Bundan iki sene
kadar önce müsteşar muavini olarak bir bakanlığa atanmayı heyecanla bekleyen
bir tanıdığa “mevzuat mı üstün, ayet
mi?” diye sorduğumda inanın, suskun kalmayı tercih etmişti. “Ne biçim soru
kardeşim bu? Sen bana böyle bir soruyu nasıl sorabilirsin?” deyip susturmamıştı
beni. İnanın hiçbir şey yapmadı, sadece büyük bir sükûnet içinde kararnamesinin
yayımlanmasını bekledi.
Bürokratların etkinliğini anlamak için odalarına bakmak
gerekir en başta. Büyük odalar, televizyon, koltuk gibi ekstraları olan odalar
önemli bir devlet bürokratıyla karşılaştığınızı hemence söyleyiverir size.
Bir şekilde 6400 ek göstergeyi kapıyorsunuz işte. Sayılı
adamlardan biri oldunuz artık. Bundan sonraki aşamada ise size nasıl ulaşıldığı
çok önemlidir. Telefonla arandığınızda direkt siz çıkıyorsanız bu hiç de önemli
adam olmadığınızı, alelade bir memur olduğunuzu gösterir. Yok, telefonlarınız
sekreter tarafından bağlanıyorsa gerçekten büyümüşünüz demektir. Ayrıca
arkadaşlarınızı bile sekreterinize bağlatıyorsanız bu büyümenin çok ötesinde
bir şeydir.
Geçenlerde kulak misafiri olduğum bir olay… İsmi lazım
değil, bir bakanlıkta müsteşar muavini (devlette 3 no’lu görevdir) olarak
çalışan bir yönetici, bıyığı yeni terlemiş bir müfettiş adayına aynen şunları
söylüyordu: “Müfettişlik askerlik gibidir oğlum, müfettiş üstatlarına saygıda
kusur etme, bu senin aleyhine olur. Sen şimdi bir müfettişin yanında
çalışacaksın, yanında çalıştığın müfettiş senin her şeyin, ona göre davran!”
Devam edeyim, Kültür Bakanlığı’nda çalışan genel müdür
yardımcısı bir arkadaşın koluna girip hızlı hızlı bir şeyler anlatıyordum ki
bana, “Üstadım, bakanlık koridorlarında bu şekilde yürümemiz doğru değil,
dışarıda daha rahat muhabbet etsek olmaz mı?” dedi. Dışarı çıktık sonra. Sonra,
“Ya hocam bir gün dışarıda buluşsak da uzun uzun muhabbet etsek daha iyi olmaz
mı? Bir de bu günlerde işler çok yoğun biliyor musun?” dedi. Bir türlü dışarıya
çıkamadık, üç yıl oldu.
Onlar ki Allah’a inanırlar, memuriyeti severler! Sadece
menfaatlerini kollarlar. Hiç mutlu oldukları görülmemiştir. Baca gibi dar,
karanlık yerlerde çalışırlar. Ama gelin görün ki yürek genişliğinin ne olduğunu
çoktan unutmuşlardır. Yüreklerini dayanıklı ya da aydınlık tutmak
zorunlulukları yoktur. Buna yükümlü saymazlar kendilerini. Başkalarını
sevdikleri meçhul, başkaları tarafından pek sevilmedikleri aşikârdır. Bir top
A4 her şeyden daha kıymetlidir onlar için. Kalemleri gerçekten de kılıçtan daha
keskin, kurşundan daha isabetlidir. Gittikleri lokantada garsonun getirdiği
peçeteye yahut yolda ya da kazara uğradıkları bir parkta rüzgârın havaya
savurduğu bir kâğıda gayriihtiyarî bir hamleyle paraf ya da imza atmaya
kalkabilirler.
Bir işin nasıl yapılacağından çok nasıl yapılmayacağını
daha iyi bilirler. Anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge, yönerge, tebliğ,
talimatname vesair bilumum mevzuatı didik didik ederler de, o işin
olamayacağını, aksi ileri sürülemez kesinlikte, hem de anında ispat ederler.
Tek başlarına karar veremezler. Sürekli toplantıdadırlar. Toplanır, toplanır
dağılırlar. Sonra tekrar toplanırlar. İşler her zaman yoğundur. O kadar
yoğundur ki asla asıl işlere yoğunlaşamazlar. Yoğunlaşmaya kalkacak olsalar
birden bir gürleme kopar, sel olup üstünüze yağarlar. Ne verirlerse
kendilerinden, ne vermezlerse o da kendilerindendir.
Bir de Rus edebiyatının usta yazarı Anton Çehov’un
“Memurun Ölümü” öyküsü var, onun mevzumuzla ilgisi yok!(Bekir Fuat/Karar gazetesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder