29 Aralık 2020 Salı

HAM TEVHİD

Her boyaya boyanmak, tevhîd değildir. Hâm tevhîtten istifâde edilmez. Tahta, ormanda ağaç hâlindeyken, ondan istifâde edilebilinir mi? Ormandan ağacı kestiler, marangoza getirdiler. Marangoz veya mobilyacı, tahtaları çeşitli kalınlıklara, uzunluklara taksîm etti, kesti, biçti. Ağaç, böyle kesilip biçilmeseydi bir dolap olabilir miydi? Asıl tevhîd, bu kesretten sonraki tevhîddir. Tevhîdin tadını ise, o âletleri, dolapları kullananlar alırlar. Birinci tevhîd, ağacı kesenin tevhîdi; ikincisi, mobilyacının; üçüncüsü, o eşyayı kullananın tevhîdidir. Tahtacı, kestiği ağaca; mobilyacı yaptığı dolaba imrenmişti. O tevhîd dolabını taşıyan hammâl’ın ise ambalaj içindeki eşyadan hiç haberi yoktu. Tevhîdin tadı, onu kullananındır. Tevhîdin hâli, kullanandan sarf olunur. Mal, ehl-i hâl’indir, bilenin, sevenin, istifâde edenindir. Ötekilerinki bir yoldu; tevhîd o yoldan geldi, geçti. Dünyayı idare eden mâdeni sanâyi de böyle değil mi? Demir topraktan çıkarıldı. Onu çıkaranların, demirin ne olacağından haberleri bile yok. Bu, bir tevhîd. Mâden ocaklarında eriyerek çorba hâline geldi; bu da bir tevhîd. Fakat sonra, çubuklar, teller, yapraklar hâlinde kesret olmaya başladı. Demirden de ancak bu devreden sonra istifade edilebilir. Bu kesret, daha küçük ve ince kesretlere ayrıldı: Fabrikalarda tornacılar, tesviyeciler bu demirleri birçok parçalara taksîm edip her birine bir vazife ve bir isim verdiler; sonra bunları, bir araya getirerek tayyareyi yaptılar. Yani iş, kesretten sonra yine tevhîde döndü amma, bundan da, ancak parayı verip binen istifâde eder. İstifâde, her şeyin son ucundadır; ön ucuna kulak verme! Sual – Biz son uç muyuz? – Diyemeyiz; çünkü bu yoldaki kazancımıza doymak istemeyiz. Dersek bulunduğumuz yeri beğenmiş oluruz ki bir yerde kalmak, ölmek demektir. Yiyip, içip doyuyoruz; fakat tekrar acıkıyoruz. Son doyum, ölümdür. Ondan sonra insan bir daha acıkamaz. Mâneviyyette de bulunduğumuz yeri beğenmek ölümdür; bu (Tevhîd) ise ölümsüzdür, ebedîdir. Sual – Tevhîdi cansızlar üzerinde izâh ediyorsunuz, onlar bir şey duymuyorlar. Emre – Nasıl duymuyorlar. Şu sigara tablasında o kadar hayat var ki… Hava boşlukları, nehirler, tarlalar var. Ekiyorlar, biçiyorlar, doğuyorlar, izdivâc ediyorlar. Nice küreler gizli bunda… Eğer bu tablanın içinde hava olmasa onu kaldırmağa gücün yetmezdi. Bir kiloluk demirden havayı somursalar, tondan daha ağır olur, kaldıramazsın. Biz de, aynen böyle, aklımızın içindeki havaları, arzu ve emelleri çıkarırsak, bizi de bu küre kaldıramaz. Sual – Çıkmaz bu arzu ve emeller… – Çıktığından çıkmaz diyorsun; azaldığından. Nasıl çıkmaz… Hâm tevhîd insanı tehlikeye düşürür. Nasreddin Hoca, her şeyi tevhîd gözüyle gördüğü devirde taş, toprak, hayvan, nebat, insan, ne görürse ona selâm verirmiş. Herkes de Hoca’ya gülermiş. Bir gün bir değirmenin dönen taşlarına: (Selâmünaleyküm değirmen! Merhabâ Güzelim!) derken, taşlar Hoca’nın entarisinin eteğini kapıyor. Hoca yere yuvarlanıyor; fakat her nasılsa, entarisi parçalanma pahasına o tehlikeden kurtuluyor; aklı başına geliyor. O günden sonra Hoca, değirmene: (Sana uzaktan merhabâ!) dermiş. Tevhîdin izâhı zor. Hâli tecellî etmeli ki anlamalı. Bizim mâneviyyetimiz, tevhîdimiz sevgidir; sevginin icabı da şefkattir. Herhangi birimizden bu rahîm şefkat tecellî edince, ondan mânevî gıdamızı almaya, onun gönlünden (Deryâ-yı Ahâdiyyet)e atılmaya çalışırız. Onun akıl ucu o Deryâ’dadır, göz ucu bizde. Biz onu ne kadar seversek, bir gün, pat! onun gönlüne gireriz. O âlemi kalem tarif edemez. Bu sevgi, menfaat sevgisi değil, Allah sevgisidir. Bu söze inanıyor musunuz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder