Uzun cumhuriyet yılları. Bir burjuvamız yoktu ama bu
ülkede burjuva özentili zengin bir kesim vardı ve muhafazakar hassasiyet
taşıyan insanlar için onlar adeta bir ‘vampir’ hükmündeydi. Anadolu insanının
emeğine/ekmeğine göz diken o insanlar ülkenin kaynaklarını da sömürerek sırça
köşklerde yaşıyorlardı.
Ülkenin sahibi gibi görüyorlardı kendilerini. Halkı
küçümsüyorlardı.
Ülkenin tüm kaynaklarını kendi menfaatleri için
kullanıyorlardı.
İktidarları oldu, holdingleri oldu.
‘iktidar
seçkinleri,’ ‘gecekondunun değerleri’ni aşağılıyordu.
zenginliğin el
değiştirmesi, adaletin gerçekleşmesi için arzu edilen bir şeydi. Yani zenginlik
isteniyorsa, daha onurlu bir yaşam için, hayır ve hasenat için isteniyordu.
Gösteriş ve şaşa için değil.
Zalım zamanlardı, çok temel eşitsizlikler yaşanıyordu
ülkede ve bizden onları normal karşılamamız isteniyordu.
Elbette öyle bir düzen savunulamazdı. İnsan onuru her
şeyin üstünde olmalıydı. Değişmeliydi bu düzen. Adil dağılım, adil bir düzen
şarttı. Boynuzu kırık koç, boynuzu sağlam koçtan hakkını almalıydı. Yüreklere
su serpilmeliydi.
Bir mücadele verildi ve bu ülkenin horlanan çocukları
engelleri bir bir aştılar. Demokratik mücadele sonuç getirmişti. Yılmamış,
istediklerini elde etmişti muhafazakar mücadele insanları.
N’oldu sonra?
Dünya değişti, memleket değişti.
Dini hassasiyet taşıdığını bildiğimiz insanlar, yeni imkanlara kavuştular.
Holdinglere, otomobillere…
Kanaatkar muhafazakarlar zenginleştikçe,
çizgisinin/ilkelerinin dışına çıkmaya başladı.
Unuttu bu toprakların türküsünü söylemeyi.
Kurulan yeni holdinglerle de yeni zengin sınıfın ilk
örnekleri veriliyordu.
Peşinen söyleyelim, ortaya çıkan bu yeni ‘iktidar
seçkinleri’ aslında, geçmişteki ‘laik zengin’ sınıftan pek de farklı değildi.
Hatta laik zengin sınıf döneminde yapılanlardan daha vahim bir şey yapılıyor, .
Ve zenginleşildikçe, düzenin dümen suyuna giriliyordu.
Dünün dini hassasiyet taşıyan insanları, bugün birçok
iktidar alanını ele geçirmiş durumda. Artık kendi zengin sınıfları var.
Korunaklı, havuzlu, kaleden evleri var artık. Yıllığı on binlerce dolar olan
sporcentrelerde sağlıklı yaşam koşuları yapıyorlar artık. Amerikalı bir iş
adamını Anadolulu çocuğuna tercih eder noktaya gelmiş ‘muhafazakar
zenginlerimiz’ var artık.
Nereden nereye gelindi?
Hikaye uzun, acıklı.
Asıl vahimini söylemeliyiz açık yüreklilikle: Kanaat
önderi dediğimiz insanlar hangi derde derman oluyor bu ülkede? Muhafazakar
kanaat önderlerine bakın, ölümden bahsetmiyorlar artık. Adaletten, kul
hakkından söz etmiyorlar. Gariplere sarılmaktan, yoksullarla dayanışmadan söz etmiyorlar.
Konuştukları, tartıştıkları mevzulara bakın bir de. Hangi
sahici mevzuyu alıyorlar gündemlerine? Kimin müslüman olup olmadığını
tartışıyorlar. On yaşına bile erişmemiş kızların evlenebileceğini
tartışıyorlar. ‘Camiye müzik sokan Itrî’yi meleklerin rahmetle anmayacağını
tartışıyorlar.
Estetik yok, bilgi yok, aşk yok!
Başımıza gelen felaketleri şimdi de mi katı laiklik
baskılarıyla açıklayacağız?
Aslında bahsettigimiz bu problem sadece bu döneme özgü
değil. Yakın siyasi tarihimizde devleti ve mülkü hangi unsur ele geçirirse
geçirsin, zorbalığın ve liyakatsızlığın sınırlarını daha da zorladığını
biliyoruz. Çünkü haklı olmak gücü elde ettikten sonra zalimliğin en büyük meşru
dayanağıdır.
Başka ne söylenebilir, bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder