13 Mayıs 2020 Çarşamba

BİR DAVA ADAMI ALİYA İZZET BEGOVİÇ

Fikir suçlusu olarak 9 yıla yakın hapis yatmış, affedilmesi üzerine serbest kalmış ve iki yıl sonra Cumhurbaşkanı olmuştu.
1990 seçimlerinden muzaffer çıktığımda, en sık sorulan sorulardan biri komünistlere karşı, bana ve arkadaşlarıma yaptıklarından dolayı herhangi bir misillemede bulunulup bulunulmayacağıydı. Herhangi bir misilleme olmayacağı biçiminde karşılık verdim. Ve olmadı da. Davada yer alanların hepsi hayatlarını normal bir biçimde yaşamaya ve görevlerini yapmaya devam etti. Hatta bazıları mevkilerini bile muhafaza ettiler. Bir politikacı olarak onları affettim. Ama bir insan olarak değil.”

Fakat bir fikir suçlusu olduğunu hiçbir zaman unutmadı. Birkaç yıl sonra patlak verecek Bosna savaşının ortasında bile fikir ve medya hürriyeti konusunda hassas oldu:

“1994’de Saraybosna’daki bir konferansta halktan biri bana sansürü sorumuştu. ‘Sayın Cumhurbaşkanım neler yazıldığını biliyor musunuz, sonuçta savaş zamanındayız. Buna neden izin veriyorsunuz. Neden sansürü devreye sokmuyorsunuz?’ Yaşadığım onca şeyden sonra asla bu tür yasaklara taraftar olmayacağımı söyleyerek karşılık verdim. Bu yalnızca bir ilke sorunu değildir, aynı zamanda bir verimlilik sorunudur. Yasakların ve basının insanları ikna etmek konusunda yapabilecek bir şeyi olmadığına inanıyorum. Kuran’ın da en güzel ve en veciz ayetlerinden birinde bu noktaya işaret ettiğini hatırlattım: ‘Dinde zorlama yoktur.’ Eğer bu biraz daha geniş yorumlanacak olursa, ‘inançlarda, düşüncelerde herhangi bir baskının söz konusu olamayacağı’ sonucu çıkar. Eğer tehditlerle, dayaklarla, polis ve hapishanelerle düşüncelere set çekmek mümkün olsaydı, bu en çok komünistlere uyardı, çünkü bunlar herkesten çok onların kullandığı yöntemlerdi. Komünist sistem deneyimi ve onun yenilgisi, bunun mümkün olmadığını  bir tür tarihsel deney içinde gayet güzel göstermiştir.”

Gerçekten de öyle yaptı. Savaş boyu ve iktidarı sırasında Bosna’da hiçbir gazeteci tutuklanmadı, hiçbir gazete ya da dergi kapatılmadı.

Çünkü Aliya’ya göre özgürlük ve kalkınma arasında doğrudan bir ilişki vardı. Yine Tarihe Tanıklığım’a koyduğu 1999 yılında yaptığı bir konuşmada bunu şöyle anlatmıştı:

1997 yılında Tahran’da yapılan İslam Konferansı Örgütü toplantısında yaptığı konuşma salonda bir anda buz kesmesine neden olmuştu. Bu konuşmasını da Tarihe Tanıklığım’a koydu:

“Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin “çürümüş Batı” propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kuran bize bunu emretmiyor mu; “Hayırlı işlerde yarışınız.” 
40 sayfalık kitapçıklar yüzünden bile değil, köşe yazıları hatta birkaç cümlelik tweetleri yüzünden insanlar hapiste yatıyor. Devleti yıkmaya çalışmakla suçlanıyor. Dışarıdaki ailelerine pasaport verilmiyor.Ama yeniden Tarihe Tanıklığım’ı açıp bakmaya neden olan artık rutinleşen bu uygulamalar olmadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder