. Kışın soğukta, karda yatmış. Yazın, hiç girmemiş çatı altına. Böyle bir adam işte. Çok güzel zikrederdi. “Ya Hayy”, “Ya Kayyum”. Zikri de bu. Esmau’l-hüsna ile zikrederdi. Öyle temiz, öyle güzel insandı. Hayvanları çok severdi. Sokakta arabaların çiğnediği köpekleri, kedileri bulur, götürür veterinere, ameliyat ettirir. Neden böyle yaptığını sorduğumda, “Hayvanlar insanlardan daha temiz evladım.” diyordu. Ben evine de gitmiştim. Giderdim, gitmezsem kızardı. Bir yer odası vardı. Bahçesi vardı önünde. Küçük bir bahçe. Bahçesinde kırk-elli kadar kedi vardı. Çoraptan kazandığı paralar ile ciğer alır, gelir, kedilere yedirir evinde. Kedi bu, doyunca kalıyor. Evine gittiğimiz bir defasında ciğer artığından dolayı birçok sinek vardı evinde. Biz oturduk, tabi ben kravatlı-mıravatlı. Sinekler uçuşuyor, Ahmet Amca, “Mustafa Hoca” dedi, “Bunlar, benim misafirime dokunmaz, ısırmaz.” Yemin ediyorum bir tane sivrisinek konmadı üzerime. İşte Ahmet Amca böyle bir adamdı. Edirne’de bulunan büyük evliyalarla manen irtibatlı idi. Kendisinin öyle bir tarikat şeyhliği yapmışlığı yoktu. Sabahleyin esnaftan, vatandaşlardan namaza gelenlerden bir grup onu dinlemek için kalıyorlardı. Öleceğini de bana söylemişti Merhum. Bursa’da öleceğini demişti. “Oraya gidiyorum, İbrahim Hakkı Bursevi Hazretlerinin Camii’nin yanında defnolunacağım.” dedi. Onun yanına defnedildi. Muhterem Hocam, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

BÜYÜK GÜNAH

Hz. Pir mevlana efendimize sormuşlar:"Derviş günah işler mi?" Hazret buyurdular ki:"Meğer iştahsız yemek yiye! Dervişin karnı acıkmadan yemek yemesi büyük günahtır. Zira enfüze kuvvet ve ruhsat verir"

PEYGAMBER VARİSİ KİMDİR?

Şeyh Ebül Hasan Harakani hazretleri buyurmuştur:"Resulullah'ın varisi , kağıt yüzünü karalayan değil, şerefli fiillerine uyan kişidir"

MÜRİT MERT GEREKTİR

Mürit mert gerektir.Öyle ki zahirde hiçbir muradı kalmadıktan sonra tarikatta damuradı kalmamalııdır.Eğer, sufinin gönlünde şeyhliğin "Şe" si geçerse onaerlikten hiçbir nasip yoktur"

KUL KENDİ TEDBİRİNEDEĞİL HAKK'A TESLİM OLMALIDIR

Kalb kasvetinin belirtisi ,Cenab-ı Hakk'ın , kulu kendi tedbirine itimat ettirmesidir.Böyle bir kişi , artık kendi aldığı tedbirlere yönelir.Hakk'dan kendisini muhafazaetmesini ve kendinin Hakk'a riayet etmesiniistemez.Hz.Mustafa (sav) bu makamda saadetle:"Ya Rabbi ! Beni, yeni doğmuş bir çocuğu koruduğun gibi koru" diye dua buyurmuştur.

SÖZ SÖYLEMEK,AMEL ETMEK

Şeyh Ruveym hazretleri buyurmuştur ki"Cenab-ı Hakk sana söz ve amel verdikten sonra o sözü (söyleme gücü/konuşma kabiliyeti) senden alıp sadece ameli bıraksa hiç endişelenme. Zira bu senin hakkında bir nimettir. Çünkü söz söylemenin çok afeti vardır. Maksat ameldir.Ve eğer ameli alıp sende söz bırakırsa haline ağla.Çünkü bu sana musibettir. Eğer ikisini birden alırsa bu senin için felakettir.

29 Ocak 2021 Cuma

KENDİNE TAPMAK

FUDAYL B. İyaz hazretleri buyurdular ki:"Ben, Hak subhanehu ve Tealaya muhabbetimden taparım.Tapmamak elimden gelmez" * Yani her kim Cenab-ı Hak'a korktuğu için taparsa kendisine tapar.Her kim rahmet ve ilahi bir ihsan ümidiyle ona taparsa o da kendisine tapmış olur.Bu düşünce de , kendisinin rahatı ve nimet beklentisiyledir. Allah sevgisiyle değildir.

ALLAH'IN MAHSUS OLAN ŞEYLER

Terk edeni terk etmemek ,Allah'a muhsustur.Zira,Allah çözülmez bir bütündür.Terk edeni terk etmek kulluk vasfıdır.Çünkü, esmalar aynı karakterde olup karekterlerini icra ile mükellef kılınmıştır.Bu sebebten terk edeni terk etmemeye çalışmak şirktir. Zahiri terk eyleyenler, etmez idrak batını, Batını idrak edenler, eylemez terk zahiri

İBADETLER NE İÇİNDİR

İbadetler, vuslat veya af için değil, mazhar edilen lütfa teşekkür içindir Ben, ben diyerek, ben, bendeki manayı unuttum. Ben, ben diye davaya düşüp tevhidi unuttum.

BİZDEN OLANLAR

SEYYİD YAHYA ŞİRVANİ HAZRETLERİNİN ŞEYHİ OLAN ŞEYH ŞADRÜDDİN HAYAVİ HAZRETLERİ BUYURMUŞTUR Kİ:"HAK TARİKİNİ İNKAR EDEN KİŞİ DE BİZDENDİR. ÇÜNKÜ BİZİ İNKAR EDİP TAŞ ATSA VE BİZİMLE MÜCADELE ETSE BİLE YİNE DE YÜZÜNÜ BİZE DÖNDÜRMÜŞTÜR. Müşkül odur ki bize ardın dönmüş ola"

TEFEKKÜRÜN KIYMETİ

Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadetten daha hayırlıdır" hadisi şerifini şöyle anlamak gerekir."Kişinin yokluk halinde bir saatlik tefekkür etmesi, varlık halinde bir yıl ibadet etmesinden daha üstündür".

KELAMI KİBAR

Türbesi İstanbul'da olan ve Emir Buhari olarak bilinen Seyyid Ahmet Buhari hazretleri buyurmuştur:"Her koşan tavşan tutamaz, fakat tavşanı koşan tutar"

CENAB-I HAKK'IN ZATINDAN BAHSETMEK

Abdullah Ensari el-Herevi hazretleri buyurur ki: "Hak Teala'nın zatından söz etmek cahilliktir.Zira hiç bir kişi , zat hakkında söz söyleyemez. Ancak, Cenab-ı Hakk'ın ve Resulünün "Zat" hakkında söylediği kadarını söyleyebilir. Çünkü zatın mahiyeti bilinmez.Tasdik ve teslimden başka çare yoktur.

28 Ocak 2021 Perşembe

AŞIĞIN HALİ

Sâlikin mürşîdine hizmeti şâhâne gerek: Koya başın eşiğine, diye “Şâhâ! ne gerek?” Bu hâl zuhûr etmedikten sonra insan için kurtuluş yoktur. Onun için hep Aşk! Aşk! diye bağırıyorlar. Ateş nasıl her şeyi yakarsa, aşk da bütün kötü huylarımızı yakar; çünkü o da bir mâneviyyet ateşidir. (Mevlid)de “Yanar isem, ben yanayım yâ Halil!” diye bir söz var; neresindedir bilmem; bu söz de aşkı anlatmak istiyor. Âşık mütevâzı’dır, iddia sahibi değildir. “Ben bileceğim! Ben olacağım!” demez. Ne bileceksin! Ne olacaksın! Birinci Noter Hamdi Bey çok güzel birşey anlatmıştı: Bursa’da padişahın yakınlarından biri, padişaha: “Sen Süleyman Çelebi’den daha büyüksün!” diyor da, padişah: (Hâşâ, ben “Âmine Hatun, Muhammed ânesi” diyemedim. O benden çok büyüktür!” diyor.

HAL YAŞAYANLARDAN BİR ÖRNEK

Adanalı İsmail Emre hazretleri anlatmıştır: Birgün, otururken bu şeyleri tefekkür ediyormuşum ki, (Fakat kendi aklımla değil, Mürebbîmin aklıyla tefekkür ederken) kulağıma “hadi gel gidelim!” diye bir ses geldi. Baktım ki Mürebbîm gidiyor. Bende arkasından gittim… Tarifi mümkün olmayan âlemleri gezdirdikten sonra, kendimi bir deniz kenarında buldum… Mürebbîm kayboldu. Vücudum var amma, yok gibi; yok ama var gibi. Deniz kenarındaki kumların herbiri yakut ve zümrütten daha parlak, daha güzel. Arkama döndüm ki birisi var. Ağzımdan bir ses çıkıyor; Sen kimsin? O da aynı suali soruyor: Sen kimsin? Söz de bir, ağız da bir. Bir dakika sonra, o benim sualime verdiği cevap benim ağzımdan da çıkıyor. Sonra bakıverdim ki önümde bir kayık; fakat gondol gibi bir kayık… Gondolun başı, mürebbîmin başı. Denizde üç dört adım yürüdüm; ayağım ıslanmadı. Kayığın içine bindiğimi biliyorum. Kayık öyle bir gidiyor ki, ne tepkili uçak öyle gidebilir, ne birşey. Gittiğimiz yere baktım, su değil; hava da değil. Etrafta yıldızlardan çok kayık var. Bütün kayıkların yönü bize doğru, biz ne tarafa gidersek, kayıkların yönleri bize doğru dönüyor. Arada bir, kayıklardan biri muvazenesini kaybediyor, yıldızların akması gibi zerrât hâlinde dağılıyor, mahvoluyor; dağılan zerreler öbür kayıklara yapışıyor. Bu gidiş ne kadar sürdüyse, kulağıma yine bir ses geldi: Zirve-i Hîçî! Ne kayık kaldı, ne ben; hiçbir varlık kalmadı. Sade bir hissiyyet var, ama bütün varlıklarla bitişik olan bir hissiyyet. Gözümü açıverdim ki oturduğum yerdeyim. Bunu nasıl tarif etsinler? Ettik mi ki şimdi?

İNSAN KENDİNDEN VAZGEÇİNCE SIR AŞİKAR OLUR

Fizikte ışık dalgaları var. İnsan gözü, ışığın 16- 20 dalgaları arasını görüyor, diğerlerini görmüyor. Işık mevcut, fakat biz görmüyoruz. Ses de böyle; muayyen ses titreşimlerini işitiyoruz, diğerlerini işitmiyoruz. Aklın da bir anlama hududu var. – Hayat var mı, akıl da var… Gözün görüşü akla göredir. Kedinin aklı ile köpeğin aklı bir değil; gözleri de ona göre ayarlı. İnsanlar da böyle. Bazı muhit var ki; orada ışığa ihtiyaç yok. Gece, gözü parlayan hayvanlar için gece ile gündüz bir… Gece yayılan hayvanların gözlerinin, ışığa ihtiyaçları yok. Onların gözleri insan gözünden daha kuvvetli! Niçin kuvvetli? Çünkü gördüğünü tanıyıp tetkik edemiyor. Şuûr insanlaştıkça, görgü azalır. Nitekim çocuğun görüşü de kuvvetlidir. İnsanlık seviyesine gelmiş olanlar için, insanlık içinde de bir insanlık var. Beşeriyetin arka tarafında bir (Akl-ı Küll) var ki, o, her şeyi bilir. Orada “benim aklım!” diyemezsin. Böyle demeyip o (Varlık)ta fânî olanlar herşeyi görür, her şeyi bilir. Onlar gözlerini yumdular mı, görmedikleri hiçbir şey kalmaz. Onlar için hudut yoktur. Hudut, “Akl-ı cüz” içindir. Çünkü ağzı var: söylerler; benliği var: beni tanısınlar diye konuşur, bilgiçlik taslar. İnsan, benliği ölmeden sırra âgâh olamaz… İnsan, kendi kendinden vazgeçince sır âşikâr olur. Çünkü sır, kendisidir. Kendi dağılıp bozulduktan sonra bütün sırlar bozulur, çözülür. İnsanın “anlayım” dediği şey anlayışına perdedir. Elhâsıl, kendi külliyen fânî olmadan, sır âşikâr olmaz. Ondan sonra zaten ne Hristiyan kalır ne Müslüman, ne şu, ne bu. Yok böyle şeyler zaten ya… Gördüğü de kendinden ayrı değil, konuştuğu da. İnsan, nasıl, aynaya bakarken kendini görürse, onlar da öyledirler.

NE DEMELİ?

Dillerde destan olan pervanenin teslimiyetine aşk diyorlar.Acaba narı gülzar eden İbrahim'in teslimiyetine ne demeli? renk aleminde kalanlara ehl-i tarik diyorlar.Acaba mebde ve intihanın noktadan ibaret olduğunu idrak edenlere ne demeli?Halveti açlık ve uykusuzluk zannedenlere "ehlullah" diyorlar.Acaba Hıra dağında visal-i didar olana ne demeli?Her cümle kendi manasını müdrik iken ayet manasını almakta ve bu ayetlerin noksansız cem'ine Kur'an denilmektedir.Acaba ayet bile olmamış kelimelerin Mushaflık iddiasına ne demeli?"İllallah" demekle, ikmali süluk ettim, diye evhama kapılanlara "mürşid"diyorlar.Acaba bu zikrin zahir ve batın manalarını bi-hakkın müdrik olduğu halde , vazifei içtimaiyyesini manen ve maddeten "İrcii" emrine kadar kusursuz ifa edene ne demeli?

İZZETİN KAYNAĞI

 Davud Kassar hazretleri buyurmuştur ki:"Men teazzeze bi-şey'in gayrallahi fekad zulle fi'izzetin"(Bir kimse Allah'dan başka bir şeyle izzet bulsa gerçek şu ki o kimse o makamda zelil olur)

EN ÖNEMLİ ÜÇ KAVRAMLAR

 ABDULLAH ENSARİ EL-HEREVİ hazretleri buyurmuştur ki "Sufilik gönül, vakit ve hayat demektir.Sufi bunlardan haberdar olmalı ve bunları ziyan etmekten sakınmalıdır.Ömrünü bu üç kavramın manalarının hakkını vererek geçirmelidir.Eğer sufi gönlünü, vaktini ve hayatını boşa geçirirse sufide ne kalır?

BEDBAHT KİŞİ

 Şeyh Ebu Ali Cürcani hazretleri buyurmuştur ki:"Bedbaht o kişidir ki küçük ve büyük günah işler ;Hak Teala onun günahlarını örttüğü halde o keşfeder" 

KELAMI KİBAR(BÜYÜKLERİN SÖZLERİNDEN)

"Paranın nereden geldiğine dikkat et de (var) namazını son safta kıl.(Süfyan-ı Sevri) 

ŞEYTAN KÖTÜ AHLAKIMIZDIR

 Şeytân diye de ayrı bir varlık yok… Şeytân, bir insanı fenalığa ve felâkete sürükleyecek kötü ahlâktır. Herkesin Şeytânı da Rahmânı da kendinden kendine.
Birşey anlatmışlardı: Vaktiyle adamın biri boyuna: “Allah!” diye bağırırmış. Fakat yanlış yerden aradığı için ne kulağı duyuyor, ne de gözü görüyor. Lâkin birgün “Şeytân!” diye bağırınca karşısına bir ihtiyar geliyor, Selâmünaleyküm! Aleykümselâm!
– Beni niye çağırdın?
– Yanlışın var; ben seni çağırmadım.
– Şeytân! Diye çağırdın ya… İşte geldim. Ne istiyorsun söyle.
– Git yâhu, sen benimle alay mı ediyorsun? Sen zavallı bir ihtiyarsın.
– Gözün görmediği için sen beni zavallı zannediyorsun. Hâlbuki bende ne kuvvetler var… Gel buraya.
Şeytânla beraber gidiyorlar. Şeytân adama:
– Şu bakkaldan bir parmak pekmez al! diyor.
– Ne çıkar bundan?
– Sen görürsün şimdi neler çıkacağını…
– Hadi bakalım aldık.
Adam, bakkalın pekmezinden bir parmak alıyor. Biraz ilerde yan yana iki dükkân varmış; biri berber, biri de kasap dükkânı. Aralarındaki duvarda bir kafes asılı imiş. Kafeste de bir keklik varmış. Şeytan, adama:
– Pekmezi şu kafesin yakınına, duvara sür.
– Ne çıkar bundan?
– Bak sen ne kanlar çıkar bu pekmezden…
Adam pekmezi kafesin yakınına sürüyor. Şeytân ona:
– Benimle beraber gel, şöyle bir kenara çekilelim ki sana bir zarar gelmesin. Şimdi pekmeze bak.
Başlıyor pekmeze sinekler konmağa. Sineklerin konduğunu görünce keklik de onları tutmağa çalışıyor. Birkaç sinek tuttuktan sonra kafası kafesin dar aralığından dışarda kalıyor, çekemiyor. O sırada kasabın kedisi, fırsattan istifâde, kekliğin kafasını koparıyor. Bunu gören berberin çırağı bir satırda kedinin kafasını koparıyor. Kedi de kasap çırağınınmış. Kedisinin öldürüldüğünü görünce satırı kaptığı gibi berber çırağının kafasını ikiye bölüyor… Berber bunu görünce, yakaladığı bir sopayla kasap çırağının kafasını patlatıyor. Kasap da berberin üzerine yürüyor, onu öldürüyor. Derken, her iki tarafın akrabaları tanıdıkları da kavgaya karışıyorlar; kırk elli kafa kopuyor. O zaman Şeytân adama dönüyor:
– Gördün yâ, diyor, ben insanım ama, ahlâkımda Şeytân mevcut. Bir daha beni çağırma!..
Herşey insanda mevcut. Bu kudret, ufacık bir damla pekmezden tonlarla kan döker. Bir de bakarsın, birkaç sözle nice bizim gibi ölüleri diriltir. Ama, dirilmek kabiliyyeti, yâni onun sözünü duymak ve dinlemek lâzım… Dinlemezsek, Şeytâna doğru gidiyoruz demektir.
Dalâlete sevk eden kuvvetle, hidâyete götüren kuvvet aynidir. “Euzû billâhimineşşeytânirracim” derken Şeytân’ın ismi Allah’ın isminin yanında söyleniyor. İnsanoğlu ayıkırsa, Rahmân sıfatının da kendisinde olduğunu anla
r.

DİRİ ÖLÜDEN KAÇMAK

 Ölünün nesinden korkmalı… Ne canı var, ne birşey… İhtimâl, büyük adamlar: “Ölüden kaçın!” demişlerdir amma, diri ölüden; diri ahlâk ölüsünden.Ölü zamanla kokar. Ahlâk ölüsünün kokusu da etrafına yaptığı fenalıklar ve söylediği sözlerdir.
Ölüleri, kokmasın diye derin çukurlara gömerler. Ölçü olmadığı, ölçü bilinmediği devirlerde bu çukurların derinliğini, mezarı kazanın beline kadar diyerek ölçüye vurmuşlardır. Bu ölçü erkekler içindir. Kadınlar umumiyetle daha yağlı oldukları için, onların mezarını, mezarı kazanın meme hizasına kadar diye tarif etmişlerdir. Maksat, fena kokunun ve mikropların dağılıp yayılmamasıdır.
Eee… Ahlâk ölüsünü nereye gömmeli? O daima gezer ve hastalığını aşılar. Fenâ ve sârî hastalıklara yakalanan bazı kimseler, hastalıklarını başkalarına aşılamak hastalığına da müptelâdırlar; bundan zevk duyarlar… Buna çare bulmak kolay değildir. Onun için, insanlar, konuşacakları kimseleri iyi seçmelidirler. Bir tosunu kesseler, karnını yarsalar, içine kokmuş etten bir topak koysalar, o küçücük parça, iki saat sonra bütün tosunu kokutur. Kötü ahlâk da böyledir. Öyleyse “Diri ahlâklı”yı bulup da onunla ülfet etmeli.
– Kötülüğün sirâyet kabiliyyeti iyilikten daha fazla.– Fazla ki; Neye benzer:  iyi bilirsiniz ki vücuda giren tek bir hastalık mikrobu bütün vücudu istilâ ediyor. Hiç görülmüş mü ki, bir sıhhat mikrobu vücuda girsin de her tarafı istilâ etsin, hastalık mikroplarını öldürsün? Böyle bir şey yoktur… Kötülük bu kadar sârîdir.
Ahlâk bozukluğu kuduzluğa benziyor… Kuduz mutlaka etrafındakileri ısıracak. Kuduz, etrafındakileri ısırdı, onları da kuduz etti diye kendisi kuduzluktan kurtulacak mı? Yok; evvelâ kendisi ölecek. Onun için ille ahlâk, ille ahlâk.
İki kardeş bile, icabında birbirlerine zıd olabiliyorlar; iki, Allah dertlisinin birbirine zıd olduğunu gördün mü? O ister ki öbürü ihyâ olsun; öbürü de ister ki o ihyâ olsun… Onların birbirlerini sevmeleri ebedî hayat demektir.

ADEM'E GEL ADEM'E

 Tasavvuf kitapları Adem'e gel Adem'e der iken kasteddiği hazret'i İnsan olan Ademdir.Yani o vaktin Adem'i dir.Tasavvuf kitapları herkese Bak demiyor.
Hak Teala ervaha  “Elestü birrabbikûm? = Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demiş. Onlar da: “Belî = Evet” demişler. Bu söz, durmadan deniyormuş. Bu, bunnan biter iş mi? diye sorulursa 
– Bunnan ekilir, sonra biter. Fakat sulamak, dibini kazımak lâzım ki büyüsün. Hangi ağaç ekilir ekilmez meyvesini verir? demek gerekir.İsmail Emre hazretlerine mürşidine devam eden insanlar için sormuşlar:
Hakîkati öğrenmek için Develi’ye giden kaç kişi vardı?  5 – 600 kişi vardı? demiş. – Bunların kaçı yetişti? denince İsmail Emre hazretleri : Bunları düşünme. Aklına böyle şeyler geldi mi, eline bir (sopa=asa) al, onları kovala. Ben küçükken bir şey söylerlerdi, aklımda kalmış.
Âşık isen bir gül yeter, kokmağa.
Hoyrat isen gir bahçeye yıkmağa.
Bir mürşide devam eden hakikat avcıları çok olur da avı yakalayan az olur.
Hak Teala ervaha  “Elestü birrabbikûm? = Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demiş. Onlar da: “Belî = Evet” demişler. Bu söz, durmadan deniyormuş. Bu, bunnan biter iş mi? diye sorulursa 
– Bunnan ekilir, sonra biter. Fakat sulamak, dibini kazımak lâzım ki büyüsün. Hangi ağaç ekilir ekilmez meyvesini verir? demek gerekir.İsmail Emre hazretlerine mürşidine devam eden insanlar için sormuşlar:
Hakîkati öğrenmek için Develi’ye giden kaç kişi vardı?  5 – 600 kişi vardı? demiş. – Bunların kaçı yetişti? denince İsmail Emre hazretleri : Bunları düşünme. Aklına böyle şeyler geldi mi, eline bir (sopa=asa) al, onları kovala. Ben küçükken bir şey söylerlerdi, aklımda kalmış.
Âşık isen bir gül yeter, kokmağa.
Hoyrat isen gir bahçeye yıkmağa.
Bir mürşide devam eden hakikat avcıları çok olur da avı yakalayan az olur.

AŞIK KİMMİŞ?

Adanalı İsmail emre hazretleri,Mürşidi Develioğlu hazretleri ile alakalı anlatmıştır:

Emre – Develi’nin bazı hâlleri hatırımda kalır:

Kanûnu Medenî ile tekkeler kapanınca, kendisi Namrun’a gitmişti… Üç sene yaz kış orada kaldı, Tarsus’a inmedi. Hâlbuki tarîkat, şeyhlik diye bir şey bilmezdi. O zaman öyle icabetmiş ki öyle yapmış. Hattâ bazı arkadaşlar, tekkeler kapanmadan evvel: “Para toplayalım da, bir tekke yapalım.” derlerdi de: “Oğlum tekke bizim gönlümüz…” derdi.

Birgün, hem de bir kış günü Namrun’dan gelmiş. Öyle bir üşümüş ki… Oturuyor. Derken arkadaşlardan biri nasılsa: “Efendim, ben âşıkım…” dedi. Develioğlu bunun sözüne başladı gülmeye; “Âşık siz misiniz, ben miyim? Şu hâlime bak… Bu ihtiyar hâlimle beni ta oradan buraya getiren şey, benim size olan aşkımdır… Siz Namrun’a gelemiyorsunuz; ben her şeyi bırakarak geldim. Âşık kimmiş bakalım, siz mi, ben mi?” Baktım, âşık, kendisiydi hakîkaten.

CÜZ'İ İRADE,

 Adanalı İsmail Emre hazretleri  ile bir dervişinin 17.7 1956 da yapılan bir konuşmadan zaptedilebilen notlar:

S. – (Suali soran zat; elindeki kitaptan şu cümleyi okudu ve bunun izahını istedi): “Zât-ı Hakk’ın o âlemden tenezzülü, buna muzâf ve lâyik olan mesabeye muhabbetidir ki, buna “aşk” da denir.” Bunu izah eder misiniz?

Emre – Meselâ, sizi sevmesek, buraya gelir miydik? Geldik ki, sevdirelim. O inişi unut, şimdiye bakalım: İşte yukardan aşağıya indik. Sevmeseydik inmezdik. Sevmek ve sevdirmek için indik. Eğer sevdiremezsek, mesele yine anlaşılmadı demektir.

S. – İnsana bazan şüpheler, zındıklıklar geliyor.

Emre – Bunlar olmasa, olmaz.

S. – Sevgi kabiliyyeti noksan, sevdirmeli.

Emre – Çalışıyoruz ya… Niye indik aşağıya? Başka işimiz yok muydu? Vardı; fakat sizi tercih ederek geldik. Sevmesek gelmezdik. Yolda ne kadar yalvaranlar oldu… Kimi çay içirmek, kimi konuşmak istedi; onları bıraktık kaçtık; seni sevmek için.

Burada bir şey var ki: Allah her şeye kadir ve hâkim ama, emrine mahkûm. Bizleri yaratırken, istediğimiz şeyi yapabilmemiz için bize irâdeyi “cüz” olarak verdi. Verdiği bu irâdeyi elimizden almaz ve alamaz. Onun için, O bizi sevdiği gibi, biz de cüz irâdemizi kullanarak onu seveceğiz.

S. – Bu kitapta bunun aksini yazıyor.

Emre – Aksini yazıyorsa, yanlış!

S. – “Her şey ondan!” diyor kitap.

Emre – İnsanda benlik varsa “her şey ondan!” değil.

S. – Ben bu işi kavrıyamıyorum. Allah’ın izni olmadan, sinek kanadını kıpırdatabilir mi?

Emre – Ama, kımıldat! demiş ki sinek uçuyor. Sineğin kanadını kımıldatması, irâdenin kendi elinde olduğunu isbat eder. Bu irâdeyi de Allah vermiştir. Sonra da: “Ölmeden evvel ölün!” diyor. Bunun mânâsı da. “Cüz irâdenizi bana teslim edin!” demektir. Kolay olsaydı ben kat’iyyen kıymet vermezdim… Zorlaştıkça aşkım arttı; İrâdemin ölmesini istedim. Ne kıymeti olurdu, eğer benim küçücük aklım “Deryâ-yı Ahadiyyet”i istilâb etseydi? Onda kayboldu da kurtuldu. Hep böyle yapmamız lâzım?

S. – Bunu nasıl yapalım? Çok zor.

Emre – Hele ki zor. Bu iş, çok emek istiyor, çok aşk istiyor.

Ülfet ettiğimiz zamanki hâlinle şimdiki hâlini bir ölç. Evvelce nasıldın, şimdi nasıl? Bazı bazı ölçüyor musun?

S. – Evet.

Emre – Nasıl?

S. – Efendim, aşk bitmiş değil. Gece gündüz uğraşıyoruz. Amma, ülfet için imkânsızlıklar oluyor. O zamanlar toplanıp da konuşacağız diye sevinirdik.


FARKLI DÜNYALARDA YAŞAMAK

Amak-ı Hayal isimli kitap Filibeli Ahmet Hilmi'nin farklı alemlerdeki "hal" olarak yaşantıyı aktardığı bir kitap olup akıl bunu çözemez.Adanalı İsmail emre hazretleri anlatmıştır:

  Arkadaşlardan biri bundan 20- 25 sene evvel bir müddet ortadan kayboldu… Yedi sekiz ay sonra çıkageldi. Eli yüzü kirli, saçı sakalı uzamış bir hâlde. Kimseyle konuşmaz, sorarsın, cevap vermez. Bir müddet sonra aklı başına geldi. Çalışmaya, işine gücüne gitmeye başladı. Bizden çok eski ve yaşlı bir adamdı. Birgün sordum: (Nereye gitmiştin?) Rahmet olsun, (Hep sordular, söylemedim ama, sana söyleyeyim…) dedi. (Vaktımı hep Toros’larda geçirdim. Fakat bulunduğum yerlerin Toroslar olduğunu sonradan anladım…

Birgün bir istek zuhûr etti, şehiri terkettim. Bir zaman sonra aklım başıma gelmiş, kendimi karlı dağlar arasında bir çeşme başında oturuyor buldum… Karlar erimiş, sular akıyor. Onlardan da birçok tere bitmiş. Onlara bakıp dalarken kendimi yine kaybetmişim.

Bir ara kendime geldim ki, arkamdan, birisi kulağımı kurcalıyor. Kimdir, diye döndüm ki bir geyik; yüzümün, boynumun tuzlarını yalıyor. Onun dilinin temasından çiğridim. Bu hâl tuhafıma gitti. Ben kımıldadıkça yüzüme bakıyor… Kendi kendime düşünüyorum: Yarabbi, ben ölü müyüm, diri miyim?.. Ben böyle düşünürken, baktım beş altı tane geyik de o tereleri yiyerek yayılıyor. Acebâ rüya mı görüyorum diye kendimi elledim; hayır, rüya değil. Ayağa kalktım, yürüdüm; hepsi arkamdan geliyor. Ben durunca, önüme geçip yüzüme bakıyorlar. Hep onlarla uğraşacak değilim ya, gittim bir kayanın üzerine çıktım, oraya yüzün koyu yattım; kendi tatlı âlemime daldım… Ayıktım ki, geyikler gitmiş. Güneş battığı için de kaya soğumuş. İndim bir çayırlık buldum, oraya yattım.

Mevsim sonbaharmış. Bir aralık kulağıma bir oğlak sesi geliyor. Bu keçi sesi nedir aceba? Yan tarafıma döndüm ki bir kabristan. Meğerse bir mezarlıkta yatıyormuşum. Bir keçi yavrusu bir kabire düşmüş. Göçebeler de onu bulamamışlar. Hayvancağız çok zayıflamış; çıkardım; otlamağa başladı. Amma, arkadaşlarını aramak için dolanıp duruyor. “Bunu bir köye bırakayım da canavarlar yemesin…” dedim, belimdeki yün kuşağı çıkardım, oğlağın boynuna bağladım, bir ucunu da koluma. Yine kendimden geçmişim… Ayıktım ki bir kuvvet beni sürüklemeğe çalışıyor. Bakıverdim ki bir kurd; oğlağı yemiş. Hayvancağızın ön ayaklariyle boğazı kalmış. Ay da doğmuş; süt gibi ışık. Ben kımıldayınca, kurd iki ayağını dikti, yüzüme bakıyor. Arada bir içime korku geliyor, “Sıra bize de gelmesin…” diyordum. Nihayet kuşaktan vazgeçtim. Kuşağı kolumdan çözdüm. Kurd kuşağı da alıp bir 200 metre kadar gitti. Orada oğlağı bir parça daha yedi, yine yüzüme bakıyor. Fakat benim soğuktan belim üşümeğe başladı; zaten karnım da aç. Kalbimden; “Keçiyi yedin, bari kuşağı götürme; kuşak yenmez…” diyordum. Nihayet gittim; kuşağı oğlağın boğazından çözmeğe başladım. Kurt gitti, bir taşın dibinden bana bakıyor. Etrafı dinlemeğe başladım, bir ses var mı, diye. Nerdeyse sabah olacak. Bir köpek sesi işittim. “Bu köpeğin bulunduğu yerde mutlaka insan da vardır…” diye, o tarafa doğru yürüdüm. Önüme bir dere geldi, geçemedim; dolandım, dereye indim. Baktım kurt da benimle beraber geliyor; oğlaktan vazgeçmiş. Kurdun peşimde dolaştığını görünce kendi kendime; “Bu köpek olmasın?” dedim, hayvanı kuçu! kuçu! diye çağırdım; o, bu çağırışı anlamadı. Ben durdum mu o da duruyor, iki ayağını dikip yüzüme bakıyordu. O zamana kadar böyle bir hâlin olabileceğine aklım yetmiyordu. “Ne olursa olsun…” deyip hayvanın yanına gittim ki kocaman bir kurt. Arkasını sığadım. Hadi ben gine köpek sesine doğru gitmeğe başladım; kurt da beraber geliyor. Göçebelerin çadırları görününce köpekler koku sezdiler, hücum ettiler. Kurt da ayrılmak istemiyordu amma, köpeklerin belâsından kurtulmak için etrafımı bir kere dolandı, gitti.

Köye vardık, sütlü kahve pişirdiler. Köylerde dilenci zannederlerdi; para mara verirlerdi. Almasam gönülleri kırılırdı; ben de alırdım. Fakat aldıklarımı gönlüme danışarak kimler fakir ise onlara verirdim.

O arkadaş böyle anlatmıştı… Bu gibi şeyler aklî ve ilmî değil, hâlidir. Akıl buralara yanaşamaz. Ne vakit bu cüz akıl, kendinden geçer, Akl-ı Küll’e karışırsa o zaman bu âleme ayak basabilir.

ANNEMARİ ŞİMMEL

 İlâhiyat Fakültesi profesörlerinden muhterem Annemari Şimmel “Prof. Cemile Tarı’nın, Emre’ye göndermek nezaketinde bulunduğu resimli bir kartpostal dolayısıyle söylenmiştir. Karttaki izahata göre, resim, onyedinci asrın ikinci yarısında Moğol resim okuluna mensup bir ressam tarafından yapılmıştır. Bir tablonun kopyası olan bu resimde; Şah Şeref isminde bir derviş, çölde bir ağaç altında inzivâya çekilmiştir. Allah’tan başka her şeyden tecerrüd ettiği anlatılabilmek için, derviş çıplak resmedilmiştir. Karşısında bir aslanla, bir kaplan oturmuş ve ön ayaklarını uzatmış bir vaziyette dervişin yüzüne bakmaktadırlar…)

NEFSE HAKİMİYET

Adana da ki saathânenin yeri, vaktiyle bir fasulyeci dükkânı imiş… Bir kış günü, ilm-i simyâ bilen iki derviş, şehirde dolaşırlarken yolları bu dükkâna uğruyor. Aşçı dükkânının karşısında ayakta durup etrafı seyrediyorlar. Bakıyor ki dükkâna zayıf bir adam girdi. O sırada karanlık da bastırmış; yağmur da yağıyormuş; lokantada da kimseler yokmuş. Bunlar seyrediyorlar: Adam bir tabak fasulye yiyor. Karnı aç olduğu için çabucak yemiş, para vermeden dışarı çıkmış. Fasulyeci bunu yakalıyor:

– Fasulyenin parasını vermeden nereye gidiyorsun?Adamcağız:

– Param yok.diyor. Aşçı bunun üzerine yürüyor:

– Hay hınzır herif! Madem paran yoktu, niye yedin fasulyeyi?

Aşçı dükkânının darabasını indirip değneği eline alıyor, buna birkaç tane vuruyor:– Verecek misin parayı?

Adamcağız:– Yok ki vereyim, diyor… Bu cevap üzerine fasulyeci biçâreye bir de tekme indiriyor. Adam yağmurlu çamurlu suların içine düşüyor.

Bu hâli seyreden o iki adamın, biçâreye yürekleri çok acıyor. Birisi diyor ki: “Şu adama ilm-i simyâ’yı öğretelim; kendisine günde ne kadar para lâzımsa o kadar para yapsın.” Adamın yanına gidiyorlar:

“Gel sana bir mahâret öğretelim; bu öğreneceğin ilimle kendine günde ne kadar para lâzımsa o kadar para yaparsın, diyorlar. Adam: “istemem!” diyor. “Yahu yediğin dayak parasızlık yüzünden değil miydi? İşte sana para yapma usülünü öğreteceğiz. Niye istemiyorsun? diyorlar. Adam kat’i olarak: “İstemem!” diyor. İki adamdan biri, buna kızıyor; arkadaşına: “Bırak Allah’ını seversen, buna müstahak diyor. Fakat öbürü: “Bu biçâre dayaktan aklını kaybetmiş…” diyerek ilm-i simyâ’yı adama öğretmek için ısrar ediyor. Fasulyeyi ve dayağı yiyen adam, bu iyi kalbli dervişin ısrarına dayanamıyor, yerden bir taş alıyor, “Allah!” deyip taşı göğsüne vuruyor, kaldırıp atıyor ve oradan uzaklaşıyor.

Dervişler taşı alıyor, bakıyorlar ki taş parlıyor elmas gibi bir şey olmuş. Kendikendilerine: “Biz bu ilmin nihayetini bulduğumuz halde, çay taşını adamın yaptığı gibi elmas yapamadık…” diyorlar. Adama iyilik etmek için ısrarla İlm-i simyâ öğretmek isteyen derviş insaf sahibiymiş, bu hâlden ibret alıyor. Öbürü müderrismiş: “ Gidelim şundan, bunu nasıl yaptığını öğrenelim.” diyor…

Adamın önünü kesiyorlar. Çay taşının nasıl elmas yapılacağını öğrenmek istiyen, “İlle bunu bana öğret…” diye adama yapışıyor. Vicdân ve insaf sahibi olan ise: “Aman efendim, bizi affet…” diye yalvarıyor ve bu derece büyük bir mânevî kudrete sahib olduğu halde o dayağı yemesinin sebebini kendisinden soruyor. Adam diyor ki: “Oğlum, ben ne para isterim, ne de para yapmak isterim. Benim bütün derdim, nefsimi, islâh etmeğe uğraşmak. Uzun zamandan beri nefsimle savaş etmekteyim… Birgün, nefsimi tamamiyle islâh ettiğimi zannettim; “Eh, dedim, gönlümde Allah’tan başka bir şey kalmadı…”

Fakat gönlümü şöyle bir yokladım, baktım ki canım fasulye istiyor. “Yâ demek böyle? Dur ben seni islâh edecek bir adam bulayım da gör!” dedim. Yedi senedir Bağdat, Basra, Yemen dolaşıp duruyorum. Gezdiğim yerlerde, bunun kadar nefsimi islâh edecek zalim bir adam bulamadım… İşte bunun için buraya geldim. Nefsime doyasıya bir fasulye yedirdim. Arkasından da bu fasulyeyi hazmettirecek temiz bir dayak! Bu dayaktan sonra nefsimi yine şöyle bir yokladım, değil bir daha fasulye yemek, fasulye tarlasının dibinden geçmeyi bile istemiyor!..”

İşte insan bu mertebeye gelince, yâni nefsine kat’i surette hükmedince Süleyman olur.

Derler ki Süleyman peygamber kurtlara, kuşlara hükmedermiş. Süleyman, hayvanların değil, insanların peygamberiydi. Öyleyse niye hayvanlarla uğraşıp dursun? Demek ki bu söz rumûzludur… Yâni anlatmak istiyorlar ki Süleyman nefis ve ahlâk hayvanlarını hükmü altına almıştır. Süleyman, içindeki hayvanların dilinden anladığı için onlara hükmediyordu.

Süleyman böyle olduğu gibi, her insan da böyledir. Her insan mecmû-u kâinattır; nefsine hükmetmeyi arzu ederse, edebilir. O zaman tabiattaki hayvanlar da kendisine itaat eder.

ALMAN BAŞBAKANI

 Sadece ALMANYA'ya değil DÜNYA SİYASET Tarihi'ne damga vurdu.

1- 'Haysiyetimle devraldım, haysiyetimle devrediyorum.'

2- Alman Bütçesi'nin 900 milyar $ fazla vermesi.

** Angela Merkel görevi bırakırken öyle bir konuşma yaptı ki!..🤔

Almanya boşuna Almanya🇩🇪olmamış dedirtti bize...Esas olan görevi zirvede gönüllü olarak bırakmaktır.Giderken söylediği Şuydu;

'Haysiyetimle devraldım Haysiyetimle devrediyorum.Bu zaman zarfında Almanya ya hizmet etmekten haz ve şeref duydum.Donanımlı ve dürüst, bu kadar sene ailesi ile ilgili tek kelime duymadığımız is çıkışı market kasasında tavuk ve salatasının ücretini ödemek için sırada bekleyen, hiç bir alman modacının kıyafetlerine sponsor olmayan Betty Barcley'in 79 euroluk ceketlerini tercih eden,yurt dışı gezilerine tarifeli uçak seferleriyle giden,Alman halkına kendisine hükümet etme izni verdiği için teşekkür eden,dimdik bir kadından başka ne beklenirdi ki!.

Bundan sonraki seçimlerde aday olmayacağını,Almanya'nın genç insanlar tarafından yonetilmeyi hak ettiğini söyleyerek 'ben basbakan olarak doğmadim ki!' diyerek veda eden bir siyasî lider Angela Merkel,Güle güle hayallerimizin siyasetçisi..Bu paylaşım Avrupa ya özenti değildir. Batıya hayranlık hiç değildir.Bu paylaşım:

İNSANLIĞA SAYGILI SIYASETÇILERE SAYGI

Nedeniyle paylaşılmıştır..

Dip not....Almanya Merkez Bankası'nda 900 Milyar Euro fazla para var! Korona sürecinde esnafa, işsize kesenin ağzını açtı !sade,gösterişsiz ve kendisini ülkenin halkın sahibi gibi görmüyor. Devletinin memuru olarak görüyor ve hareket ediyor. Darısı bizim başımıza.Time Dergisi,  Angele Merkel'i; “Şahsi menfaate ve zorbalığa taviz vermediği için, dünyada az bulunan ahlaki liderlik gösterdiği için" "Yılın Siyaset Lideri" seçti.❤🍀#Alintı

27 Ocak 2021 Çarşamba

HAKK DİLİ,HALK DİLİ

 Hazreti Hüseyin’e soruyorlar: (Sen dedenin ve babanın yanında bu kadar kaldın. Onlardan ne öğrendin?), (Ben dedemden ve babamdan iki dil öğrendim. Biri Hakk dili; öbürü de halk dili… Halk dilini sizinle konuşurken kullanırım. Hakk dilini, o dili bilenlerle konuşurum.), (O dille bize de söyle.) diyorlar. (Size o dille söylersem bana kılıç çekersiniz…) diyor. Nitekim öyle de olmuştur.

Bu sırrı bilen insanlara bütün kâinat hücum eder. Hattâ bazan ailesi, çoluğu çocuğu bile kendisine düşman olur… Buna rağmen onlar kimseyi incitmezler. Bilâkis, kendilerinden ikrâh edenleri severler. Onlar hiçbir şeyden ikrâh etmezler ve eksik diye birşey görmezler. Onların hâlleri güneşe benzer. Güneş hiçbir cismi tefrîk etmez. Hepsine de ziyâsını, ultraviyolesini ve çeşitli vitaminlerini verir.

İşte peygamberlik hâli ve şefkati böyledir… Hakîkat ışığını, bilâtefrîk bütün insanlara verir.

FIRINCI MEHMET AĞA

GÖNÜL GÖZÜ AÇIKLAR İÇİN GELEN AYETLER

"MUHAKKAK SİZE RABBİNİZDEN BASİRETLER(KALB GÖZLERİ)GELDİ.Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir.Ben sizin bekçiniz değilim!(Enam/104). "İçlerinden sana bakanlar da var.Fakat sen, körlere,üstelik basiretleri de yoksa hidayet edip yol gösterebilecekmisin?(Yunus/43). "Bunlar, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona ibret vermek içindir"(Kaf /8). "İşte onlar,Allah7ın lanetlediği, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir"(Muhammed/23) "Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır:Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu.Öteki ise kafirdi.(Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı.Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu.Basiret sahibi olanlar için bunda elbette ibret vardır"(Al-i İmran /13)

KELİMELERE BOYA ÇALANLAR

Arifler yaşadıkları toplumun zihni olarak dalgalanmaması için hakikatı mecazla örtme yoluna gitmişlerdir.Bu tavır toplumlar için aslında ilahi merhamettir.Örtü emrine riayet eden Allah erleri - hakikatı zaman zaman ağzından kaçırmış olsalar bile - umumiyetle temkinli yürümüşlerdir.Farktan geçip telvinde seyrederken kelamı boyamayan Mansurlar ise darağacında kendi kanlarının rengiyle boyanmak zorunda kalmışlardır. EVLİYA RÜMUZUNU KİME SORALIM? sorusuna niyazi Mısri cevap vermiştir: "Rümuz-ı Enbiyayı vakıf-ı esrar olandan sor Enel Hakk sırrını candan geçip berdar olandan sor" demiştir.Yani (Nebilerin remizlerle beyan edilen sözlerini ve hallerini onların sırlarına vakıf olan evliyaullahdan sorup öğren.Enel Hakk(Hak benim) sırrını candan geçip darağacında canını Hakk'a kurban eden Hallac-ı mansur gibi cem'i yani beka sırrını yaşayan kamillerden sor) Cenab-ı Hakk Kur'an da(Enbiya /7)"Feselu ehle z-zikri in küntüm la-ta'lemun" Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun" buyurmuştur Yürü var ehli tecridi alayık ehline sorma Anı can u cihanı terk edip deyyar olandan sor"denmiştir. (Tecrid ehli/halktan soyunup tamamen Hak'da fani olmuş/ olan ehlullahın halini , dünya ehline sorma.Onlar bilmezler.Terk ehlini , dünyayı , ukbayı ve benliği Hakk'ın rızasını kazanmak ve cemal müşahedesine ulaşmak isteyen vahdet ehli/deyyar=evin yani darın gerçek sahibiyle hemhal olan- kişiden öğren)

26 Ocak 2021 Salı

BEDDUA YERİNE HAYIR DUA

İdris-i muhtefi hazretleri ömrü boyunca kendisi hakkında aleyhine konuşanlardan ne incindi nede incindiği için birisini incitti.Muarızları hakkında beddua edeceğine hayır dualar etti.Aşağıdaki manzume kendisinindir: Her kim bize tan eyler ise nev'i beşerden Hak saklasın alemde onu havfu hatardan Zemm eylerek aybımızı halka diyenler Mahşerde emin eyle Huda şur ile şerden Sövmekte ne var dövse helal eyleriz ani İncinmeyerek hatırımız dahi beterden Siz her gece zem eyleseniz bence kabuldür Tevhide eren kendini pak etti zilletten.

NEFSİ EMMARENİN ASKERLERİ

Nefsi emmarenin sayısız askeri var ise de aslı yedidir. Şehvet, gazap, inat,kibir,tamah,haset,kin. Çocuk dünyaya gelip büluğa erinceye kadar dönemde şehveti olmadığından onda bu sıfatlar var ise de saman alevi gibi gelip geçicidir.ve müessir değildir.Ne zaman ki şehveti galip gelir, gazabı da inadı da artar.Kibri bayrak açar.Buğzu,tama'ı hasedi ortaya çıkar.Hepsi birbirine bağlı olarak çalışır.Hepsinin başında şehvet kuvvesi vardırbunların hepsine birden emmare nefs denir.Bu sıfatlar insanın nefsinden kıyamete kadar sökülüp atılamaz.Her an bunlar ile amel olunur.Bu sıfatların zahirleri zemmedilmiştir.Batınları ise vücud için her biri bir cevher kabul edilmiştir.Bu kuvvelerin batınlarının kıymetini gönlünü marif nuruyla nurlandıran gerçek erler bilir, seyreder.

NUH TUFANININ HAKİKATI

Bilmek gerektir ki hakikat bir deryadırKavramlardan şunların anlaşılması gerekir: Bu deryanın kaptanı mesabesindeki Nuh; insan-ı kamili, Tufan; Hakk'ın hakikatının celalde ve cemalde zahir olup onu tanımak veya tanıyamamak konusunda ilahi imtihanı, Nuh'un çağrısı, Hakk'ın ilmine ve irfanına daveti,kemale ulaşmak için vesileye yapışılması gerektiğini, Her mahlukatan dişi ve erkek birer nümune alınması; cemalin celalsız, celalin cemalsız tecelli etmeyeceğini Nuhun oğullarından büyüğünün inanıpta gemiye binmemesi;Nuh'un temsil ettiği insan-ı kamilin şahsında aklın beden (varlık) dağından geçemediğini, aklına sığınanların görmediği Allah'a inanarak küfre düştüğünü ve Hak'tan uzaklaştığını anlatır. Nuh tufanında gemiye ; hakikatın cahili olduklarından Allah'ın ilmini Nuh'da görememiş ve iman etmemişlerdir. Gemiye binenler; vahdet deryasına dalıp kesret belasından kurtulanlardır.

NUHUN GEMİSİ,NUH TUFANI

Nuh, vaktin insanı Kamilidir.İnsanı kamilin inşa ettiği "gemi " ise şeriatı garradan ve tarikatı aliyyeden hakikate giden vasıtadır.İnsanın kurtuluşu kendisini hakikate ulaştıracak bir vasıtayı bulmasındadır.Bu iki vasıta vahdet denizi üzerinde seyreder.Kaptanı Nuh, mürşidi hakikatı ve onun eliyle bize ikram edilen her türlü vesiledir.Kaptanı tufandan kurtaran tabiatıyla gemi içindekileri de kurtarır.Kaptana uyan salik, dışarıdaki celal tecellilerinden emin olur.Geminin kaptanı zahirde mürşidi Kamil batında yani enfüste aşıkın "Rabbül hassı" dır.Bu gemi her anı vahdette seyreden insanı kamil gemisinden başka bir şey değildir.Bu gemiden maksat muvahhitler topluluğudur.Onlar insanı kamil rehberliğinde Hakk7ın celal dalgaları arasında yitip gitmezler, bilakis onu tanıyarak cemale doğru yürürler. "TUFAN" her türlü delalet ve celal tecellileridir.Şeriat ve tarikat gemisine binip kur'anın ve peygamberin yaşadığı hayatı takip edenler , nefislerinin tufanından emin olarak , geminin kaptanına tam bir teslimiyetle menzile doğru yol alırlar.Tufan ,içerde ve dışarda olan celal tecellilerdir."Şeriat,tarikat yoldur varana/Marifet hakikat andan içeri" denmiştir.

KUR'AN DA İSMİ GEÇEN PEYGAMBERLER

kur'an-ı Kerimde, bir takım peygamberlerin isimleri ve hadiseleri geçer.İsmi geçen her Nebi, turuku aliyye bünyesinde bir kamil mürşidin murakabesinde mana yolculuğu yapan birsalikin hikayesidir.Tarihte yaşamış olan bu peygamberlerin yaşadıkları aynen yaşanmasa da onlar üzerinden anlatılan misali hakikatlar, zaman ve zemine göre elbise değiştirip güncellenir ve benzerleri yaşanır durur.Nuh'da seyreden bir kişinin tevhide yönelip kavmini hakikat yoluna davet etmesi, nefsiemmaresinin ve özellikle "benliğinin bir ahtopot gibi saran kollarıyla başının belaya girmesi demek olacaktır.Nuhun gemi yapması , tevhide bir vasıta bulması , kavmine tufandan haber vermesi nefsi emmareden sakınmaları gerektiği , gemiye binmeleri, insanı kamile uyup Hakk7a bir kurtuluş vesilesi aramaları anlamına gelecektir.Nuh kavmini batıran tufan(nefsin celali tecellileri) farklı farklıdır.Ancak değişmeyen yegane sebeb benliktir.Yani tufanın kökeninde benlik vardır.Kimin mal hırsı çoğaldıkça tufana dönüşür ve içinden karun çıkar.Nuhun gemisine doldurduğu kavim, terbiyeyi kabul eden ve yola çıkıp giderken eğitilmeye razı olan duyular ve huylardır.Kurtuluş gemisine binmeyen asiler ise zaten aşıkın yani Nuhun gözyaşı tufanında boğulmaya mahkumdurlar.Nuhun karısı ve oğlunun kendisine inanmayıp helak olması; benlik sahiplerinin tek kurtuluşunun şeriat gemisinde turuku aliyye reisi olan kaptanın dümenine girmekle mümkün olduğunu bildirmektedir. Zahiri ve misali hakikatların değişip durmasına rağmen özün değişmediği vurgulanmıştır.

ÇINAR AĞACI

Cınar ağacı,meyvesizdir amma büyüklüğü muhteşemdir.İlmi olup marifeti olmayan zahidleri temsil için söylenir.Yahut Kavak ağacı temsil getirilir.Kavak ağacının da meyvesi yoktur amma yeryüzünde dik şekilde ayakta görünür.Gölgesi de kendisi gibi incedir.Geçicidir.

AŞK İMİNİ KİM BİLİR?

aŞK İLMİNİ SÜKUT EDEN pervaneler bilir.Vızıldayanlar değil.Yanıncaya kadar konuşmamak ve sadece dinlemek gerekir.Mecliste "ah" demek bile ikiliktir vesselam.Aşk meydanında duyulan iki ses "cız" ve "vız" dır."Cız" aşk ateşine kendini atarak yanan pervanenin sesidir."Vız" ise bu meydanda sükutu tercih etmeyerek konuşan, kelamı tercih eden taliplerin sesidir.

ALİ SIRRI

pİR sULTAN aBDAL HAZRETLERİ,Bir mana erinin sesinin,vefatından sonra bir başka diri mana erinde devam ettiğini remz etmek için : Şah-ı Merdan'ın avazı turna derler bir kuştadır. Asası Nil deryasında Hırkası bir derviştedir. buyurmuştur.Ali sırrı bir Ali'den başka bir Ali'ye diriden diriye geçer ve kamillerin gönüllerinde yaşar.Bize düşen görev, bu mana turnasının hangi kepenek altında uçtuğunu tespit etmek ve onun alayıyla göç etmektir.

25 Ocak 2021 Pazartesi

KIYAMET ALAMETLERİ BİR REMZ MİDİR?

Dini kabuğundan anlayan zahid öze intikal etmediği için ehlullahın remizlerini gerçek zanneder.Mecazdan hakikat cevherini çıkartamaz.Ehline,zikir ehline müracaat edeyimde gerçeği anlıyayım da demez.Kur'anda vehadisi şeriflerde kıyametin alametleri ile alakalı zikredilen hususlar şunlardır: *Güneşin Batı'dan doğması *Hz.İsa'nın Akminareye inmesi, *Dabbetül arz'ın ve yecüc mecüc'ün hurucu, *Mehdi,haşir neşir,İsrafil'in suru gibi kıyamet belirtileri. Bu kavramların hepsi bir remizdir.Kıyamet alametleri ile alakalı Niyaz-i Mısri hazretlerinin İrfan sofralarının ellincimakalesinde Büyük kıyametin alametleri hakkındadır" dedikten sonra Beni Asfar7ın,Dabbetül arz'ın,Yecüc ve Mecüc'ün,Deccaline zuhurlarını,güneşin batıdan doğmasını süluk tecrübesiyle anlatır: İnsan küçük bir alemdir.Büyük alemde olan her şey küçük alem olan insanda mevcuttur.İnsan fertlerinde de melekut, ceberut ve lahut alemine süluk edenler için kıyamet alametleri olacaktırİnsanın ilmen ve zevken bilmesi gereken alametler vardır ki salik bunların hepsinden geçmedikçe büyük kıyamete eremez,Cennete giremez.Hakk'da göremez. Bunu bildinse: "Asfar oğullarının ortaya çıkması" nefsin hayvani sıfatlarının açığa çıkmasından ibarettir.İnsanlık aleminde salikin yolunu ilk kesen eşkiya bunlardır. "Yecüc Mecüc'ün ortaya çıkması"! insana eziyet veren yedi kötü sıfatın belirmesidir. "Decal'in çıkması"; insandaki şeytani sıfatların ortaya çıkmasından ibarettir ki bunlar riyaset,rübubiyyet(Baş olma, tanrılık yani uluhiyyet duygusu),hile,huda yani aldatmadır.İnsanda bu sıfatların tamamı dünya sevgisinden ileri gelir.Bu sıfatlı insanların sağ gözü şaşı olur,ahireti hiç görmez. "Dabbetül arz" yani yer hayvanının çıkması kalbde nefsi levvamenin zuhurun ibarettir.Yani kalbin kabrinde Cennetlere bir pencere açılır ve kendisinde Allahu Tealaya bir meyil belirir "Hz.İsa'nın inmesi", aklı meadın(ahireti düşünen aklın) yakın nurlarıyla birlikte meydana çıkması ,insanın dünyaya meyletmekten vazgeçerek ahire yönelmesinden ibarettir.O çıkınca deccal öldürülür.Yakin nurunun zuhuruyla cehaletkaranlığı gider. "Güneşin Batı'dan doğması",Hakikat güneşinin arifin hafi sırrının matlaından(tan yerinden) doğmasıdır.Bundan dolayı "ariflerin hayvanlarının nalları ters çakılmıştır" denilir.Nivayet edilir ki Resulullah (sav) ahirette ralman suresini tefsir ettiği zaman alimler tefsirlerinden utanacaklardır. Güneşin battığı yerden doğması ruhun bedenden ayrılması demektir.İnsandaki hayvani ruh , dünyadaki güneş durumundadır.Bedenden ayrılınca battığı yerden doğmuş olur. "Tevbe kapısının kapanması" İnsan ömrünün sonunun geldiğine işarettir. Aşıkların kıyameti zinde iken dirilip Hakk7ın velayetiyle şereflenmektir.

ÖMRÜ DOST YOLUNDA HARAB ETMEK

Nasıl olsa bu vücut harâbolacak; iyisi mi, Dost yolunda harâbolsun. Bazı halılar eskidi mi, palancı dükkânına satarlar; iyi halıları da müzelere koyuyorlar. Ahlâk da böyle: Temizlenirse müzelere, yâni ebedî bir diriliğe; temizlenmezse, hayvanlara elbise olmak için palancı dükkânına.

24 Ocak 2021 Pazar

FİRAVUN KAVRAMI

Firavuneski Mısır'da bir Devlet başkanına verilen ünvandır.Bu ünvanı taşıyan ilk kraldan itibaren kendilerine "ilah" hüviyeti verdikleri ve ilahla özleştirdikleri için gelen her kralın isminin başına bu lakap eklenmiştir.Zalim,gaddar şirk içindeki nefsi emmare ehli kişilerin gizliden gizliye içinde bulundukları uluhiyet davasıdır. Nefsi emmare yönünden değerlendirilirse nefsin bu mertebesinde kalan her insan Firavundur.Nefsi emmare,para,asker,silah ve makama ulaştığında tarihte yaşayan Firavunluk hemen cisimleşir. Firavun,sözde yeryüzünün düzenini temin ettiği gibi dini hayatında en yetkin kişisidir. Kur'an da Firavun kelimesi 74 yerde geçmektedir.Sadece Hz.Musa zamanındaki Mısır krallarını ifade eder.Hz.Yusuf zamanındaki Mısır idarecileri "rab" ve "melik" kelimeleri ile anılır. İnsanlık tarihinde Hz.musa hak,adalet ve sağ duyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken Firavun,Haman ve tarafları bunun karşısında yer alan zihniyeti temsil eder. Tüm Firavunlar ölümü sonrasında mumyalanmıştır.Ancak Hz.Musa ile mücadele eden Firavun'un cesedini Hak teala sonrakileri ibret olsun diye muhafaza etmiş ve bu ceset İngilterede British Müzesinde teşhir edilmektedir. İnsan iki zıt esmanın ortasına düşmüştür.Her Musa'nın bir Firavun'u olması normaldır.Hakk'a talip olan kişilerde türlü vesilelerle bu firavun huyları

KAMİL BİR ALLAH MAYASIDIR

Sûre-i Necm’i oku, Anlagıl vahy-ı Hakkı. Bilesin ol Mustafâ, Nefesidir bir kâmilin. Buradaki nefesten maksat, üfürmek değil konuşmaktır (Ve nefahtü fihî min rûhi!) âyetinin sırrı zâhir olur. Üfürmeden, ağızdan söz çıkar mı? Onun sözünden, gözünden gıda ala ala bir gün bakarız ki… Çocuk, birdenbire büyür ve söz anlar mı? Biz de, büyüdükçe bir devreye düşeriz ki, vay! Neymiş o benlik? Oh! Çok şükür ki şu benlikten kurtulduk deriz. Ağırlık gider, yerine bir hafiflik gelir ki… İşte rûh. Rûhun ağırlığı olur mu? Öyle bir rûh ki, benliksiz ben. Şu lâmbanın yanına bir lâmba daha yaksak, bu iki lâmbanın ışıkları birbirinden ayrılır mı? Binlerce lâmba yansa, biz ışığa bakarız. Senin ışığın, benim ışığım olur mu? İşte bir dirilik ki tarifi mümkün değil. Benlik nereye gitti o vakit? Hele ki gitti… Niyazî’nin o şiiri, (Hak yolunun rehberi nefesidir bir Kâmilin – Dil tahtının serveri nefesidir bir Kâmilin) diye başlıyor. Hakîkaten, Hak yolunun rehberi bir Kâmilin nefesi, yâni konuşmasıdır; okuyup üflemesi değil. Gönül tahtının serveri de o; biz de onu gönül tahtımıza oturtabilsek. Niyazî devam ediyor: Nefsini mât eyliyen, Def’i memât eyliyen, Nefh-i hayat eyliyen, Nefesidir bir kâmilin. Nefsi mât ettikten sonra, memât kalır mı? Bize, Âdem’e secde etmeyi emretmediler mi? Ama Âdem’in vücuduna mı? Hayır. İşte bunun için Niyazî bize: İsteyü git Âdem’i. Âdemde bul Âdem’i, Sırr-ı (…Nefahtü) demi, Nefesidir bir kâmilin. Ruhulkudüs’ün demi, Âdemde iste anı; O imiş gönlün canı, Nefesidir bir kâmil’in. Mukaddes rûh’un zamanını veya nefesini insanda ara, demek istiyor. Mâaye-i Zât denilen, Feyz-i necât denilen, Âbıhayat denilen: Nefesidir bir kâmil’in. Hamur mayasını hangi hamura koysak, onu kendisine çevirmez mi? Bir zaman sonra, o hamur da tüm maya olmaz mı? Kâmil de öyle bir Allah mayasıymış. Niyazî’nin âbıhayat dediği şey, su değil, kâmilin sözleridir. Âbıhayat kulakla içilir. İnsan bu sözleri dinler de ayıkırsa, bir daha ölmez, ölmemek sırrını öğrenir.

SOL NE DEMEK?

– Sağ demek, sol mukabili sağ. – Sol kelimesi kötü, ters, aksi mânâlarına kullanılır ya; yâni nefsin fiillerini bırak, ahlâk-ı hamîde yolunu TUTMAK GEREKİYOR. SAĞCILIK BU.Bu kavramları siyaset dili ile çarpıttılar.

KABRİSTAN

Kabristandaki taşlar üzerindeki isimler Bizim içindir o isimler. Yâni o mezar taşı bize diyor ki: (Nerede şimdi o büyük adam? Hîç oldu. Ne kadar büyük olursan ol, sen de bir gün böyle olacaksın…) hoş bir âlemdir mezarlık. Kabristana gidince, insana bir hîçlik çöker; gafletsiz bir gaflet sarar, aklında hiçbir şey kalmaz, bir boşluğa doğru gidersin; ne arzu, ne emel, ne kötülük, ne ihânet… Zaten gözü açık olanlara her şey bir âyinedir. Kabristan da; “hîçlik âyinesi”. Esasına bakarsan, zaten bizim bir varlığımız yok! Yok amma, yok var; var da yok. Konuşan, gören biz miyiz? Bu vücut bir elbise, buna benim! diyen, onun içinde hapsolmuştur, esirdir. İnsan, varlıksız var. Varlığı yok; ama var. Şu hayret hâli zuhûr edince hiçbir varlık kalmadı. Ama ne kadar tatlı bu hayret âlemi… Akıl değil, aklın arkasındaki bir kudret anlıyor. Anlayınca hayrete düşüyor. Hayret hâli de o (Kudret)in perdesidir; fakat ona çok yakın olan bir perde. Gözün görme kudreti sağlam olursa, gözümüzü kapatsak bile, güneşin nerede olduğunu hissederiz; fakat kör, gözünü açsa bile güneşin nerede olduğunu bilemez.

ALLAH TATLIYI YASAK ETMŞTİR.

– Bize gelen musîbetler, gamlar, manevîyyetin gıdasıdır… Onlara sabreder, onlardan zevk alırsak, bizim için çok iyi olur. Hazreti Ali: “Allah tatlıyı yasak etmiş!” diyor. Bu sözüyle, işte bu gamları kederleri sevmek icâbettiğini anlatmak istiyor. Hazreti Ali, akla, nefise tatlı geleni sevmiyor, acı gelen şeyleri seviyor. Gam insana acı geldikçe, Allah o kulunu kendine doğru çekiyor demektir… Bakarsın ki, birinin çocuğu ölmüş. O kimse, o ândaki devleti, hiçbir zaman bir daha bulamaz. O esnada ne güzel bir gam, bir hüzün basar. Asıl manevîyyetin gıdası, bu hüzün. Ama bir devre gelir, gıdasını aldıktan sonra gıda istemez… Selim Bey o hâli geçirdiği gün, Allah bir nûr-u ilâhî bastırdı… Fuzûlî: “Gamın hepsini verme ki tükenmesin; ilâ-nihâye ver…” diyor. Nefsin sevmediği şeylerin hepsi gam… Nefis neleri istiyorsa, onlar kendine düşman. Aslına bakarsan; hîç! Evlât da hîç, devlet de hîç, ben de hîç, sen de hîç, hepimiz de hîç’iz. Ne diyordu Saim Ali Dilemre, mektubunda? – (Dünya hîç, kâr-ı dünya heme hîç; ey hîç! Barây-ı hîç mepiç!) diyordu. – Amma, bu “hîç”in içinde öyle bir devlet var ki… Bu hîç dediğimiz insana, aslına kavuşma devleti verilmiştir. Eğer insanoğlu bu kabiliyetinden istifâde etmezse hakîkaten hîç olur gider. Akıl, her şeyin hîç olduğuna tamamen inandıktan sonra, öyle bir zevka düşer ki… Ondan sonrası ölümsüz bir âlem; ondan sonraki lezzet; bitmez tükenmez aralıksız, kesâfetsiz. Akıl, oraya varmadan, tâlim ediyor; yaptığı şeyler, düşündükleri tâlim gibi bir şey.

MANEVİYAT ATEŞİ İÇİNE DÜŞEN MİKROBU YAKAR

Mikroplar yere düşseler ölmezler; hemen kendilerinden bir sır, bir kap hâsıl olur, onun içinde yaşarlar. Verem mikrobunun kabuk yapma hassası daha çoktur. Kuru yerde yaşar. İspirto mikropları öldürmez, ancak gevşetir, düşürür. Manevîyyete tamam dayandıysan, sen oldun bir ateş; senin içine mikrop düşer düşmez yanar. – Bazı hâllerimiz vardır ki, (Kâmil)le ülfet etmezsek, o hâlin altında kalırız. Kâmilden uzaklaşır, kendi kendimizle kalırsak, kendimiz, benliğimiz o hâlin yorganı olur. O yorganı yakmak lâzım. – Bu da çok zor. – Soğuk memleketlerde yorganı yakmak ne kadar zorsa, benliği yakmak da o kadar zordur. Çünkü o soğuğa o yorgan lâzım.

MÜEZZİN VE MÜRŞİT

Müezzin ,minareden ezan okuyarak insanları namaza davet eder.Zahirde müminleri namaza davet eden müezzin ne ise, batında mürşid-i kamil de odur.Hakikate vuslat ancak bu davete uyanlara nasib olur.Çokluğu bire döndürme makamı "ebul vakt" denilen zatın hakkıdır.Bu davet nübüvvette umuma, velayette ise ferde hitap eder.Bu davet kıyamete kadar kesintisizdir.

ERKEK KİM?

Bağdat'da meczube bir kadın yaşarmış.Bu meczube kadın iki de bir tesettüre riayet etmeden sokağa çıkar imiş.Devir şeriatn uygulandığı devir.muhtemelen Abbasiler devri.başı açık,tesettüre riayet etmeden dolaşmak yasak.Bu meczube erkeklerden çekinmez ve tesettürsüz dolaşırken etraftakiler başını örtmesi için başına örtü koyarlarmış.Kadın yine de örtüyü atarak gezermiş.Yine bir gün bu durumda gezerken "Aman bana bir örtü verin , erkek geliyor" demiş.Etraftaki erkekler;"Yahu biz erkek değilmiyiz.Sen bizden çekinmiyorsun da hangi erkekten çekiniyorsun?"demişler ve kim bu gelen diye bakmışlar ki karşıdan Hz.Abdülkadir Geylani gelmekte.

23 Ocak 2021 Cumartesi

TASAVVUFDA DENİZ KAVRAMI

"bAHRİ MUHİTİ İÇTİM AMMA KANMADIM" DİYEN iDRİSİ MUHTEFİ hazretleri ne kastedmiştir.Bahri muhit bugünün deyimiyle "Okyanus" dur.Bundan maksat her şeyi kaplayan derin ve sonsuz denizdir.Alemde her şeyi ihata eden yegane varlık "Hakk" tır.Mülk de, melekut da,gayb da O'nundur.Görünen sıfatı, gören zatıdır.Hak vardır gayrı yokdur.İşte Hakk'ın zatıdır muhit olan.Deniz bu sebeble alemi misalde "Hüviyet-i zatiyye'yi temsil eder.Ehli süluk,nefis merhalelerini yani "emmare,levvame,mülheme ve mutmainne makamlarını" ikmal edip zati hüviyyete ulaştığı zaman denize karşıdan bakmaz,denizin kendisi olur.Yunus Emre buyurmuştur: "Benim ol aşk bahrisi denizler hayran bana Derya benim katremdir zerreler umman bana"

İLAHİ EMANET

"Şüphesiz ki biz emaneti göklere, yere,dağlara teklif ettik.Onlar yüklenmekten çekindiler.Onu insana yükledik. Ahzab/72" "ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH SİZE EMANETLERİ EHİLLERİNE VERMENİZİ EMREDER. NİSA/58" "İlahi Emanet" , zat sırrıdır.İlahi emanet, ehlinden ehline geçer. Unsurlar aleminin kendine ait bir düzeni , bir şeriatı vardır.Sünnetullah(Allah'ın koyduğu kanun,nizam) denilen de budur.Varlık aleminde sünnetullah'a ters bir hareket nizamı bozacağı için şeriatı korumak icabeder.Cenab-ı Hakk, dünya düzeninin yahi şeriatın bekçiliğini din adamlarına yaptırır.Varlığın hakikatı olan ilahi emaneti ise arif-i billah olankamiller yüklenir. İnsanıı Kamilin bir yastık kadar olan vücudu halkı aldatır.Azazil'in Adem(a.s)'ın vücudunu görüp secde etmemesi gibi.Niyaz-i Mısri hazretleri bu gerçeği şöyle ifade eder: "Bu mısri'nin sureti aldar bu halkı veli Ma'na da her bir kılı bu dünyanın kaf dağı (Bu Mısrinin vücudu-acziyetine bakıp- bu halkı aldatır.Lakin mana da her bir kılı bu dünyanın en yüksek noktası olan Kaf dağı konumundadır)

EŞYANIN HAKİKATI

"Her neye baksan gözün bil sırr-ı Süphan andadır Her ne işitse kulağın mağz-ı Kur'an andadır" (Gözün her neye baksa bil ki Süphan olan Allah7ın sırrı ondadır.Kulağın her ne işitiyorsa Kur'an'ın özü/ruhu ondadır) "Her şeye mahluk gözüyle baksan ol mahluk olur Hak gözüyle bak ki bi-şek nur-ı Yezdan andadır" (Niyaz-i Mısri) Her şeye mahluk/yaratılmış gözüyle baksan sen onu mahluk görürsün.Sen bu çokluğa Hak gözüyle bak ki şüphesiz Allah'ın nuru/vahdet oradadır "Kesret-i emvaca bakma cümle bir derya durur Her ne mevci kim görürsün bahr-i umman andadır" (Dalgaların çokluğuna bakma , onların hepsi bir deryadan ibarettir.Gördüğün her bir deryada umman gizlidir) "Vahdeti kesrette bulmak kesreti vahdette hem Bir ilimdir ol ki cümle ilmi irfan andadır" (İlahi birliği çoklukta , çokluğuda birlikte bulmak öyle bir ilimdir ki aradığın bütün ilim ve irfanın hepsi onda mevcuttur) "İbret ile şeş cihetten görünen eşyaya bak Cümle bir ayinedir kim vechi rahman andadır." (Altı yönden görünen eşyaya ibret gözüyle yani hakikatini enfüse dönüştürerek bak.Bütün eşya bir tek aynadır ki Rahman'ın yüzü onda görünür) "Söyleyen ol söylenen ol gören ol görünen ol Her ne var a'la vü esfel bil ki canan andadır" (Söyleyen,söylenen,gören ve görünen O'dur.Yukarıda ve aşağıda her ne var ise bil ki sevgi onlardadır) "Mazhar-ı tammı veli adem yüzüdür şüphesiz Künh-i zatı hem sıfatı cümle yeksan andadır" (Hakk'ın tam zuhur ettiği varlık şüphesiz Allah dostu /veli/ bir insan yüzüdür.Hakk'ın zatı/esmai ilahiyyesinin özü/ ve cümle sıfatları onda toplanmış, ondan açığa çıkmıştır." "Haşr u neşr ile sırat u duzah u malik azab Hem dahi Rıdvan u cennet hur u gılman andadır" (Haşır ve neşir/herkesin dirileceği kıyamet günü / ile sırat köprüsü ,cehennem ve cehennem bekçisi melek veazab hem dahi cennet ve Cennet'in bekçisi melek,huri ve gılman hepsi vahdet içindedir) "Görünen sanma Niyazi'nin heman sen mülkünü Gönlü bir viranedir kim genc-i pinhan andadır" (Sen heman Niyazi'nin vücudunu bu gördüğün vücuddan ibaret zannetme.Onun gönlü yıkık bir yerdir kim, gizli hazine /Hakk7ın zat sırrı/onda gizlidir.

22 Ocak 2021 Cuma

NASİHAT

Bayrami Şeyhlerinden Akhisarda yaşamış Şeyh İsa hazretlerine bir kimse gelir halkın kendisini kötülediğinden, topluluk içinde küçük düşürdüklerinden şikayet eder.Şeyhin cevabı şöyle:"Yerme, yerilme, yoldan ırılma.Doğru giden dağ aşar.Yerme yermesinler.vurma vurmasınlar.Kendi dilini tut, elin sözünü yut"

MÜRİDİN ÜÇ TÜRÜ

İzmir Tire'de iflah olmaz bir kumar müptelası olan Galib adındaki biri bu illetten bir türlü kurtulamaz.Son olarak Hayrullah Dede'ye başvurur.Dede Tire Mevlevihanesinin son şeyhlerindendir.Kumarbaz tövbe ederek Galib Dede'ye sığınır.Etraftakiler dedeye itiraz ederler:"Ne yapacaksın bu kumarbazı" diye.Dede şöyle cevap verir:"Mürşide üç çeşit mürid lazımdır.Tirit,mürid,kör yiğit.Galib de bizim kör yiğidimiz olsun".Hikmet bu ya , o tarihten sonra Galib tekkenin güvenlik görevlisi ve gönülden bağlı bir müridi olmuş ve bir daha da kumar oynamamış.

İNSANI KAMİL AĞACINDA YUVA KURMAK

İNSANI KAMİL AĞACINDA YUVA YAPMAK Manevi arayış içinde olan insan, o alemle ilgilenir.Bu amaçla tasavvuf kitapları okur.Geçmiş tasavvuf erenlerinin kitaplarını sözlerini .Ruhuma hitap eden bu sözler ve haller onda bir zevk doğurur.Bu zevkin başlaması yumurtadan bir kuşun çıkması gibidir.Bu kuş,okudukça palazlanır.Bir müddet sonra kanat çırpma safhasına geçer.bir müddet sonra kendi kanatları ile tek başına uçma provalarına başlar ve nihayet yuvayı terk eder.Ancak bu kuş yavrusu, zamane tehlikelerinden muhafaza ve gelişmesini tamamlamak için İnsan-ı Kamil ağacına sığınıp orada yuva edinmesi gerekir.”Şeceretül Kevn” denilen insanı kamil ağacında, kemalat kazanılır.Kuş yavrusu bu ağaçta talim görür.Nefsin kötü duygularından arındırılır.”Oysa ölü iken O diriltti.sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve O’na döndürüleceksiniz”(Bakara/28. Ayeti gereği yuvadaki bu kuş artık nur olmuştur.Orada ten can olur,can ruh olur,aslına döner.Yunus Emre bu hali şöyle ifade etmiştir: “Benim canım bir kuş durur gövdem onun kafesidir Dosttan haber geliceğiz bir gün uçar kuşum benim. Dosttan “İrci’i”(dön aslına) Fecr/28 emri gelince ruh kuşu uçar.