Bu rüyayı İngiliz tarihçi H. A. Gibbons ,eski Osmanlı kaynaklarından alarak şöyle anlatır: Sultan Osman bir gece Şeyh Edebali'nin evinde yatıyordu.Rüyasında Edebali'nin koynundan doğan bir ayın, dolunlaşarak ,kendi koynuna girdiğini gördü.O anda Osman'ın belinden bir ağaç yükseldi. büyüdü, büyüdükçe yeşillendi, güzel ve ulu bir ağaç oldu.;dallarının gölgesi bütün dünyayı örtüyordu.Ağacın çevresinde dört sıra dağlar vardı.Bunlar Kafkaslar, Atlaslar, Toroslar ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat Tuna ve Nil çıkıyordu.Bu ırmakların ,deniz gibi, üzerinde gemiler vardı.Tarlalar başaklarla, dağlar ormanlarla örtülüyordu.Vadilerde şehirler vardı.Kubbelerinde hilaller yükselen camiler, sayısız minarelerinde ezanlar okuyan müezzinler vardı.
Ezan sesleri ,ağaç dallarındaki kuş sesleri ile birleşirken ağacın yaprakları kılıçlar gibi uzamaya başladı.Bir rüzgar bütün yaprakları İstanbul'a çevirdi. İstanbul, iki denizin arasında, iki firuze ile iki zümrüt arasına oturtulmuş bir elmas gibiydi ki dünyayı kuşatan bir ülke halinde görülen iri bir yüzüğün en kıymetli taşını teşkil ediyordu. Osman, parmağına bu yüzüğü takarken uyandı.Rüyasını büyük Şeyhe anlattı.Şeyh Edebali ,bu rüyanın manasını anladı.Kızını Osman'a verdi ve tarih, rüyada görüldüğü gibi oldu"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder