28 Ocak 2021 Perşembe

HAL YAŞAYANLARDAN BİR ÖRNEK

Adanalı İsmail Emre hazretleri anlatmıştır: Birgün, otururken bu şeyleri tefekkür ediyormuşum ki, (Fakat kendi aklımla değil, Mürebbîmin aklıyla tefekkür ederken) kulağıma “hadi gel gidelim!” diye bir ses geldi. Baktım ki Mürebbîm gidiyor. Bende arkasından gittim… Tarifi mümkün olmayan âlemleri gezdirdikten sonra, kendimi bir deniz kenarında buldum… Mürebbîm kayboldu. Vücudum var amma, yok gibi; yok ama var gibi. Deniz kenarındaki kumların herbiri yakut ve zümrütten daha parlak, daha güzel. Arkama döndüm ki birisi var. Ağzımdan bir ses çıkıyor; Sen kimsin? O da aynı suali soruyor: Sen kimsin? Söz de bir, ağız da bir. Bir dakika sonra, o benim sualime verdiği cevap benim ağzımdan da çıkıyor. Sonra bakıverdim ki önümde bir kayık; fakat gondol gibi bir kayık… Gondolun başı, mürebbîmin başı. Denizde üç dört adım yürüdüm; ayağım ıslanmadı. Kayığın içine bindiğimi biliyorum. Kayık öyle bir gidiyor ki, ne tepkili uçak öyle gidebilir, ne birşey. Gittiğimiz yere baktım, su değil; hava da değil. Etrafta yıldızlardan çok kayık var. Bütün kayıkların yönü bize doğru, biz ne tarafa gidersek, kayıkların yönleri bize doğru dönüyor. Arada bir, kayıklardan biri muvazenesini kaybediyor, yıldızların akması gibi zerrât hâlinde dağılıyor, mahvoluyor; dağılan zerreler öbür kayıklara yapışıyor. Bu gidiş ne kadar sürdüyse, kulağıma yine bir ses geldi: Zirve-i Hîçî! Ne kayık kaldı, ne ben; hiçbir varlık kalmadı. Sade bir hissiyyet var, ama bütün varlıklarla bitişik olan bir hissiyyet. Gözümü açıverdim ki oturduğum yerdeyim. Bunu nasıl tarif etsinler? Ettik mi ki şimdi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder