7 Ocak 2021 Perşembe

ZAN VE KANAAT İNSANI DURAKLATIR

Tohum kendi benliğinden vazgeçmedikçe yeryüzüne çıkamaz. Vazgeçince, bir de bak ki başka bir âlem… Tohum, kabukta kaldıkça, tabiatın “anâsır-ı erbâa”sından istifâde edemez… Onun büyümesi, hapsânesinden çıktıktan sonra başlar. İnsanların zanları, kanâatleri de böyledir; yani insanların herhangi bir meseledeki zanları ve kanâatleri de, kendilerinin hapsânesidir. İnsanı bu hapsâneden kat’î bilgi kurtarır… İnsan kanâatten kanâate, bir bilgiden diğer bilgiye atlayarak yürür, ilerler; aklı kendi aklına bırakırsan, beğendiği bir “zan”da kazıklanır, kalır. Zan ve kanâat kabuğunun içinde kalmak, terakkinin, ilerlemenin ölümüdür. Bâzan, Kur’ân’ın büyüklüğünü anlatabilmek için: “Avrupalılar ilmi, fenni ve san’atı Kur’ân’dan alıyorlar” deriz. Hâlbuki düşünmeyiz ki bu söz bizim aleyhimizdedir. Demek Avrupalılar Kur’ân’ın özünü anlıyorlar, oradan ilim ve fenni çıkarıyorlar da biz çıkaramıyoruz. Bu vaziyete göre, Muhammed ümmeti olan biz miyiz, onlar mı? İşte biz, böyle bir zanna yapışarak terakki yolunda geri kalmışız. Hâlbuki Avrupalılar san’atı, Kur’ân’dan almamışlardır. Küre san’ata hâmiledir: zamanı gelince, yeni yeni âletler doğuyor. Nerden, kimden? Terakki dişisinden Avrupalıların kafası terakki dişisi: boyuna doğurup duruyorlar. Çok doğuran, zaman gelir ki doğurmaz olur; tabiatın kanunu böyledir. Zaman gelecek Türkiye’den, Avrupa ilminden daha büyük bir ilim doğacak. İlim, fen, san’at dediğimiz şey kasırgaya benzer; bir devre gelir ki, bu kasırga Türkiye üstünde de döner.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder