11 Ağustos 2016 Perşembe

KÜL / HİLAL ŞAN

KÜL

Sürünerek cikti camurun icinden. Her yani o kahverengi yapis yapis sivi kati karisimi maddeye bulasmisti ama o kendini temiz hissediyordu. Hem de simdiye kadar olmadigi kadar temiz. Biliyordu ki ruhuna yapisan kirler üzerinden akan bu camurdan cok daha kötüydüler. Camurun icinde debelendikce ruhundakilerde sallandi sallandi asagi yukari, saga sola. Yerlerinden oynadilar. Ne de olsa yapismislardi ya oraya, süründükce, kipirdadikca yerlerinden oldular ve tek tek düsmeye basladilar. Onlar camura döküldükce, sanki camur daha temiz oldu, camur sifa vermeye basladi, güzellestirdi onu. Ne zaman düsmüstü camura? Onu sevdigi ilk dakikadan beri. Ilk öpücük? Ilk sex? Ilk aldatilma? Ilk aldatma? Ilk yalan? Hepsiyle birlikte düstü,düstü, düstü camurun dibini boyladi. Bu muydu ki büyük ask? Ask hastalik diye düsündü. Insanin elinin kolunun baglandigi, alik alik bakmaya basladigi, olur olmaz herseye evet dedigi, sonuna kadar kavga ederken, yine de senden vazgecemem dedigi ve demedigi, ölmekle ölmemek arasi, var olurken var olmamayi isteme hali, kendini Tanri sanarken, kullugun daniskasi ve bunlarin hepsi ve de bunlarin hicbiri. Iste böyle düsündü, büyük ask mi? Allah korusun dedi. Allah korumuyordu. Elini sobaya dayarsan, caninin acisini hissede hissede, elini sobaya dayamaya devam edersen, elinden birsey kalmamistir geriye ama sen elini hala sobaya dayamaya devam edersen, Allah seni korumaz. Seni kimse korumaz. Seni sen bile koruyamazsin bu manyaklik haliyle. Diye düsündü. Evet, eli yoktu artik. Sevecegim, asigim diye tutturdugu andan beri, tüm dünya “Hayir, üzülürsün” dedikce, dayadi elini sobaya. Sicak sandi, ama kavruldu. Ne eli, ne de varligi kaldi geriye. Kül gülün K harfi ile baslayani. Biri askin basinda söylendi ona, „ Sen bu gülden bile güzelsin, Nasil yanliz kalir senin gibi güzel bir bayan“ Kulaklarinda bu cümle tekrarlandi gül küle dönüsmüsken askin sonunda. Kül olmustu. Kipkirmizi bir gül ile karsilastirinca gri soguk gibi geliyor ama onca acinin ardindan küllük bir hafiflik vermisti. Küllük , kulluktan iyidir dedi, en azindan kendi külümdeyim, kendi kendime deyip küllügüne sükretti. Bir sure sonar küllük de yetmedi ama ona. Hafifligine hafifti bir hic kadar fakat varligini duyumsamasi ve var olusunun sebebini anlayabilmesi icin bunun da ötesine gecmesi gerekiyordu. Yani “ben” cüppesini üzerine gecirip, anneleri ve babalari, ahlakci toplum korosunu, icindeki hayvani ve susmak bilmez cocugu bir kenara birakip ben olmayi bilmesi gerekiyordu. Nasil yapacakti bunu? Sihirli küresini önüne alip, aydan, günesten ve yildizlardan haber verenlere mi gitmeliydi derdinin caresini bulmak icin, fokur fokur kaynayan kazanlarda kurbaga bacagini, biraz da idrarla karistirip dertlere derman olmaya calisan büyücülere mi gitmeliydi? Yoksa, laboratuarda beyaz önlüklerini giyip de, o sividan 3 gram, bu sividan 1 gram alip da , deney yapan kimyagerlere mi sormaliydi, su “ben” in ne menem birsey oldugunu anlamak icin. Bir gün nehrin kenarina oturmus uzun boyunlu kugulari izlerken, kafasina elma düsüp de yer cekimini bulamadi ama bir ses duydu. Mikail gelmisti. “Hos geldin Mikail “ dedi. Mikail de “Ve aleykümüsselam” dedi. „N’oldu, ne isin var senin buralarda?“ diye merakla sordu. Mikail de yari istekli cevapladi „Sana yukaridan mektup var. Aslinda ben de sasirdim ya bu ise, ilk defa bir kadina yollaniyor bu. Bence hatlarda karisiklik var lakin sen yine de al bu mektubu, bir kontrol et. Belki de sanadir gercekten!“. Cektigi acilardan, gecirdigi evrimlerden renginin degisime ugradigi ellerini Mikail’in elindeki mektuba uzatti ve hizlica alip , kuguyu da unutarak, mektubu okumaya basladi. Bu aslinda düsündügü gibi uzun bir mektup da degildi. Iki cümleden ibaretti. „Kizim, hamster olup dönecegine ayni yerde, balik ol dal engin denizlere. Milyonlarca midyenin icinde, milyonlarca inci var ama sadece bir tanesini sana ait”. Vaaayy! Dedi kendi kendine. Kendisine vahiy gelmisti cok gurur duymustu kendisiyle.Inci meselesi tamam “ben”iydi bunu zaten kendisi de biliyordu. Yol neydi, yol? Bu kadar vahiy yani yeterli degildi. Mikail de “Sen de abartma yahu, yukarida isler ne kadar yogun sen biliyor musun? Disi cinsine ilk defa vahiy gelmis, bunu kutlayacagina, yolunu da gösterseydi , diyorsun. Insaf yahu!” der demez kayboldu. Eskilerin camurda sürüneni, simdilerin kadin peygamberi, bir basina kaldi. Hic de kolay degilmis bu olay dedi. Söyle bir nehri ikiye yarayim dedi, olmadi. Yagmur yagdirayim dedi, o da olmadi. „E ben ne anladim bu peygamberlikten? Bunlari yapamiyorsam, ben „ben“i nasil bulacagim ? „. Yola cikmaya karar verdi. Yemyesil agaclar yanindan akip gidiyordu, sari cicekli kolza tarlalari, üzerinde tekne olan nehirler, tepelerin üzerinde kaleler. Tren hiz verdikce basi dönmeye basladi ve sanki bir hortumun icine cekilmisti ve yukariya dogru yükseliyordu. Yükseldikce inlemeye basladi. Sanki saclari köklerinden sökülür gibi cani aciyordu. Kiyafetleri darmadagan olmustu. Döndükce etrafinda kelimeler olusuyordu „ich, I, ez, ben, io, yo, je …..“ Bir tanesini yakalamak istiyordu. O zaman „ben“ i olacakti. Yakalayamiyordu. Hortum onu savurdukca bu inatci kelimeler de savruluyorlardi. Hortum sakinlesip de onu geri getirdiginde, kendini bembeyaz ve tertemiz kokan carsaflarla kapli rahat bir yatakta yatarken buldu. Etrafinda beyaz kiyafetli huriler. Peki Nuriler neredeydi? Üzüm tabaklari, baldan sütten akan irmaklar? Neresiydi burasi? Cennetin dünya versiyonu mu? Bir klinikteydi, disaridakilerin türlü tuhafliklar yaptigi, iceridekilerinse gayet normal hayat yasadigi bir dinlenme merkeziydi. Haruki Murakami’yi düsündü, Imkansizin Sarkisi’ndaki, daglarin tepesinde bu klinikten biraz farkli olan dinlenme merkezini. Kizcagiz bu merkezde ölümünü planlamis, ilk aski gibi kendi hayatina kendi son vermisti. Varligina ve acilara katlanamayan ruh, bedenle daha da uzun hareket etmemeye karar vermisti. „Yok ya! „diye düsündü bizim „ben“ pesinde kosan. „Neden kendime zarar vereyim, yasamayi seviyorum ben „ diye kendini yokladi. Evet evet, seviyordu yasamayi ve aslinda ben dedigi sey de aslinda iste hayatin kendisiydi. Hayat böyle akip giderken tüm yasadiklarinin bileskesi „ben“di. Cok da büyük bir bir sir yok aslinda diye gülümsedi kendi kendine, elinde bavulu klinigi geride birakip da yeni maceralara acilirken.
HİLAL ŞAN

http://lalruyalar.blogspot.com.tr/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder