6 Ocak 2021 Çarşamba

İSMAİL EMRE HAZRETLERİNİN BAKIŞI

Melami Mürşidi adanalı İsmail Emre hazretleri buyurur ki:Hâlimizi gizlememiz lâzım ama, gizlenmiyor… Şimdi, şöyle böyle dediklerine bakma; biz bu âlemden gittikten sonra bu hâle ve bu doğuşlara çok kıymet verirler. Çünkü hâlimiz, halkın bildiği, aklın idrâk ettiği gibi değil. Tasavvuf insanı öyle bir yere götürür ki, insan, o âlemi gidip görmeden, oranın ahvâlini bilemez, anlayamaz. Onun içindir ki bazı kimseler bize “dînsiz” diyor. Hâlbuki biz mükemmel dîndârız. Lâkin dînimiz dâr değil. Bilâkis, her dîn bizim dînimiz. İnsan bu yolda yürürken öyle bir âleme gelir ki, dînin bir yol olduğu anlaşılır. Dîn, Allah’ın emirlerinden ibâret bir yoldur ki, bizi “Emir Veren”e götürür. Dînin asıl gâyesi, “Emir Eden”i görmektir. Bir çocuk, doğumundan koşuncaya kadar ne merhalelerden geçiyor. Kolay mı?.. Bedenimiz çocuk değil amma, aklımız çocuk. Dînin gâyesine varmak için onun da birçok merhalelerden geçmesi lâzım… Dört yaşındaki bir çocuğa, izdivâctan bahsetsek, kulağı bu sözleri duyar amma, aklı anlar mı? Anlasa bile o çocukta izdivâc hâli tecellî eder mi? Mutlaka tekâmül lâzım. Peki bizim aklımızın tekâmülü nasıl olacak? Emre – Bizim tekâmülümüz, şu sualinizi sorarken, bu meseleleri düşünürken kendiliğinden olup duruyor. Bu soruş, gâyeye doğru bir yürüyüştür. Herkes tenezzül edip de bu suali sorabilir mi? S. – Fakat ne aradığımı bilmiyorum. Emre – Siz bu yoldaki aczinizi, ihtiyacınızı bildiniz ve bir görünüş başladı. İnsan bilmediği şeyi arıyabilir mi? Asıl bilgi “birşey bilmemektir”. Senin bilemeyişin, en büyük bilgidir. Aczini bilmeyen ve “bilmiyorum” demeyi de gururuna yediremeyen bir takım insanlar vardır ki, onlara “Allah’ı biliyor musun” diye sorsan, kitap bilgilerine güvenerek “evet biliyorum” derler. Bunlara “Hadi öyleyse bize Allah’ı anlat veya göster” desek, anlatabilirler mi? Gösterebilirler mi? O halde asıl bilgi, sizin “bilmiyorum” diyebilmenizdir. Bilenler “bilmiyorum” diyene öğretirler. “Biliyorum” diyene öğretmezler… Tasavvuf, bütün bilgileri, kudretleri, kerâmetleri unutmaktır… Hind fakîrleri kerâmet gösteriyorlar. Onlar Allah’a gidebilmişler midir? Kerâmet Allah mıdır ki?.. Onlar “Mârifet”te kalmışlardır. Ondan vazgeçmedikçe Allah’ı bulamazlar. Kerâmeti biliyorlar amma, kendi vücutlarını bilemezler. Bir insan, ne kadar âlim olursa olsun, kendini bilebilir mi? Merih’i, Ay’ı, yıldızları keşfediyor insanoğlu; fakat kendinden haberi yok. S. – Ben bir köylü çocuğuyum… Annem, doksan yaşına kadar yaşadı. Biz çocuklarını, ceza vermeyen, surat asmayan Şefîk ve Rahîm olan Allah’a emanet ederdi. Çocukluğumda, sanki annemin ibâdet ettiği Varlık başka, bizi emanet ettiği Varlık başka zannederdim. Çünkü onbeş yaşıma geldiğim zaman bile esâslı bir dîn terbiyesi almış durumda değildim. Emre – Hayır, çocukluğunuzda zannettiğiniz gibi, annenizin ibâdet ettiği Allah’la, sizi emanet ettiği Allah ayrı ayrı varlıklar değildir. Allah aynı Allah da, biz yaklaştıkça onu daha iyi tanımaya başlıyoruz. İnsan, Allah’ı, küçük bir adamın, Reisicumhuru karşılaması gibi bilmeli, hem çekinmeli, hem utanmalı. Bunları sorabilmek için, aklın bu hâllere yakın olması lâzımdır. Vücudun bulûğu şehvetlerdir; aklın bulûğu anlamak şehvetidir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder