9 Ocak 2020 Perşembe

İSMAİL'İN HÜSEYİN'İ

ALLAH'IN ADAMLARI KİTABINDAN ( Sadık YALSIZUÇANLAR)
İsmail’in Hüseyin’i
Onu, bir aylığına tatil için geldiğim Silifke’nin Arkum beldesindeki bir eczanede gördüm.
Pazar günü, semt pazarına gitmiştim. Yapış yapış nemli havadan bunalmıştım. Arabayı pazarın karşısındaki otoparka park ettim. Arabadan inmeye çalışırken başım döndü, fenalaştım, yere yığıldım. Eşim ve çocuklar korkmuştu. Hayal meyal hatırlıyorum gelen ambulansı. Serum takıldı, nabız ve tansiyon ölçüldü. Devlet hastanesinin acil servisinde yapılan kan tahlilinde, kan değerlerinin çok düşük olduğu belirlendi. Üç saat acilde kaldım. Doktor, sorunun kesinleştiğini söyleyerek ayrıntılı bilgiler verdi. Kan yapıcı ve B on iki vitamini içeren haplar yazdı. Tatili geçireceğim sitenin görevlisinin yardımıyla eve gelirken beldenin eczanesine uğradık. Araba durunca hareketlendim. Eşimin karşı çıkmasına rağmen ağır ağır indim. İlaçları almak üzere eczaneye girdim. Yaşlıca, başı kel, kalın camlı gözlüklü eczacıya reçeteyi uzattım. Alıp okudu, acıyan bakışlarla bakarak, “Geçmiş olsun,” dedi, ilaçları hazırlamaya koyuldu. Sağda, sandalyede üstü başı perişan, saçı ve sakalı dağınık biri oturuyordu. Kıvırcık saçları uzamış, karman çorman olmuştu. Tepesine doğru yükselen saçının ön kısmından bir tutamını alnına, kaşlarının ortasına doğru indirmiş, yapıştırır gibi yapmıştı. Bıyık ve sakalından ağzı görünmüyordu. Yünlü, epeski bir ceketi vardı. Kolları uzundu. Katlamıştı. Altında kirden grileşmiş beyaz, kalın bir atkı görünüyordu. Ceketin etek kısmı yırtık pırtıktı. Göğsüne kadar çektiği, battal boy izlenimi veren, şalvar gibi bir kumaş pantolon giymişti. O da yırtıktı. Pantolonun bel kısmından bezler sarkıyordu. Bir ucunu pantolonun beline gömdüğü paçavralar dizlerine değin sarkmıştı. Omzuna bir peşkir atmıştı. Sürekli terliyordu. Terini onunla siliyordu. Sağ ayağında lastik ayakkabı, solda kundura vardı. Yanında, camekâna dayalı bir çöpçü süpürgesi. Arada onu düzeltiyordu.
Eczacı ilaçların barkodlu kısmını kesip yapıştırdı. Bedelini hesapladı.
“On beş lira lütfen,” dedi.
Hareketlendi.
“Hey on beşli on beşli,” diye mırıldanmaya başladı.
Dişsiz ağzından güçlükle anlaşılan bir sesle, tekrar,
“On beşliler gidiyooor…” diye sürdürdü.
Söylerken bana bakıyor, gülümsüyordu.
Parayı ödeyip çıktım.
Ardımdan hâlâ, “Aslan yârim gız senin adın…” diyen sesi geliyordu.
Başım hafifçe dönüyordu. Ağır ağır gelip arabaya bindim.
Site görevlisi, kaldığımız eve bırakana değin eşlik etti.
Teşekkür edip ayrıldık.
Amerikan mutfağın olduğu salondaki sedire uzandım.
İçim geçmişti.
Eşimden su istedim, ilaçları içtim.
Uyumuşum.
Rüyamda eski bir çarşıdayız. Bir baharatçı dükkânına giriyorum. Kasada oturuyor.
Selam veriyorum, “Aldım selamını verdim kelamını,” diyor.
“Kekik var mı?” diyorum.
“Kekik de var keklik de,” diyor.
Gülümsüyor.
“Kanın azalmış, sevin,” diyor, “kan nefistir.”
“Ne diyeceğimi bilemiyorum,” diyorum.
“Söyleme, dinle,” diyor.
“Peki,” diyorum.
“Hah böyle ol işte, hep evet de, hayırı unut.”
“Evet.”
“İşte selamın kabul oldu, huzur verdin, huzur bulasın.”
“Evet.”
“Bağışlayın,” diyorum, “adınız neydi?”
“İsmail’di, Hüseyin oldu.”
“…”
“Babam, adanalım diye İsmail demiş, biz adandık Hüseyin olduk.”
“Ne güzel,” dedim.
“Ee uyanma vakti geldi,” diye gürledi.
Eşim omuzumdan sarsıyordu:
“Sezgiin, Sezgin kalk lütfen.”
Uyandım, terden ıpıslaktım.
“İnliyordun, nefesin kesiliyordu. İyi misin canım?”
“İyiyim iyiyim,” dedim.
Eşim sarı kırmızı kâğıda sarılı bir paket uzattı:
“Bunu bir adam sana bıraktı.”
“Kimmiş?”
“İsmail’in Hüseyin’i de, o bilir, dedi.”
Açtım, kırmızı kapaklı bir defter.
Bir sayfası katlanmıştı, baktım, şöyle yazıyordu:
“Ölümden ne korkarsın, korkma ebedî varsın.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder