ŞABAN KUMCU
Türklerin Anadolu’da yerleşik medeniyete geçişlerinde ahiliğin rolü büyüktür. Anadolu’ya gelen Türklerin bir kısmı akıncı, bir kısmı da ekinci, köylü ve zanaat (ustalık gerektiren iş, meslek, beceri) sahibi, şehirli, kasabalıydı. Ekinci ve zanaat sahipleri için savaş değil, barış ön plandaydı. Onlar, akıncıların fethettikleri ülkelerde, maddi ve manevi medeniyeti kuruyor, aynı gayeyi güden dervişlerle iş birliği yapıyorlardı. Hacı Bayram-ı Veli; dünyayı bir şara (şehre) benzetir. Bu şehir (dünya) maddidir, ama onun kenarından Didar (Allah) gözükür.
Nagihan ol şara
vardım, anı ben yapılır gördüm,
Ben dahi bile yapıldım, taş-u toprak arasında.
Bu mısralarda, insanın vücuda gelişi ile dünya arasında bağlantı kurulmuştur. Daha sonraki dörtlükte de insanın dünyanın yapılışına katıldığını anlatır.şakirdleri taş yontarlar, yonup üstada sunarlar, Çalap’ın adın anarlar, her bir taşın paresinde.
Daha sonra gelen dörtlükte şair; “Şar dedikleri
gönüldür”, diyerek şehir imajını maddi plandan, manevi plana aktarır. Temel
fikir, taş yontan şakirdlerin inşa ettiği şehir imajıdır. Yunus Emre ve daha birçok şair insan gönlünü
bir şehre benzetir, onun harap veya mamur olmasından bahsederler. Yunus Emre,
bir derviş olmakla beraber, din ve ahlak anlayışı bakımından ahilere yakındır.
Ona göre; Derviş yedirip içiren, veren el olmalıdır. Allah’ı bulan; geniş
varlık alemine, kâinata ve insanlığa da kavuşmuş olur…
Mün’im oldum yoksul
iken, benim oldu kevn-ü mekân,
Yerden
göğe mağrip maşrık yere göğe doldum ahi.
Süleyman zembil ördü, kendi
emeğin yedi,
Onun
için buldular onlar berhüdarlığı.
Belgelerde Hacı Bayram-ı Veli’nin müritlerinin ahi
olduklarını görüyoruz. Abdülbaki Gölpınarlı Burgazi Fütüvvetnamesi’ni
yayınlamıştır. Kitabın 13. Yüzyıl’da kaleme alındığı tahmin ediliyor. Kitabın
yazarı Burgazi, asıl adı “Çoban oğlu Halil’in oğlu Yahya”, okuma yazmayı yirmi yaşlarında
öğrenmiştir. Sohbetlerde öğrendiği
bilgileri sade, acemi ve basit bir Türkçeyle aktarmıştır. Burgazi’nin
kitabına göre; ahilikte üç mertebe vardır: Yiğitlik, ahilik ve şeyhlik.
“Yiğitlik heves eylemekdür, ahilik başlamakdur ve şeyhlik tamam kılmakdur. Yiğitlik
sakal gelmekdur, ahi sakala ak düşmekdur, şeyhlik tamam pir olmakdur. …Ve dahi
yiğitlik şeriatdur, ahilik tarikatdur ve şeyhlik hakikatdur…”
Ahilik bir
nevi terbiye sistemidir. İnsanı insan yapan terbiyedir. “İyi yetiştirilmeyen
bir insan, taş yemişi, dağ canavarı gibidir. Terbiye ile hamlar göynülür
(olgunlaşır), çiçekler düşer, çiğler pişer. Ahiler gerek kim daim terbiye kıla,
perveriş (besleyip, yetiştirme) vire. Terbiyeye gerek mal-u canı ahisi yolına
sebil ola.” Ahilikte cömertlik, fakirlere
yardım esastır. Ahi hem kendi geçimini temin edecek hem de başkalarına yardım
edecektir; bunun için bir meslek (zanaat) sahibi olması şarttır. “Ahi halal
kesb kazanmak gerekdür, belkim farzdur ve hem sünnetdür ve dahi ahiye bir pişe
ve san’at gerekdür, ana meşgul ola. Eğer pişesi (sanat, meslek) yoğısa ana
fütüvvet değmez.” Fütüvvet;
yiğitlik, cömertlik, lütuf ve ihsan sahibi olmak, başkasını kendisine tercih edip,
kerem sahibi olmak anlamında kullanılmıştır. Yunus Emre’ye göre de hasisler ve
cimriler ne kendisine ne de başkasına faydası olan, zenginliklerine rağmen
hayatın ve insanlığın tadını ve manasını bilmeyen bedbaht insanlardır.
Bunca
varlık var iken gitmez gönül darlığı.
Ahi gerçek bir Müslümanda bulunması gereken bütün
vasıflara haiz olacak, dinin bütün icaplarını yerine getirecektir. Hatta zühd
ve takvaya kendisini vererek, dünya ve toplum ile ilgisini kesebilir. Ahi böyle
Müslüman değildir. O çalışan kazanan ve fakirlere yardım eden iman sahibi bir
insandır. “Evvel şart ahi gerek kim iki cihanda can-ü gönülden cömert gerek,
yani dünyada cömerdlik eyleye, ahiretde dahı cömerd olur.” Hak Taala ayıtdı:
Kim bana cömerd lokması gösterürsin, iy kulum, ikinüzü dahı yarlıgadum, uçmağa
varınuz.” Ahinin elbisesi temiz, pak olmalıdır.
İbn Batuta Seyahatnamesi’nde ahilerin akşam
yemeğinden sonra sema ettiklerini yazar. Burgazi kitabında da bu hususa yer
verilir. “Sema dostlar gönlin taşırur, zaifler ve yazuklular gönlini korkudur
ve müşfikler gönline od (ateş) düşürür.” Abu’l Kasım-ı Nasrabadi ayıtdı: “Her
nesne katığı vardur, can katuğı semadır.” Abu-Amr ayıtdı: “Gerek
kim sema ehlinün gönli diri ola, teni ölmiş ola. Her kimün gönli ölmiş ola,
teni diri ola, sema ana haram ola.” Ahilikte ruh terbiyesine olduğu kadar,
davranış terbiyesine de büyük önem verilir her şey bir düzene bağlıdır. Yemek
yemek, su içmek, söz söylemek, yolda yürümek, oturmak, kalkmak, alışveriş
yapmanın bir edebi, adabı vardır. Burgaz kitabında edebin değerini belirtirken;
“Peygamberlerden ve evliyalardan ve padişahlardan yedi yüz kırk edep vardur.
Nuşirevan-ı Adil aydur: Her kim kırkın tutarsa tamamdur. Ahiliğin köylere kadar
yayılmış olması, bir gelenek halinde asırlardır devam etmesi Türk halkının
şahsiyet ve karakterinin nasıl oluştuğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.
Bir Müslüman seyyahta bile hayret ve hayranlık uyandıran bu çok insani yaşama
tarzı, gençlerin disiplinli bir şekilde terbiye edilmelerinin bir sonucudur.
1950’i ve 1960’lı yıllarda küçük bir Anadolu ilçesi
olan Aksaray’da belirli sayıda esnaf ve zanaatkar (meslek sahibi)
vardı. Babamın ve amcamın mesleği saraçlıktı. (Koşumculuk) Toprağı sürüp, çiftçilik
yapmak için, at, araba ve koşum takımları gerekiyordu. Koşum takımı; ok kayışı,
yan kayışı, hamut, dizgin ve terbiye dediğimiz, atların ağzına vurulan gemden,
oluşur. Ham deriler alınır, işlenir, tuzlanır, kurutulur yanık yağlarda
bekletilir, tavlanan bu deriler tezgahlarda kesilir, koşum takımı yapılırdı.
Osmanlı fetihleri atlar ve arabalarla yapıldığı için, saraçlık ata mesleğidir. Çocukluğum
kayışların içinde, koşum tezgahlarının arasında geçti. Sabah erkenden
besmeleyle dükkanlar açılır, kapıların önleri süpürülür, çıraklar, kalfalar,
ustalar çalışmaya başlardı. Demircilerin, marangozların, karosercilerin,
tornacıların sesleri birbirine karışır, bir ihtiyaç olursa selamla iş
görülürdü. Banka, çek, senet yoktu. Maddi, manevi yardımlaşılır, düğünler,
bayramlar ve cenazelerde bir olunur, sevinçler, sıkıntılar, dertler
paylaşılırdı.
Güler yüzlü, ihlaslı, edepli, terbiyeli, halim
selim, hakkına razı, tevekkül sahibiydiler. Ezan okunduğunda, işlerini olduğu
gibi bırakıp, Kurşunlu Camii’nde cemaatle namaza koşarlardı. Borçlanmak,
fazla mal elde etme hırsı, komşunun rızkına göz dikmek yoktu. Bahçelerinin bir
köşesinde kerpiçten evlerinde, mütevazi bir hayat sürdüler. Saçları, dükkanlarında,
tezgahlarında ağardı. Bir yolcu gibi yaşayıp gerçek aleme göç eden bu güzel
insanlar hala gözümün önündedirler. Ahilerimizi, rahmetle yadediyor, ruhlarına
Fatihalar gönderiyoruz.
Faydalanılan eserler; Türk Edebiyatı Üzerine
Araştırmalar, tip tahlilleri. Mehmet Kaplan
Kolonizatör Türk Dervişleri” “Ömer
Lütfi Barkan,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder