29 Aralık 2021 Çarşamba

DİNİMİZ DEVLET

    İslam’ın ikincil yer bulduğu Türk ilahiyatının merkezinde devlet vardır. O nedenle bu yazının başında “dinimiz devlet” ifadesini kullandım.

   Türk ilahiyatının merkezinde devlet, İslam ilahiyatının merkezinde Allah vardır. Bu çelişkiyi kaldırmanın yolu Türk ilahiyatında merkezdeki devletin bir tür “tanrı gibi” algılanmasını sağlamaktır.

   O nedenle Türk ilahiyatında tapınılacak kişi, devlettir. Böylece devlet aşkındır. Devlet, çeşitli hizmetleri versin diye ortaya çıkmış bir araç değil bir aşkın varlıktır. Kökeni Orta Asya, kut geleneğine dayanan bu anlayışın kemale varmış hali camilerin resmi bir kurum olmasıdır.

   Türkiye’de mabet, resmi bir kurumdur ve milli bir müessesedir. Orada, İslam’ın evrensel mesajı ikincildir ve daha ziyade Türk kutunun, Türk devletinin merkezde olduğu bir vaaz dinlenir. Ve doğal olarak Türk ilahiyatında “küfür” devlet ile ters düşmektir.

   Allah’a inancınız yüzünden her gün beş yüz rekat namaz kılan has bir mümin bile olsanız, devlet ile kavgalı iseniz “Türk ilahiyatına” göre siz “küfür” içindesinizdir ve cezalandırılırsınız. İslam ve Türk ilahiyatlarının bu açıdan karşılaştırması şöyledir:

   Her kafir yok edilmeli değildir ama her hain –ki bazıları muhlis Müslüman bile olsa- yok edilmelidir!

   Böylece Türk ilahiyatını, içinde İslam’da olan ancak bundan fazla olan ve Türk tarihsel dünyevi ve folklor muhayyilesinin ürettiği bir düşünce olarak tanımlamak mümkündür. “Tanrı” burada bazen açık bazen üstü kapalı olarak Türk boyunu korur. Onun tarih boyunca zaferler yazmasını, kusursuz ve hatasız olarak bugüne gelmesini ister.

   Bu haliyle O, esasen Türklerin Tanrı’sıdır. Diğer Müslümanların bile bir gün mutlaka Türklerin devletinde –tıpkı Osmanlı devrinde olduğu gibi- toplanması istenir. Türk ilahiyatının bir kaç asr-ı saadetinden birisi de o nedenle Osmanlı devridir.

   Türk ilahiyatının azizleri -bir kaç istisna hariç- o nedenle devlet büyükleridir. “Bütün Osmanlı padişahları velidir”. Dünyanın en büyük tarihçisi dindar bir Türk’e Sultan Murad’ın içki içtiğine ikna edemez. “2. Abdülhamid velidir abdestsiz yere basmamıştır”. Fatih, Yavuz, 1. Osman ve dahi pek çok diğer Osmanlı sultanları Allah’ın seçilmiş kullarıdır.

   Bugün “Türk ilahiyatının” önemli bir adeti/ibadeti üzere insanlar bu kişilerin türbesine gidip dua eder, temenni de bulunur. Bugünkü Türkiye’de şehir isimli olanları çıkarırsak üniversitelerin pek çoğunun ismi “devlet büyükleri” biçimindedir.

   Türk ilahiyatının merkezinde devlet olduğu için, devlet ne yapsa halk bunu doğru görür. Bunu anlamak için biraz theodicy kavramına bakmak gerekiyor. “Madem Tanrı adildir neden küçük çocukların katledilmesine izin veriyor?”

   İlahiyat tartışmalarında kötülük sorunu bu tip konuları ele alır. Ancak bir Tanrı’ya inanmak aşkın bir durumdur ve iman size bu tip çelişkili durumlarda bile inancınızı korumanızı sağlayacak yaklaşımlar üretir.

    İnanan, Tanrı’nın kötülüğe izin verdiğine asla rıza göstermez. Hep bir açıklama vardır. Türk ilahiyatında theodicy sorunu ise devlet ile ilgilidir. Devlet ne yapsa kötü değildir.

   O nedenle Yenikapı Camii önünde “dün Ergenekon vardı bugün yok diyorlar, ne diyorsunuz?” sorusuna muhatap olan vatandaşın aklı karışmaz: “Devlet ne diyorsa odur” der.

   Çünkü, burada devlet aşkındır çelişkileri “müminlerine” hep hikmetli gelir. Geçen yıl kahraman olan bugün devlet düşmanı olur. Kimse buna şaşırmaz.

    “Türk ilahiyatının” mezhebi ise millettir. O nedenle aydınlar, farklı olanlar “sapkındır”. Herkes gibi inanmak gerekir. Bu mezhep bir ölçüde anti-entelektüeldir. Sıradan olmayı herkes gibi olmayı tavsiye eder. “Eski köye yeni adet getirmek” büyük günahtır. Halk nezdinde daima memur, aydını döver.

   Aydını aşağılamak bu mezhebin en belirgin özelliğidir. “Bu millet mübarektir” ve onu anlamayan halkından kopmuş “Tanzimat aydını” gibidir. Bireyden daima “Anadolu halkının keskin ferasetine boyun eğmesi” istenir.

   Bunu devlet bilerek ister çünkü çok iyi bilmektedir ki Anadolu’nun kamuoyu kısa vadeli bazı sarsılmalar olsa bile her zaman devletin arkasındadır. Çünkü “devlet çürük tahtaya basmaz”. Kısacası Türk ilahiyatının mezhebi halktır.

   Seküler-Kemalizm’den İslamcı-muhafazakar devre doğru giderken pek çok şey değişiyor. Ancak değişmeyen bu yazıda ele almaya çalıştığım Türk ilahiyatıdır.

   Bütün sarsıntıların altında ana bir akıntı olarak Türk ilahiyatı her şeyi yine belirliyor. Çünkü aktörlerin söyledikleri farklı olsa bile yapısal olarak hemen hepsi üç aşağı beş yukarı aynı.

   Hepsi “Türk ilahiyatının” içinde büyüdü ve sosyalleşti.

   Sakallısı, sakalsızı, laiki, dindarı, Nurcusu, İslamcısı, İstanbul burjuvazisi velhasıl kim gelirse gelsin o nedenle ülkede pek çok şey değişmemektedir. Farklı şeyler istiyor olsa bile yine istenilen devlete biat etmektir.

   İşte “Türk ilahiyatı” dip asıl dalga olarak yerinde durduğu için ülkede ne kadar çok şey tam tersi istikamette değişmiş bile olsa bazı şeyler değişmiyor.

   Devlet yine aynı şeyleri söylüyor ve yapıyor, millet yine bütün olup biteni destekliyor..

(Gökhan Bacık)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder