26 Temmuz 2016 Salı

KAYIKÇI RÜYASI / LÜTFİ FİLİZ

LÜTFİ FİLİZ - KAYIKÇI RÜYASI
"Bir deniz kıyısına varmış, denizi seyrediyorum. kıyıdan epeyce ileride bir karaltı var ama yavaş yavaş yaklaşıyor. Biraz daha yaklaşınca bakıyorum ki bir kayık!.. Kayık epeyce yaklaşınca da, kayıkçı el edip binmemi işaret ediyor.... Hiç düşünmeden biniyorum ve binmemle beraber kayık öyle bir hızla gitmeye başlıyor ve bu hızın tesiriyle öyle bie rüzgar meydana getiriyor ki çevresinde, dünyanın en tatlı rüzgarı... Öyle ki, hâlâ tesirini hiç yitirmemiş halde, içimde hissederim o rüzgârın zevkini. İşte o rüzgârın ve hızıon tesiriyle vücudumda sanki peşpeşe delikler açılmış da ben sanki binbir delikli bir elek olmuşum; rüzgar göğsümden girip sırtımdan çıkıyor.
Böyle böyle giderken bir ara bir takım tıkırtılar işitip de yanıma yöreme bakınınca farkediyorum ki kayık denizden çıkmış, karada ama, kayıkçı hiç bir şey olmamış gibi kürek çekmeye devam ediyor ve biz aynı hızda karada gitmeye devam ediyoruz; karşımızda koca bir dağ var ve her saniye biraz daha yaklaşıyoruz. Biraz daha yaklaşınca dağın alında bir delik olduğunu farkedip onun bir tünel olabileceğini düşünüyorum.. Ve tünele iyiden iyiye yaklaştığımız sıra kayıkçı ilk defa dile gelip, "Sıkı tutun, korkma, ben seni buradan kazasız belasız, çabucak geçireceğim!" diyor, dediği gibi de oluyor hakikaten; tünelden göz açıp kapayıncaya, bir kurşun gibi geçiyoruz ve geçer geçmez de havada buluyoruz kendimizi!
Önce denizde, sonra karada ve şimdi de havadayız ve kayıkçı, hiç bir şey olmamış gibi, bu defa havada devam ediyor kürek çekmeye ve ben tıpkı denizdeymişiz gibi, suya batıp çıkan küreklerin meydana getirdiği hışırtıyı işitiyorum. Nereye olduğunu, ne vakit öyle gittiğimizi bilmeden yavaş yavaş aşağı doğru inmekte olduğumuzu hissetmeye başlıyorum nihayet... Ki indiğimiz yer Tire, bir tarafında kabristan, diğer tarafında Şemsi Camii bulunan Tire'nin Derekahve semti!.. Kayıkçı, " Evlâdım, burası Uşâk... Uşşâk, âşıklar ili demektir!" deyip gözden kayboluyor.
Bir başıma kaldım ya, cami de hemen yanıbaşımda, "Bari girip de namaz kılayım!" diyorum kendime ama saate bakıp da namaz için erken olduğunu farkedince, gele gele kapısına varmış olduğum kabristandaki mezar taşlarından birini okumaya başlıyorum... Okumaya çalıştığım mezar taşının kitabesinde, "Ziyaretten murat bir duadır / Bu gün bana ise yarın sanadır" diye bir dua var; ben bunu okumuşum da daha ne dediğini anlamamışım ki, bir başka mezarda, dikdörtgen bir taş dikkatimi celbediyor: Üst kısmında, ta2lik bir yazıyla " Yâ Hazreti Mevlânâ" yazısı ve taşın geri kalan kısmı boş... Yazıyı okuyunca, kendi kendime, "Burası madem Uşak, bu taşın işi ne burda... Mevlânâ Hazretleri Konya'da?" diye söylenirken, taşa bir daha gözüm takılıyor ve öylece taşın titrediğini farkediyorum. Bir yandan taş, bir yandan ben, karşılıklı titreşirken, taş yavaş yavaş Mevlânâ Hazretleri şeklinde tecessüm etmeye başlıyor, bunun üzerine ben iyiden iyiye korkup da tepeden tırnağa yaprak gibi titremeye başlayınca, Hazret yanıma gelip sırtıma dokunarak, "Lâ havf... Lâ havf" diyor..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder