Osmanlı’nın tasfiye edilmesinden sonra İslam kültürel
birikiminin Dünya üzerindeki etkisi hızla zayıfladı. İslam ümmetini bir arada
tutan değerler bütünü “modern dünya” önermesi karşısında yetersiz ve hatta
engel görüldü. Bu “yeni dünya”nın geçerlilikleri; yalnızlığı getiren bencillik,
aşırı tüketimle ikame edilmek istenen parçalanmışlık ve eksiklik,
yetersizlikten beslenen ve bizi korku içinde yaşamaya zorlayan güvensizlik,
insanları ele muhtaç bırakan nihilist bir umarsızlık, yahut uyuşuk bir öfke ve
içi boş isyan oldu. Tek havucu da konformist bir dünyevi teknoloji yığınağı
üstünde tepinme imkanı… İnsanoğlu cennete karşın cinneti tercih ediyordu!
Halbuki bize verilen “Din”den maksat hikmet değil miydi? İnsan’ın ulaşabileceği en yüksek
düzeydeki bilgelik… Kendini bilme, Rabbini bilme, hakikati özümseme, fıtratına,
kudsiyetine en uygun düşünüş, eyleyiş, yaşayış üzere olmakla barış ve huzura
erme… Kendini kısıtlayan tüm suniliklerden aşkınlaşma ve gerçek değerini bulma,
ikiliklerden sıyrılarak tevhid(birlik) içre olma… Bunun yol ve yordamına dair
bir yardım, ancak özgür iradeyle tercih edilecek bir teklif, yaradılış ile
uyumlanmanın ilahi formülü, hidayet rehberi… Kavuşmak isteyene…
Sanırım yanlış anlatıldı yahut yanlış anlaşıldı. Bu
yanlışlıkta ısrar, cehennemî bir yokoluş tarafından yutulmaya mahkumdu. İçteki
yozlaşma dışta da kendini gösterecekti. Mânasız şekil, kof, hayatiyeti olmayan
bir kabuk misali çürümeye yüz tuttu. Önce, tüm insanların bir hikmet üzere bir
arada oluşu unutuldu. Bizi zenginleştiren farklılıklarımız, ulus-devlet düzeni
üzerinden -ancak çıkar ilişkilerinin geçici bir süre ayakta tutabileceği-
hasımlıklara dönüştü. İnsanların kardeş oluşuna dair izleğimiz önemsizleştikçe
birbirimizi tüketmenin önünde engel kalmıyordu. İnananların da arasına nifak
girdi nihayet. Oysa bizi birleştiren şeyler ne kadar daha çoktu. Museviyet,
İseviyet, Muhammediyet… hepsi İslam
şemsiyesi altında kutluydu.
Yeni dünya düzeni silahşörlerinin hücumu bu şemsiyeye
olmuştu. Yerine de elle tutulur bir muadilini koymadan. Konulabilir sandık,
beter oldu. Şemsiyenin sapını biz tutuyorduk en son, hakkını veremedik demek
ki, elimiz kırıldı. Sonra da kendilerini “Müslüman Devletler” diye
niteleyenlerin birbirine düşürülmesi. Biz elimiz alçıda iyileşmeye
çalışaduralım, bu esnada bir baktık ki etrafımız kan gölü, içimiz huzursuz,
paramparça, lokmamız hırsızların tabağında, kutsallarımız namahrem ellerin
eğlencesi artık. Buna “dur” deyecek babayiğit yok mu? Kim olacaktı bizden
başka. Biz bu alemin son yiğitleri idik. Son feta(Kuranî bir kavram; delikanlı,
yiğit, civanmert anlamında)…
Çıkmadık candan ümit kesilmez ya, batıl davalarının
ardısıra canımızı çıkarmaya azmetmişlerin hücumlarını şiddetlendirmeleri de
normal aslında. Ve bu arada yaralı aslanın etrafında dişe dokunur ne bulursa
koparmaya çalışan çakallar. Çünkü insanı insan yapan değerlerin yokluğunda
hayvandan beter olasıdır insanlar. O değerler ki kutsaldırlar, şeytani güçlerin
temsillerine saldırması doğal.. Demek elimizde hala temiz kalan -kıymeti
bilinesi- birşeyler var!
El Kuddus; Allah’ın “kutsal”(temiz, pak, eksiksiz)
anlamına gelen bir güzel esması. Ve başından geçen onca şeyden sonra,
yüzyıllarca Osmanlı’nın -İslami değerler ışığında- barış içinde idare ettiği
bir kadim şehrin adı. Tam yüz yıl olmuş sınırları bu değerlerin garantörlüğü
altından çıkalı, elimizden alınalı. Biz zaten emanetçiydik, ne olur ki
başkaları idare etse, kutsallığına layık bir şekilde, huzur, barış, insaniyetle
yönetilse; başımız üstüne. Tüm insanlığa bir birlik vesilesi olabilse keşke.
Gel gör ki yeni düzenin egemen güçlerinin egoistçe politize etmesiyle irkildik
fena halde..
kUDUSÜ'Ü İŞGAL EDEN SİYONİST YAHUDİ İLE İŞ TUTANLAR UTANSIN.
EL-MÜNTAKİM İSMİ MUTLAKA TECELLİ EDECEKTİR.KUTSALIMIZI KİRLETENLER HAK İLE YEKSAN OLACAKLARDIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder