6 Ağustos 2018 Pazartesi

İRFAN BAHÇESİNDEN/MUSTAFA ÖZEREN HAZRETLERİ



          Emekli Tabip Albay Dr. Hamdi Hızalan Efendi Anlatıyor: 

          “Hasan Basri Çantay (1887-1964), mide ve onikiparmak bağırsağı kanaması geçirmişti. Kendisini gören tüm doktor arkadaşlar hastaneye yatması gerektiğini söylemişler. Israr etmelerine rağmen hoca bir türlü kabul etmemiş.

          Bu olayı Mustafa Mucurî hazretlerini ziyarete gittiğim bir gün öğrendim. Çantay Hoca ile Koska Derinkuyu sokağında aynı apartmanda oturuyorlardı. Çantay hoca’nın yüzünde renk kalmamış, sapsarı kesilmiş. Mustafa Mucurî Efendi:

          “Arkadaşların baktılar ama bir de sen bak bakalım Hamdi” buyurdular.

          Gittik, baktım hoca hakikaten çok hasta, anemik vaziyette. Kan kaybından dolayı durumu ağır.

          “Aman hocam, mutlaka hastaneye yatmak lazım” filan dedim ama hoca hastaneye gitmemekte direniyor. Fakat Mustafa Mucuri hazretleri:

          “Seni istediğin özel bir hastaneye yatırırız” diye ısrar edince razı oldu.

          Ondan sonra hocayı Teşvikiye Sağlık Yurdu’na yatırdık. Orada hocaya birkaç şişe kan verdiler. Öylesi durumlarda verilen kan, hem kanamayı durdurur, hem de kaybedilen kanı telafi ederek hastayı rahatlatır.

 

          Verilen kan üzerine hoca epey rahatladı. Hatta biz Mustafa Mucurî hazretleriyle ziyaretine gittiğimiz de hürmeten ayağa kalkmak isteyince hoca:

          “Senin yatman lazım, yat” deyip kalkmasına engel oldu. Ondan sonra:

          “Eeee nasılsın hoca? diye sordular. Çantay hoca:

          “Hamdolsun iyiyim ama çok müteessirim!” dediler. Mustafa Mucuri hazretleri:

          “Hoca neden?” diye sordu. Hoca:

          “”Bizim temiz bir kanımız kalmıştı o da karıştı. Bize kan verdiler burada. Verdikleri kan Çıfıt kanı mıdır, mason kanımıdır, ne kanıdır, kimin kanıdır bilemem. Ondan dolayı üzgünüm,” deyince Mustafa Mucurî hazretleri:

          “Sen âlim adamsın hoca. Deryaya leş düşmekle derya pis olur mu? Olmaz. Sen türbedar Ahmed Amiş hazretlerinin elini öpmüş, ondan feyiz almış bir deryasın. Keyfine bak,” buyurunca Çantay hocanın teessürü dağıldı, neşesi açıldı, keyfi yerine geldi.



 

Bir bardak Su
 

          Gene Dr. Hamdi Hızalan Efendi Anlatıyor:

          Abdulbaki Gölpınarlı kalp spazmı geçirince kendisini gören doktorlar mutlaka hastaneye yatması gerektiğinin söylemişler ancak hoca kabul etmemiş.

          Eşi, dostu, akrabası kendisini hastaneye yatması için ikna etmeye çalışırken Gölpınarlı rüyasında Ahmed Tahir Maraşi hazretlerini görmüş.

          Ahmed Tahir Maraşi hazretleri, Abdulbaki Efendi’ye bir bardak su ikram ederek:

          “Korkma Abdulbaki, düzelirsin!” buyuruyorlar. Ertesi gün: “Hadi seni hastaneye götürelim” diyorlar fakat Abdulbaki Gölpınarlı “Ben hastaneye falan gitmem” der ve gitmez.

          Ben de o gün, yani Abdulbaki Bey’in o hastaneye gitmemekte direndiği gün, Mustafa Mucuri Efendimizi ziyarete gitmiştim.

          “Oğlum Abdulbaki Bey hastaymış, onu birlikte bir ziyarete gidelim” dediler.

          “Peki, efendim” dedim ve beraber çıktık. Ben de o zaman resmi üniformalıyım, albayım. Teşvikiye’den aşağı doğru yürürken, Teşvikiye Camii’nin önündeki sebilin yanına gelince:

          “Oğlum şurdan bir şişe Taşdelen Suyu al,” dediler. Suyu aldıktan sonra yolumuza devam ettik. Taşlık’a varınca bir kapının önünde durduk. “Şu kapıyı çal” dediler. Kapıyı çaldıktan sonra içeriden biri çıkıp: “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu. Mustafa Mucurî Hazretleri:

          “Abdulbaki Bey burada mı?” dediler. O adam: “Burada efendim ama doktorlar kimseyle görüştürmüyorlar. Durumu çok ağır!” deyince içerden Abdulbaki Bey’in sesi duyuldu: “Kim geldi, kim geldi” Yanımızdaki adam:

          “Kim geldi diyelim efendim!”

         “Mustafa Mucurî Efendi” geldi deyin. Geldiğimizi duyan Abdulbaki Bey:

          “Aman efendim, hemen gelsinler!” dedi. Biz de sesini duyuyoruz tabi. İçeri girdik. Mustafa Mucuri hazretleri odaya geçtiler, ben elimde şişe kapı önünde bekliyorum.

           Abdulbaki Bey pek sevindi. “Aman efendim,” dedi, ben de teşrifinize intizar ediyordum! Beni hastaneye kaldırmak istediler! Fakat dün gece rüyamda, Ahmet Tahir Maraşi hazretlerini gördüm. Bendenize bir bardak su ikram etiler ve “korkma, iyileşirsin,” buyurdular. Ben de hastaneye falan gitmedim, sizi bekliyordum!” deyince Mustafa Mucuri hazretleri bana: “Oğlum şu suyu ver!” dediler.

          Elimdeki su şişesini kendilerine uzattım. Kendi elleriyle bir bardak su verdikten sonra:

          “İşte bu suyu al. Bu suyu içinceye kadar iyi olursun!” dediler. Nitekim de öyle oldu. Abdulbaki Bey o suyla iyileşti.

 

Kınından Çıkan Kılıç!

 

          Haşim Kökten Efendi Anlatıyor:

          Efendim Mustafa Mucuri hazretlerinin son günleriydi. Ahirete gidiş ahvali belirmeye başlamıştı. Huzurdayım ama çok üzgünüm. “Efendim Hakka yürüyünce biz ne yapacağız, ne olacağız?” diye içimden için için yanıp tutuşuyorum. Önlerinde, diz üstün oturuyordum o anda.

          “Şöyle koltuğa otur” dediler. Kalktım, koltuğa oturdum. Beni bir güzel süzdükten sonra:

          “Evladım, bir mürşid-i kâmil dünya hayatındayken kılıcı kında olur! Ahirete intikal ettiği zaman kılıç kından çıkmış olur, daha tesirli olur, keyfine bak!” dedi.

          Ondan sonra üstümden ağır bir yük kalkmışçasına rahatladım.

 

Mürit Budur!

 

          Talebelerinden H.Mustafa Kolağası anlatıyor:

          Bir gün İstanbul Adliyesi’nden Cağaloğlu Nuriosmaniye’ye doğru yürüyordum. Tam Nuriosmaniye Camii’nin Cağaloğlu kapısında Mustafa Efendi ile karşılaştık. Hakipay olduktan sonra (kucaklaşma):

          “Oğlum bedestende bir tablo var onu gördün mü?” dediler. “Hayır, görmedim” deyince:

          “Haydi, gel beraber görelim” dedi. Bedestene girdik, satış salonunda 50-60 cm. ebadında bir levha üzerine sülüs yazısıyla aynen şöyle yazıyordu:

          “Müride bir ilahi emir vaki olsa, bir de mürşidin emri vaki olsa, müreceh olan emir mürşidin emridir.”

         Yazıyı beraber okuduktan sonra mübarek ağlamaya başladı. Gözyaşları arasında:

          “İşte oğlum mürit budur!” buyurdular.

          Oradan ayrılırken kendilerine:

          “Efendim müridin delili nedir? diye sordum. O zaman durdular ve ellerinin üzerine iğne batırır gibi bir hareket yaparak şöyle buyurdular.

          “işte böyle oğlum, buraya iğneyi batırsam bütün vücudum duyar mı? Duyar. İşte mürit budur. Malı mal, neşesi neşe, kederi keder, her bir hal ile mürşidin bedeninin bir uzvudur”

***

Evli Kadınla Zina

 

          Mustafa Efendi bir gün Eminönü Yeni Cami avlusunda müritleriyle birlikte çay içerken yanı başında oturan bir müridine yavaşça:

          “Dün Adalar’da ne halt ettin?” diye sordu. Mürit kızardı, bozardı, renkten renge girdi çünkü Adalar’a gittiğini ondan başka kimse bilmiyordu.

          Herkes dağıldıktan sonra Mustafa Efendi ona kalmasını işaret etti. Yalnız kaldıklarında:

         “Oğlum dün Adalar’a götürdüğün o kadın evlidir. Evli kadına ve kıza el sürmeyin. Evli kadının sana vereceği şey kocasının malıdır. Ondan nasıl helallik isteyebilirsin?

 

***

 

Bostan Sulayan Veli

 

          Ahmed Tahir Maraşi hazretlerinin tıbbiyede okuyan Kırşehir Mucur’dan Dr. Edip Memiş isminde bir talebesi yazın memlekete geldiğinde sevdiği kızla birkaç kez gizlice buluşup gönül eğlendirirler. 

           Ahmed Tahir Efendi bir gece müritleriyle sohbet ederken İstanbul Langa taraflarında bostanını sulayan bir velinin menkıbesini anlatır ve sözlerini Edip’in olayıyla noktalar. Buyurdular ki:

          Vaktin birinde Langa’da bostanını sulayan bir veli varmış. Tam bostanı sulamaya başlayacağı sırada suyun kesildiğini görür. Suyun kesildiğini gören veli zat yukarıya çıkmış. Bakmış ki suyun önüne bir topak çamur gelmiş ve suyun yönünü değiştirmiş. Toprağı kenara ittikten sonra tekrar bostana inmiş ama su bir türlü gelmemiş. Su gelmeyince tekrar yukarıya çıkmış bakmış ki yine bir topak çamur gelmiş suyun önünü kapatmış. Bu hadise birkaç kez tekrarlanınca o veli zat (k.s.) nazar gözüyle bakmış bir de ne görsün? Ta Erzurum da iki veli arkadaşı kendisi ile şakalaşarak gülüyorlar. Onları o şekilde gülerken gören veli zat eline aldığı çamuru onların yüzüne fırlatmış.

 

          Menkıbeyi bitirdikten sonra şöyle der Ahmed Tahir Maraşi hazretleri:

          “Benim de o veli gibi kerametim olsaydı Edip’in Mucur’da, derede, söğüt ağacının altında yüzüne böyle bir çamur atardım” 

          Hoca Efendi’nin o son sözlerinden sonra tıp talebesi olan Edip (Memiş) kıpkırmızı kesilmiş. Meğer tatilde Mucur’a gitmiş sevdiği kızı alarak dereye inmiş, gözlerden uzakta onunla işret etmekteyken Hoca efendi hazretlerine o halleri malum olmuş.

 

Hırsız Hatun

 

          Mustafa Mucurî Hazretleri, hoş sohbet zatlardandır. Kulaktan çok gönüllere hitap eden bir üsluba sahiptir. Onu dinleyen bir daha dinlemek isterdi. Özellikle sohbetlerinin arasına serpiştirdiği hikmetli menkıbelerin her birisi çorak gönüllere hayat bağışlayan iksir kuvvetindeydi. “Hırsız Hatun” menkıbesi bunlardan biridir. 

          Zamanın birinde hanımı çok sert ve huysuz bir veli yaşarmış.  Hanımı kendisine daima zulmedermiş. Günün birinde bu hatun ölünce dostları o veliyi tekrar evlendirmişler. Fakat bu yeni eşi öncekinin tam tersi, iyi huylu bir kadınmış. Buna rağmen bizim velinin mutluluğunun artacağı yerde mutsuzluğu artmış.  Duruma şaşıran müritleri sormuşlar:

 

          “Efendim yeni eşinizden memnun musunuz?” Veli hazretleri: “Hayır” demiş “Çünkü ölen eşim huysuzdu, bu ise hırsız.” Saliha bir kadın nasıl hırsız olabilir diye hayret etmişler.  Müritlerin yanlış anladığını hisseden veli şöyle buyurmuş: 

          “Düşündüğünüz gibi değil. Aksine eşim çok takvalı, uysal ve dindardır bir kadındır ancak benim sevap kazanmama engel oluyor. Ölen eski eşim bana zulmediyordu, ben de ona karşılık sabrediyor ve ecir kazanıyordum. Bu ise benim kazancımı azalttı yani benden çalıyor” demiş.

 

***

Biz Kalenderi Değiliz
 

          Mustafa Efendi kılık kıyafet konusunda çok titiz bir zattır. Hastalığı dışında kendisini takım elbisesiz, kravatsız ve traşsız gören olmamıştır. Sakal traşı olmadan ziyaretine gelen ihvanından Dr. Hamdi Bey’e şöyle der:

          “Evladım bizim yolumuz Kalenderilik yolu değildir. Seni bir daha böyle sakallı görmek istemiyorum”

***

 

Kimi kime ısmarlıyorsun? 

          Yanından; “Efendim Allah’a ısmarladık” diyerek ayrılan Prof. Dr. Ayhan Songar’a: “Kimi kime ısmarlıyorsun kardeşim? Biz her zaman onunla beraberiz!” der.

***

 

Zamanın Kutbu Hızırdır
 

           Bir gün kendisine Hızır aleyhisselamı sordular. Şöyle buyurdu:

          “Evladım zamanın kutbu kim ise Hızır’da odur. Fakat insanlar onu başka biri zannediyorlar.”

***

Sağ Partiler 

         O ve onun nesli sol partilerden çok çektiği için daima sağ partileri desteklerdi.     Seçimlerde nasıl bir duruş sergileyelim diyenlere sağ partileri işaret eder ve şöyle derdi:

         “Oğlum sağın şerri, solun hayrından iyidir. Bütün İslam dünyasında her işe sağ elle başlanılır. Yürüyüşe sağ ayakla, yatarken sağ tarafa yatılması gibi siyasette de sağ partilerin muvaffakiyeti istenmiştir.”

***

Zikir

 

         “Oğlum zahiri zikir morfin gibidir. Zikreden o an için zevk alır ama daha sonra eski haline döner. Asıl olan gönül zikridir yani gönlün muhabbetidir. Muhabbeti ilahiyi gönle nakşedin. Bu muhabbet gün be gün artar, eksilmez. Kendisini tanımadığınız bir kişinin ismini bin defa çağırsanız da size cevap vermez. Onu kemal ile tanımak ve sevmek gerekir.”

***

Müminler Kardeştir 

          “Bütün din adamları, bütün Müslümanların kardeş olduğunu söylerler hâlbuki Kuran-ı Kerim’de bu ibare “Kul inneme’lmü’minune ihvetun” diye geçer yani “müminler kardeştir” denir. Peki, Mümin kimdir? “Allah ın her türlü emir ve neyihlerini yerine getiren kişidir. O zaman Müslüman’la mümini birbirinden çok farklı olarak düşünmemiz lazım.”

 

***

Mürşid-i Kamilş

 

         “Oğlum bir mürşidi kâmilin gönlüne gir de, nasıl girersen gir yeter ki gir. Beni sev de nasıl seversen sev. Beni an da nasıl anarsan an. Çünkü mürşidi kâmilin gönlü ummandır. İlahi rahmet deryasıdır. Öyle bir gönül her kula nasip olmaz. İnsan sevdikleri ile haşr olur. Allah Kuran’da “Benim ipime yapışın” der. Haşa, Allah yukarıdan ip sarkıtmıyor. Beni seven mürşid-i kâmillerin, evliyaullahın elini öpsün, onları dinlesin, onlardan ayrılmasın demek istiyor. “El-ulema veresi tül enbiya” bu gibi zevat peygamberin varisidir.”

***

Vekiller

 

         “Her Mürşidi Kâmilin ahirete intikalinden sonra müridan arasında manevi yetkinin kendilerinde olduğu zehabına kapılanlar olur. Lâkin hakiki varis, yetki bendedir diye (edeben) ortaya çıkmaz. Sırrı ilahiyi saklamak mecburiyetindedir. Ona inanan kazanır, inanmayan terfi edemez olduğu yerde sayar”

 

***

Sorumluluk Sahipleri 

          “İşbaşında olanlarda manevi sorumluluk olmalı. Sonra kanunu, nizamı bilmeli ve sonra da istikamet üzere olmalıdır.”

***

 

Gönül Sefası 

          “Gittiğiniz yerde gönül sefası bulabiliyorsanız oraya devam ediniz. Gönül sefası bulamadığınız yer benim yanım dahi olsa oraya devam etmenin size hiç bir faydası yoktur.”

 

 ***

Rızık

 

          “İnsanın rızkı da eceli gibi takdir olunmuştur. Eceli, insanı nasıl gelir bulursa, rızkı da öyle gelir bulur.”

 

***

“Ama gözleri görmeyene denmez; didar-ı Hakk’ı görmekten mahrum olana denir.”

***

“Çocukla yatanın eteğinden sidik akar.”

***

“Velinin gönlü kolay kolay bulanmaz, bulanırsa da kolay kolay durulmaz”

***

“Oğlum aklınıza ani olarak gelen işi hemen yapınız,  sonraya bırakmayınız.”

***

 “Bir şeyin olması için çok ısrar etmeyin, gönlünüzü ona takmayın, siz olmasını arzu ettikçe, o sizden uzaklaşır.”

***

“Kapıdan kovduğumuz pencereden girerse bizdendir”

***

“Bana bir işi sorduğunuzda, benim dediğim aleyhinize dahi olsa onu hemen yapın ya da hiç sormayın).

***

“Evladım, Kürtler yol alır. Türk’ün yiğidine Kürt derler.”

***

“Kimsenin eksiği ile uğraşmayınız; rahat edersiniz.”

***

“Cahil bilmeyen değil, bilmediğini bilmeyendir.”

***

“Her mümin alevidir, her alevi mümin değildir”

 

Sonsöz
 

          Sözlerimizi, Mustafa Özeren Efendi hazretlerinin talebelerinden Ahmet Erdem Efendi’nin hazreti şeyhe ithafen 1976 yılında kaleme aldığı “Mustafa Özeren Sultan’a” isimli şiirle noktalarken kaynakların temini noktasında yardımlarını esirgemeyen İsmail Kasap Hoca’ya ve Seçil Ofset sahibi Hüseyin Salahiçiloğlu’na teşekkürü borç bilirim. Kusurlar bize, güzellikler Allah’a ve onun mümtaz kullarına aittir. Bu güzellerin deryasında bir damla olabilmek ümidiyle aşkla, muhabbetle ve dahi ehlullah ile kalınız.

 

          Resulün babasını, sultan görmüş, esselâ

          Gözünden yaşlar akar, için çeker daima.

 

          Dedi: “Ahmedim oğlum, gördüm ben Abdullah’ı,

          Önce hiç anmaz idim, şimdi oldum âşina.

 

          Sırrı ulûhiyeti ve abdiyyeti bilip,

          Anlasa kişi Hakkı, erişir Abdullah’a.

 

          Kelime-i şehadette önce “abduhu” gelir

          Takdim eyledi Allah, “abdi” Resulullah’a.

 

          Yol muhabbet yoludur, amma hatar doludur,

          Kullukta daim isen, sana da olur atâ.

 

          Ey kardeşler dinleyin, Efendimi anlayın,

          Asuman gibi olur yüzler koyan toprağa.

 

          Hizmetinde duralım, çok muhabbet edelim

          Rahmetenlilâlemin, sahib-i cûd-ü sehâ.

 

          Her el öpen feyz alır, münkirler yolda kalır,

          Sabit kadem lazımdır, edelim ahde vefâ.

 

          Hak, mürşid-i kâmildir, müridana kafildir,

          Hemen gönül bağlayıp sürelim zevk-ü sefâ.

 

          Ayrılmam kapısından, el çekmem tapısından,

          Hükm senindir sultanım, bu kuluna kıl atâ.

 

               Abdulbari Karabeyeser

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder