28 Ocak 2021 Perşembe

FARKLI DÜNYALARDA YAŞAMAK

Amak-ı Hayal isimli kitap Filibeli Ahmet Hilmi'nin farklı alemlerdeki "hal" olarak yaşantıyı aktardığı bir kitap olup akıl bunu çözemez.Adanalı İsmail emre hazretleri anlatmıştır:

  Arkadaşlardan biri bundan 20- 25 sene evvel bir müddet ortadan kayboldu… Yedi sekiz ay sonra çıkageldi. Eli yüzü kirli, saçı sakalı uzamış bir hâlde. Kimseyle konuşmaz, sorarsın, cevap vermez. Bir müddet sonra aklı başına geldi. Çalışmaya, işine gücüne gitmeye başladı. Bizden çok eski ve yaşlı bir adamdı. Birgün sordum: (Nereye gitmiştin?) Rahmet olsun, (Hep sordular, söylemedim ama, sana söyleyeyim…) dedi. (Vaktımı hep Toros’larda geçirdim. Fakat bulunduğum yerlerin Toroslar olduğunu sonradan anladım…

Birgün bir istek zuhûr etti, şehiri terkettim. Bir zaman sonra aklım başıma gelmiş, kendimi karlı dağlar arasında bir çeşme başında oturuyor buldum… Karlar erimiş, sular akıyor. Onlardan da birçok tere bitmiş. Onlara bakıp dalarken kendimi yine kaybetmişim.

Bir ara kendime geldim ki, arkamdan, birisi kulağımı kurcalıyor. Kimdir, diye döndüm ki bir geyik; yüzümün, boynumun tuzlarını yalıyor. Onun dilinin temasından çiğridim. Bu hâl tuhafıma gitti. Ben kımıldadıkça yüzüme bakıyor… Kendi kendime düşünüyorum: Yarabbi, ben ölü müyüm, diri miyim?.. Ben böyle düşünürken, baktım beş altı tane geyik de o tereleri yiyerek yayılıyor. Acebâ rüya mı görüyorum diye kendimi elledim; hayır, rüya değil. Ayağa kalktım, yürüdüm; hepsi arkamdan geliyor. Ben durunca, önüme geçip yüzüme bakıyorlar. Hep onlarla uğraşacak değilim ya, gittim bir kayanın üzerine çıktım, oraya yüzün koyu yattım; kendi tatlı âlemime daldım… Ayıktım ki, geyikler gitmiş. Güneş battığı için de kaya soğumuş. İndim bir çayırlık buldum, oraya yattım.

Mevsim sonbaharmış. Bir aralık kulağıma bir oğlak sesi geliyor. Bu keçi sesi nedir aceba? Yan tarafıma döndüm ki bir kabristan. Meğerse bir mezarlıkta yatıyormuşum. Bir keçi yavrusu bir kabire düşmüş. Göçebeler de onu bulamamışlar. Hayvancağız çok zayıflamış; çıkardım; otlamağa başladı. Amma, arkadaşlarını aramak için dolanıp duruyor. “Bunu bir köye bırakayım da canavarlar yemesin…” dedim, belimdeki yün kuşağı çıkardım, oğlağın boynuna bağladım, bir ucunu da koluma. Yine kendimden geçmişim… Ayıktım ki bir kuvvet beni sürüklemeğe çalışıyor. Bakıverdim ki bir kurd; oğlağı yemiş. Hayvancağızın ön ayaklariyle boğazı kalmış. Ay da doğmuş; süt gibi ışık. Ben kımıldayınca, kurd iki ayağını dikti, yüzüme bakıyor. Arada bir içime korku geliyor, “Sıra bize de gelmesin…” diyordum. Nihayet kuşaktan vazgeçtim. Kuşağı kolumdan çözdüm. Kurd kuşağı da alıp bir 200 metre kadar gitti. Orada oğlağı bir parça daha yedi, yine yüzüme bakıyor. Fakat benim soğuktan belim üşümeğe başladı; zaten karnım da aç. Kalbimden; “Keçiyi yedin, bari kuşağı götürme; kuşak yenmez…” diyordum. Nihayet gittim; kuşağı oğlağın boğazından çözmeğe başladım. Kurt gitti, bir taşın dibinden bana bakıyor. Etrafı dinlemeğe başladım, bir ses var mı, diye. Nerdeyse sabah olacak. Bir köpek sesi işittim. “Bu köpeğin bulunduğu yerde mutlaka insan da vardır…” diye, o tarafa doğru yürüdüm. Önüme bir dere geldi, geçemedim; dolandım, dereye indim. Baktım kurt da benimle beraber geliyor; oğlaktan vazgeçmiş. Kurdun peşimde dolaştığını görünce kendi kendime; “Bu köpek olmasın?” dedim, hayvanı kuçu! kuçu! diye çağırdım; o, bu çağırışı anlamadı. Ben durdum mu o da duruyor, iki ayağını dikip yüzüme bakıyordu. O zamana kadar böyle bir hâlin olabileceğine aklım yetmiyordu. “Ne olursa olsun…” deyip hayvanın yanına gittim ki kocaman bir kurt. Arkasını sığadım. Hadi ben gine köpek sesine doğru gitmeğe başladım; kurt da beraber geliyor. Göçebelerin çadırları görününce köpekler koku sezdiler, hücum ettiler. Kurt da ayrılmak istemiyordu amma, köpeklerin belâsından kurtulmak için etrafımı bir kere dolandı, gitti.

Köye vardık, sütlü kahve pişirdiler. Köylerde dilenci zannederlerdi; para mara verirlerdi. Almasam gönülleri kırılırdı; ben de alırdım. Fakat aldıklarımı gönlüme danışarak kimler fakir ise onlara verirdim.

O arkadaş böyle anlatmıştı… Bu gibi şeyler aklî ve ilmî değil, hâlidir. Akıl buralara yanaşamaz. Ne vakit bu cüz akıl, kendinden geçer, Akl-ı Küll’e karışırsa o zaman bu âleme ayak basabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder