Son zamanlarda gündemi meşgul eden haberlerden biri de
Tarsus’ta resmi makamlarca, yüksek güvenlik önlemleri altında yaklaşık bir
senedir sürdürülen gizemli kazı…
Kazının başlatılmasında görünür sebebin 2012’de,
-uluslararası bağlantıları olduğu iddia edilen define arayıcılarının bölgeyle
ilgili girişimlerini araştıran(?)- polis memuru Mithat Erdal’ın öldürülmesiyle
açığa çıkan bilgiler olduğu biliniyor.. CHP Mersin Milletvekili Sn.Aytuğ
Atıcı’nın kazı alanını ziyareti ve orada yüksek önem arzeden bir şeyler döndüğü
şüphesini dillendirmesi, meseleyi kamuoyunda daha merak edilir hale getirdi.
Ancak kazı, alınan karar uyarınca gizlilikle sürdürülmekteydi. Ve nihayet
geçtiğimiz hafta neticelendirildi. Açılan kazı çukurları kapatıldı. Hazırlanan
rapora göre bulunanlar topu topu; “bir adet bronz sikke, kırık sütun parçası,
etütlük durumda seramik parçaları” idi.
Halbuki söylenceler “Tek kapılı büyük bir yeraltı
şehrinde Dakyanus Hazinesi”nin bulunmasından, Tarsus’lu Aziz Paul’un kayıp
(orijinal) İncil’inin ortaya çıkmasına ve dahi Kuran ve Tevrat’ta bahsi geçen
kutsal “Ahit Sandığı”nın keşfine kadar uzanıyordu. Bu derece gizlilik, özel
harekat polislerinin koruması altında devam eden kazılar, sırlı bir cinayet,
iddia edilen FETÖ bağlantıları, MİT’in dahli, İngiltere, İsrail parmağı
şüpheleri, Vatikan’ın “alakamız yoktur” açıklamaları, çevreye yayıldığı
söylenen yüksek radyasyon, Dünya gündeminde eşzamanlı değişen parametreler,
bazı mâna ehlinin bir süre önce, hararetle aranan (beklenen Mehdiyi işaret
edici olmasıyla kıyamet alametleri arasında kabul edilen ve eline geçirene
zamanın son savaşında büyük manevi güç kazandıracağı belirtilen) “Ahit
Sandığı”nın zannedildiği gibi Kudüs’te değil de kuvvetle muhtemel Anadolu’da
ortaya çıkacağı ile ilgili öngörüleri… Ve şimdi açıklanan raporla dağ fare mi
doğurmuş oldu, yoksa bilmediğimiz başka şeyler mi vardı?
“Peygamberleri onlara şöyle dedi: ‘Onun hükümdarlığının
alameti, size o sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve
huzur ile Musa ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar
vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz
sizin için kesin bir delil vardır”(Bakara 2;248)
Tevrat’ta geçtiği biçimiyle “Ahit Sandığı”(Aron Aberit/Antlaşma
Sandığı yahut Aron Aedut/Tanıklık Sandığı) içinde “Tanıklık”(levhalarını) taşır
ve temsilen tüm kutsal emanetleri kendinde barındıran “Mişkan”ın(mesken)
ortasında yer alır. Sandığın üzerindeki kanatları açık iki “Keruvim”in(yakin
melekler) arasındaki alanda Yaradan’ın “Şehina”sı(Sekinet) kendini gösterir.
Mişkan hem kainata, hem de insan vücuduna benzetilir ki “Sandık” da bu vücudun
kalbi konumundadır. Dolayısıyla (ruhun makamı da diyebileceğimiz) sandığın
içindeki (on emir olarak bilinen) “Tanıklık Levhaları” da “Yakin” bilgisini
temsil etmiş olur. Sandığı barındıran “Mesken”, Hz.Musa ile yolculuklarında
“Ben-i İsrail”in(temsilen Allah’a yönelenler) 12 kabilesinin(12 meşrep, 12
tarik…) yerleşimlerinin orta yerinde bulunur. En yakın çevresinde ise kabileler
içinde kendilerini Hakk yolunun hizmetine adayan zümre bulunur(Kohenler,
Levililer).
Levililer’in içinde, emanetlerin kutsiyetinin
koruyucularından, sandığın da korunması ve taşınması vazifesini üstlenmiş olan
“Keati”ler ona çok yakın olmaları bakımından en tehlikede olanlardı. Çünkü
sandığa bırakın dokunmayı, bakmak bile ölümle neticeleniyordu (konuşan/canlı
“tanıklık” olan Hz.Musa’nın bu tehlikeden muaf olduğu anlaşılıyor). Sandık,
kenarındaki halkalara geçirilmiş sırıklarla taşınıyor, özel muhafaza ve örtüler
altında tutuluyordu. İlgili vazifeleri gerçekleştirmek yüksek bir manevi
hazırlık ve temizlik gerektirmekteydi.. Tüm bunlar “hakikat bilgisi” ile meşgul
olanların edeplerine dair bize ibretliktir ve Yaradan bu zümrenin(Keatiler)
halkın içinden kesilmesine meydan verilmemesi için (vaktin manevi kutbu)
Hz.Musa ve Hz.Harun nezdinde tüm halkı uyarmıştır.
“Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu
göstermesidir. Antakya denilen bir yerden Tabut’u(ahit sandığını) ortaya
çıkaracaktır” (Suyuti, el- Havili’l Feteva, II.82)
Vakti zamanında Antakya’ya bağlı olan Tarsus (kısa zaman
önce yine gizemli bir şekilde ortaya çıkan) Danyal Peygamber’in türbesini
barındırmanın yanında, Şit a.s., Lokman Hekim, Bilal-i Habeşi Hazretleri’nin de
makamlarına ve Ashab-ı Kehf mağarasına ev sahipliği ediyor. Antakya’da bulunan
“Habib-i Neccar” Hazretleri’nin türbesi, Hz.Beyazid-i Bistami’nin makamı ve
Hz.Musa ile Hz.Hızır’ın buluştuğu yer olarak rivayet edilen Hızır Türbesini de
katarsanız bölgenin ne kadar münbit olduğu anlaşılır. Buralarda taşın altından
tarih fışkırıyor..
Tarsus’taki kazının sırrını tam olarak bilemiyoruz ama
ola ki -vakit yakınlaştıkça her şeyin iyiden iyiye zuhura geldiği bu devirde-
buradan insanlık tarihini etkileyecek önemde bir şey çıktı çıkacaksa, umarım
hayırlı ellerde olsun, hayırlara vesile olsun. Velhasıl bunun dışındaki
ihtimallere, -hele ki söz konusu “Ahid Sandığı” ise- Hakk’ın imkan tanıyacağını
düşünmüyorum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder