● Yabancılarla
bu münasebetleri elbette bildiğiniz yabancı diller sayesinde kurabiliyorsunuz.
Fransızcayı Galatasaray’da öğrenmiş olmalısınız. Başka hangi dilleri
biliyorsunuz?
İngilizce ve
Almanca... Fransızcayı Galatasaray’da öğrendim, evet. İngilizceyi ise kendi
kendime... Almancaya gelince, bak sana onun da hikâyesini anlatayım. Ben üç
defa askerlik yaptım. Birinci askerliğimi İkinci Dünya Savaşı sırasında Yalova
civarındaki tayyare meydanında topçu kumandanı olarak yaptım. On üç er ve ben.
Barınmak için salaş bir kulübe ve bir çadırdan başka yer yok. En yakın köy beş
kilometre mesafede. Kulübeyi erlere verdim, kendim çadırda kalmaya başladım.
Yazın sivrisinek dolu, sıtma yaygın. Kışınsa rutubet. Mutlak bir teslimiyet
içindeyim. Allah’tan bir defa bile şartları değiştirmesini istemedim.
Karşılaştığım bütün zorlukları bir lütuf olarak kabul ettim. Bana belki de
Allah’ın en büyük lütfu o on sekiz aydı. Şartlara uyum sağlamak için, her gün,
ufukta kendime bir nokta seçip oraya kadar yürüyordum. Bütün organizmayı
çalıştırır bu yürüyüşler. Zamanla o hale geldim ki, zifîrî karanlıkta, köye iki
üç saatte gidip gelebiliyordum. İşte bu yürüyüşler sırasında, kimseden tek ders
almadan Almanca öğrendim. Şunu ifade etmeden geçmek istemiyorum; yabancılarla
münasebetlerimde her zaman mensup olduğum kültürü temsil etmeye çalıştım.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer büyük bir kültürün temsilcisi olarak
gidiyorsanız, bütün kapılar açılır önünüzde. Bizimkiler, hep “Ben de sizdenim!”
diye gidiyorlar. Kimse adam yerine koymuyor onları tabii. Türkiye’ye gelen
birçok kültürlü yabancı beni arayıp buluyorsa, kaşıma gözüme hayran oldukları
için değil, kültürümü temsil edebildiğim içindir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder