21 Ocak 2021 Perşembe

ALLAH'I ARAYAN ADAM

Vaktiyle bir adam, bilmem kaç sene ibâdet ediyor. Kur’ân’a da âşinâ. Allah’ı arıyor, fakat bulamıyor. Hâlbuki Allah bilinir de, bulunur da. Adamcağız Allah’ı bulamayınca, yol değiştiriyor; kendi kendine; “Hıristiyanlar gibi puta tapacağım artık… Bakalım bu yoldan Allah’ı bulabilecek miyim?” diyor. Bir zaman da böyle tecrübe ediyor. Sonra dağlara çekiliyor. Dağlarda kenger isminde bir ot olur, güzel bir çiçek açar. Türkmenler bu otun tohumunu kahve gibi içerler. Adam dağda, bu çalılardan birine rastlıyor; onu seviyor. Çalıya: “Sen Allah’sın; ben seni Allah gibi seveceğim!” diyor ve gece gündüz çalının başından ayrılmıyor, ona tapıyor. Sonbaharda, kengerlerin dibi çürür. Adamın taptığı kenger de çürümüş. Birgün rüzgâr bu kenger çalısını önüne katıyor. Adam: “Aman, Allah’ım gidiyor!” diye dikenin arkasından koşuyor. Diken rüzgârın önünde sürüklene sürüklene bir mağaraya giriyor; adam da arkasından. Bakıyor ki mağarada bir adam oturuyor. O adam buna soruyor: “Hayır ola? Bir şey mi istiyorsun?”. Dikenin peşinden koşan adam: “Allah’ım buraya girdi de onu arıyorum” diyor. Mağaradaki adam: “Gel, gel; benim müşkülüm birkaç gün evvel hâlloldu; seninkini de hâlledelim…” diyor ve hâllediyor. Hikâyedeki adam Allah’ı bir çalıda zannetti. Mûsâ da ateşten gördü. Çünkü o sırada ateş arıyordu. Biz ise, Muhammed ümmetiyiz. Ona odundan ve ateşten tecelli eden “Kudret”, bize, yarattığı insandan tecellî etmez mi? O Kudret’in tecellî ettiği ve söz söylediği yer, harâb olacak, yâni ölecek. Öyleyse biz, o söyleyen Kudret’i bulalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder