Siyasette
vasıflı kişilikleri harcamak, onların yerine rahatça “kumanda edilebilecek”,
günün şartlarına göre “işe yarayan” adamlar getirmek maalesef bizim siyasi
kültürümüzün köklü bir hastalığıdır. Bu hastalıktan arınmış siyasi bir parti ve
hareket yoktur desem sanırım abartmış olmam. Bu aynı zamanda otoriter
liderlerin değişmeyen ortak özelliğidir.
Önce
“dava” vardır. Sonra dava başka bir şeye dönüşür. Otoriter liderler, birlikte
yola çıktıkları “dava arkadaşlarını” bir süre sonra dışlayarak kendi kişisel
egemenliklerini kurarlar. Oysa işin ilk zorlu süreçlerinde, mücadele isteyen
dönemlerinde “ortak eser”, “ortak akıl” vardır. Ancak aşılması gereken zorlu
eşikler başarı ile aşıldıktan sonra “dava” yavaş yavaş şahsileşmeye, gittikçe
her şey tek bir ismin elinde toplanmaya başlar.
Neden
böyle?
Çünkü
otoriter kişiliğe sahip liderler kendi egemenliklerini kurduktan sonra birlikte
yola çıktığı arkadaşlarına emir veremeyeceği, yapacağı işlerde tek başına rahat
karar alamayacağı, rahat hareket edemeyeceği için emir vereceği ve verdiği
emirleri sorgusuz sualsiz yapacağı bir çevreye ihtiyaç duyarlar.
Böylece
liderlerin etrafındaki liyakatlı kadrolar gider ve itaatkar kadrolar oluşur.
Liderin yeni çevresi sadece itaatkar kadrolarla sınırlı da olmaz, liderin dost
kadrosunu ise iktidarın uzun süre kalacağını anlayan geçmişin hasımları
oluşturur.(Elif Çakır-KARAR GAZETESİ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder