Emekli
Tabip Albay Dr. Hamdi Hızalan Efendi Anlatıyor:
“Hasan
Basri Çantay (1887-1964), mide ve onikiparmak bağırsağı kanaması geçirmişti.
Kendisini gören tüm doktor arkadaşlar hastaneye yatması gerektiğini
söylemişler. Israr etmelerine rağmen hoca bir türlü kabul etmemiş.
Bu olayı
Mustafa Mucurî hazretlerini ziyarete gittiğim bir gün öğrendim. Çantay Hoca ile
Koska Derinkuyu sokağında aynı apartmanda oturuyorlardı. Çantay hoca’nın
yüzünde renk kalmamış, sapsarı kesilmiş. Mustafa Mucurî Efendi:
“Arkadaşların baktılar ama bir de sen bak bakalım Hamdi” buyurdular.
Gittik,
baktım hoca hakikaten çok hasta, anemik vaziyette. Kan kaybından dolayı durumu
ağır.
“Aman
hocam, mutlaka hastaneye yatmak lazım” filan dedim ama hoca hastaneye
gitmemekte direniyor. Fakat Mustafa Mucuri hazretleri:
“Seni
istediğin özel bir hastaneye yatırırız” diye ısrar edince razı oldu.
Ondan
sonra hocayı Teşvikiye Sağlık Yurdu’na yatırdık. Orada hocaya birkaç şişe kan
verdiler. Öylesi durumlarda verilen kan, hem kanamayı durdurur, hem de
kaybedilen kanı telafi ederek hastayı rahatlatır.
Verilen
kan üzerine hoca epey rahatladı. Hatta biz Mustafa Mucurî hazretleriyle
ziyaretine gittiğimiz de hürmeten ayağa kalkmak isteyince hoca:
“Senin
yatman lazım, yat” deyip kalkmasına engel oldu. Ondan sonra:
“Eeee
nasılsın hoca? diye sordular. Çantay hoca:
“Hamdolsun iyiyim ama çok müteessirim!” dediler. Mustafa Mucuri
hazretleri:
“Hoca
neden?” diye sordu. Hoca:
“”Bizim
temiz bir kanımız kalmıştı o da karıştı. Bize kan verdiler burada. Verdikleri
kan Çıfıt kanı mıdır, mason kanımıdır, ne kanıdır, kimin kanıdır bilemem. Ondan
dolayı üzgünüm,” deyince Mustafa Mucurî hazretleri:
“Sen âlim
adamsın hoca. Deryaya leş düşmekle derya pis olur mu? Olmaz. Sen türbedar Ahmed
Amiş hazretlerinin elini öpmüş, ondan feyiz almış bir deryasın. Keyfine bak,”
buyurunca Çantay hocanın teessürü dağıldı, neşesi açıldı, keyfi yerine geldi.
Bir bardak Su
Gene Dr.
Hamdi Hızalan Efendi Anlatıyor:
Abdulbaki
Gölpınarlı kalp spazmı geçirince kendisini gören doktorlar mutlaka hastaneye
yatması gerektiğinin söylemişler ancak hoca kabul etmemiş.
Eşi,
dostu, akrabası kendisini hastaneye yatması için ikna etmeye çalışırken
Gölpınarlı rüyasında Ahmed Tahir Maraşi hazretlerini görmüş.
Ahmed
Tahir Maraşi hazretleri, Abdulbaki Efendi’ye bir bardak su ikram ederek:
“Korkma
Abdulbaki, düzelirsin!” buyuruyorlar. Ertesi gün: “Hadi seni hastaneye
götürelim” diyorlar fakat Abdulbaki Gölpınarlı “Ben hastaneye falan gitmem” der
ve gitmez.
Ben de o
gün, yani Abdulbaki Bey’in o hastaneye gitmemekte direndiği gün, Mustafa Mucuri
Efendimizi ziyarete gitmiştim.
“Oğlum
Abdulbaki Bey hastaymış, onu birlikte bir ziyarete gidelim” dediler.
“Peki,
efendim” dedim ve beraber çıktık. Ben de o zaman resmi üniformalıyım, albayım.
Teşvikiye’den aşağı doğru yürürken, Teşvikiye Camii’nin önündeki sebilin yanına
gelince:
“Oğlum
şurdan bir şişe Taşdelen Suyu al,” dediler. Suyu aldıktan sonra yolumuza devam
ettik. Taşlık’a varınca bir kapının önünde durduk. “Şu kapıyı çal” dediler.
Kapıyı çaldıktan sonra içeriden biri çıkıp: “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu.
Mustafa Mucurî Hazretleri:
“Abdulbaki Bey burada mı?” dediler. O adam: “Burada efendim ama
doktorlar kimseyle görüştürmüyorlar. Durumu çok ağır!” deyince içerden
Abdulbaki Bey’in sesi duyuldu: “Kim geldi, kim geldi” Yanımızdaki adam:
“Kim
geldi diyelim efendim!”
“Mustafa
Mucurî Efendi” geldi deyin. Geldiğimizi duyan Abdulbaki Bey:
“Aman
efendim, hemen gelsinler!” dedi. Biz de sesini duyuyoruz tabi. İçeri girdik.
Mustafa Mucuri hazretleri odaya geçtiler, ben elimde şişe kapı önünde
bekliyorum.
Abdulbaki Bey pek sevindi. “Aman efendim,” dedi, ben de teşrifinize
intizar ediyordum! Beni hastaneye kaldırmak istediler! Fakat dün gece rüyamda,
Ahmet Tahir Maraşi hazretlerini gördüm. Bendenize bir bardak su ikram etiler ve
“korkma, iyileşirsin,” buyurdular. Ben de hastaneye falan gitmedim, sizi
bekliyordum!” deyince Mustafa Mucuri hazretleri bana: “Oğlum şu suyu ver!”
dediler.
Elimdeki
su şişesini kendilerine uzattım. Kendi elleriyle bir bardak su verdikten sonra:
“İşte bu
suyu al. Bu suyu içinceye kadar iyi olursun!” dediler. Nitekim de öyle oldu.
Abdulbaki Bey o suyla iyileşti.
Kınından Çıkan Kılıç!
Haşim
Kökten Efendi Anlatıyor:
Efendim
Mustafa Mucuri hazretlerinin son günleriydi. Ahirete gidiş ahvali belirmeye
başlamıştı. Huzurdayım ama çok üzgünüm. “Efendim Hakka yürüyünce biz ne
yapacağız, ne olacağız?” diye içimden için için yanıp tutuşuyorum. Önlerinde,
diz üstün oturuyordum o anda.
“Şöyle
koltuğa otur” dediler. Kalktım, koltuğa oturdum. Beni bir güzel süzdükten
sonra:
“Evladım,
bir mürşid-i kâmil dünya hayatındayken kılıcı kında olur! Ahirete intikal
ettiği zaman kılıç kından çıkmış olur, daha tesirli olur, keyfine bak!” dedi.
Ondan
sonra üstümden ağır bir yük kalkmışçasına rahatladım.
Mürit Budur!
Talebelerinden H.Mustafa Kolağası anlatıyor:
Bir gün
İstanbul Adliyesi’nden Cağaloğlu Nuriosmaniye’ye doğru yürüyordum. Tam
Nuriosmaniye Camii’nin Cağaloğlu kapısında Mustafa Efendi ile karşılaştık.
Hakipay olduktan sonra (kucaklaşma):
“Oğlum
bedestende bir tablo var onu gördün mü?” dediler. “Hayır, görmedim” deyince:
“Haydi,
gel beraber görelim” dedi. Bedestene girdik, satış salonunda 50-60 cm. ebadında
bir levha üzerine sülüs yazısıyla aynen şöyle yazıyordu:
“Müride
bir ilahi emir vaki olsa, bir de mürşidin emri vaki olsa, müreceh olan emir
mürşidin emridir.”
Yazıyı
beraber okuduktan sonra mübarek ağlamaya başladı. Gözyaşları arasında:
“İşte
oğlum mürit budur!” buyurdular.
Oradan
ayrılırken kendilerine:
“Efendim
müridin delili nedir? diye sordum. O zaman durdular ve ellerinin üzerine iğne
batırır gibi bir hareket yaparak şöyle buyurdular.
“işte
böyle oğlum, buraya iğneyi batırsam bütün vücudum duyar mı? Duyar. İşte mürit
budur. Malı mal, neşesi neşe, kederi keder, her bir hal ile mürşidin bedeninin
bir uzvudur”
***
Evli Kadınla Zina
Mustafa
Efendi bir gün Eminönü Yeni Cami avlusunda müritleriyle birlikte çay içerken
yanı başında oturan bir müridine yavaşça:
“Dün
Adalar’da ne halt ettin?” diye sordu. Mürit kızardı, bozardı, renkten renge
girdi çünkü Adalar’a gittiğini ondan başka kimse bilmiyordu.
Herkes
dağıldıktan sonra Mustafa Efendi ona kalmasını işaret etti. Yalnız
kaldıklarında:
“Oğlum dün
Adalar’a götürdüğün o kadın evlidir. Evli kadına ve kıza el sürmeyin. Evli
kadının sana vereceği şey kocasının malıdır. Ondan nasıl helallik
isteyebilirsin?
***
Bostan Sulayan Veli
Ahmed
Tahir Maraşi hazretlerinin tıbbiyede okuyan Kırşehir Mucur’dan Dr. Edip Memiş
isminde bir talebesi yazın memlekete geldiğinde sevdiği kızla birkaç kez
gizlice buluşup gönül eğlendirirler.
Ahmed
Tahir Efendi bir gece müritleriyle sohbet ederken İstanbul Langa taraflarında
bostanını sulayan bir velinin menkıbesini anlatır ve sözlerini Edip’in olayıyla
noktalar. Buyurdular ki:
Vaktin
birinde Langa’da bostanını sulayan bir veli varmış. Tam bostanı sulamaya
başlayacağı sırada suyun kesildiğini görür. Suyun kesildiğini gören veli zat
yukarıya çıkmış. Bakmış ki suyun önüne bir topak çamur gelmiş ve suyun yönünü
değiştirmiş. Toprağı kenara ittikten sonra tekrar bostana inmiş ama su bir
türlü gelmemiş. Su gelmeyince tekrar yukarıya çıkmış bakmış ki yine bir topak
çamur gelmiş suyun önünü kapatmış. Bu hadise birkaç kez tekrarlanınca o veli
zat (k.s.) nazar gözüyle bakmış bir de ne görsün? Ta Erzurum da iki veli
arkadaşı kendisi ile şakalaşarak gülüyorlar. Onları o şekilde gülerken gören
veli zat eline aldığı çamuru onların yüzüne fırlatmış.
Menkıbeyi
bitirdikten sonra şöyle der Ahmed Tahir Maraşi hazretleri:
“Benim de
o veli gibi kerametim olsaydı Edip’in Mucur’da, derede, söğüt ağacının altında
yüzüne böyle bir çamur atardım”
Hoca
Efendi’nin o son sözlerinden sonra tıp talebesi olan Edip (Memiş) kıpkırmızı
kesilmiş. Meğer tatilde Mucur’a gitmiş sevdiği kızı alarak dereye inmiş,
gözlerden uzakta onunla işret etmekteyken Hoca efendi hazretlerine o halleri
malum olmuş.
Hırsız Hatun
Mustafa
Mucurî Hazretleri, hoş sohbet zatlardandır. Kulaktan çok gönüllere hitap eden
bir üsluba sahiptir. Onu dinleyen bir daha dinlemek isterdi. Özellikle
sohbetlerinin arasına serpiştirdiği hikmetli menkıbelerin her birisi çorak
gönüllere hayat bağışlayan iksir kuvvetindeydi. “Hırsız Hatun” menkıbesi
bunlardan biridir.
Zamanın
birinde hanımı çok sert ve huysuz bir veli yaşarmış. Hanımı kendisine daima zulmedermiş. Günün
birinde bu hatun ölünce dostları o veliyi tekrar evlendirmişler. Fakat bu yeni
eşi öncekinin tam tersi, iyi huylu bir kadınmış. Buna rağmen bizim velinin
mutluluğunun artacağı yerde mutsuzluğu artmış.
