İslam’ın ikincil yer bulduğu Türk ilahiyatının merkezinde devlet vardır. O nedenle bu yazının başında “dinimiz devlet” ifadesini kullandım.
Türk
ilahiyatının merkezinde devlet, İslam ilahiyatının merkezinde Allah vardır. Bu
çelişkiyi kaldırmanın yolu Türk ilahiyatında merkezdeki devletin bir tür “tanrı
gibi” algılanmasını sağlamaktır.
O nedenle
Türk ilahiyatında tapınılacak kişi, devlettir. Böylece devlet aşkındır. Devlet,
çeşitli hizmetleri versin diye ortaya çıkmış bir araç değil bir aşkın
varlıktır. Kökeni Orta Asya, kut geleneğine dayanan bu anlayışın kemale varmış
hali camilerin resmi bir kurum olmasıdır.
Türkiye’de
mabet, resmi bir kurumdur ve milli bir müessesedir. Orada, İslam’ın evrensel
mesajı ikincildir ve daha ziyade Türk kutunun, Türk devletinin merkezde olduğu
bir vaaz dinlenir. Ve doğal olarak Türk ilahiyatında “küfür” devlet ile ters
düşmektir.
Allah’a
inancınız yüzünden her gün beş yüz rekat namaz kılan has bir mümin bile
olsanız, devlet ile kavgalı iseniz “Türk ilahiyatına” göre siz “küfür”
içindesinizdir ve cezalandırılırsınız. İslam ve Türk ilahiyatlarının bu açıdan
karşılaştırması şöyledir:
Her kafir yok
edilmeli değildir ama her hain –ki bazıları muhlis Müslüman bile olsa- yok
edilmelidir!
Böylece Türk
ilahiyatını, içinde İslam’da olan ancak bundan fazla olan ve Türk tarihsel
dünyevi ve folklor muhayyilesinin ürettiği bir düşünce olarak tanımlamak
mümkündür. “Tanrı” burada bazen açık bazen üstü kapalı olarak Türk boyunu
korur. Onun tarih boyunca zaferler yazmasını, kusursuz ve hatasız olarak bugüne
gelmesini ister.
Bu haliyle O,
esasen Türklerin Tanrı’sıdır. Diğer Müslümanların bile bir gün mutlaka
Türklerin devletinde –tıpkı Osmanlı devrinde olduğu gibi- toplanması istenir.
Türk ilahiyatının bir kaç asr-ı saadetinden birisi de o nedenle Osmanlı
devridir.
Türk ilahiyatının
azizleri -bir kaç istisna hariç- o nedenle devlet büyükleridir. “Bütün Osmanlı
padişahları velidir”. Dünyanın en büyük tarihçisi dindar bir Türk’e Sultan
Murad’ın içki içtiğine ikna edemez. “2. Abdülhamid velidir abdestsiz yere
basmamıştır”. Fatih, Yavuz, 1. Osman ve dahi pek çok diğer Osmanlı sultanları
Allah’ın seçilmiş kullarıdır.
Bugün “Türk
ilahiyatının” önemli bir adeti/ibadeti üzere insanlar bu kişilerin türbesine
gidip dua eder, temenni de bulunur. Bugünkü Türkiye’de şehir isimli olanları
çıkarırsak üniversitelerin pek çoğunun ismi “devlet büyükleri” biçimindedir.
Türk
ilahiyatının merkezinde devlet olduğu için, devlet ne yapsa halk bunu doğru
görür. Bunu anlamak için biraz theodicy kavramına bakmak gerekiyor. “Madem
Tanrı adildir neden küçük çocukların katledilmesine izin veriyor?”
İlahiyat
tartışmalarında kötülük sorunu bu tip konuları ele alır. Ancak bir Tanrı’ya
inanmak aşkın bir durumdur ve iman size bu tip çelişkili durumlarda bile
inancınızı korumanızı sağlayacak yaklaşımlar üretir.
İnanan,
Tanrı’nın kötülüğe izin verdiğine asla rıza göstermez. Hep bir açıklama vardır.
Türk ilahiyatında theodicy sorunu ise devlet ile ilgilidir. Devlet ne yapsa
kötü değildir.
O nedenle
Yenikapı Camii önünde “dün Ergenekon vardı bugün yok diyorlar, ne diyorsunuz?”
sorusuna muhatap olan vatandaşın aklı karışmaz: “Devlet ne diyorsa odur” der.
Çünkü, burada
devlet aşkındır çelişkileri “müminlerine” hep hikmetli gelir. Geçen yıl
kahraman olan bugün devlet düşmanı olur. Kimse buna şaşırmaz.
“Türk
ilahiyatının” mezhebi ise millettir. O nedenle aydınlar, farklı olanlar
“sapkındır”. Herkes gibi inanmak gerekir. Bu mezhep bir ölçüde
anti-entelektüeldir. Sıradan olmayı herkes gibi olmayı tavsiye eder. “Eski köye
yeni adet getirmek” büyük günahtır. Halk nezdinde daima memur, aydını döver.
Aydını
aşağılamak bu mezhebin en belirgin özelliğidir. “Bu millet mübarektir” ve onu
anlamayan halkından kopmuş “Tanzimat aydını” gibidir. Bireyden daima “Anadolu
halkının keskin ferasetine boyun eğmesi” istenir.
Bunu devlet
bilerek ister çünkü çok iyi bilmektedir ki Anadolu’nun kamuoyu kısa vadeli bazı
sarsılmalar olsa bile her zaman devletin arkasındadır. Çünkü “devlet çürük
tahtaya basmaz”. Kısacası Türk ilahiyatının mezhebi halktır.
Seküler-Kemalizm’den
İslamcı-muhafazakar devre doğru giderken pek çok şey değişiyor. Ancak
değişmeyen bu yazıda ele almaya çalıştığım Türk ilahiyatıdır.
Bütün
sarsıntıların altında ana bir akıntı olarak Türk ilahiyatı her şeyi yine
belirliyor. Çünkü aktörlerin söyledikleri farklı olsa bile yapısal olarak hemen
hepsi üç aşağı beş yukarı aynı.
Hepsi “Türk
ilahiyatının” içinde büyüdü ve sosyalleşti.
Sakallısı,
sakalsızı, laiki, dindarı, Nurcusu, İslamcısı, İstanbul burjuvazisi velhasıl
kim gelirse gelsin o nedenle ülkede pek çok şey değişmemektedir. Farklı şeyler
istiyor olsa bile yine istenilen devlete biat etmektir.
İşte “Türk
ilahiyatı” dip asıl dalga olarak yerinde durduğu için ülkede ne kadar çok şey
tam tersi istikamette değişmiş bile olsa bazı şeyler değişmiyor.
Devlet yine
aynı şeyleri söylüyor ve yapıyor, millet yine bütün olup biteni destekliyor..
(Gökhan Bacık)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder