18 Aralık 2021 Cumartesi

NURETTİN TOPÇU/ÖĞRETMEN,

 Tahammülsüzlüğün ve şikâyetin başladığı yerde öğretmenlik biter. Öğretmen, başarısızlığı daima kendi eksikliğinde, zayıflığında aramalı ve kendini düzeltmeye çalışmalıdır. Gandi talebesinde bir hata görürse, bunun sebebini kendi yetersizliğinde arardı. Öğretmenlik sevgi işidir. Bu ruh sevgisidir. Tehdit ve dayakla öğretmek, öğretmenin işi değildir. Hayat, bize var olanı olduğu gibi yansıtır. Öğretmen, var olması gerekeni öğretir. Öğretmen ruhumuza aşılar yapan doktor gibidir. Ruh dünyamızın hem duygu hem bilgi hem de irade bölgelerinde tedavisini ve aşılarını yapmaya mecburdur. Kalbe yapılan ilk aşı merhamet aşısıdır. Sonra insanları sevmek, arkasından sorumluluk duygusu aşısı gelir.

Yaratıcının en güzel eseri olan insanın; olgun bir varlık haline gelebilmesi için, bütün terbiye aşamalarını geçmesi gerekir. Bu insan; çocukluk çağında merhametle sık sık kendini denemiş, toplumu sevmeye alışmış, şahsiyetini aramış bulmuş ve mesuliyetlerinin şuurunda olan bir kişidir. Ancak böyle bir hazırlıktan sonra fikir ve zekâ için gereken aşılar yapmanın bir değeri olabilir. Duyguları iyice yoğrulmamış bir çocuğa kültür dersleri, tarih, coğrafya bir eşya dersleri gibi okutulur, edebiyat dersinde de biyografiler ve yalnız edebiyat tarihleri öğretilirse; öğrencinin kültüre olan ilgisini ve edebi zevkini, olduğu gibi yok ederiz. Durmadan matematik formülleri ezberletmek de zekanın soyut dönüşünden ibaret olan matematik kabiliyetini körleştirir. Çocuk his ve ruh gıdasından mahrum kalınca, kendine yaklaşamaz.

Yığın halinde dimağa istif edilen, öğrenciyi harekete sürüklemeyen bilgilerin faydası yok, zararı çoktur. Öğretmen irade yeteneğimize de işlerlik kazandırır. Zira bu eğitimle geleceğimizi belirleriz. “Neye doğru gidelim? Neyi isteyelim?” sorusu ve buna bağlı olarak gerçekleşen hareket ihtiyacı, alışkanlıklarımızın terbiyesiyle bir sonuca ulaşabilir. William James’in dediği gibi; “öğretmen, yalnız iyi alışkanlıklarımızı harekete geçirmeli, kötü hareketlerimizi de frenlemelidir…”

Öğretmen, yalnız ruhların sahibidir. Öğretmenlik ülküsünün bizi ulaştırabildiği sonuçlara bakılırsa görülür ki, o, hakikatte doktorumuzdur. Disiplin kurucumuzdur. Toplum düzenimizin bekçisidir. Sosyal ve ekonomik ilişkilerimizin düzenleyicisidir. Haberi olsa da olmasa da bunların hepsinden o sorumludur. Sokrates, “İnsan, insanın gölgesinde yetişir” der. Karakterlerimizdeki dengesizliklerin, medeni terbiyemizdeki düşüklüklerin sorumlusu yine o’dur. Biz kibirliysek, biz sabırsızsak, biz bütün bunlardan habersizsek yine o sorumludur. Demek ki bize sorumluluğun ne olduğunu bilen öğretmen lazımdır. Bir öğretmen; sabrın üstadı, bilim ve hakikatin hayranı, ruhlara ve beyinlere gerçeklerin tohumlarını eken, onlardan feyz (manevi haz) alan, sorumluluğun aşığı ve sonsuzluğa inanan bir insandır.

Öğretmen, sahip olduğu sorumluluklar içinde en fazla hür (özgür) olan insandır. Çünkü sorumluluğumuz, hürriyetimizin kaynağıdır. Sorumluluk, dıştaki tesirlere karşı koyan ve bizi içimizden iten ilahi kuvvettir. Öğretmen ve öğrenci ilişkileri dikkat ve saygı çerçevesinde düzenlenmelidir. Öğretmen aileyi hangi açı ve mesafeden görebiliyorsa, aile de öğretmeni o açı ve mesafeden görebilmelidir. Milli eğitim demek, öğretmen demektir.

Öğretmenin bir meslek adamı olması, öğretmenliğin bir meslek haline gelmesi gerekmektedir. Mesleği sadece öğretmenlik olan ve bu ulvi görevden başka bir iş göremeyen

İdealistler ordusuna sahip olduğumuz gün; büyük zaferimizi kazanmış olacağız. Bu gayeye doğru yürürken öğretmenlerin ilim ve irfan seviyelerini yükseltmeye mecburuz. Okul, ahlaki hayatımızda etkin ve yapıcı rolü olan devletin kurduğu, büyük bir aile ocağıdır. Yarınki toplumun bütün karakteri, duygu ve düşünceleri burada hazırlanır. Terbiye ediciler bu büyük ailede baba rolünü üstleneceklerdir. Hocaya babadan daha çok şeref bağışlayan gelenek bizim geleneğimizdir.

Öğretmen, hareketleriyle bilgilerini ve düşüncelerini birleştirmiş örnek bir babadır. Çocukluk ve gençlik çağlarının büyük bir kısmı onun himayesinde geçmektedir. Bir babanın her bakımdan çocuk üzerindeki tesiri, öğretmenden daha azdır. Gençliğin vicdanının yapıcısı geniş ölçüde öğretmenlerdir. Bir devrin vicdani hatalarını, o devir neslini yetiştirmiş olan öğretmenlerin ruhi zafiyetlerinde aramak hakkımızdır. Bir nesli, içine düştüğü uçurumdan ancak öğretmen kurtarabilir. Gandi öğretmendi. İşe ilkokul çocuklarını yetiştirmekle başlamıştı. O, toplumun başında bulunan bir rehber rolünü hakkıyla oynamış ve zafere ulaşmıştır.

Öğretmen, her şeyden önce, kendi kişiliğiyle örnek olmalıdır. Bunların en başında merhamet ve adalet duygularını aşılamak gelir. Hoca öğrencisine karşı baba gibi merhametli olmalı, zulüm yapmamalıdır. Zulüm; kötü sözle, gözden düşürmekle, küçük görmekle, bir de intikamcı metotlarla not vermekle yapılır. Bunları yapan bir hoca, gelecek nesiller ve insanlık için zalim hazırlamaktadır. Bazen okulda en pısırık olan bir öğrencinin, hayatta zalim ve baskıcı bir karaktere sahip olmasını; kendilerinden zulüm gördüğü hocalarından almış olduğuna hükmedebiliriz.

Halbuki okul, ruhları iyileştirecek, gençleri güzel ahlak sahibi yapabilecek bir kurumdur. Öğretmenin işi sadece iyilerle öğünmek değil, genç ruhların hepsini iyi ve ahlaklı yapabilmektir. Üniversite profesörlerimizin, köy çocuklarını okutmaya başladıkları gün, bu memleket kurtulacaktır… Milletimizin ruhi temeli olan İslam’da, Peygamberimiz ilk öğretmendi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Anadolu’yu fetheden Oğuzlar, başlarında Nizamülmülk gibi bir öğretmen buldular. Gerçekten de bir büyük öğretmen olan bu vezir; büyük fethin ruhunu, manasını, ahlakını ve devamının şartlarını nesillere telkin edecek öğretmenleri, Bağdat’ta açtığı Nizamiye Medresesi’nde yetiştirmiştir. Daha sonra Osmanlılar, öğretmeni baş tacı yaparak yükselmesini bildiler.

Öğretmen, gençlere sadece bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş, kitabın işidir. Bilmediğimiz şeyleri kütüphanelerde bulabiliriz. Her alanda sadece bilinmeyenin bilinmesiyle, eski devrin gelişmeye kapalı skolastik, orta çağ felsefesi öğrenilmiş olur. Kitaplardaki örümcek, beyinlere işlenmeye devam eder. Sadece sınıfta okutacağı bilgilere sahip olan bir eğitimcinin yapabileceği iş bundan ileri gidemez. Bunun için kültürlü bir adama, kafaları işletmesini bilen gerçek bir öğretmene ihtiyaç vardır. Mesleğini, maaşının azlığı ve çokluğuyla değerlendiren bir insan, bu mukaddes vazifeyi yapamaz. Bu iş, okulu ticari bir kurum gibi gören, öğretmenliği esnaflık yerine koyan, kültürsüz fukaranın işi değildir. Bu iş para işi değil, ruh işidir.

Öğretmen sadece bir memur değildir. Kendisine verilen görevi gözlerini kapatarak yapan, müfredatı sene sonuna kadar bitirmeyi başaran birisi de değildir. Hatta dersini hakkıyla kavrayan öğrenci yetiştirmekle; öğretmen görevini başarmış sayılmaz… Hayat ve kâinat hakkında kendine ait görüşlere sahip olan, bizzat kendisi için kurallar koyabilen bir bütün insan yetiştirmekle ancak bu kutlu görev başarılmış olur. Mutlulukla, erdemi, bilimle, politikayı, gerçekle, ideali ayırabilmeyi; yine öğretmen öğretecektir.

Görülüyor ki öğretmen bizim bütün ruh yapımızın sanatkarıdır. Böyle olunca, ruhumuzdaki bütün aksaklıklardan sorumludur. Eğer fazilet, (erdem) tarih kitaplarında bir efsane diye okutuluyor ve ancak büyük lokmayı kazanmasını bilen insan yüceltiliyorsa… Eğer, mazlumların yanında onların göz yaşlarını kurulayan bulunmuyor ve zalimler alkıştan sağırlaşmış hale geliyorlarsa… Eğer zekalar, sömürülecek malikâne olarak, kalplerden başka bir yer bulamamışlarsa… Eğer bilim, insanlığı bir insan gibi tutup kaldıracak yerde, dostları birbirine düşman yapacak bir karakter kazanmışsa… Eğer çocuklar, büyüklerinden daha kurnaz, yaşlılar çocuklardan daha ümitsizse… Böyle bir hayatın kurbanı haline gelmişlerse…

Orada öğretmen vazifesini yapmamıştır. O diyarda öğretmenlik iflas etmiştir. Ve orada öğretmen yok demektir…

Bizim gayemiz; öğretmen adını taşıyan, kendisine ruhları emanet ettiğimiz büyük idealistin, gerçek kimliğini anlatmaktır... Öğretmen; bilen, öğreten, aydınlatan, yol gösteren, terbiye eden, veli, eğitici, koruyucu ve emin vasıflarına sahip olan bir insandır.

“Kırk yıl öğretmenlik yaptım, mabede nasıl girmişsem, sınıfa da öyle girdim” diyen, Nurettin Topçu 1909’da İstanbul’da doğdu. Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ni bitirdi, orta öğrenimine Vefa Lisesi’ne devam etti. Birinci sınıfta babasını kaybetti. İstanbul Erkek Lisesi’nde felsefeye yöneldi ve bu okulu bitirdi. Avrupa’da öğrenim görmek gayesiyle girdiği imtihanı kazandı. Fransa’ya gitti. Fransızca öğrenmek için Aix Lisesi’ne kaydedildi. Aksiyon felsefesinin kurucusu Maurice Blondel’i burada tanıdı.

İki yıl sonra Strasburg Üniversitesi’ne girerek felsefe öğrenimi gördü, ahlak kurlarını tamamladı, sanat tarihi lisansı yaptı. Massignon’a Türkçe dersleri verdi. M.Blondel üzerinden başlayan mistik ilgisi İslam tasavvufuna, özellikle vahdet-i vücut felsefesine doğru gelişti. Strasburg’da ahlak felsefesiyle ilgili hazırladığı “Conformisme et Revolte” başlıklı tezini Paris, Sorbonne Üniversitesi’nde savundu ve üstün başarı kazandı. Avrupa’ya öğrenime giden Türkler arasında ahlak üzerine çalışan ilk öğrenci ve Sorbonne’da felsefe doktorası veren ilk Türk Nurettin Topçu’dur.

Tezini bitirdikten sonra Fransa’da kalması yönündeki teklifleri kabul etmeyip 1934 yılında Türkiye’ye döndü. Galatasay Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak göreve başladı. İzmir, Denizli ve İstanbul’da çeşitli liselerde felsefe gurubu dersleri öğretmenliği yaptı. İzmir’de bulunduğu süre içinde Hareket Dergisi’ni yayımlamaya başladı. Bu arada Bergson ’la ilgili teziyle felsefe doçenti ünvanı aldı. Türk Kültür Ocağı, Milliyetçiler Derneği, Milli Türk Talebe Birliği, Aydınlar Ocağı, Türkiye Milli Kültür Vakfı’nda seminer ve konferanslar verdi. 1974’te yaş haddinden emekli oldu. Kısa süren bir hastalıktan sonra 10 Temmuz 1975’te vefat etti. Topkapı Kozlu Kabristanı’nda defnedildi. Rahmetle anıyoruz.

Eserleri: İsyan Ahlakı, Ahlak Nizamı, Ahlak, Amerikan Mektupları-Düşünen Adam Aramızda, Bergson, Büyük Fetih, Felsefe, İradenin Davası-Devlet ve Demokrasi, İslam ve İnsan-Mevlâna ve Tasavvuf, Kültür ve Medeniyet, Mantık, Mehmet Akif, Millet Mistikleri, Psikoloji, Reha (roman), Sosyoloji, Taşralı (hikayeler), Türkiye’nin Maarif Davası, Var Olmak, Varoluş Felsefesi-Hareket- Felsefesi, Yarınki Türkiye.(Şaban KUMCU

Kaynaklar: Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder