11 Ağustos 2022 Perşembe

NURİ ARLASEZ-3

 ● Burada merak ettiğim bir husus var efendim, Osmanlı kültürüne ve sanatlarına aşk ölçüsünde bağlı olduğunuzu biliyoruz. Neden Osmanlı kültürü ve geleneğinin temelindeki tasavvufa değil de, Hint felsefesine yöneldiniz? 

Yunan felsefesinin kaynağı Hint felsefesidir, Batı felsefesinin kaynağı da. Felsefenin asıl kaynağına yönelerek bilginin özünü aldım. Yeri gelmişken size bir hadise daha anlatayım. Yıl 1962. Şişli’de elli yıl oturduğum, babadan kalma, on dört odalı ahşap bir evim vardı. Bir kış günü Hint felsefesiyle ilgili kitapları masama yaymış çalışıyordum. Kapı çalındı, açtım, Fethi Bey’in oğlu Osman Okyar, yanında da bir İngiliz. Adını söyledi ama, o anda anlayamadım. Görünüş olarak tam bir İngiliz beyefendisi. Çalıştığım odaya buyur ettim, çünkü başka tarafı ısıtamıyorum. İngiliz beyefendisi masanın üzerindeki kitapları görünce müthiş ilgilendi, oturdu ve incelemeye başladı. İlk defa geldiği bir evde, arkadaşını da, evin sahibini de unutmuş, harıl harıl not alıyordu. Giderken mahcup bir edayla “Biz Osman Bey’le Bursa’ya gidiyoruz, siz de gelir misiniz?” dedi. Gelmem mi? “Memnuniyetle!” dedim. İnanır mısınız, ancak yolda kim olduğunu anlayabildim, Arnold Toynbee, o büyük zekâ... Bir hafta beraber gezdik, hakikaten rüya gibi bir haftaydı. Ayrılırken yüzü kızararak “Sizinle dost olalım!” dedi, olduk ve yıllarca mektuplaştık. Şu anda bu mektupların kırk elli kadarı IRCICA’dadır, inşaallah Ekmeleddin Bey neşredecek. Daha fazlaydı, ama maalesef bir yangında yandı.

 

● Toynbee ile dostluğunuz ne kadar sürdü? 

Onun ölümüne kadar devam etti. Türkiye’ye her gelişinde buluşur, uzun uzun gezer ve konuşurduk. Onunla dolaşmanın iki zorluğu vardı: Her zaman hiçbir şey bilmeyen bir insan havasındaydı, haddinizi bilecektiniz. Ve sizi seviyorsa, hiçbir teklifinize hayır demezdi. Onu müşkil durumda bırakmamak için çok dikkatli olacaktınız. Birlikte bir gün güneyde, Antalya’ya 70-80 kilometre mesafedeki bir köye gittik. Bir kahve gördük, girdik. Nur yüzlü bir ihtiyar. İçimden geldi, çok samimi olarak gidip elini öptüm. “Babacığım, dedim, çok açız, çaresine bakabilir misin?” İhtiyar, “Oğul, dedi, yeter ki sen fukaranın olanına katlan! Nemiz varsa senindir. Yalnız Rabbim yoktan var eder. Onu bizden bekleme!”. Tercüme ettim, Toynbee şaşırdı, “Hakiki bir filozof, hikmet âşıkı bir adam!” dedi. İhtiyar çok güzel yiyecekler getirdi. Bütün ısrarlarımıza rağmen para kabul etmedi. “Taa nerelerden bu kuş uçmaz, kervan geçmez yere geldiniz, gönlümüze ferahlık verdiniz. Bir de para mı vereceksiniz? Ne parası?” dedi. Ama ben ısrar ettim. Bunun üzerine, “Bak oğul, dedi, misafirimizsin. Daha fazla ısrar edersen paranı kabul etmek zorunda kalacağız. Neş’emizi bu kahpe para için kaçırmaya değerse ver!” Artık ısrar edemezdim. Toynbee’ye söylediklerini aynen tercüme ettim. Büyük İngiliz’in gözleri yaşardı ve şunları söyledi: “Lütfen söyleyeceklerimi aynen tercüme ediniz. Bize insanlık sahasında kelimenin en kuvvetli mânâsıyla ebedi ölçüde bir insanlık dersi verdi. Bu borcu hiçbir zaman eda edemeyeceğiz. Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır. Bunlara İncil’de ‘Toprağın tuzu’ denilmiştir. Biz sanayileşirken büyük hatalar yaptık. Maddi servet pahasına bütün bu değerleri kaybettik. Siz de aynı tehlikeyle karşı karşıyasınız, bizden ders alın. Hayatta sizi her zaman minnet ve şükranla hatırlayacağız”. O ihtiyar gibi ne gizli kahramanlar tanıdım evladım. Onlar, altı yüz yıllık irfanın anahtarını ellerinde tutan, meş’alesini taşıyan insanlardı ve hepsi kravat takmıyor, otururken ayaklarını altlarına alıyorlar diye çöplüğe atılmışlardı. Çöplüğe atılmadık kıymet kalmamıştı.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder