28 Ocak 2021 Perşembe

NEFSE HAKİMİYET

Adana da ki saathânenin yeri, vaktiyle bir fasulyeci dükkânı imiş… Bir kış günü, ilm-i simyâ bilen iki derviş, şehirde dolaşırlarken yolları bu dükkâna uğruyor. Aşçı dükkânının karşısında ayakta durup etrafı seyrediyorlar. Bakıyor ki dükkâna zayıf bir adam girdi. O sırada karanlık da bastırmış; yağmur da yağıyormuş; lokantada da kimseler yokmuş. Bunlar seyrediyorlar: Adam bir tabak fasulye yiyor. Karnı aç olduğu için çabucak yemiş, para vermeden dışarı çıkmış. Fasulyeci bunu yakalıyor:

– Fasulyenin parasını vermeden nereye gidiyorsun?Adamcağız:

– Param yok.diyor. Aşçı bunun üzerine yürüyor:

– Hay hınzır herif! Madem paran yoktu, niye yedin fasulyeyi?

Aşçı dükkânının darabasını indirip değneği eline alıyor, buna birkaç tane vuruyor:– Verecek misin parayı?

Adamcağız:– Yok ki vereyim, diyor… Bu cevap üzerine fasulyeci biçâreye bir de tekme indiriyor. Adam yağmurlu çamurlu suların içine düşüyor.

Bu hâli seyreden o iki adamın, biçâreye yürekleri çok acıyor. Birisi diyor ki: “Şu adama ilm-i simyâ’yı öğretelim; kendisine günde ne kadar para lâzımsa o kadar para yapsın.” Adamın yanına gidiyorlar:

“Gel sana bir mahâret öğretelim; bu öğreneceğin ilimle kendine günde ne kadar para lâzımsa o kadar para yaparsın, diyorlar. Adam: “istemem!” diyor. “Yahu yediğin dayak parasızlık yüzünden değil miydi? İşte sana para yapma usülünü öğreteceğiz. Niye istemiyorsun? diyorlar. Adam kat’i olarak: “İstemem!” diyor. İki adamdan biri, buna kızıyor; arkadaşına: “Bırak Allah’ını seversen, buna müstahak diyor. Fakat öbürü: “Bu biçâre dayaktan aklını kaybetmiş…” diyerek ilm-i simyâ’yı adama öğretmek için ısrar ediyor. Fasulyeyi ve dayağı yiyen adam, bu iyi kalbli dervişin ısrarına dayanamıyor, yerden bir taş alıyor, “Allah!” deyip taşı göğsüne vuruyor, kaldırıp atıyor ve oradan uzaklaşıyor.

Dervişler taşı alıyor, bakıyorlar ki taş parlıyor elmas gibi bir şey olmuş. Kendikendilerine: “Biz bu ilmin nihayetini bulduğumuz halde, çay taşını adamın yaptığı gibi elmas yapamadık…” diyorlar. Adama iyilik etmek için ısrarla İlm-i simyâ öğretmek isteyen derviş insaf sahibiymiş, bu hâlden ibret alıyor. Öbürü müderrismiş: “ Gidelim şundan, bunu nasıl yaptığını öğrenelim.” diyor…

Adamın önünü kesiyorlar. Çay taşının nasıl elmas yapılacağını öğrenmek istiyen, “İlle bunu bana öğret…” diye adama yapışıyor. Vicdân ve insaf sahibi olan ise: “Aman efendim, bizi affet…” diye yalvarıyor ve bu derece büyük bir mânevî kudrete sahib olduğu halde o dayağı yemesinin sebebini kendisinden soruyor. Adam diyor ki: “Oğlum, ben ne para isterim, ne de para yapmak isterim. Benim bütün derdim, nefsimi, islâh etmeğe uğraşmak. Uzun zamandan beri nefsimle savaş etmekteyim… Birgün, nefsimi tamamiyle islâh ettiğimi zannettim; “Eh, dedim, gönlümde Allah’tan başka bir şey kalmadı…”

Fakat gönlümü şöyle bir yokladım, baktım ki canım fasulye istiyor. “Yâ demek böyle? Dur ben seni islâh edecek bir adam bulayım da gör!” dedim. Yedi senedir Bağdat, Basra, Yemen dolaşıp duruyorum. Gezdiğim yerlerde, bunun kadar nefsimi islâh edecek zalim bir adam bulamadım… İşte bunun için buraya geldim. Nefsime doyasıya bir fasulye yedirdim. Arkasından da bu fasulyeyi hazmettirecek temiz bir dayak! Bu dayaktan sonra nefsimi yine şöyle bir yokladım, değil bir daha fasulye yemek, fasulye tarlasının dibinden geçmeyi bile istemiyor!..”

İşte insan bu mertebeye gelince, yâni nefsine kat’i surette hükmedince Süleyman olur.

Derler ki Süleyman peygamber kurtlara, kuşlara hükmedermiş. Süleyman, hayvanların değil, insanların peygamberiydi. Öyleyse niye hayvanlarla uğraşıp dursun? Demek ki bu söz rumûzludur… Yâni anlatmak istiyorlar ki Süleyman nefis ve ahlâk hayvanlarını hükmü altına almıştır. Süleyman, içindeki hayvanların dilinden anladığı için onlara hükmediyordu.

Süleyman böyle olduğu gibi, her insan da böyledir. Her insan mecmû-u kâinattır; nefsine hükmetmeyi arzu ederse, edebilir. O zaman tabiattaki hayvanlar da kendisine itaat eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder