30 Eylül 2016 Cuma

ŞEYHİN MÜRİDE TAVSİYESİ-Sunullah Gaybi

Ne meczub-ı ilahi ol şerayı'da kusur eyle
Ne mahcub-ı ilahi ol hakayıkta kusur eyle


Ne mest ol aşk ile daim ne ayık ol bu akl ile
Miyan-ı zühd ile irfanı cem idüp ubur eyle


Ne hali ko ne kali ko ola gör mecmaul Bahreyn
Tenün şer'a muvafık kıl dilün sırra kubur eyle


Celal ile cemalün imtizacından durur alem
Bu dehr içre ne mahzun ol dem-a-dem ne sürur eyle


Bu kesret zehrine mahlut oluptur sükker-i vahdet
Acep ma'cun-ı ekberdür yiyüp GAYBİ huzur eyle
Sunullah Gaybi)

SARHOŞLUKLAR

Aşk sarhoşları olan ariflerin sekr dediğimiz manevi sarhoşluklarındaki söylemlerini ciltler izah edemez.İbni arabi hazretleri:
"Bütün suretleri kabul eder oldu benim kalbim
Gah Tevrat levhalarına
Gah Kabe duvarlarına
Gah ceylanların otlandığı o vadiye
Benim mezhebim aşktır.
Aşk bineği beni nereye götürürse
Benim benim dinim imanım orasıdır


Mevlana hazretleri sekr halinde şunları söylemiştir:
"Bugün seher vaktinden beri sarhoşuz,darmadağınığız,perişanız
Mademki darmadağınık olmuşuz
O zaman darmadağınık sözler söyleyelim"


HAFIZ DİVANINDA:
EY SAKİ, KADEHİ DÖNDÜR, MECLİSTEKİLERE VE BANA SUN
çünkü AŞK ÖNCEDEN KOLAY GÖRÜNDÜ
AMA SONRADAN MÜŞKÜLLER MEYDANA GELDİ


Nesimi hazretleri ifade etmiştir:
Nesimi saki lütfundan bugün mest-i tecellidir
Beni mest eyleyen daim o meyden Mustafa gördüm


Niyazi Mısri ise:
Zahida ayık dururken anlamazsın sen bizi
Cur'ay-ı safi içüp mestan olan anlar bizi


Alvarlı Lütfü Hazretleri;
Sakiya doldur şarabı vakt-i iftardır bu dem
Mamur eyle bu harabı lütf-ı ızhardır bu dem

ÖMER HAYYAM



MEDRESEDE SÖZ VARDIR TEKKEDE HAL
FAKAT AŞK SÖZDEN DE DIŞARIDIR HALDEN DE
İSTER ŞERİAT MÜFTÜSÜ OL İSTER TEKKE VAİZİ
AŞK MAHKEMESİNE GELDİN Mİ KESİLİRSİN DİLDEN DE
(Ömer Hayyam)

EHLİ BEYT-Şeyh Galip

Peygamber Efendimizin zevcesi Ümmü Seleme diyorki :"Ey ehl-i beyt ! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister"(Ahzap 33)mealindeki ayet benim evimde nazil olmuştur.Fatıma,Ali,Hasan,Hüseyn orada idiler.Resulullah, üzerinde bulunan bir örtüyü onların üzerine örtüp "İşte bunlar benim ehl-i beytimdir.Allah bu sebeble onlardan günahı götürdü ve onları temiz kıldı"buyurdu

BENDE-İ ÂL-İ ABÂYIM BANA BESDİR KÖHNE ŞÂL
ÖYLE ÜRYÂNIM Kİ ESBÂB-I GURÛR EMR-İ MUHÂL
BÎ TEKELLÜF LÂÜBÂLİYİM NE LAZIM KİL Ü KÂL
İLM Ü FAZL U ZÜHD Ü TAKVA AKİLE OLDU İKÂL
ÂŞIK-I ŞÛRİDEYİM MEN FÂRİĞ U ÂZÂDEYİM
Şeyh Galip

HAZRETİ MEVLANA'NIN HALEP'DE Kİ KERAMETİ

Hazreti Pir efendimiz,Halep'te Halaviye medresesinde Mevlana Kemaleddin bin Adim isimli değerli bir hocadan ders alıyordu.Müderris onun alnındaki olgunluk ve hidayeti müşahede ettiği için Hz.Pir'e saygılı davranıyordu.Diğer talebeler bu saygıyı çekemediler  ve hocalarına:"Bu yabancıya bu kadar çok itibar ediyorsun ve bize hiç yüz vermiyorsun"diye şikayetlenselerde "Ben onda büyük bir kabiliyet görüyorum"diyerek onları savuşturdu.Aynı çekemeyen talebeler bir gün hocaya:"Senin değer verdiğin o talebe gece olunca kalkıyor medresinin kapısı gizlice açıp dişarı çıkıyor"deyince Hoca inanmadı ama bu durumu izlemek istedi.Akşam kapıcılar medresenin kapılarını kilitlediler.Hz.Mevlana hücresinden çıktı kapıya yaklaştı parmağı ile dokununca kilit açıldı yürüdü çıktı.gizlendiği yerden bu durumu gören müderris izlemeye başladı.Hz.Pir şehrin Antakya kapısına geldi,kapıya dokundu ve kapı açıldı.Hz.Mevlana önde müderris arkada takip edip gittiler.Birden uzaktan pırıl pırıl parlayan nurani bir kubbe göründe.Hz.Mevlana oraya vardı,ruhani topluluğa selam verdi ,onlarla bir vakit murakabe edip zikre başladılar.Sonra kalkıp sabah namazının farzına hazır oldular.Cemaatın "Allahü Ekber"diye namaza durdukları zaman o tekbirin heybetinden ,müderris bayılıp kaldı.Kendinre gelince ne kubbe vardı nede insanlhar.Çölün ortasında yapayalnız.Hayranlığında gözlerinde yaş olduğu halde şehrin bulunduğu yönü tahmin ederek yürümeye başladı.
Medresede talebeler müderrisi bulamayınca aramaya başladılar.Hz.Mevlana efendimiz hemşerisi olan seyisi çağırıp:"Şehrin filan kapısından çık,İbrahim Mescidinin yolunda onu ara"dedi.Seyis deveye bindi o istikamete doğru deveyi sürdü.Ancak öğle vakti,müderrisi,yerde yürüyemeyecek bir vaziyette buldu.İnip deveye bindirdi.Müderris seyise kendisini nasıl bulduğunu sorunca seyis Hz.Mevlana'nın burayı tarif ettiğini anlattı.Medreseye gelince Hz.Mevlana herkesten önce gelerek müderristen bu hadiseyi kimseye anlatmamasını rica etti.O da anlatmadı.ancak hadiseden sonra mderrisin saygısı ziyadeleşmişti.Mevlananın huzurunda iki diz üstü otururdu.Hz.Pir bu sırrın daha fazla muhafaza edilemeyeceğini anlayarak adamları ile birlikte Halep'ten ayrılıp Şam7a gitti.

HAZRETİ MEVLANA'NIN FAZİLETİ

EVLİYANIN HER BİRİNİN ÖZEL BİR MEŞREBİ VARDIR.PEYGAMBERLERİN OLDUĞU GİBİ.PEYGAMBERLERİN BAZILARNIN MEŞREBİ LEDÜNNİDİR;HZ.ADEM PEYGAMBER GİBİ.BAZISI HAKK'LA KONUŞMAK VE HAKK'A YAKLAŞMAKTIR;mUSA (A.S)GİBİ,BAZISI RUHİDİR;İSA (A.S)GİBİ.PEYGAMBER EFENDİMİZ'e ise tüm meşrepler verilmiştir.Esmai Hüsnanın hepsinden öbür tarafa geçmiştir.Mevlana Efendimiz Peygamberimiz sav meşrebinin feyzinden pay almıştır.Nitekim buyur:
Hakk Teala'nın hazinesini açtılar;geliniz,hepiniz hil'at giyiniz
Hazreti Muhammed mustafa (sav)yine geldi,göründü;hapiniz iman getiriniz !".

ALLAH KORKUSUNUN ŞEKLİ

Fudayl b.İyaz derki:"Sana "Allah'dan korkuyormusun?" diye sorduklarında sus.Çünkü sen "hayır" dersen büyük bir günah işlemiş olursun.Buna karşılık EVET diyecek olursan Allah'dan korkan senin gibi olmaz.Görmezmisin ki Allah Teala İbrahim (a.s)'ı kendisine dost edindiği zaman kalbine bir korku verdi.Nihayet Peygamberin kalbi çarpmaya başladı .O kadar çarptı ki havada kanat çırpan kuşun kanat sesinin duyulması gibi kalp çarpıntıları duyulmaya başlandı.
Fudayl'a sordular;"korku bakımından ulaştığın bu dereceyi neye borçlusun ?".O da cevap verdi:"Günahların azlığına"

ÖLÜM VE HAYAT CİSİMMİDİR

İbni Abbas (r.a)dan şöyle bir açıklama rivayet edilmektedir."Ölüm ve hayat iki cisimdirler.Allah Teala ölümü boz bir koç şeklinde yaratmıştır,Bu koç hangi şeye uğrarsa ,han şey onun kokusunu alırsa mutlaka ölür.Allah hayatı dişi ve boz bir at suretinde yaratmıştır.Cebrailin ve peygamberlerin binmiş olduğu at işte bu attır.Bu atın her bir adımının boyu gözün aldığı mesafe kadardır..Vücut yapısı itibarıyla merkepten büyük katırdan küçüktür.Bu at herhangibir şeyin yanından geçtiğinde veya kokusunu aldığında o şey canlanır.Samiri'nin kendisinden bir parça alıp  da buzağıya attığı ve onu canlandırdığı at bu attır"
İbni Abbas'ın bu sözünlerini , temsil ve  tasvir kabilinden anlamak gerekir.Peygamber Efendimizin şu ifadesi bu görüşü destekler:" "Beyaz bir koç biçiminde olan ölüm cennet ve cehennem arasında boğazlanır"

ÇOCUĞUN NASİHATI

Hasan Basri hazretleri hacca giderken devesini kaybeder.arar iken bir çocuğa rastlar ve sorar.Çocuk ise deve filan yerde der gider devesini bulur ve çocuğun yanına gelir.Çocuklar arasında su konuşmalar geçer:
-Ey ihtiyar ne yer ne içersin.Hasan Basri hazretleri:
-"Şehvetimi kırmak için arpa ekmeği yer,yün giyerim." Çocuk:
-"Helal olduktan sonra istediğini ye ve istediğini giy."Çocuk yine sorar:
"Neede yatıp kalkıyorsun?".Hasan Basri:
-"Sazlıktan yapılmış bir kulubüde" diye cevaplayınca çocuk:
"Kendine zulmetme,istediğin yerde konakla," dedi.Bunun üzerine Hasan Basri dedi ki:"Eğer çocuk olmasaydın konuştuğun şeyleri dinler ve gereğince amel ederdim"dedi.Çocuk:
"Seni gafil görüyorum. Sana dünyadan haber verdim, kabul ettin.Sana şimdi dinden haber veriyorum istinkaf ediyorsun.Evine dön, bu halinle sana hac gerekmez"

SENAİ

İLMİN VAR FAKAT AMELİN NEREDE ?
KILICIN VAR, FAKAT CİHADIN NEREDE ?

ŞERİAT MÜSADE ETMİYOR

Osmaniye'den Kürt Bahri Baba anlatmıştı.Yine İstanbul'da Hilmi Baba'yı ziyarete gittim.Dedi ki kalk gidelim Necip Fazıl'ı ziyaret edelim.Necip Fazıl Bektaşi meşrepli idi.59 model kanatlı bir şevrole taksiye bindik.Oturduğu eve vardık.Necip fazıl ev içinde siyah beyaz çizgili bir pijama giymiş,askeri botlarıda dizine kadar bağlamıştı.Ben bir kenara oturdum.Oda'da sanırım Necip Fazıl'ın hanımı da vardı.Bir şeylerle meşgul oluyordu.onlar konuşuyorlardı.Bir müddet sonra kapı çalındı.içeri sakallı bir ihtiyar girdi.Üzgün bir şekilde Üstad'a "Efendim,hanımım öldü.ihtiyarım ne yapacağım?"deyince Üstad latifeyi severdi.İhtiyar adama doğru,eliyle hanımını işaret ederek:"Bu ikimize de yeter di.Ama ne yapayım Şeriat müsade etmiyor"

HİLMİ BABA

Bektaşi bir Melami eri idi.Osmaniye Düziçi ilçesinde yaşayan Kürt Bahri Baba anlatmıştı.Hilmi Baba'yı İstanbul'da ziyarete gittim.Mevsim kavun-Karpuz zamanı idi.Dergaha yakın bir yerde güzel kavun satan bir tablacı gördüm.Tezgahındaki tüm kavunları satın aldım ve tablayı dergaha götürmesini söyledim.Peşima bir sakallı şahıs katıldı illa ki beni de oraya götür dedi.Ben ne kadar söyledimse "Efendi bu zat sizin bildiğiniz gibi değil,amelsiz,inançsız v.s"adam illaki ısrar etti.Onun yanına bir başka sakallı adam daha geldi.Benide götürün dedi.Naçar peki dedik dergaha vardık.Ben bir kenarda oturdum.biraz sonra ikindi ezanı okundu.benimle gelen iki kişi abdest,namaz diye telaşlanmaya başladılar.Hilmi Baba başlangıçta sustu sonra bu gelenlerin isteği artınca adamlara dedi.Musluk ha şurada abdestinizi orada alasınız.Şu betonun üzerine gazete açın namazı ordı kılın deyince adamlar ,abdest dahi almadan mekanı terk edip gittiler.Hilmi Baba bana döndü:"Bunlar Allah'ı bir cihette arıyorlar.Halbuki Allah şeş cihette mevcuttur...

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

HİLM

HİLİM(Yumuşak davranma)İlim,hilimle olursa yüzdeki ben gibidir
Hilimsiz ilim ise köy toprağı gibi değersizdir.
Tahammül göstermek akıllıların süsüdür
Hilmi olmayan da güzellik ve süsten mahrumdur.


EZEL'LE ALAKALI

İnsanların ahlaklarının farklı oluşu ;bedenler şehadet aleminde birbirleri ile karşılaşmadan ruhların ,ruhlar aleminde bir.eri ile tanışmalarından dolayıdır.Kimin ruhu ,salih bir adamın ruhu ile tanışmışsa ,bu ezeli tanışma dolayısıyla salih olur.İşte ahlakın salih ve fasid diye farklı oluşu bir münasebet sebebiyledir.Bu alaka, cismani ve ruhani olabilir.Cismani alaka insanoğlunun yaratıldığı çamurla alakalıdır.Ruhani açıdan alakaya gelince daha önce zikredilen ruhani münasebetle ilgilidir.Efendimiz SAV şöyle buyurmuştur:”Ruhlar, düzenli ordular gibidir.Ruhlar aleminde birbirleriyle tanışanlar dünyada kaynaşır,birbirlerini yadırgayanlar da ihtilafa düşerler”


29 Eylül 2016 Perşembe

Kader nedir? / Tülay KADI

Kader nedir? 

Ilahi akış gereği ezelde yazılmış olan senaryodur.

Öyleyse aslında farkedilmesi gereken şey ...ILAHI AKIŞ...
Ve gereken tek şey IDRAK!
Böylelikle, münezzeh OLAN Allah geçmiş veya gelecekte aranmaz... 
Iskalan AN ne varsa aslinda AN icindedir... 

Ve derler ki ASLINDA BİR AN İÇİNDE TÜM ANLARIN BİLGİSİ MEVCUTTUR!
Ancak potansiyelinin sınırlı bir kısmını kulabilen insan boylece sonsuzluğu, huzuru ve muazzam OLAN' i farkedebilir...

Yoksa ilahi takdir gereği imtihana tâbi tutuluruz ve irademizin gereği neyse onu yerine getiririz. 
Sonucunda değil devaminda ise; 
yani AKIS gereği 
nefsimizle islenenlerin zulmu veya Lutufkar olanin eşsiz nimetleri ile karsilasiriz...

Ve her idrak seviyesine göre ayni şey içinde yeni FARKLILIKLAR mevcuttur... 
Yunus Emre iÇIN ilahi akis icinde olamama CEHENNEM iken avamin haram yemesi sonrasinda eziyetli yaşam surmesi gibi!

KİŞİNİN KENDİNE YAKINLIĞI İLE ARTAN 

....İLAHI AKIŞ IDRAKİ....
dışında kalan hersey melek ve seytan veya cennet mi yoksa cehennem mi şeklinde gelisen zihinin GOLGE OYUNLARIDIR! 
Idrak denen seyr suluk aracini gelistiren ise niyetlerimizdir... 
Boylece tek bir AN icinde olanin hem EZEL hem EBED oldugu IDRAK edilebilir :)


Hazreti Ömerin namaz kılarken boynunu aşağı doğru büken gence soyledigi gibi
“Boynunu kaldır zira tevazu kalptedir" 

Tulay Kadi

BURSA ULU CAMİSİNİN MANEVİ YÖNÜ

Şeyh Üftade hazretleri şöyle demiştir:"Kabe-i Mükerreme,Medine-i münevvere ve kudüs-ü Şerif'ten sonra Bursa'daki Cami-i Kebir'den daha şerefli yer yoktur.Bu cami,Nuh  (a.s) 'a iman etmiş olan yaşlı bir kadının evinin yeri idi.Kadın gemiye erişememiş, Allah'da onu bu evde tufandan korumuştu.Bunun böyle olduğu keşf yoluyla bazı ehlullaha zahir olmuştur.Bu camide imil ve ibadetle iştigal edeni de allah gaflet tufanından korur

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

MÜRÜVVETTEN OLAN ALTI ŞEY

Hz.Ali Efendimiz buyurmuştur:"Altı şey mürüvvettendir.Bunların üçü hazarda, üçü de seferdedir.Hazarda olanlar; Allah'ın kitabını okumak, mescitleri imar etmek, ve Allah için dostlar edinmektir.Seferde olanlar ise ; azığı paylaşmak,güzel ahlak ve günaha girmeksizin şakalaşmak"

HAZRETİ ÖMER'İN KABRİSTANDAKİLERLE KONUŞMASI

Baki kabristanının yanında n geçerken Hz.Ömer efendimiz:"Allah'ın selamı üzerinize olsun ey kabir ehli.Buraları soracak olursanız , hanımlarınız evlendi, evlerinize başkaları oturdu,mallarınız mirasçılara dağıtıldı " dedi.Hatiften bir ses "Ya Ömer !sende buraları soracak olursan , önden ne göndermişsek burada onu bulduk,infak ettiğimiz şeylerin karşılığını fazlası ile aldık , elimizden geldiği halde yapmadığımız şeyler konusunda da hüsrana uğradık"diye seslendi

İMANIN BEŞ KALESİ

İman beş kalesi olan bir belde gibidir.Bu kalelerden birincisi altın,ikincisi gümüş,üçüncüsü demir,dördüncüsü tunç ve beşincisi kerpiçtir.Eğer belde halkı,kerpiçten kale içinde ittifak halinde ise düşman onlara ulaşamaz.Fakat birlik ve beraberliği terkedip ittifakı bozarlarsa ,düşman önce birinci,sonra ikinci,üçüncü ve sırasıyla tüm kaleleri yıkıp onları mahveder.Aynen bunun gibi imanında beş kalesi vardır:Bunlar sırası ile YAKİN,İHLAS,FARZLARI İFA,SÜNNETLERİ EDA,EDEP'tir.Kişi edebe riayet ettiği sürece şeytan ona erişemez.Fakat edebi terk ettiğinde şeytan önce  sünnetlere,sonra sırasıyla farzlara,ihlas ve yakine tazarru ederek bunları yok etmeye çalışır.Bu sebeble insanın abdest,namaz,alış-veriş ve sohbet gibi tüm hallerinde edebe riayet etmesi gerekmektedir.

HASEDÇİNİN CEZASI

Hikmet ehli bir adam,bir kralın meclisine katlır ,kralın huzurunda edeble durur ve şöyle der:"İyilik edene iyiliğinin karşılığı olarak sen de iyilik et.Kötüye de kötülük olarak kendi kötülüğü kafidir"Huzurda bulunan birisi,bu adamın mevkiine ve krala karşı söylediği bu hikmetli söze hased  eder.Fırsatını bulduğunda bu adamı krala kötüler:Falan adam,sizin ağzınızın çok kötü koktuğunu söylüyor".Kral:"Bu söze nasıl inanabilirim?"der.Gammaz adam:"İsterseniz çağırtın size yaklaştığında ağız kokusunu duymamak için elini hemen yüzüne nasıl götürecek"görün.
Hasedci kralın huzurundan çıkıp o adamı buldu ve evine yemeğe davet ederek bol sarımsaklı bir yemek ikram etti.sonra adamla birlikte kralın huzuruna gittiler.Adam krala yaklaştığında ,ağzının sarımsak kokusu krala gitmesin diye eli ile ağzını örtünce kral hasedcinin doğru konuştuğuna kanaat getirip , hediye vereceği kimselere bizzat kendisi mektup yazma adeti gereğince bir mektup yazdı ve o şahsa vererek valiye götürmesini söyledi.Mektup ta ise bu mektubu getiren kişinin boğazlanmasını,derisinin yüzülmesini ve içine saman doldurularak kendisine geri gönderilmesini yazmıştı.Yazılandan haberi olmayan iyi niyetli adam bu mektubu götürürken ,hasetçi,mektupta bir ödül var sanarak bu şahısa diller döktü ve mektubu ondan alarak valiye götürdü.Vali mektubu okudu adamı yakalattı.Boynunu vuracağı sırada hasetçi mektup sahibinin kendisi olmayıp falan şahıs olduğunu söylesede vali inanmadı,adamın boynunu vurarak denileni yaptı.
Bir kaç gün sonra hikmet ehli adam kralın huzuruna vardı.Kral adamı karşısında görünce şaşırdı ve mektubu ne yaptığını sordu.Adamcağız:Bir arkadaşım vardı.O yalvardı,onu benden istedi.Ben de verdim "dedi.Kral o zaman dedi ki;O arkadaşın benim  ağzımın kötü koktuğunu söylediğini anlatmıştı Doğru mu?Sen öyle demiş miydin?Adam cevap verdi:"Hayır efendim ben asla böyle bir şey demedim dedi.Peki neden benim huzurumda elini ağzına götürdün ? deyince adam:Efendim,o arkadaşın evinde sarımsaklı bir yemek yemiştik.Benim ağzımın kokusu sizi rahatsız etmesin diye elimi ağzıma tutarak konuştum"deyince Kral:Peki öyleyse, yerine dön.Kötüye kötülük olarak kendi yeter." dedi.

HASEDÇİNİN RABBİ İLE ÇEKİŞTİĞİ BEŞ KONU

HASEDÇİ BEŞ KONUDA RABBIYLA  İLE ÇEKİŞİR
1.Başkalarına verilen nimetlere kızar
2.Rabbının taksiminden hoşlanmaz, "keşke şöyle olsaydı " der
3.Allah'ın dilediğine verdiğini bildiği halde o cimrilik yapar
4.Allah'ın dostuna yardımcı olmaz,onun desteksiz kalmasını ister
5.Allah düşmanı İblis'e destek olur

MÜSLÜMAN TARİFİ VE DİL

Hadiste,İnsanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimse tarifi yapılırken uzuvlar içinde önce "Dil" 'in zikredilmesinin hikmeti dil ile yapılan  şeyin vukuu daha çabuk olmasıdır.Bu da halk rasında çok olan bir durumdur
MESNEVİ'de şöyle denir:
İnsanların dili,kav ile demir çakmak gibidir.
Dilden gayretle sıçrayan şey ateştir.
Beyhude yere taşı çakmağa vurma;konuşma
Hikayet anlatarak, boş laf ederek
Çünkü anlattğın şeylerin hakikatı sence ma'kuldur.
Her taraf pamuktur, pamuk içinde kıvılcım mı olur ?
Bir kıvılcımın alemi yaktığı gibi, bir söz cihanı yakar,
Nitekim tilki bir cüretiyle aslan kesilir, ama ölür

28 Eylül 2016 Çarşamba

NİÇİN SİHİRBAZLIK EN ÇOK YAHUDİLERDE YAYGINDIR?

Şeytanlar  gök yüzüne tırmanır meleklerin dünyada ölüm ve başka şeylerle ilgili konularda söylediği şeyleri dinlerler ve dünyaya dönünce her kelimeye yetmiş yalan katarak kahinlerine ve insanların akıllarını karıştırıyorlardı.İnsanlar bunları yazdı ve Beniİsrail'de "cinler gaybı bilir"görüşü hakim oldu.Hz.Süleyman Peygamber olarak gönderildiği vakit bu kitapları toplattı bir sandığa koydu  ve tahtının altına gömdü.Sonra da "Her kim  ki şeytanlar gaybı bilir  derse onun boynunu vururum"dedi.Süleyman (a.s)vefat edip onun kitap sakladığını bilen alimlerde ölünce başka bir nesil geldi.Şeytan İnsan suretine girip Beni israil'den bu guruba geldi.ve dedi ki:"Size, ömür boyu harcamakla bitiremiyeceğiniz bir hazinenin yerini göstereyim mi?"dedi.Onlarda "göster"dediler.Onlarla birlikte gidip "Şu kürsünün altını kazın "dedi,ancak kendisi uzakta durdu."Onlar:Sende yaklaş "dediler ancak şeytan :"Hayır ben buradayım,eğer dediğim çıkmazsa beni öldürün"dedi.Şeytanın yaklaşmayışının sebebi şu idi;Hz.Süleymanın tahtına gelen şeytanlar anında yanardı.Yahudiler orayı kazıp kitapları çıkarttılar.Şeytan onlara:"Süleyman (a.s)insanları,cinleri,şeytanları ve bu kuşlarla zabtederdi"dedi ve gözden kayboldu.Böylece insanlar arasında Hz.Süleyman'ın sihirbaz olduğu fikri yayıldı.Yahudiler bu kitapları aldılar ve kullandılar.Sihirbazlığın en çok Yahudilerde olmasının sebebi de budur.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

PİŞMANLIĞIN KISIMLARI

Pişmanlık dört kısımdır:
1.GÜNLÜK PİŞMANLIK.Kişinin bir şey yemeden evden çıkıp sonradan pişman olması gibidir.
2.SENELİK PİŞMANLIK;Vakti geçirip zamanında ekin ekilmediğinde meydana gelen pişmanlıktır.
3.ÖMÜRLÜK PİŞMANLIKKişinin uygun olmayan kötü huylu biriyle evlenmesi gibi
4.EBEDİ PİŞMANLIK Allah'ın emirlerinin terkedilmesidir,

FETÖ SORUNUNUN, TESPİTİNİ, DİNİMİZE VERDİĞİ ZARARI VE ÇÖZÜMÜ/ Mahmut Erol Kılıç

PROF. DR. MAHMUD EROL KILIÇ HOCANIN, DERİN TARİH DERGİSİNDEKİ BU YAZISI, FETÖ SORUNUNUN, TESPİTİNİ, DİNİMİZE VERDİĞİ ZARARI VE ÇÖZÜMÜNÜ, ANLATIYOR... BU YAZI; ÇOKCA OKUNUP PAYLAŞILABİLSİN DİYE, HERKESE AÇIK..............
.Sahtekârlık sahih bir şeyin yanlış üretimi demektir. Demek ki ortada bir sahihlik var ve onun sahtesi var. Eğer bir doğru yoksa onun sahtesi de olmaz. Bir şeye sahte dememiz için onun sahihinin olması lazım. Binaenaleyh öncelikle ontolojik olarak sahte ve sahtekârlığın yerini tesbit etmek gerek. Dikkat edersiniz ki tarihte de -bu düşünce veya mal üretimi olabilir- kaliteli olanın hep sahtesi yapılmıştır. Kaliteli olmayan bir şeyin sahtesi üretilmez. Tenekenin değil altının taklidi vardır. Bunun için tedbirler alınır. Mesela İslam ticaret hukukunda sahte mal üretmenin cezası uzun uzun anlatılır. Düşünce sahtekârlığında da meta sahtekârlığında da tedbirler var ama sahte fikir üretmenin cezası daha karmaşık bir durumdur. Nasıl tesbit edileceği belirlenmelidir. Bu minvalde “mütenebbilik” denilen bir teşebbüs var. Buna dikkat çekelim. Mütenebbi, nebi değil iken nebilik taslayana denir. Hz. Peygamber bi’sete başladığında birkaç tane de sahtesi ortaya çıkmıştır. Mamafih, Peygamberlerin yani sahih çizgiyi takip edenlerin hiç biri “ben tebliğimden, peygamberliğimden vazgeçiyorum zira ben peygamberlik yaparsam sahtekârlar doğacak” diyemezdi. İşin ruhuna aykırıydı. Binaenaleyh ‘O’ doğrusunu vaz ettiği gibi akabinde de sahteleri de türedi.
Bir din adamının uzun zamandır sürdürdüğü gizli ve aşikar çalışmalarının gizli olan kısmında yatan devleti tamamiyle ele geçirmek niyetinin 15 Temmuz 2016’da belirli mevkilerde olan yandaşlarını kullanarak anti demokratik bir darbeye yeltenme teşebbüsünü yaşadık. Bu darbe teşebbüsünün arka planını iyi analiz etmek gerekir. Allah’ın inayeti, evliyaullahın himmeti ve halkımızın mukavemetiyle bu badireyi atlattık çok şükür. Amma ve lakin doğru analiz yapmazsak eğer, bundan ders almada zaafa düşebiliriz. Ya da suçluyu yanlış yerde arayabiliriz. Biz yanlış yerde ararken suçlu kaçabilir. Buna dair şuan bazı emareler görüyorum. Enerjimiz başka yerlerde harcanıyor sanki.
Ülkemiz siyasi bir darbe teşebbüsüne maruz kaldı, atlattık ama fikrî mânâda birçok darbe yedik bence. Ülkemizin zihnî haritalarında ciddi yaralar açıldı. Maalesef kendisine “dinî veya “İslamî” hüviyeti yakıştırmış kişilerin kalkışmasıydı bu. Bu teşebbüsü laikler, Aleviler, Marksistler yapmadı, kendini din ile tanımlayan bir grup yaptı. Bu açıdan en büyük darbe dinî ve millî değerlere vurulmuş oldu. Bu ister istemez halkımızın dine olan hürmetini zaafa uğrattı.
Cemaat kavramı kirletildi
Mesela darbe yiyen mefhumlardan birisi “cemaat” mefhumu oldu. 15 Temmuz gecesine kadar, “Allah’ın eli cemaatin üzerinedir”, “cem olunuz”, “namazlarınızı cemaatle kılınız” gibi hadis örneklerinden de yola çıkarak cemaat temiz bir mânâ ifade ederken ve hatta teşvik edilirken, tam tersine dönüştürüldü. Bu grubun sosyolojik etiketinden dolayı cemaat kavramına hücum edildi. Hakikatte problem acaba bu “Cemaat” kavramında mıdır?..
Evet bu haltı işleyenler kendilerine cemaat diyorlar, doğru. Cem olmuşlardır bir mânâda. En az üç kişi bir araya gelmişse bu bir cemaattir. Cemaatin de kendi içerisinde kategorik ayrımları var. Cemaat bir hedef, düşünce, maksat doğrultusunda ortak bir şey için bir araya gelmiş insan topluluğudur. Bu grubun hedefine göre o cemaate isim verilir. Mesela askeriye bir gruptur. Ülkeyi dış düşmanlara karşı korumak için bir araya gelmiş eli silah tutan insanlardan meydana gelmiş gruba ordu diyoruz. Ordu bir cemaattir. Aleviler bir cemaattir, vs. Buradaki mesele ne için bir araya gelindiğidir. Hasılı nötr bir şeydir cemaat. Cemaatin neliğine, ne için meydana geldiğine göre adı ve anlamı değişir. Ancak ondan sonra iyi veyahut kötü diyebiliriz.
Grupları da ikiye ayırabiliriz: Dışa kapalı ve dışa açık gruplar. Dışa açık gruplar, katılmak için özel bir prosedürü olmayan gruplardır. Sen de müracaat edersen kolaylıkla kabul edilebilirsin. Mesela Beşiktaş Spor Kulübü'ne üye olmak böyledir. Siyah beyaz formayı giyip atkıyı da boynuna attın mı Beşiktaşlısın. Kalkıp bir müftü efendi önünde yemin belgesi imzalamana gerek yok. Ben Beşiktaşlıyım dersen, Beşiktaşlısındır.
Bir de hermetik dediğimiz yapılar var. Hermetik, dışa kapalı içten beslemeli her guruba verilen bir isimdir. Bu türden gruplara örnek vermek gerekirse, mesela istihbarat teşkilatları böyle yapılanmıştır diyebiliriz. Bunların içeriye kabul şartları vardır. Her yoldan geçen kabul edilmez. Yani belirli bir vasıf aranılarak içeri alınırlar. Dinî anlamda da bazı hermetik gruplar vardır. Mesela tarikatler bireyde belirli bir dikey yani enfüsi eğitimi esas alırlar. Kişinin talebini incelerler. O talep manevî ve maddî olarak incelenir, istihare ve istişare yapılır. Eğer içeriye alınmasında tâlibin liyâkati görülürse kabul edilir ve o tarikata girmiş olur. Bu tarikatlar İslamî olanlar ve İslamî olmayanlar diye ayrılır. Hinduizm’de, Budizm’de, İslam’da, Yahudilikte, Hristiyanlıkta her dinde vardır. Daha sonra bunların sahih olanları ve sahte-inisyatik kült olanları vardır. Bu konuda, yani sahte tarikatler konusunda yazarının her yorumuna katılmasam da Anthony Storr’un Öteki Peygamberler (Modern Guruların İncelenmesi) diye bir kitabı var (Okuyanus, İstanbul 2001). Modern zamanlarda ortaya çıkan bu neviden kült hareketlerini anlatıyor. Eric Hoffer’ın Kesin İnançlılar (Tur Yayınları; 1978) kitabı ile beraber şimdilerde olan biteni anlamaya yardımcı olabilir, her ikisini de yeniden okumak lazım. Peki tarikatler niye vardır? Bize göre olmaması mümkün değildir. Çünkü âlem Allah tarafından bâtından zâhire doğru yaratılmıştır. Burada her şeyin dıştan içe doğru bir geçişi vardır. Her şey böyleyse, senin bile bir bedenin ve bedenin içine doğru bir yolculuğun varsa, suretinden siretine bir geçiş varsa, sarayın dış duvarları var sonra patikası var sonra içeriye doğru merkezde sultanın oturduğu iç saray varsa, birundan enderuna geçiliyorsa, çember-merkez ilişkisi varsa, matematikte bile böyleyse; kuantum fiziğinde böyleyse, bir döllenme hadisesinde bile spermin yumurtanın en dış zarından başlayıp merkeze kadar varmasıyla ancak doğum başlıyorsa, yani bu bir evrensel ilahî kaideyse, şu neticeye varıyoruz ki, burada zuhura gelmiş her şeyin katları vardır; tek katlı değildir. Bohçalanmıştır, bohçalana bohçalana yeryüzüne inmiştir. İnsanın yaratılışı da böyledir, dünya da böyledir, din de böyledir, yaratılmış her şey böyledir. En yukarıya çıkıldığında da en yukarıdaki dosta ulaşılır (er-refikü’l-âlâ). Sufîler Hak insanın sırrıdır gibi bir tabir kullanırlar.
Tarikat, seyr-i süluk (inisiyasyon) gayesini hedef almış, belli bir silsileden gelerek yetişmiş, bu yetişme sadece zâhiri değil manevî olarak da kendisine bir vazife verilmiş şeyhin denetiminde yapılan eğitime, din eğitimine denilir. Kesinlikle din dışı bir eğitim değildir tarikat eğitimi. Dinî eğitimin yüksek lisans ve doktorasıdır. Bu sürece biz tarikat diyoruz. Bu mânâda bu yapıya asla bir tarikat diyemediğimizi belirtelim. Zaten bunu hiçbir zaman kendileri de kabul etmediler. Ne var ki cemaatin Amerika’ya gitme sürecinden sonra orada, Batı’da cemaat kavramının çok pirim yapmadığını gördüler. Cemaat İngilizcede hangi anlama geliyor? “The group”. Bunu söylediğin adam der ki “What’s group?” Anlamaz adam senin gâyeni. Cemaat Amerika’ya gidince bu sebeple çok ciddi ontolojik, varoluşsal kriz yaşadı. Önce ‘The Group’ oldular, anlaşılamadıklarını düşününce ‘Hizmet’ oldular. Yani ‘Service’. Amerikalı yine sordu “What kinds of service?” Neye hizmet? kime hizmet?. (Herhalde artık anlamışlardır!) Büyük kriz yaşadılar, kendilerine bir yer aramaya başladılar ve sufizmi orada daha çok dile getirmeye başladılar. Rumî, Mevlânâ kelimelerini daha sık duymaya başladıydık onlardan. Bu şahsın, Said-i Nursi’ye de Hz. Pir demeye başlaması da yeni bir hadisedir ve aynı maksada binaendir. Yani tasavvufi geleneğin kavramlarına sığınarak meşruiyet elde etmeye çalışmak. Bunların tasavvuftan istifade ettiği yönler olduğu doğru. Özellikle Kalbin Zümrüt Tepelerinde isimli kitab tasavvufî meseleler üzerine yoğunlaşmıştır. Doğrudan yazmadığını birilerinin onun için yazdığını duydum. Tasavvuf kitaplarından derleme. Orijinal değil. Bahsi geçen bu kitabın İngilizcesine Principle of Sufism adını verdiler yani Amerikalı ‘dostlara’ şirin görünmek maksadıyla Türkiye’deki başlıktan başka bir başlık koydular, ‘Tasavvufun Esasları’ dediler. Bu yapının otantik bir temeli olmamasından kaynaklandı bu durum. Sufî ile oturduklarında sufî oldular, selefîyle hasbihal ederken selefî oldular… Tüccarla tüccar, hacıyla hacı… Tasavvufsuz bu işlerin yürümediğini anladılar. Fakat ‘ben tarikatım’ da diyemediler. Tarikat yani ‘Sufi order’ da diyemediler kendilerine. Çünkü onu söylemek yürek ister, cesaret ister. Ancak o lezzeti tadan söyler korkmadan. Ama bunlar o lezzetten bîhaber oldukları için hiçbir zaman tarikatım diyemezler. Zaten de değiller yani öyle söyleyecek olsalar yalan söylemiş olurlar. Bir defa daha vurgulamak isterim ki, ne o zatın ve ne de hareketinin doğrudan tasavvufla alakaları yoktur. Annesi ve babasının Alvarlı Efe Hazretleri’ne intisablı olduğunu duymuştum. 16 yaşındayken bir zikre katıldığını söylüyor. O zikirde aldığım lezzeti ömrü hayatımda hiçbir yerde tatmadım diyor. Demek ki Nurculukta da tatmamış, kendi itiraf ediyor. Said Nursî ile Kürt diye tanışmaya gitmediğini söylüyor. Bunlar hikmet peşinde olan kimsenin söyleyeceği şeyler değildir. Kulağı küpeli bir Habeşli bile olsa diyen Peygamber’in ümmeti böyle konuşur mu?
Bukalemunvâri bir hareketle karşı karşıyayız
Bunların en belirgin vasfı bukalemunvâri oluşlarıdır. İklime göre renk değiştirirler. Oportünist, pragmatist, ve de Makyavelist olmaları bundandır. Güç neredeyse oraya meyletmişlerdir. Zamanında Bülent Ecevit’i desteklediler, Bülent Ecevit’e yanaştılar. Herkes biliyor ki, Ecevit’in aşığı falan değillerdi. Sonra Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti hareketi… Bunu çok iyi biliyoruz ki, AK Parti’yi de Erdoğan’ı da hiç sevmezlerdi. Yükselmekte olan, gelmekte olan bir güç var. Başında da bir lider: Recep Tayyip Erdoğan. Yükseliyor, biz buna yanaşarak kendi işimizi görelim dediler. Ama bütün planların üzerinde Allah’ın bir planı var. Her zaman o siyaset işlemez. Allah’ın hesapları çok enteresandır. Allah diyor ki: “Ben kırık kalplerleyim” Kırık kalpler ne demek? Bazen senin ehemmiyet vermediğin, sosyolojik mânâda etiketli olmayan, holdingi olmayan, siyasette bakan düzeyinde olmayan, yani sıradan bir adam da Allah’ın adamı olabilir. Ama cemaat, sürekli ikbal peşinde olduğu için hep toplum içerisindeki yüksek noktaları, seçkinleri hedeflediler. Allah’ın kimle olduğunu anlayamadılar. Çünkü manevî irtibatları yoktu.
Şu an her yer toz duman. Bu yaşanan hadiselerin en sağlıklı analizleri çok daha sonra yapılacaktır. Ama şimdiden şunu acizâne söyleyebilirim ki: “Fetullah Gülen, özel yetiştirilmiş ajandı, kripto Ermeni’ydi, kripto Yahudi’ydi, içimizde gizlendi” türünden söylemler ispatı gerektirir. Ben şimdilik bu ihtimalleri bir kenara koyuyorum. Değerlendirmeyi de zorlaştıran ‘takıntılar’ bunlar. Ayrıca o bir hoca değildi laflarına da katılmıyorum. İlmi olmayan bir adam değildi. İlmi vardı. Bu tesbitin de yanlış olduğu kanaatindeyim. Bana göre bu tavır daha çok onun bir diyanet görevlisi vaiz, hoca olduğunu itiraf etmekten korkan dini çevrelerin bir saptırma teşebbüsü. Neden bir hocaefendi bu hale gelir diye düşünmek yerine üzerlerinden atarak kurtulacaklarını sanıyorlar. Oysa ki kendileri de iyi biliyorlar ki onun Erzurum’da almış olduğu medrese eğitimi, daha sonra yapmış olduğu müezzinlik, vaizlik, hocalık süreci, fıkıh ve hadis bilgisi hiç de bir cahilin sahip olacağı süreçler değil.
Çizim: Erhan Yalvaç
Fetullah Gülen psikopatolojik bir tıbbi vakadır
Hasılı bu şahsı analiz ederken ‘cahil, zırcahil’ yaklaşımı çok bilimsel değil. Demek ki buradan şu sonuç çıkıyor, mesele salt kümülatif anlamda bilgi sahibi olmak değil. Şeytan yüzdört kitabı ezbere bilirdi denilir. Yani cahil değil. Demek ki başka bir şeye ihtiyaç var. Benim Fetullah Gülen analizim onu tanıyabildiğim kadarıyla (ki hiçbir zaman cemaatinden olmadım ama bu tür kişiler üzerine çalışmış birisi olarak söylüyorum) ilmi olup, şahsî nâkısalarından dolayı sahip olduğu ilmi hedefinden saptırarak kullanmış bir âlim tipidir. Yani ben biraz olayı psikopatolojik bir seviyede ele alıyorum.
Yani şahsında mündemiç bir psikopatolojik problem olarak görüyorum. Neydi bunlar? Zahirî ilimlere sahip olup, seyri süluk görmemiş olmanın verdiği bir duyguyla “hırs”, “ikbal”, “aşırı idealizm”dir. Yani problemli bir kişilikle karşı karşıyayız. Bu kişilik probleminde megalomanizm gibi kendini çok büyük görme ve en doğru düşüncenin kendinde olduğunu bilme, kendi grubunun dışındakileri yanlış yolda olarak tasvir etme, Allah ve peygamber benimle anlayışı ki, burada da bir ipotek alma söz konusudur. Bu adamlar hep öyle olurlar, Allah’ı alırlar yanlarına. Allah gider mi, o ayrı bir şey. Rüyalarla veya rüyasız peygamber bizimle imajı verirler.
Yine yanlış yapılan başka bir mesele de kitaplarından onun sapıklığının alâmetlerini toplamak. Ben buna da çok katılmıyorum. Kitaplarında ehl-i sünnet akâidine ters şeyler bulmak zordur. Kitaplarında Mehdi’yim, uçarım, kaçarım türevinden şeyleri bulamazsınız.
Normalde sen bir hoca efendi olarak idealleri olan bir insansındır; ona göre çalışmalar yaparsın. İnsanları hidayete getirmeye çalışırsın, sonra da “Tevekkeltu Alallah” dersin. Bir dergâh şeyhi ”Oğlum biz sana doğru yolu gösterdik” der mesela. Hz. Peygamber Efendimiz için bile ayet indi denildi ki: “Ya Muhammed! Sen insanlar üzerine zorlayıcı değilsin.” Sen doğruyu ve hakikati göstereceksin, onlar tercihlerini yapacak. Peygamberimiz o ayetlerden sonra çok rahatladı. Çok çaba sarf ediyor mübarek kan ter içinde. Fetullah ise bu nebevî mirasa sahip olarak hareket etmedi. Tebliğini yap, vaazsa vaazını yap çekil. Vaazını yaparsın insanlara doğrusunu, yanlışını gösterirsin. Ondan sonra doğruyu yaparlar yapmazlar, sana ne? Sen yeryüzünün jandarması mısın? Herkesin yatak odasına girmek ne demek? Ki sen hayatında yatak odasına girmemişsin. Yatak odasında ne döner, bilmemişsin, tatmamışın… Kalkıyorsun onun bunun röntgenciliğine soyunuyorsun. Bu psikopatolojik bir durum. Her insan, her düşünür kendi düşüncesine yakın insanların iktidarda olmasını temenni edebilir ama bu bir temennidir sadece. Temenninin ötesine geçmek istiyorsan demokratik yapılarda siyasete girer, parti kurar ve görüşlerini arz eder, insanlardan da kabul görürsen o insanların oyuyla iktidara gelirsin. Ama sen eğer siyasî bir parti kurmayıp birtakım kurulmuş yapıların içerisine Truvâri sızmalar yaparak adamlarını yerleştirirsen buna trojan denir. Virüs olarak içeri atarsın. Senin bu hareketini o ülke hakkında emelleri olan ve ülkenin eklemlerine sızmak için çaba sarf edip de karşı tedbirlerden dolayı çok zorlanan dış güçler sahiplenir ve kullanmaya başlar. Sen de bu vatan hainliğinin bir parçası olursun. John veya Hans adıyla giremezler ama badem bıyıklı imam Ahmet, imam Mehmet oldukları için, bizden biri olarak girebilirler. Bu hareketin niyetinin kuruluştan yükseliş dönemine kadar bu kadar hâince olduğu kanaatinde değilim. Daha sonraki sınırsız büyüme ve evrensel boyuta çıkma ki işte bu noktada işler değişti. Burada cemaatin gayesi problemiyle karşı karşıyayız. Sen bir cemaatsen Türkiye’de kolej aç, öğrenci yetiştir tamam da Patagonya’da okul açmak zorunda mısın? Her yere gidersen bir takım güçler de ister istemez sana yaklaşacaklardır. 2004-2005 yıllarında cemaat uluslararası bir düzleme geçmiştir. Cemaatin eski mensuplarından bazıları, “ben saf bir Müslüman olarak insanlığa hizmet hareketi olarak katıldım, ama 2004-2005’ten sonra bir şeylerin karıştığını anladım” diyor.
17- 25 Aralık hadiselerinden sonra Recep Tayyip Erdoğan ile ipler kopunca bunlar telaşa kapıldılar. Bu yapının Ak Parti’yi kullanma kapasiteleri azaldı. Bunların askeriye içindeki babaları tasfiye edileceği haberlerini alınca son noktaya geldiklerini anladılar. Seçimle de gelemezlerdi, çünkü bazı partileri desteklediler ama yine başaramadılar. Tek imkân silahlı kuvvetlerdeki adamlarını kullanmaktı ve böyle bir operasyona kalkıştılar. Asker kökenli değilim ama çok uzağında da değilim. Bu adamların 200’e yakın amiral, albay ve generalden meydana gelen darbeyi ellerine yüzlerine bulaştırmaları da, ne kadar kabiliyetsiz olduklarını gösteriyor.
Darbe siyasi anlamda başarısız oldu ama ülkemizde de birçok taşları yerinden oynattı. Radikal İslamcılarda şöyle bir ayrıma ihtiyaç var. Hükümetle devlet ayrı şeylerdir. Devlet nispeten manevî bir yapıdır. Siz hükümetleri tenkit edebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz ama devlet muhafaza etmeniz gereken bir üst yapıdır. Manevidir aynı zamanda. Devlet giderse sen de gidersin. Allah devlete zeval vermesin denir mesela. Yabancı güçler devlete yönelik çalışırlar. Hükümet odaklı olmak kısa vâdeli hedefleridir. Asıl uzun vâdeli hedefleri devleti geniş bir sürede yıkmaktır. Evet bu darbe Türkiye siyaset mekanizmasına vurulmak niyetiyle harekete geçti ama sonuçta daha çok ilahiyat veya diyanet zihniyetine vurdu kanaatindeyim. Din şurasına katıldım. Tek kelimeyle irkildim. Bazı ilahiyatçılar çıktı “cemaat” mefhumunu sorguladılar. “Kendini satan bireyler, sürü kafası ile hareket edenler, bu iş cemaatle olmaz” gibi tavırlar alındı. İslam’ın teslimiyet demek olduğunu unuttular. Bir tanesi rüyalara saldırdı. Sanki Kur’an’da bir sure, Yusuf suresi yokmuş, bu konuda sahih pek çok hadis yokmuşçasına. Bir diğeri sadece sır ve gizem olmasında ne olursa olsun kabilinden ‘meknuz’ kelimesinin sadece ‘muhkem’ demek olduğu te’vilini yaptı. Hele bir tanesi köylerdeki imamlar dahi cemaatten iki üç kişi bir yere çekilip bir şeyler okuyorsalar derhal fişlemeliler dedi. Tüylerim diken diken oldu. Aslına bakılırsa 20’li yıllardan beri geleneğimizi yitirdiğimiz için fikrî bakımdan omurgası kırılmış en başta gelen kesim ilahiyatçılardır. İlahiyatçılarda teolojik omurga kalmamıştır. Bu yüzden tarihte görülmediği kadar uçuk kaçık ilahiyatçılarımızın mebzul miktarda cirit attığı bir sahadır Türkiye sathı. Geleneğe dayanmayan bu nevzuhur hoca tipleri ister istemez yeni poziivist rejimin bir mahsulüdürler. Geleneksel yapımızda medrese, tekke gibi ilmî hiyerarşinin olduğu mekanizmalar mevcuttu. Birisi kendinden iddia ile “Hocaefendi” olamazdı. Belirli merhalelerden geçerdi. Bu tabii bir safhaydı. Yaklaşık kırk yaş civarında allâme olurdunuz. Aynı şekilde bir Şeyh Efendi, medrese sonrası yüksek ihtisas dersleri alarak şeyh olurdu. Gelenekte tekke eğitimi medrese sonrası yüksek lisans ve doktora mesabesindedir. Yani tekke şeyhi de kendinden zuhur edemez. Bir silsileye bağlıdır. Hem zahirî ilimlerden belirli dereceler alır, ondan sonra da dergâh şeyhliği yapardı. Bunu bir yıl iki yıl değil; on yıl yirmi yıl yaparak elde ederdi. Cümle alem durumunu takip ederdi, yani tabii bir kontrol mekanizması kendiliğinden gelişirdi. Yani otuz yıllık bir dergâh şeyhinden, herkes “Allah razı olsun” diyorsa, herkes “ben ondan iyi şeyler öğrendim” diyorsa beraat esas alınırdı ve hakkında kimse bir şey söyleyemezdi. Hatta teşekkür edilirdi kendisine. Ancak bu yapı yıkılınca ister istemez, kendinden menkul hoca, şeyh, vaiz, din adamları çıktı ortaya.
Dinî saha ister istemez işin içerisinde maneviyat ve katmanları, ahiret, dünya ötesi, metafizik konularını da içermesi hasebiyle ben ötesi alanlara müteallik konuları da gündeme getirir. Sadece maddi, hukuki, toplumsal konular değildir dinin mevzusu. Fırsat bu fırsattır deyu İbn Arabi’ye, Mevlânâ’ya saldıran bazı ilahiyatçılara iş çıktı. Halkta hiçbir karşılığı olmayan kişilerdir bunlar. Din Şurası’nda konuşulanlardan hareketle diyanet camiasının olayı yorumlarken çok büyük problemler taşıdığını gördüm. Hayâl kırıklığıyla ayrıldım. İlahiyat ve diyanet camiası bu şekilde olduğu sürece FETÖ gibi benzeri yapıların ortaya çıkmaması mümkün değil. Demokrasi mücadelesinde Cerrahi tekkesi 3 şehid verdi. İsmailağa 2, Adıyaman 2. Hatta Boğaz Köprüsünde şehid olanlardan birisi de bir Ca’feri vatandaşımızdı. Yani halkı meydanlara o mütekebbir ilahiyat profesörleri çıkarmadı. Ayrıca Fetullah’ın fıkıh bilgisi ve fıkhi görüşleri üzerine kitap bile yazıldı. Peki şimdi niye kimse FETÖ bir fıkıh hareketidir demiyor.? Ayrıca kendisinin Siyer bilgisi bütün vaazlarında ana sohbet konusudur. Niye kimse bu hareket bir Siyer hareketidir demiyor?. Dahası Said-i Nursi “Ben Yeni İlm-i Kelam mesleğindeyim” diyor. Niye kimse bu hareketi Kelam ilmine bağlamıyor.? Hal böyle iken ne yapıp yapıp bunu Tasavvufa yamamaya çalışan ilahiyatçılar hiç dürüst davranmıyorlar. El insaf…. Halkımız sapla samanı karıştırmamalı. Çünkü kripto Vahabîler ellerine fırsat geçirdiklerini düşünüp, cepheyi teşmil etmeye çalışacaklardır. Milletimizin buna çok dikkat etmesi gerekir. Çünkü cemaatler ve tarikatler ontolojik olarak olması gereken şeylerdir. Dünya var oldu olalı olmaması mümkün olmayan unsurlardır. Bugün Avrupa ve Amerika tarikat ve cemaat doludur. En değerli şeref ödülleri –Fransa’daki Légion d'honneur gibi- tarikat ödülleridir. Malta Şövalyeleri madalyası v.s. Her siyasî yapının arkasında manevî yapı vardır. Türkiye’de radikal laikler ile kripto Vahhabîler el ele vererek dini maneviyatsızlaştırdılar. Maalesef elimizdeki din materyalist ilahiyatçılar tarafından maneviyattan koparılmış aşksız meşksiz bir dindir. Bu model halkın beklentilerini karşılayamayacağı için, daha çok mütenebbiler, mütemehdiler, müteşeyyihler, mütehacceler çıkarsa şaşırmayalım…
Din maneviyattır. İnsanların maneviyat açlığı vardır. Takım elbiseli devlet memuru konseptli imamla bu maneviyatı karşılayamazsınız. Bunun çözümü geleneğe dönüştür, bu da medrese ve tekkelerle olacaktır. Medreselerde maneviyat ilimlerine de yer açılsa ve tekkelerde dini ilimlere de yer açılsa aslında bu ikisini cem etmek de mümkün. Tekkeler açılmalıdır. Ehl-i tarik bir diyanet işleri başkanı olmak şartıyla diyanete bağlanmalıdır. Osmanlı’da böyleydi. Meclis-i meşâyih vardı, şeyhülislamlığa bağlıydı. Şeyhülislam kimdi? Kadızâdelilerden, Çivizâdelerden değildi şüphesiz. Yani kripto vahabi, selefi değildi. Şeyhülislamın birisi mesela Paşmakçızâde Ali Efendi gibi Hamzavî-Melâmi idi..
Bana göre daha idealinde ise diyanet camiası bağımsız olmak zorundadır. Bu konuyu şurada eski başkanlardan Said Yazıcıoğlu dile getirdi. Oralı olunmadı. Zor bir uygulama tabii ki. Ehl-i kıble ama farklı bir mezhepte olan kardeşlerimizden kopya çekelim isterseniz. Mesela Şiilerde olan medrese örneğini son yapılan araştırmalarda bazı araştırmacılar Sünnilerden alındığını söylüyorlar. Mesela Velâyet-i Fakih kavramı aslında Şia’da yok. Meclis-i Hubregan hakeza. Ehl-i hâl ve’l-akd diye Sünnilikte olan bir kavramın idhâlinden ibaret diyorlar. Şimdi Şiiliği incelerken uzaylıları inceler gibi hareket ediyoruz. Şii dediğin adamlar her şeyden evvel bizimle aynı Allah’a aynı kitaba ve aynı peygambere inanıyorlar. Bir de bakalım onlar ne diyor. Şii âlimlerin siyaset ricalinden bağımsız durmaları, medrese geleneğindeki bir din adamının yetiştirdiği talebelerden yola çıkarak kendi otoritesini oluşturma mekanizması, güzel bir mekanizma. Bizde Ezher uleması, varsa Sisi yoksa Sisi, başkası iktidardayken de onun megafonu olmak mecburiyetinde. Böyle din adamı mı olur?. Olmaz böyle bir şey. Din bağımsızdır. Yakında Necef, Kerbela ziyaretimiz oldu. Büyük Şii mercilerinin oturduğu yer Necef’tir. Onlardan bir tanesini ziyaret ediyoruz... Ayetullah Feyyaz.. Afgan Hazaraları’ndan aslen … Yani Türk. “Siz ne yüzle buraya gelirsiniz" dedi Iraklı bakana. "Kaç dolar maaş alıyorsun?” dedi. “Sen burada insanların susuzluktan öldüğünü biliyor musun?” diye azarladı bakanı. Irak için dualar etti ama “Bağdat hükümeti yanlış yapıyorsunuz” dedi. Dışarı çıktık, sordum, “Biz din adamlarına laf söyleyemeyiz” dedi bakan. “Üstelik dedikleri de doğru” dedi. Ben o alime özendim. Bağımsızlığı, eyvallahı olmayışına imrendim. Bağımsız, maaşını devletten almıyor, arkasında halk var. Bugün Protestanlar Katolikliği inceliyorlar ne var ne yok diye. Dinler arası diyalogdan önce mezheplere bakmak lazım. Bugün darbe teşebbüsünü yapan üst akıl Sünnî dünyanın en güçlü ülkesi olan Türkiye ile Şii dünyanın en güçlü ülkesi olan İran’ı da yerle bir etmek istiyordu. Saddam zamanında söylemişti: “Ben İran’a saldırma niyetinde değildim. Beni siz itelediniz, teşvik ettiniz. Para vereceğim dediniz niye vermediniz.” 8 yıl boyunca İran’a saldırttılar. Aynı şeyi bize yaptıracaklardı. Türkiye-İran savaşı senaryosuydu bu. 1 ya da 2 ay değil, 10 yıl içerisinde İran da Türkiye de yerle bir olacaktı. Bu işten ne Türkiye ne İran karlı çıkmazdı. Bilerek ya da bilmeyerek bu işe vesile olacaklardı.
Bunlar dinlerarası diyalog yaptılar ama mezheplerarası diyalog yapmadılar. Neden? Çünkü niyet safi değil, dini değil. Başka menfaatler var. Kafirlere yaranarak bir yerlere gelmek istemek var. Ehl-i kıble kardeşimle neden diyalog yapmayayım? Ben bir Caferîyle, hatta ve hatta bugün eski kelam kitaplarını atın bir kenara, İsmailîlerle bile niçin yapmayayım? Bugün tarihteki İsmailîler yok artık. Hindistan’dan Nizarî İsmailîler’i Kâbe’de hac ederken gördüm. Namaz kılıyorlar. Ama kitaptan bakarsan onlara kâfir dersin. Bir şeyleri yeniden gözden geçirmek lazım. İslam dairesini yeniden yazmak lazım. Bana göre Sünniler, Zeydiler, Nizarîler, Caferîler vs. bunlar İslam’ın bütününü meydana getirirler ve hepsi kardeşimdir, o kadar. Bu tevhidi, bu ittihad-ı İslam zihniyetini kurmak lazım.
Türkiye’deki resmî, bürokratik, soğuk dini örgütlenme anlayışı hâkim olduğu müddetçe sahte maneviyat üreticileri çıkacaktır. Bunun acilen fabrika ayarlarına geri döndürülmesi lazım. Netice olarak diyebilirim ki: Türkiye’nin iki problem hariç çok büyük problemi yok. Birincisi tek bir etnik yapının öne çıkarılması hadisesiyle diğer etnik unsurların eritilmeye çalışılması bize PKK hareketi olarak geri döndü. İkincisi ise aşırı ve radikal laiklerin dindar olan ne varsa sırf Türkiye dışına değil dünya dışına itme çabaları ve buna bağlı olarak medrese ve tekkelerin kapatılmasıyla normal dışı dini örgütlenmelerin ve sahte din temsilinin önü açılmış oldu. Bu böyle devam ettiği sürece ve her iki problem de ileri toplumlarda olduğu gibi normal gelenek sınırlarına çekilmediği sürece benzer tipte haddi aşanlar, aşırı istekler peşinde olanlar her zaman çıkabilecektir.
Allah bizi istikametten ayırmasın.
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç
(Derin Tarih, Sayı 54, Eylül 2016)

27 Eylül 2016 Salı

YAHUDİLERİN ,hZ.CEBRAİL DÜŞMANLIĞI

Peygamberimiz Medine'ye geldiğinde Fedek sakini Yahudilerinden Abdullah b.Suriya O ' na şöyle sordu:
-"Ya muhammed, uykun nasıldır?Çünkü biz ahir zamanda gelecek nebinin uykusundan haberdar edildik."Efendimiz buyurdu ki:"Gözlerim uyur, kalbim uyanıktır.
Yahudi dedi ki:"Doğru söyledin,Pekala söyle bakalım ,çocuğun azaları babadan mı , yoksa anadan mı olur?
Peygamberimiz (sav)"Kemik ve damarlar babadan;kan,et,tırnak ve saç anadan olur,"dedi.
Yahudi "doğru söyledin "dedi.Peki çocuk niçin ya amcasına benzer ve onda dayılarına benzer bir taraf olmaz veya dayılarına benzer de amcalarına benzer bir yönü bulunmaz?"
Peygamber SAV buyurdu ki:Kadın ve erkekten hangisinin suyu diğerine galebe ederse , çocuk o tarafa çeker"
Yahudi:"Doğru söyledin ey Muhammed"dedi.Sonra , Beni israil7in kendine haram kıldığı yiyecekleri sordu.
Peygamber (sav)buyurdu:"Ya'kub (a.s)çok şiddetli bir hastalığa tutulmuştu.Şifa verdiği takdirde Cenab-ı Hakk'a şükür olarak en sevdiği yiyeceklerden yemeyeceğine nezretti.En çok sevdiği yiyecek deve eti ve en çok sevdiği içecek de deve sütü idi."
Yahudi :"Doğru söyledin " delip :Bu seferde cennete ilk indirilen şeyi sordu.
Peygamberimiz "Balıktır"dedi.
Yahudi "Bunu da bildin,şimdi son bir sorum kaldı.Eğer bunu da bilirsen ,sana inanır ve tabi olurum "deyip ona ;"Allah'dan geldiğini söylediğin ayetleri hangi meleğin getirdiğini "sordu.
Peygamberimiz :"Cebrail'dir "deyince Yahudi
"İşte o bizim düşmanımızdır"dedi.Bunun üzerine Hz.ömer "Sizi Cebrail'e düşman yapan nedir?"diye sordu .Yahudi şöyle dedi:
"Onun bize pek çok kötülüğü olmakla beraber en büyük kötülüğü şudur:Allah Teala, Musa peygambere ,Beytül Makdis'in Buhtu Nasır denilen bir adam zamanında yıkılacağını ve onun yıkacağı zamanı,haber verdi.O zaman gelince , Beni İsrail'in en kuvvetlilerinden birini onu getirmesi için gönderdik.Buhtu Nasır'ı Babil'de henüz zayıf bir çocuk olduğu halde buldu.Onu öldürmek için tuttuğunda Cebrail buna engel olup şöyle dedi:
"Eğer bu çocuk sizi öldürmek için emrolunduysa siz onu bulamazdınız,eğer aradığınız çocuk bu değilse neye dayanarak bu günahsızı öldürmüş olacaksınız?"Arkadaşımızda buna kanıp çocuğu bıraktı.Daha sonra Buhtu Nasır ,büyüdü,melik oldu.Bize saldırıp Beytül Makdis-i yıktı ve bizi katletti.Aynı zamanda XCebrail, nübüvvet görevini bize vermekle emrolunmuşken bir başkasına getirdi.İşte biz bu yüzden biz onu düşman edindik Mikail de Cebrail'in düşmanıdır.Bunun üzerine Hz.Ömer dedi ki :"Eğer Cebrail ve Mikail sizin dediğiniz gibi iseler ,birbirlerine düşman değillerdir.Vallahi siz merkebden daha da inatçı inkarcılarsınız."

NÜBÜVVET VE VELAYETİN KAZANILMASI

"Nübüvvet ", kesbi olmayıp ,başlı başına Cenab-ı Hakk tarafından dünyada ilahi bir üstünlük olarak bazı seçilmiş kullara verilen bir görevdir."Velayet" de aynı şekilde çalışma ile elde edilemeyen ilahi bir lütuftur.Hatta ve hatta bütün mertebe ve mkamlar ilahi ihsan olup çalışmayla elde edilemez.Bu makamların tedrici olarak şartları  ve sebebleri dairesinde ortaya çıkışından dolayı gözleri perdeli gafiller , bu mertebelerin çalışma ile elde edilebileceğini zanneder.Bu işin hakikatı öyle değildir.Bu nedenle bu konuda da hased etmeye hiç gerek yoktur.Bu yönü bilmeyen kimseler bu makamlara ve buna ulaşan kimselere dedi kodu ile dil uzatırlar.
Hafız Sa'di der ki;
Bir çiçeklikte kimse , dikensiz gül toplamadı
Muhammedi gülistanın dikeni Ebu Leheb gibilerdir.

LANETİN SAHİBİNE DÖNMESİ

Lanet edilen kimse ona layık değilse o lanet sahibine döner.Mü'mine lanet etmek onu kasten öldürmek gibidir.Kişi çoğu zaman bir malına lanet eder malın bereketi çekilir.Hiç kimse Allah'ın yarıtlarından cansızlara, hayvanlara  ve insanlara lanet etmesin.Resul-i Ekrem buyurmuştur:Kul,Allah lanet etsin şu dünyaya dediğinde dünya der ki:Evet hangimiz Rabbimize karşı daha isyankarsa Allah ona lanet etsin ".Yine Efendimiz buyurmuştur:Cehennem ehli bana gösterildi,onun ekserisinin kadınlardan olduğunu gördüm.Çünkü onlar çok la'net eder ve kocalarının hakkını inkar ederler.Ömür boyu onlardan birisine iyi davransan , ama bir gün senden hoşuna gitmeyen bir şey olsa;"Zaten senden hiç hayır görmedim ki,der"

SA'Dİ-İ ŞİRAZİ

NİCE SENELER SENİN ÜZERİNDEN GELİP GEÇMİŞTİR
SEN, BABANIN TÜRBESİ CANİBİNE (HAYRINA)NE YAPTIN?
Kİ KENDİ OĞLUNDAN HAYIR VE HASENAT BEKLİYORSUN?
SEN BABANA NE YAPTINSA OĞLUN DA SANA AYNINI YAPACAKTIR

KULAKTAN DOLMA BİLGİLER

Cenab-ı Hakk,kulaktan dolma şeylerin bilgiyi ve bununla ameli  eleştirmiştir."İçlerinde bir takım ümmiler vardır ki Kitab'ı (kevrat'ı)bilmezler.Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir.Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.Onlar Elleri ile (bir)kitap yazıp sonra da onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır"diyenlere yazıklar olsun.Elleri ile yazdıklarından ötürü vay haline onların.! ve kazandıklarından ötürü vay haline onların"(Bakara 2/78-79)
Yahudilerle alakalı inmiş bu ayette onların sahip oldukları batıl arzu ve istekler de:Peygamber efendimiz SAV 'in Tevrat'taki sıfatlarını değiştirmekle yapmış oldukları iftiralar;Ateşte ancak belli bir müddet kalacakları yalanı; Atalarından nebi olanların onlara şefeat edecekleri hülyası  ve Cenab-ı Hakk'ın onların hatalarını görmezden gelip merhametle muamele edeceği zannıdır ki , bunların hiçbirinin sıhhatli bir dayanağı yoktur.
Efendimizin Tevrattaki şekil tarifi:"güzel yüzlü,kıvırcık saçlı,ela gözlü ve orta boylu" şeklindeki sıfatlarını değiştirerek onun yerine:""düz saçlı,uzun boylu,mavi gözlü"yazdılar.Oysa bu esas metnin tam tersiydi.Halk onlardan ,peygamberin sıfatını sorduklarında tahrif edilmiş olanı söylediler.

TASAVVUFTA MASONLAR

Masonluk,merkezinde siyonizmin bulunduğu,özelinde ise şeytanın bulunduğu bir yapılanmadır.Ancak dış suretini görenler asla bunların böyle bir anlayışa sahip olmadığını belirtir.Çünkü,gizli yapılanmalar içinde işin özünü bilebilecek kişi sayısı çok azdır.Bu nedenle dış halkalar bundan habersizdir.Faaliyetler hep insan merkezli olup,iyilikler,yardımlaşmalar v.s ön planda gözükür.Fakir bir masona asla rastlıyamazsınız.Hepsi dünyalık olarak zengin olup bu zenginlikler,cezbedilecek insanlar için kullanılır.Tıpkı renkli ve kokulu gördüğü çiçeğe gelen bir arı gibi,gelenler dış görselliğe takılarak dünyevi bir şeyler ummarlar yahutta ekonomik durumu iyi ise gençliğin hırsı dindiğinden ruhsal rahatlama merkezleri ararlar ve bu nedenle halkaya dahil olurlar.Şeytana esir olanlar en içtekiler ise tüm dünyanın ellerinde olmasını dileyen satanistlerdir.Bu nedenle,eğer hasbelkdar bir maneviyat ehli hasbelkader içlerinde olursa bundan rahatsız olurlar.Çünkü ateşten yaratılan şeytan,Hakk'ın nuruna sahip mü'minden rahatsız olur.Tıpkı cehennemin,sırat üzerinden geçen mü'min'e "çabuk geç,nurun ateşimi söndürecek"demesi gibi.Mümindeki feraset,vücut letaiflerinin çalışması nedeniyle bu teşkilat içinde olanların sözleri o mü'minde itminan duygusu oluşturmaz  , aksine söylemleri doyurucu değildir.Ancak,tüm şeytana hizmet edenler de olduğu gibi,masonik yapılanma içinde olanların söylemleri,verdiği bilgiler hep ezoterik içerikli ve ruhsaldır.Hal yaşamayan birisi için bu çok çekicidir.Hiçbir mason,Peygamberimizin ismi geçtiğinde yahut onun ismini andığında "Hazret-i" kelimesini kullanmadığı gibi salavt getirmez.Çünkü  şeytan orjinli olanların en büyük düşmanı İslamiyet ve islamiyetin amiral gemisi olan tasavvufu çökertmek,itibarsızlaştırmaktır.Tasavvufla ilgili olanların bu konuda hassas olması gerekir.

CANSIZLARIN VE HAYVANATIN ALLAH'I BİLMESİ

Kur'an da taş örneği verilir."(Ne varki ) bunlardan sonra yine kalbleriniz katılaştı.Artık kalbleriniz taş gibi yahut daha katıdır.Çünkü taşlardan öylesi d var ki, içlerinden ırmaklar kaynar.Öylesi de var ki ,çatlar da ondan su fışkırır.Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır.Allah yapmakta oldukarınızdan gafil değildir"(Bakara 2/74) Bu ayette,sertlik yönünden demir yahut tunç örneği verilmemiş,taş örneği verilmiştir.Çünkü ısıtlnca demir ve tunç eriyerek sertliği gider ama taş öyle değildir.Cansız dediğimiz taşın yaptığı bir görev ve Cenab-ı Hakk'ı tanıma sistemi vardır.Çünkü "O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur"(İsra 17/44),"Eğer biz o Kur'an7ı bir dağa indirseydik ey Muhammed ! Sen de o dağın Allah krkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün"(Haşr 59/21)
Üftade hazretleri "VAKIAT"isimli kitabında süluku esnasında akan sudan:"Ya daim, ya Daim"nidasını işittiğini söyler.
MESNEV-İ ŞERİF'TE buyrulmuştur:
Suyun da, toprağın da, çamurun da konuşması vardır.Anak onların konuşmasını ehl-i dil anlar.Filozof ki, mesciddeki hurma kütüğünün ağlamasını inkar eder.Öyleleri evliyanın btıni duygularından habersizdir.Gönlünde şüphe ve eğrilik bulunan kimseler,Bu alemde gizli filozof taifesinden dir"

İLK'LER


İlk kez “Sübhanallah” diyen Cebrail (a.s)dır.Hz.Cebrail yaratılınca Arş’a baktı ve onun azametini görünce “Sübhanallah”dedi.

Hz.Adem kendisine ruh üflenince ilk kez “Elhamdülillah”dedi.

Hz.Nuh (a.s) tufanın  ve belanın şiddetini görünce ilk kez “La ilahe illallah” dedi.

Hz.İbrahim peygamber oğlu İsmail’e fidye için koçun gönderildiğini görünce “Allahü Ekber”demiştir.

ÜFTADE HAZRETLERİ


Üftade hazretleri demiştir ki :Hepsi kamil olmakla birlikte Hz.Ebu bekir ‘in marifet yönü,Hz.Ömer’in şeriat yönü,Hz.Osman’ın tarikat yönü,Hz.Ali’nin hakikat yönü galibti.





CAFER'İ TAYYAR'IN DÖRT ÖZELLİĞİ


CAFER-İ TAYYAR  HAZRETLERİNDE BULUNAN BU DÖRT ÖZELLİĞİ KİMSE BİLMİYORDU.iSLAMİYETTEN ÖNCEKİ YAŞANTISINDA DA BU HUSUSLAR MEVCUTTU.Hz.Cebrail A.S ,Efendimiz SAV ‘e Cafer-i Tayyar hazretlerinin dört özelliğini haber vermişti.Efendimizin sorması üzerine Hz.Cafer bunları söylemek zorunda kaldı:Cahiliyye devrinde dahi;

1-Ben asla şarap içmedim

2-Ben asla puta tapmadım

3-Ben asla zina etmedim

4-Ben asla yalan söylemedim





İÇKİ YASAĞINDAKİ DÖRT MERHALE

İÇKİ YASAĞINDAKİ DÖRT MERHALE,bugün bu illete müptela olmuş insanlara uygulanabilir mi?Çünkü Kur'an7ın ayetleri her an için inmekte,sanki bu zamanın insanları ilk muhatapları imiş gibi kabul edilmektedir.Bu durum kıyamete kadar böyle devam edecektir.
İçkinin haram edilmesi ile alakalı Kur'an'daki merhaleler şöyledir:

1-“Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz.İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır”(Nahl 2/67)

2-)”Sana şaraptan ve kumardan sorarlar.Deki her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.Ancak her ikisinin  de günahı faydasından daha büyüktür” ayeti üzerine bir takım sahabe biz faydasını alır , kötülüğünü terk ederiz “demişler.Bir kısmı kötülüğü fazla olduğu için içmeyi terk etmişlerdir.

3-)”Ey iman edenler siz sarhoş iken,ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın”(Nisa 4/43) ayeti gelince bizi namazdan alıkoyan şeyde hayır yoktur diye önemli bir kısım içkiyi terk etmiştir.

4-)”Ey İman edenler ! Şarap,kumar,dikili taşlar(putlar),fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir.Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.Şeytan içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık, kin sokmak; sizi, Allah(ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.Artık (bunlardan)vazgeçtiniz değil mi?(Maide 5/90-91) ayeti gelince Hz.Ömer efendimiz “Evet !artık vazgeçtik Ya Rabbi”demiştir.





YALAN VE LETAİFLERİN BOZULMASI / Tülay Kadı


" Yalan söz buruk ve bulanik olur, dogru soz ise berrak..."

Kafalarin çarsı, kalplerin pazara dönüşmesi ile Allah vergisi bircok yeti ve istidadlarimizi yani latifelerimizi kaybediyoruz... 

Yeryuzunde, halife olmasi sebebiyle insANoğlunu diger yaratilmislardan ayiran en onemli ozellikte LETAIFLER aslinda... 

Gunumuzun, basit sahsi kararlarini bile alamayacak kadar kafasi karışmış olan talihsiz insanlari icin İLAÇ niteliginde bir 

Hadis ;

(Kalbine danış; iyilik, kalbin mutmain olduğu, rahatladığı şeydir. Günah ise, canını sıkan, kalbinde tereddüt uyandıran şeydir. Aksine fetva verseler de.)[Taberani, İbni Asakir]

Öyle ki " Allah' in varligina ve tekliğine en somut delillerdendir" yalanin bulanik, dogrulugun ise ferahlik veren bir nimet oluşu. 
Dünya gibi somutluk ve delillerin kabul gördüğü yerde, mânâninda asl oldugunu inkar edilemez oldugunu yansitir. 

Yalan söyleyen kisinin burukluğunu önce kisinin kendi kulaklari, organlari ve sistemi duymaktadir. Ve bu bozuk düzen karsidakinin kalbinde enerji bozuklugina sebep olmaktadir... 
Böylece, bu kimse aslinda hep ayni kisiyi aldatmaktadir
KENDINI :) 

Yine destek niteliginde;

(36/YÂSÎN-65: Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazanmakta olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da şahitlik etmektedir.)


TULAY KADI

26 Eylül 2016 Pazartesi

Ahmet Aslan - Minnet Eylemem [ Veyvê Mıkaletu (Meleklerin Dansı) 2007 ©...

MUHAMMED ÜMMETİNİN GÜNAHKARLARININ CEZASI

Eski ümmetlerde ceza yerin dibine geçirilmek,bedenlerinin suretinin değiştirilemesi şeklinde idi,Bu ümmetin cezası ise , kalblerine verilmiştir.Nitekim Allah Teala:"Onların gönüllerini ve gözlerini değiştiririz de sanki onları evvelce hiç iman etmemişe çeviririz"(Enam,6/110) buyurmuştur.Domuza çevrilmenin alameti pislik yemektir.Haram yiyenin kalbide başka yaratığa çevrildiğini gösterir.Kalbin sıfatlarının hayvani sıfatlarla değiştirildiğinin alameti üçtür:
1-İBADETTEN LEZZET ALMAMAK,
2-MASİYET İŞLEMEKTEN KORKMAMAK,
3-KİMSENİN ÖLÜMÜNDEN İBRET ALMAYIP AKSİNE GÜN GEÇTİKÇE DÜNYAYA RAĞBETİ ARTMAKTIR.
Avf b. Abdullah demiştir ki :hayır ehli birbirlerine yazdıkları mektuplarda şu üç noktaya dikkat çekerlerdi:
1-Ahirete çalışanın ,dünya işlerinde kefili Allah'dır.
2-Allah ile muamelatını düzgün yapanın insanlarla muamelatını Allah düzeltir.
3-İçini ıslah edenin dışını Allah ıslah eder.

AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN !

Bakara 2/65 ayetinde geçer:"İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de ,bu yüzden kendilerine : Aşağılık maymunlar olun ! dediklerimizi elbette bilmektesiniz"
Ba ayetteki gazaba Davuta (a.s)zamanındaki Yahudiler çarptırılmışlardır.Bunlar Medine ile Şam arasında Kızıldeniz sahilinde "Eyle"denilen yerde ikamet etmekte idiler.Allah onlara "Cumartesi günü "balık avlamayı yasak etmişlerdi.Ne varki denizdeki bütün balıklar cumartesi günü ya İsrail oğullarını imtihan için yahutta karnında hazreti Yunus'u taşıyan balığı ziyaret için eyle sahiline gelirler,balıkların başlarnın çokluğundan deniz görünmez olurdu.Cumartesi geçince tüm balıklar çekilir gider hiç balık kalmazdı.Köyden adamın birinin tekliği ile deniz kenarına hendekler kazdılar ve hendeklerden denize kanallar açtılar.Cuma akşamı bu kanalları açarlar,dalgaların getirdiği balıklar bu havuzlara dolardı.Suyun azlığından  ve havuzların derinliğinden geri gidemezlerdi.Pazar günü olunca buradaki balıkları yakalarlar,kimini yerler,kimini satarlar,kiminide tuzlarlardı.Kırk yahut yetmiş sene böyle yaptılar,malları çoğaldı,zenginleştiler,Üzerlerine bela inmesinden korkuyorlardı.Ama ceza inmedi.Cezalandırılmamalarına sevindiler.Günah işleme cüretleri arttı."Cumartesinin artık bize helal kılındığını görüyoruz"dediler.Böylece atalarına uyarak, yeni gelen nesiller de Cumartesi günü avlanmayı sürdürdüler.Yaklaşık 70.000 kişi olan şehir hlakı üç guruba ayrılmıştı.üçte biri cumartesi balık avlıyorlardı.diğer üçte biri bugünün hürmetine balık avlamıyorlar avlayanları da bu işten vazgeçirmeye çalışıyorlardı.diğer üçte biri ise avlanmıyorlar ,ancak diğerlerine de karışmıyorlardı.Günahkarlar,kendilerine mani olmak isteyen gurubu dinlemeyip Allah'a yemin olsun ki biz sizle aynı şehirde yaşamayız diyerek şehri bir duvarla ikiye böldüler.Böylece iki ayrı şehir ortaya çıktı.Allah'ın yasağını çiğnemeye devam edenlere Hz.Duvud lanet etti.Allah Teala gazaplanarak onları geceleyin maymuna çevirdi.
Duvarın arkasında kalan avlanmayan gurup,diğer taraftan hiç duman tütmediğini , kapıların kapalı olduğunu görünce duvara tırmanarak onların tarafına geçtiler.Gençlerin maymuna,ihtiyarların kuyruklu domuza çevrildiğini hayvanlar gibi sesler çıkarttıklarını gördüler.Maymuna çevrilenler akrabalarını tanıyabiliyordu.ama insanlar onları tanımıyordu.Maymunlar akrabalarının yanına geliyor,onların elbiselerini kokluyor ve ağlıyorlardı."Biz sizi bu işten men etmemiştiydik" denilince gözlerinden yaşlar aktığı halde başlarıyla "evet"diye işaret ediyorlardı.Suretleri hayvanata çevrilen bu insanlar üç gün bu halde kaldılar ve sonra hepsi öldüler
."Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan  gelenlere bir biret dersi, müttakiler için de bir öğüt vesilesi kıldık"(8Bakara 2/66)
Sa' di şöyle demiştir:
Kuş,tane tarafına doğru yakın gitmez
Çünkü başka kuşun böyle tuzağa düştüğünü görür,
Sen başkalarının musibetinden ders al,
Başkaları senden ibrat almasın !

İÇKİ VE KUMARIN KÜÇÜK FAYDALARI


Bakara suresi 2/219 ayeti İçki ve kumarla alakalı  :”Sana şarap ve kumar hakkında soru sorarlar.Deki :Her ikisinde  de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar.”İhtiyaç fazlasını”de.Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz “.

İçki ve kumarda insanlar için olan faydalar şunlardır:Mesala içki satışı yapan kimse yüksek düzeyde para kazanacağından içinde bir ferah ve sevinç bulur.Ayrıca şarap , zayıf yapılı olanları takviye eder.Yenen şeylerin hazmedilmesini kolaylaştırır.Cimada daha kuvvetli olmaya yardımcı olur.Mahzunu teselli eder.Korkak olana güç verir.Cimrinin daha cömert davranmasına sebeb olur.Rengi saflaştırır.Aciz ve yorgun gence güç verir ve himmeti cuşa getirir.Kumarın dünyevi  faydasına gelince o da herhangibir güçlük ve yorgunluk olmaksızın mal elde etmeye vesile olur.Kumarda kazanılan devenin etinden fakirler istifade ederdi.Çünkü cahiliyye döneminde kumar yolu ile elde edilen develer kesilir ve eti fakirlere ve muhtaçlara dağıtılırdı.

Ülkemizde Kumar ve şans oyunları devletin himayesinde oynatılmakta ve buradan elde edilen para ülkenin imar işlerinde kullanılmaktadır.İçki üretim tekeli devlette olup yüksek miktarda özel tüketim vergisine tabidir.Devlet bu yüksek gelirden halkına kömür yardımı yapmaktadır.Diyanet teşkilatının bu iki gelir kalemi için fetvası nedir ? Yahudiler,tevratta yazılı olan ayetleri gizlediler de Cenab-ı Hakk onları Kur’an da “az bir dünya metaı karşılığında Allah’ın hükümlerini satmış olmak” şeklinde azarlamıştır.Bu iki mesele konusunda bir türlü  görüş bildirmeyen diyanet teşkilatı,din adına yol gösterici olursa samimiyetinden endişe etmek gerekmez mi?Çünkü,haram lokma girdiği vücuttan iyilik düşünceleri doğmazmış.

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

Av.Şemsettin KESER
semsettin.keser@hotmail.com

SAHABENİN ,PEYGAMBER (sav)'DEN BİLMEDİKLERİNİ SORMASI


İbni Abbas (r.a) demiştir ki Resulullah (SAV) ‘in ashabından daha hayırlı bir topluluk görmedim.Onlar Peygambar (SAV)’e  sadece on üç mesele sormuşlardır.Bunların hepsi de Kur’an da zikredilmiştir.Onlar ancak kendilerine ve Müslümanlara fayda verecek şeylerden soruyorlardı.

 

İSMİ AZAM'I BİLMEYE KİM LAYIKTIR ?


Büyüklerden birine senelerce hizmet eden bir mürit:”Efendim ! Bana ismi azam’ı öğretmenizi istiyorum”der.O büyük zat:”Buna ehliyetiniz var mı?”deyince “Evet”diye cevap verir.Şeyh efendi:”Öyle ise şehrin kapısına git, orada olup bitenleri gel bana anlat”der.

Mürit çıkar, şehrin kapısına gidip oturur.Etrafı seyreder.Görür ki bir ihtiyar, hayvanı ile bir yük odun getiriyorken asker onu döver ve odunlarını zulmen gaspeder.Salik biraz daha bekledikten sonra daha fazla sabredemez kalkar gider hadiseyi şeyhine anlatır.Şeyh dinledikten sonra  sorar:”Eğer ismi azamı bilse idin orada ne yapardın?”.Salik cevap verir:”Askerin helakına dua ederdim ?”.Şeyh efendi :”Fakat bilesin ki bana ism-i azamı öğreten o ihtiyar oduncudur”.

Bir mü’minde bu oduncuda olduğu gibi sabır, rahmet ve halka şefkat sıfatları kemaliyle tahakkuk etmeksizin İsm-i Azamı bilmeğe  layık olmaz, bu sebeble cihad-ı ekbere ihtimam ederek nefsi ıslah eylemek ve Hakk’a teslimiyetle kamil bir kul olmak lazımdır.


GARİP OLAN İSLAM

Peygamberimiz SAV ‘in “İslamiyet garip olarak başladı,garip olarak nihayete erecektir” hadis-i şerif konusunda Atpazari Osman Efendi demiştir ki:Hadis-i Şerif’te söz edilen İslam,hakiki İslam’dır.Bu İslam’ın sahibi olan Müslüman ebediyyen mürted olmaz.Garip oluşu ise , kendisi ile dostluk kurup, anlaşacak bir kimsenin bulunmayışıdır”.

Mesnevi’de buyurulmuştur:

Beyazıd-ı Bestami zamanında bir Mecusi vardı.Bir bahtiyar Müslüman ona dedi ki:”Sen Müslüman olsan ne olur sanki? Bu sayede yüz necat ve sevinç bulursun.Mecusi dedi ki:”Eğer gerçek Müslüman varsa O , alemin şeyhi Beyazıt-ı Bestami’dir.Ben gizlice mü’min olayım,iman getireyim.Gerçi mührümün ağzı kapalıdır,iman istidadım yoktur.Gerçi benim imanımda sizin imanınız gibidir.Benim,sizin imanınız gibi bir imana meyil ve arzum yoktur.İman tarafına yüzlerce meyil ve muhabbeti olan kimse ,Sizi , sizin hal ve ahvalinizi görünce imandan uzaklaşır.Çünkü  sadece bir isim vardır ortada ,mana yoktur.Farsçadaki beyaban Arapçadaki mefaza hep sahradır.Mana değişmedikçe sonra isim değişmiş neye yarar.

25 Eylül 2016 Pazar

HİLEKARLARIN SONU

Hz.İsa (a.s) bir yahudi ile yolculuğa çıkar.Hz.İsa'nın yanında üç yufka vardır.Bunları yahudiye teslim eder ve muhafaza etmesini söyler.Yahudi yufkanın birini gizlice yer.Bir yerde konaklarlar ve Hz.İsa yufkaları ister.Hz.İsa "yufkanın eksik olduğunu görünce "üçüncüsü nerede ?"diye sorar.Yahudi inkar eder.Hz.İsa ona yemin verir.Yahudi yemin eder.Yola devam ederler.Bir müddet sonra üç külçe altın bulurlar.Yahudi altınları görünce "bunları hemen paylaşalım "der.Hz.İsa bir parça kendine,diğer parçayı Yahudiye verir.Üçüncü parça için de "Bu üçüncü yufkayı yiyen arkadaşımızın"diyince Yahudi "Üçüncü yufkayı yiyen benim"der.
Hz.İsa arkadaşına :"Öyleyse benden uzak ol"altın külçelerinin hepsi senin olsun"der ve arkadaşını terk eder.Çok geçmeden üç tane hırsız gelir.Anlaşıp yahudiyi öldürürler ve altınları alırlar.Acıkmış oldukları için içlerinden birini yiyecek almak için şehre gönderirler.Kalan iki kişi kendi aralarında plan yaparak üçüncü arkadaşlarının dönüşte öldürüp altınları ikisi paylaşmaya karar verirler.Arkadaşları yiyeceklerle dönünce onu öldürürler.Gelen yiyecekleri yerler.Ancak şehre giden yahidi tüm altınları almak için yiyeceklere bolca zehir koymuştur.Tüm altınlar kendine kalsın diye onları zehirlemek niyetindedir.Bir müddet sonra Hz.İsa aynı yerden dönerken bakar ki ortalıkta dört ceset mevcuttur.Bu işe hayret eder.Cebrail a.s gelir ve hadiseyi kendisine haber verir.