Duruma şaşıran müritleri sormuşlar:
“Efendim
yeni eşinizden memnun musunuz?” Veli hazretleri: “Hayır” demiş “Çünkü ölen eşim
huysuzdu, bu ise hırsız.” Saliha bir kadın nasıl hırsız olabilir diye hayret
etmişler. Müritlerin yanlış anladığını
hisseden veli şöyle buyurmuş:
“Düşündüğünüz gibi değil. Aksine eşim çok takvalı, uysal ve dindardır
bir kadındır ancak benim sevap kazanmama engel oluyor. Ölen eski eşim bana
zulmediyordu, ben de ona karşılık sabrediyor ve ecir kazanıyordum. Bu ise benim
kazancımı azalttı yani benden çalıyor” demiş.
***
Biz Kalenderi Değiliz
Mustafa
Efendi kılık kıyafet konusunda çok titiz bir zattır. Hastalığı dışında
kendisini takım elbisesiz, kravatsız ve traşsız gören olmamıştır. Sakal traşı
olmadan ziyaretine gelen ihvanından Dr. Hamdi Bey’e şöyle der:
“Evladım
bizim yolumuz Kalenderilik yolu değildir. Seni bir daha böyle sakallı görmek
istemiyorum”
***
Kimi kime ısmarlıyorsun?
Yanından;
“Efendim Allah’a ısmarladık” diyerek ayrılan Prof. Dr. Ayhan Songar’a: “Kimi
kime ısmarlıyorsun kardeşim? Biz her zaman onunla beraberiz!” der.
***
Zamanın Kutbu Hızırdır
Bir gün
kendisine Hızır aleyhisselamı sordular. Şöyle buyurdu:
“Evladım
zamanın kutbu kim ise Hızır’da odur. Fakat insanlar onu başka biri
zannediyorlar.”
***
Sağ Partiler
O ve onun
nesli sol partilerden çok çektiği için daima sağ partileri desteklerdi. Seçimlerde nasıl bir duruş sergileyelim
diyenlere sağ partileri işaret eder ve şöyle derdi:
“Oğlum
sağın şerri, solun hayrından iyidir. Bütün İslam dünyasında her işe sağ elle
başlanılır. Yürüyüşe sağ ayakla, yatarken sağ tarafa yatılması gibi siyasette
de sağ partilerin muvaffakiyeti istenmiştir.”
***
Zikir
“Oğlum
zahiri zikir morfin gibidir. Zikreden o an için zevk alır ama daha sonra eski
haline döner. Asıl olan gönül zikridir yani gönlün muhabbetidir. Muhabbeti
ilahiyi gönle nakşedin. Bu muhabbet gün be gün artar, eksilmez. Kendisini
tanımadığınız bir kişinin ismini bin defa çağırsanız da size cevap vermez. Onu
kemal ile tanımak ve sevmek gerekir.”
***
Müminler Kardeştir
“Bütün
din adamları, bütün Müslümanların kardeş olduğunu söylerler hâlbuki Kuran-ı
Kerim’de bu ibare “Kul inneme’lmü’minune ihvetun” diye geçer yani “müminler
kardeştir” denir. Peki, Mümin kimdir? “Allah ın her türlü emir ve neyihlerini
yerine getiren kişidir. O zaman Müslüman’la mümini birbirinden çok farklı
olarak düşünmemiz lazım.”
***
Mürşid-i Kamilş
“Oğlum bir
mürşidi kâmilin gönlüne gir de, nasıl girersen gir yeter ki gir. Beni sev de
nasıl seversen sev. Beni an da nasıl anarsan an. Çünkü mürşidi kâmilin gönlü
ummandır. İlahi rahmet deryasıdır. Öyle bir gönül her kula nasip olmaz. İnsan
sevdikleri ile haşr olur. Allah Kuran’da “Benim ipime yapışın” der. Haşa, Allah
yukarıdan ip sarkıtmıyor. Beni seven mürşid-i kâmillerin, evliyaullahın elini
öpsün, onları dinlesin, onlardan ayrılmasın demek istiyor. “El-ulema veresi tül
enbiya” bu gibi zevat peygamberin varisidir.”
***
Vekiller
“Her
Mürşidi Kâmilin ahirete intikalinden sonra müridan arasında manevi yetkinin
kendilerinde olduğu zehabına kapılanlar olur. Lâkin hakiki varis, yetki
bendedir diye (edeben) ortaya çıkmaz. Sırrı ilahiyi saklamak mecburiyetindedir.
Ona inanan kazanır, inanmayan terfi edemez olduğu yerde sayar”
***
Sorumluluk Sahipleri
“İşbaşında olanlarda manevi sorumluluk olmalı. Sonra kanunu, nizamı
bilmeli ve sonra da istikamet üzere olmalıdır.”
***
Gönül Sefası
“Gittiğiniz yerde gönül sefası bulabiliyorsanız oraya devam ediniz.
Gönül sefası bulamadığınız yer benim yanım dahi olsa oraya devam etmenin size
hiç bir faydası yoktur.”
***
Rızık
“İnsanın
rızkı da eceli gibi takdir olunmuştur. Eceli, insanı nasıl gelir bulursa, rızkı
da öyle gelir bulur.”
***
“Ama gözleri görmeyene denmez; didar-ı Hakk’ı görmekten
mahrum olana denir.”
***
“Çocukla yatanın eteğinden sidik akar.”
***
“Velinin gönlü kolay kolay bulanmaz, bulanırsa da kolay
kolay durulmaz”
***
“Oğlum aklınıza ani olarak gelen işi hemen yapınız, sonraya bırakmayınız.”
***
“Bir şeyin olması
için çok ısrar etmeyin, gönlünüzü ona takmayın, siz olmasını arzu ettikçe, o
sizden uzaklaşır.”
***
“Kapıdan kovduğumuz pencereden girerse bizdendir”
***
“Bana bir işi sorduğunuzda, benim dediğim aleyhinize dahi
olsa onu hemen yapın ya da hiç sormayın).
***
“Evladım, Kürtler yol alır. Türk’ün yiğidine Kürt
derler.”
***
“Kimsenin eksiği ile uğraşmayınız; rahat edersiniz.”
***
“Cahil bilmeyen değil, bilmediğini bilmeyendir.”
***
“Her mümin alevidir, her alevi mümin değildir”
Sonsöz
Sözlerimizi, Mustafa Özeren Efendi hazretlerinin talebelerinden Ahmet
Erdem Efendi’nin hazreti şeyhe ithafen 1976 yılında kaleme aldığı “Mustafa
Özeren Sultan’a” isimli şiirle noktalarken kaynakların temini noktasında
yardımlarını esirgemeyen İsmail Kasap Hoca’ya ve Seçil Ofset sahibi Hüseyin
Salahiçiloğlu’na teşekkürü borç bilirim. Kusurlar bize, güzellikler Allah’a ve
onun mümtaz kullarına aittir. Bu güzellerin deryasında bir damla olabilmek
ümidiyle aşkla, muhabbetle ve dahi ehlullah ile kalınız.
Resulün
babasını, sultan görmüş, esselâ
Gözünden
yaşlar akar, için çeker daima.
Dedi:
“Ahmedim oğlum, gördüm ben Abdullah’ı,
Önce hiç
anmaz idim, şimdi oldum âşina.
Sırrı
ulûhiyeti ve abdiyyeti bilip,
Anlasa
kişi Hakkı, erişir Abdullah’a.
Kelime-i
şehadette önce “abduhu” gelir
Takdim
eyledi Allah, “abdi” Resulullah’a.
Yol
muhabbet yoludur, amma hatar doludur,
Kullukta
daim isen, sana da olur atâ.
Ey
kardeşler dinleyin, Efendimi anlayın,
Asuman
gibi olur yüzler koyan toprağa.
Hizmetinde duralım, çok muhabbet edelim
Rahmetenlilâlemin, sahib-i cûd-ü sehâ.
Her el
öpen feyz alır, münkirler yolda kalır,
Sabit
kadem lazımdır, edelim ahde vefâ.
Hak,
mürşid-i kâmildir, müridana kafildir,
Hemen
gönül bağlayıp sürelim zevk-ü sefâ.
Ayrılmam
kapısından, el çekmem tapısından,
Hükm
senindir sultanım, bu kuluna kıl atâ.
Abdulbari Karabeyeser
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder