22 Kasım 2015 Pazar

HAY BİN YAKSAN /İBN TUFEYL) /İBN SİNA

Yurdumda oturduğum zamanlarda,2 arkadaşlarımla3 çevre­ mizde bulunan bir gezinti yerine4 çıkma fırsatı bulmuştum.
Burada dolaşırken gösterişli ve sevimli, muhteşem bir ihtiyar gördük. Yaşı ilerlemiş, üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın çökmemiş, dinçliğini korumuştu. Üzerinde yaşlılığın olumsuz bir etkisi görülmüyordu; üstelik ihtiyarlığı, kendisine yaşlılığa özgü bir olgunluk ve güzellik vermişti. O da bu olgunluk ve güzelliği en yüksek biçimde gösteriyordu.5
İçimden onunla konuşma, onunla görüşüp tanışma isteği gel­ di. Kanım kaynadı.
Hemen arkadaşlarımla yanma doğru gittik.6
Ona yaklaşınca, bize kendisi selam vererek bu konuda öne geçti.7 Bizimle son derece güzel ve açık biçimde konuşmaya başla­ dı.
Sözler birbirini açıyordu. Söz, kendisinin kim olduğunu tanı­ maya, ne iş yaptığını, ad ve sanının ne olduğunu, nereli bulundu­ ğunu sormaya, öğrenmeye geldi:
"Adım sanım Yakzan (Uyanık) oğlu8 Hay'dır (Diri).9 "Beytülmakdis'tenim.10
"İşim, evrenleri gezmektir.11 Bu gezilerim nedeniyle bütün ev­

renin gerçekliğini kavramış, her nesneyi öğrenmiş bulunuyorum. Gezilerim ve öğrenmelerim sırasında, yüzümü sürekli babama, Yakzan'a tutardım.12
"O, bütün bilimlerin anahtarını elime vermiş, evrenlerin yolla-
31
nnı göstermiş olduğundan, iklimlerin ufukları önümde açıldı; tü­ mü bana bir anda göründü."14
Kendisiyle birçok bilimsel somnu konuştuk. Kendisinden bil­ ginin birçok gizli ve derin yönünü sorup öğrendik.
Söz, feraset bilimine15 gelmişti. Bu bilimdeki saptamaları, bi­ zim büyük bir hayranlık duymamıza neden oldu. O, bizim bu bi­ limdeki bilgimizin en son ve yüksek noktasını oluşturan yerden söze başlayarak dedi ki:
"Feraset bilimi, yararları peşin olan bilimlerden biridir. Bu bi­ lim, insanların iç yüzlerini, gizlediklerini hemen ortaya çıkarır. Bu bilime bakarak insanlara karşı nasıl hareket edeceğini, nasıl bir ta­ vır takınacağını belirler; ona göre, gerekirse o adama yaklaşır, ge­ rekirse ondan uzaklaşırsın.16
"Bu bilim şunu gösteriyor: Sende birtakım huylar vardır. Bun­ ların kimi senin yaratılışmdandır. Kimi de yaratılışından gelmeyip sende sonradan ortaya çıkmıştır. Eğer sana iyileştirici bir el değer­ se, seni temizler; sen de temizlenebilirsin. Ama senin önüne bir al­ datıcı düşecek olursa, onun ardından yanlış yollara gidersin.17
"Çevrende bulunan, senden ayrılmayan şu arkadaşlarının kö­ tü arkadaşlardan olduklarına hiç kuşkun olmasın. Onlardan yaka­ nı sıyıramayacaksın; onlar senin başmı derde düşüreceklerdir... Eğer yardımına yetişilmezse... Yardımına yetişilirse, onlardan kur­ tulabilirsin.18
"Şu önünde olan yok mu? O, yalancı, uydurucudur. Temelsiz, boş şeyleri birbirine ekler, yakıştırır ve üzerlerini yaldızlar. Yalan­ lar düzer ve sana, senin bilemeyeceğin haberler getirir. Onun doğ­ rusunda bile eğrilik kiri ve bulaşığı vardır. Onun gerçeği yalana çalar. Bununla birlikte senin gözün, gözcün odur. Görmediklerin­ den sana haberi o getirir; senden uzak kalan şeyleri sana o bildirir. Buna gereksinimin olduğundan, eğriliklerini doğruluklarından ayırmak, yalanından gerçeğini seçmek, yanlışlıklarının örtüleri al­ tından doğruluklarını bulup almak, bunların tümünü birer birer araştırmak zorundasın.
"Kimi zaman Tanrı'nm yardımı elinden tutar:
"1. Sapkınlık boşluğuna düşmekten kurtarır.
"2. Kimi zaman, bunun verdiği haberler seni şaşkınlık içinde

bırakır; işin içinden çıkamaz olursun.
"3. Kimi zaman da bunun yalancı tanıklığı seni aldatır, yanlış­

lara yöneltir.19
32
"Şu sağındaki de düşünmeden iş yapar; hemen harekete ge­ çer. Yerinden bir kez heyecanla kalkacak olursa, kulağına hiçbir güzel söz girmez, onu hiçbir öğüt geri döndüremez.
"Yanan bir odundaki ateş ya da yukarıdan aşağı doğru hızla inen bir sel ya da dişi arayan kızgın bir erkek deve ya da yavrula­ rını yitirmiş dişi bir aslan gibi önüne geçilmez olur.20
"Şu solundakine gelince:
"Nefsine ve şehvetine düşkün, aç gözlü, obur murdarın biri dir. Kandan ve karından başka bir şey bilmez. Onun gözünü yal­ nız toprak doyurur. Ondaki açlığı yalnız toprak giderir. Yemek yerken parmaklarını yutar, kaplan kalaylar gibi yalar ve hiçbir şeyden, hiçbir zaman doymaz. Aç kaldıktan sonra pislik üzerine saldıran bir domuza benzer.21
"Sen ey zavallı!...
"Bunlara öyle bir biçimde bitiştirilmiş, bunlara öyle bir biçim­ de bağlanmışsın ki, onlardan ayrılma olanağın yoktur. Onların ve onlar gibilerin ayaklarının basmadığı, basamayacağı bir yere, gur­ bete çıkarsan, o başka. Ama o da senin elinden gelmez. Şimdi onun zamanı değildir. Senin için onlardan kurtuluş olmadığına göre, tedbiri elden bırakma... Senin elin onların elinin üzerinde ol­ sun. Sen onlara egemen ol!... Sakın sakalını onların eline verme!... Onların yularını gevşetme... Onlara karşı daima politik davran... Her zaman onlardan ileri git... Onları şımartmayarak karşılarında metin davranacak olursan, onları kendine boyun eğdirebilirsin!... Onlar seni değil, sen onları yenebilirsin.22 Bunlar için uygulayabi­ leceğin en iyi, en başanlı politika, bunları birbirine düşürmektir.
"Şu dik başlı huysuzu, bu andaki obur boşboğaza saldırtıp onu biraz yola getirmeli; bu boşboğaz yaltakçının aldatıcılıklarıyla berikinin kendini beğenmişliğini, sert başlılığını, sınır tanımazlık ve taşkınlıklarını gidermelisin.23
"Hele şu yaldızlı haplar yutturucu atılgan yok mu?... Ant içe­ rek sana güvence vermedikçe ona kesinlikle güvenme!... Böyle gü­ vence verirse, o zaman ona inan ve güven... Her ne kadar yalanı doğrusu karışıksa da, onun sana vereceği haberlere kulak vermek­ ten vazgeçme!... Bu haberler içinde araştırmaya değer olanlar da yok değildir."24
Gönlüm, adamın bana, arkadaşlarım hakkında söyledikledik- lerini iyice benimsedi, onayladı. Söylediklerini uyguladığım za­ man tümünün gerçek, doğru ve olgulara uygun olduğunu gör­
33
düm. Şimdi onlarla uğraşıyor, onları birbiriyle etkisizleştirerek yö­ netiyorum. Kimi zaman onlar beni yeniyorlar; kimi zaman da ben onlara üstün geliyorum. Bunlardan tümden ayrılıncaya kadar, kendileriyle komşuluk yapmam konusunda Tanrı bana yardımcı olsun...25
Bundan sonra, büyük bir özlem ve büyük bir istekle kendisi gibi yolculuk etmenin yolunu öğrenmek istedim. Şu açıklamayı yaptı:
"Sen ve senin yanında bulunanlar için, benim yolculuğum gi­ bi bir yolculuk, mümkün değildir. Benim yolculuğumun yolu, sa­ na ve senin yolunda bulunanlara kapalıdır. Bu yolculuğu, tek başı­ nıza kalmanız koşuluyla yapabilirsiniz. Bu durumda da belirlen­ miş, ileri ya da geri almanız olanaksız olan zamanı beklemelisiniz. Siz, oturmayla karışık bir yolculuğu seçmek, bununla yetinmek zorundasınız. Bir süre yolculuk etmeli, bir süre de bunlarla birlikte bulunmalısınız. Ne zaman içinden gelen büyük bir aşk seni bun­ lardan ayrılıp yolculuk etmeye yöneltirse, beni karşında bulur­ sun... Ben sana yoldaşlık ederim. Yine onları arzulayacak olursan beni bırakır, onların yanma dönersin... Bu yarım yolculuklar, senin onlardan tümüyle ayrılışına kadar sürer..."26
Sözümüz, kendisinin yolculuğu sırasında gördüğü ve öğren­ diği iklimleri birer birer sormaya gelmişti. Bu konuda da şu açıkla­ mayı yaptı:
"Yeryüzünün üç sınırı vardır:
"1. Yerin üzerinde ve göğün altında bulunan sınırdır. Bunun tüm gerçekliği (künhü) bilinmiş, içinde bulunan nesnelerin çoğu hakkında tam olarak bilgi elde edilmiş, bunlara ilişkin haberler alınmış ve verilmiştir.
"2. Bati tarafında bulunan sınırdır. Bu sınır mağribin arkasın­ dadır.
"3. Bu sınır da batı tarafmdadır; doğu (meşrik) yönündedir. (Cümle aynen böyledir - M.Ş.Y.)
"Bu son iki sınırın insanlık evreninden ayrılan bölüm ve yaı lan vardır. Kazanılmış güçlerle donanmayan, yalnız doğal güçlerle kalanlar oralara geçemezler.27
"Buralara girebilmek ve buralardan geçebilmek için, durgun Hayat Pınarı yöresindeki harıl harıl akan ve taşan pınarda yıkan­ mak gerekir. Yolcu, o pınarı bulup yıkanır ve onun tatlı suyundan içerse, gövdesine yeni bir güç yayılır. Bu kişi, bu güçle, kırları ve
34
çölleri aşma gücüne ulaşır. Açık denizlerde batmaz, kolaylıkla Kaf Dağı'na çıkar. Zebaniler onu yakalamaya, cehenneme sürmeye ve sürüklemeye güç yetiremezler."28
Bu harıl harıl akan pınar hakkında istediğimiz açıklama üzeri­ ne dedi ki:
"Kutuplardaki karanlıkları duymuş olmalısınız. Orada, bütün yıl boyunca, yalnız belirli bir zamanda güneş doğar. Korkmayarak oralara dalanlar uçsuz bucaksız, nurla dolu bir uzaya çıkarlar. Orada ilk görecekleri şey, berzaha bir nehir uzatan ve harıl harıl ta­ şan bir pınardır. Bu pınarda yıkananlar, sudan daha hafif olurlar. Bu nedenle suda batmazlar. Hiç bir zorluk çekmeden dağların te­ pelerine çıkarlar. Bu şekilde insanlık evreninden ayrılmış olan iki sınırdan birine girerler."29
Bizim topraklarımıza yakın olması nedeniyle, mağribin arka­ sında bulunan sınırdan sorduk. Şöyle dedi:
"Mağribin en sonunda büyük ve kızgın bir deniz vardır. Tan- n'nm kitabında buna "aynı hamie' denilmiştir.30
"Güneş bu deniz yönünden batar. Bu deniz, geniş ve harap bir iklimden yardım alır. Bu smırlandırılamayacak ölçüde geniş olan iklimin bayındırlığı, dışarıdan gelen yabancılardandır. Bu iklimin üzerine karanlık çökmüştür. Güneş ışığından yoksun olan bu yere gelen göçmenlerin tümü, yanlarında bir ışık paultısı getirirler.
"Buranın toprağı çoraktır. Ot ve ocak tutmaz. Göçmenlerin bir bölümü tarafından her imar edilişte başka göçmenler tarafından bozulur, sonra yeniden yapılır. Buranın bayındırlığı, sürekli çöker, gider. Yapılan yapılar, kayar, göçer. Burada bulunanlar arasında her zaman kavga, dövüş, hatta sürekli öldürüş vardır. Bunlardan hangileri yumruk gücüyle diğerlerine üstünlük sağlarsa, evlerini barklarını ellerinden alır, kendilerini, yerlerinden ve yurtlarından sürüp çıkarırlar. Kendi yerlerinde oturmak, kalmak isterlerse de, uğradıkları haksızlık ve zulüm, bunları kendi yerlerinde bırakmaz. Bunlar sürekli bu durumdadırlar. Bu iklimde her türlü bitki bitebi­ lir; buraya her tür canlı gelebilir. Ama buraya yerleştiği, buranın suyundan ve otundan yiyip içtiği zaman, canlıların üzerini birta­ kım yabancı örtüler kaplar. Sözgelimi, insanın üzerini, burada, hayvan derisi gibi bir deri kaplar ve bu derinin üzerinde birçok ot biter. Hayvanların durumu da böyledir. Burası harap ve çorak bir iklimdir. Fitneler, kargaşalıklar, düşmanlıklar ve çatışmalarla dolu­ dur. Sevinç ve mutluluk buraya uzaklardan eğreti olarak gelir.31
35
"Bu iklim ile sizin ikliminiz arasında başka iklimler de var­ dır.32 Bu iklimin arkasında, göğün temel atmış olduğu noktayı iz­ leyen bir iklim daha bulunur. Bu iklimle sizin ikliminiz arasında benzerlikler vardır. Burası da dümdüz ve imardan yoksun bir yer­ dir. Burayı da yabancılar imar etmektedirler. Buranın da yerli halkı yoktur. Her ne kadar burası ışık penceresine yakınsa da, buraya da
ışık başka yerden gelir. Sizin ikliminizle bu iklim arasında bir de şu benzerlik vardır: Sizin ikliminiz biçimleri taşıdığı gibi, bu iklim de biçimleri taşımaktadır. Şu farkla ki, sizin ikliminiz yerlerini sü­ rekli bir diğerine bırakan biçimleri taşımasına karşılık bu iklim, ke­ sinlikle değişmeyen biçimleri taşır. Buradaki bayındırlık bir karar üzerine devam eder.
"Buraya gelenler arasında birbirlerinin yerini kapmak yoktur. Burada herkesin belirlenmiş, sınırlandırılmış bir yeri vardır. Kimse kimseye ilişmez; kimse kimsenin elindekini almaz.33
"Bu iklimin bize en yakın yerinin halkı küçük gövdeli olur. Bunlar çabuk hareketlidirler. Burada sekiz kent vardır.34
"Bunun üzerinde bulunan ülke halkının gövdeleri bunlardan daha küçüktür. Ama daha ağır hareketlidirler. Kitabet, nücum,35 neyrincat,36 tılsımlar, ince sanatlar, derin ve yüksek işler bilir, bun­ larla uğraşırlar. Burada da dokuz kent vardır.37
"Bunun üzerinde bir ülke daha vardır ki, halkı yakışıklı ve güzel olurlar. Şarkı söylemeye, zevk ve neşe içinde yaşamaya düş­ kündürler. Tasa ve üzüntü bunların yanma uğramaz. Türlü türlü sazları büyük bir ustalıkla çalarlar. Bunların üzerinde bir kadın yö­ netici vardır. Hayır işlemek, iyilikler yapmak doğal özellikleridir. Bunlar şer ve kötülüklerin adlarını bile anmazlar. Böyle şeylerin adının geçmesi bile onların neşesini kaçırır, yüzlerini ekşitir. Bura­ daki kentler de sekizdir.38
"Bunun üzerinde bulunan ülke halkı iri gövdeli, güzel yüzlü olur. Bunlarla uzaktan görüşme güzel ve yararlı olursa da, kendi­ lerine yaklaşmak insanı rahatsız eder. Burada da beş kent vardır.39
"Bunun üzerindeki ülke öyle bir ülkedir ki, yeryüzünde boz­ gunculuk yapan, türlü türlü hainlikler eden ve bunlardan zevk alan birtakım kimseler buraya kaçmışlar, buraya sığınmışlardır. Bunlar da zevk ve eğlenceye düşkündürler. Üzerlerinde katil, da­ yakçı, sözünde durmaz, kırmızı yüzlü bir yönetici vardır.
"Bu ülkede geçen olayları saptayıp anlatanların verdikleri bil­ gilere göre bu yönetici, adı geçen güzel kadın yöneticiye vurgun­
36
dur. Onun aşkı yüreğine işlemiştir. Buranın kentleri yedidir.40 "Bunun üzerinde de bir ülke vardır. Halkı namus, adalet ve kötülüklerden sakınmada, her yana hayırlar ulaştırmakta, uzak- yakm herkese sevgi göstermekte, bildiklerine bilmediklerine iyilik yapmakta eşsizdirler. Bunların güzellik ve parlaklıktan çok büyük
bir hazları ve nasipleri vardır. Burada da yedi kent vardır.41 "Bunun üzerindeki ülkenin halkı kötülüğe düşkündür; dü­ şünceleri örtük, anlaşılmazdır. Bunlar herhangi bir sorunu düzelt­ meye kalkışırlarsa işi azıtırlar (ya da barış yapacak olsalar, barış koşullarını son derece sağlama bağlarlar). Herhangi bir topluluk üzerine yürüyecek olurlarsa acele, öfke ve şiddetle değil, sükunet­ le, dahiyane bir biçimde hareket ederler. Yaptıkları her işi enine boyuna düşünerek yaparlar; terkettikleri bir işi de enine boyuna hesapladıktan sonra terkederler. Her durumda düşünceli davra­
nırlar. Bunların da kentleri yedidir.42
"Bundan sonra, son derece geniş bir ülke gelir. Burada pek

çok halk vardır. Ama bunların kentleri yoktur. Burası on iki sınıra ayrılmış dümdüz bir yerdir. Burada yirmi sekiz konak vardır. Halktan hiçbiri başkasının konağına konmaz. Ancak, birinin önün­ de bulunan kendi konağından göçerse, arkadaki, göçenin yerine konar. Bu ülkeden aşağıda bulunan ülkelerin halkı, buraya konuk olarak gelir giderler.43
"Bu ülkelerin sonunda, en ileride, bir ülke daha vardır. Bu gü­ ne kadar onun ufkunu, sınırını bilmek kimseye nasip olmuş değil­ dir. Burada ne kent ne de köy vardır. Gözle görülebilenlerin bura­ da yerleri yoktur. Burası ruhsal varlıkların, meleklerin yeridir. Bu­ raya insan giremez. Kendisinden aşağıda bulunan ülkelerin tümü­ ne buyruklar, atamalar, belirlemeler buradan iner. Yeryüzünde, buradan ileride, bayındır bir nokta yoktur.44
"Yeryüzündeki üç sınırdan ikisi hakkında duymak istedikleri­ nizi duydunuz, öğrendiniz. Bu sınırlar dünyanın solunu ve mağri­ bini oluştururlar; yer ve gök bunlara bitişik bulunurlar.
"Soldan sağa, doğuya doğru dönecek olursan, yeni bir iklim görürsün. Orada insan eliyle ortaya konulmuş bir bayındırlıktan iz yoktur. Orada ne dikili bir ağaç, ne yerde biten bir ot, ne de bir taş vardır. Orası geniş bir çöl, büyük bir deniz, dizginlenmiş rüzgârlar ve kızgın bir ateşten oluşmuştur.45
"Burayı geçince başka bir iklime girersin. Bu iklimde yüksek dağlar, nehirler, rüzgârlar ve yağmur yağdıran bulutlar görürsün;
37
altın, gümüş, değerli değersiz cevherler bulursun. Ne ki, burada, yerden biten bir bitki yoktur.46
"Buradan geçtikten sonra, gireceğin diğer bir iklim ise, bitkile­ rin her türlüsüyle dopdoludur. Burada saklı saksız, meyveli mey­ vesiz, tohumlu tohumsuz, yere tane ile ekilen, serpilen ya da yere fidan halinde dikilen her türden bitkiler vardır. Yalnız burada da hayvan yoktur.47
"Buradan sonra gireceğin iklimde ise, bütün hayvanları gö­ rürsün. Yüzenler, sürünenler, emekleyerek yürüyenler, uçanlar; er­ kek ile dişinin çiftleşmesiyle doğanlar, yumurtadan çıkanlar hep buradadırlar. Burada da sana arkadaşlık edecek kimse yoktur.48
"Buradan sizin yaşadığınız bu dünyaya çıkarsın. Sizin bu dünyanızda ne var ne yoksa gözünüzle görmekte, kulağınızla duymaktasınız. Bu doğu yönünü de aştıktan sonra, güneşin şeyta­ nın iki boynuzu arasından doğduğunu göreceksin.49 Çünkü şeyta­ nın iki boynuzu vardır. Bir boynuzu uçar, bir boynuzu yürür.
"Yürüyen boynuz, göçer bir topluluktur. İki oymağı vardır. Biri canavar yaratılışlı, diğeri de hayvan yaratılışlıdır. Bunların iki­ sinin arasında sürekli bir düşman'ık vardır. Bunların ikisi de doğu­ nun solundadır.50
"Uçan şeytanlara gelince, bunların yeri doğunun sağ yanıdır. Buradakiler aynı cinsten yaratılmış varlıklar değildir. Buradaki ki­ şilerin hemen hemen tümü, ayrı ayrı şaşırtıcı, görülmemiş biçim­ lerdedir.
"Buradakiler, bizim bildiğimiz varlıkların iki ya da üç ya da dördünün bileşiminden oluşurlar.
"Uçan bir insan ya da domuz başlı bir ejderha biçiminde ola­ bilecekleri gibi, kimi zaman da, yarım insan ya da bir insanın tek ayağı biçiminde ya da avuç biçiminde bir insan vb gibi bildiğimiz biçimlerden daha eksik olurlar. Ressamların yaptıkları karışık ve türlü türlü resimlerin bu iklimden alınmış olması uzak bir olasılık değildir.51
"Bu iklimin yöneticisi, burada beş posta yolu düzenlemiştir. Bunları aynı zamanda ülkenin silah deposu, silah koruma görevli­ si ve güvenlik görevlisi olarak da kullanır. Bu evrenden kapılanlar orada yakalanır, tutsak edilirler. Alman tüm haberler, orada alınır. Ondan sonra bu beş posta, her türlü haberi ve tutsakları kapıda oturan ve bu beş postanın üstü olan kimseye teslim ederler. Bu da, bu haberleri, kapalı ve mühürlü bir zarf içinde yöneticiye sunul­
38
mak üzere, hazinedara götürerek takdim eder. Bu memurun, bu kapalı ve mühürlü mektubun içeriği hakkında hiçbir bilgisi yok­ tur. Görevi yalnız zarfı ulaştırmaktır. Hazinedar tutsakları yanı­ na alarak bakar. Haberler ise başka bir hazinedara gönderilir. Si­ zin evreninizden tutsak edilen insanlar, hayvanlar ve diğerleri, bunlarla karışarak bunların biçimlerini alırlar ve bu biçimlerde tü­ rerler. Sizin evreninize gelerek herkesin kanının içine girenler, kalplerin en derin yerlerine sokulanlar, bu iki boynuzdan çıkar ge­ lirler.
"Yürüyen boynuzun iki oymağından canavar yaratılışlı olan­ lar, insanın başından ayrılmazlar. İnsana bir saldırı olursa, hemen onu kızdırırlar, kendisini bu saldırıyı savmak üzere harekete geçi­ rirler. Onun gözüne öldürmeyi, göz çıkarmayı, kulak ve burun kesmeyi ve benzeri kötülükleri iyi gösterirler. Öç alma duygusunu kışkırtarak insanı zulüm ve haksızlık yapmaya yöneltirler.
"Bu boynuzun hayvan yaratılışında olan oymağı ise insanın gönlünde etkinlik gösterir. Hiç durmadan ona kötü işleri güzel göstermeye çalışırlar. Beğenilmeyecek hareketleri, isyan ve günah­ ları ona beğendirmeye uğraşırlar. Onları bu gibi işlere kışkırtıp teş­ vik ederler; kızdırır ve kandırırlar. Uğraşa uğraşa, sonunda başarı­ ya da ulaşırlar.52
"Uçan boynuz, insana gözüyle görmediği şeylerin varolma­ dıklarını söyler, bunları tekzip ettirir. Doğal ya da yapay nesnelere tapınmayı hoş gösterir. İnsanın iç kulağına gizli gizli, öldükten sonra yeniden dirilmenin, iyiliğe ödül, kötülüğe ceza verilmesinin gerçek dışı olduğunu fısıldar; evrenin bir yönetici ve yönlendiricisi olduğunu inkâr ettirmeye çalışır.53
"Bu yürüyen ve uçan boynuzlardan öyle topluluklar vardır ki, bunlar, sizin ikliminizin arkasındaki iklimle komşu olmuşlardır. Bunlar, meleklerin nitelikleriyle nitelenmişlerdir. Yeryüzü melekle­ ri tarafından imar edilen bir yerde bulunurlar. Şeytanm azgınlıkla­ rından kurtulmuş, meleklerin ruhsal niteliklerini giymişlerdir. İn­ sanlarla düşüp kalktıkları zaman onları şaşırtmaya, yoldan çıkar­ maya değil, arınmalarına yardım etmeye çalışırlar. Bu topluluklar hem göze görünmezler, hem de isteklerle doludurlar.54
"Herhangi bir kimse, bu iki boynuz iklimini geçerek ilerlerse, meleklerin iklimlerine girer. Melekler ikliminin yeryüzüne bitişik olan bölümünde yeryüzü melekleri otururlar. Bunlar da iki toplu­ lukturlar.
39
"Bu topluluklann biri sağdadır. Bunlar bilici ve buyurucudur­ lar.
"Diğeri soldadır. Bunlar da buyruk alıcı ve yerine getiriciler­ dir.
"Bu topluluklann her ikisi de cin ve insan iklimlerinin derin­ liklerine inebilir; göğün en yüksek yerlerine çıkabilirler.55
"Hafaza ve Kâtibin'in56bunlardan olduklannı söyleyenler var­ dır. Bunlardan sağda oturan ve buyurucu olan bir topluluk yazdı­ rır. Solda oturan ve alıcı olan topluluk ise yazar.
"Yeryüzü meleklerinin bulundukları yerden geçmeyi başaran kimse, kendini göğün altında bulur. Orada yaratılmışların en eski­ lerini görür. Onların, buyruğuna boyun eğilen bir yöneticileri var­ dır. Bu ufkun ilk aşaması, derecelerini yükselten, kendilerini yüce yöneticilerine yaklaştıran işlerle uğraşan hizmetçilerle doludur. Bunlar temiz, arınmış kimselerdir. Yeme ve içme istekleri, erkeklik ve dişilik tutkuları yoktur. Aralarında ne zulüm, ne çekemezlik, ne de tembellik vardır. Buranın varoşlarını imar etmekle görevlidirler. Uygardırlar. Kentler, sağlam köşkler ve güzel yapılarda otururlar. Buranın toprağı sizin ülkenin toprağına benzemez. Sizin toprağı­ nıza benzemeyecek biçimde, güzelce hamur edilmiştir. Buranın toprağı cam, yakut ve benzerlerinden daha uzun ömürlü olduğu gibi, burada yaşayanların da ömürleri uzundur. Bunların ecelleri ertelenmiştir. En uzun ve uzak bir süreden önce ölmezler. Bunla­ rın tek görevleri, tam bir boyun eğiş içinde varoşları imar etmek­ tir.57
"Bunlardan sonra yöneticilerine daha yakın olan, onunla daha çok görüşen bir topluluk gelir. Bunlar yöneticinin meclisinde ve onun hizmetinde bulunurlar.
"Bunlar, iş yapmaktan ve iş yapma derecesinde bulunmaktan korunmuş, iş görmekten yüksek tutulmuşlardır. Yöneticinin huzu- rundadırlar; onun çevresini kuşatmışlardır. Sürekli onun yüzünü görerek mutlu olurlar; bu mutluluğa her zaman ererler. Kendileri ince ve güzeldirler. Zihinleri açık ve parlaktır. En ince işaretler on­ lar için yeterlidir. Görünüşleri göz alıcıdır. İnsanın istemini yağma­ layan tam ve yetkin bir güzellikleri vardır. Bunların her birinin be­ lirli bir sınırı, belirli bir yeri, belirlenmiş bir makam ve derecesi vardır. Hiçbiri kendi makam ve derecesini aşmaz. Bu konuda ara­ larında bir düşmanlık da görülmez. Çünkü bunlardan alt derecede bulunan, kendinin üstündekinin yüksekliğine ve kendinin derece­
40
sinin ona göre alt düzeyde olduğuna inanır.58
"Bir de bunların yöneticiye en yakın olanı vardır. Bu, ötekile­

rin atası, ötekiler bunun oğullan ve torunlarıdır; yöneticinin sözle­ rini ve buyruklarını onun aracılığıyla alırlar.
"Bunların şaşılacak durumları vardır. Bunlarda yaşlanma, biz- lerde olduğu gibi çarçabuk değildir. Bunların ataları kendilerinden daha eski olmalarına karşın, güç bakımından daha yetkin, da­ ha eksiksizdirler. Kendileri de oğullarından daha genç ve güzel­ dirler. Bunların tümü ortalıktadır. Bir eve barka gereksinim duy­ mazlar.59
"Yöneticileri ise bunların kat kat üstünde bir yüksekliktedir. Bunu bir asla, köke bağlayan hata eder. Onu övebileceğim, nitelik­ lerini sayabileceğim sanan saçmalar. O, kendini niteleyenlerin nite­ lemelerinden üstündür. Onu anlatmada benzetme ve örnekleme yoluna başvuranlar da bu benzetme ve örneklemeleriyle ondan uzaklaşırlar.
"Onun organlarının birbirinden farkı yoktur. Organları birbi­ rinden ayrı değildir. Onun güzelliğini göstermesi bakımından ken­ disi tüm bir yüzdür. Cömertliği, eli açıklığı bakımından bütün bir eldir. Onun güzelliği, bütün güzellikleri yok eder. Onun cömertliği bütün eli açıklıkları hiç düzeyine indirir. Bu yöneticinin çevresinde bulunanlardan herhangi birisi, bir an için kendisini iyice görmek istese, dehşete düşerek kamaşan gözlerini kapamak zorunda kalır. Ona bakmadan önce gözleri çalınacak, kapılacak olur. Onun kendi güzelliği, güzelliğinin perdesi; dışta görünmesi, onun içte kalması­ nın nedeni olmuştur. Açığa çıkması, gizlenmesini gerektirmiştir.
"Tıpkı güneş gibi... İnce bir bulut perdesi arkasına girdiği za­ man görülebilir. Ama kendisini perdesiz olarak gösterecek olursa, görülemez. Işığı, kendi ışığına perde olur.
"Bu yöneticinin, güzelliğini, kendi adamlarından kıskanması söz konusu değildir. Kendisinin güzellik ve parlaklığını göster- mezlik etmez. O, güzelliğini gösteriyorsa da, kimsede onu görme gücü yoktur.
"O cömerttir, vergilidir, bereketlendiricidir. Onun bağışları ge­ niş, cömertliği sınırsızdır. Onun cömertlik ve eli açıklığı herkesi içine alır. Onun kapısı herkese açıktır, hiç kimseyi geri çevirmez. Onun güzelliğinden bir pırıltı gören, gözünü ondan ayıramaz.
"Buradan kurtulup ona gidebilen kimi sayılı kimseler olabilir. Yönetici onları, sizin ikliminizin mallarını hiçe indiren bağışlarıyla
41
karşılar. Bunlar, onun yanından döndükleri zaman, saygınlık ka­ zanmış olarak dönerler."
Hay bin Yakzan ekledi:
"Eğer seni aydınlatmak amacıyla söylediğim bu sözler, beni ona yakınlaştırmamış olsaydı, onunla ilgim, seninle bir çift söz et­ memi bile engellerdi.
"İstersen arkamdan gel... Seni ona götüreyim..."
Notlar
1 1174'te İbn Azra tarafından İbraniceye yapılan manzum çeviri 1736'da İstan­ bul'da basıldı. Bundan başka, düzyazı biçiminde de İbraniceye çevrilerek 1886'da P. D. Kaufmant tarafından Berlin'de yayımlandı.
1110'da ölen şair İbn el-Hebariye tarafından Arapça olarak şiirleştirildi.

İleriye doğru konulan açıklama ve açımlamalar İbn Sina'nın öğrencilerinden, üstadından iki yıl sonra ölen İbn Zila'nın Hay bin Yakzan açımlamasından alın­ mıştır. Bu açımlama Ayasofya Kütüphanesi'nde 2456 sayılı mecmua içinde var­ dır. Üniversite Kütüphanesi'nde, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin yazısıy­ la 1458 sayılı mecmuada da bulunmaktadır. Mehren'in 1889,1891 ve 1899 yılla­ rında fasiküller halinde Leiden'de bastırdığı İbn Sina eserlerinin birinci fasikü- lünü Hay bin Yakzan oluşturur.
  • ^  Bedende bulunduğu ve akli işleri düşünmeye yükselmediği zaman.
  • ^  Bedendeki sezgi, imgelem gibi iç ve dış güç ve duyular.
  • ^  Akli işleri düşünmeye.
5 Etkin akıl.
(İbn Sina, bir Mutezili ile arasında kaza ve kader hakkında geçen tartışmayı an­ lattığı Risaletü'l-Kader yapıtının baş kısmında da maddi bir kişilik verdiği bir ih­ tiyara Hay bin Yakzan der. El-Cümanetü'l-llahiye [III. Ahmet Kütüphanesi, 3355] adlı yapıtında da Hay bin Yakzan'ın, varlık kaynağından ilk çıkan "akıl" oldu­ ğunu söylemektedir. - M.Ş.Y.)
^ İnsanın aklı ile etkin akıl arasındaki ilişkiye ve insan akimın etkin akılla birleşe- rek gizilgüçlükten edimselliğe çıkma eğilimine işarettir. İnsan aklı, etkin akılla birleşip ondan ışık alarak gizilgüçlükten edimselliğe geçer. Bu da etkin akla yö­ nelmek ve onun yanma doğru yükselmekle olur. İnsan aklı başlangıçta ancak iç ve dış duyuların yardımıyla etkin akılla birleşebileceğinden, bunlar amaçlana­ rak "arkadaşlarımla yanına doğru gittik" denilmiştir.
^ ^
^ Etkin aklın ışık ve vergilerini alma yeteneğindeki kimsenin yeteneği yetkinleşin­ ce, ona tam olarak yönelince, etkin aklın vergilerinin hemen onu olgunlaştıraca­ ğına, yetkinleştireceğine ve onu gizilgüçlükten edimselliğe çıkaracağına, çıkar­ dığına işarettir.
®Varlığının kendiliğinden olmadığım gösterir.
^ Kendisinin soyut akıl olduğunu anlatmaktadır.

Kutsal akli evren.
Varlık sıralamasında kendisinin altında olan varlıkları bilmek.
42
42 Bu bilme ve öğrenmenin sınırı, kendisinin üstünde bulunan akılları, bu akıllar aracılığıyla ilk ilke ve nedeni bilme isteği.
  1. 13  Düşünmesinin kendi özünden gelmediğini, düşüncelerinin ilk ilkeden geldiğini anlatmaktadır.
  2. 14  Bu, etkin aklın ya da ilk aklın bilgisinin zamansal olmadığına, bu bilginin aşa­ malı olarak öğrenilmeyip bir anda elde edildiğine işarettir.
  3. 15  Feraset bilimi (fizyonomi) ile mantığı kast etmektedir. Çünkü bunların ikisiyle de bilinenlerden bilinmeyenlere geçilir; bilinenler yardımıyla bilinmeyenler elde edilir.
  4. 16  Mantıkla yalan gerçekten, doğru eğriden ayırt edilerek düşünce, davranış ve ha­ reketler düzeltildiği gibi, bu bilimden edinilen bilgi ölçüsünde inanç ve edimler de düzeltilir. İnançta doğruluk, edimde gerçeğe uygunluk bu bilimdeki bilgi oranında gerçekleşir.
12 İnsanın, aldığı iyi eğitim yardımıyla erdem kazanmaya yetenekli duruma gel­ mesine, kötü eğitim nedeniyle de aşağı düşme tehlikesine işarettir. Yaratılıştan gelen huylar, bilgi ve bilimlere karşı doğal ve yaratılıştan yetenektir. Sonradan ortaya çıkan huylar da mantık yardımıyla kazanılan, edinebilen güçlerdir.
  1. 48  Arkadaşlarla insandan, insanın aklından ayrılmayan, insanın akima aykırı hare­ ketlerde bulunan duyu ve bedensel güçler anlatılmıştır. Akıl, bunlardan dolayı hareketlerinde tam olarak özgür kalamaz. Örneğin imge gücü, akıl gücünü ken­ di rengine boyar. Akıl, sırf akıl olarak hareket edemez. Bu güçler, aklın başına dertler açar; onu yolundan saptırırlar. Akıl, bedensel güçlerin ortaya çıkardığı karışıklıktan ancak bilimsel ve kılgısal felsefeden yardım alarak kurtulabilir.
  2. 49  Bu cümlelerle imgelem tanımlanmakta, açıklanmaktadır. Bu güç iki şeyi birbiri­ ne benzeterek, aralarında bir ilgi ve bağ bulur. Örneğin bedende beliren ateşi kırmızıya, kötü bir anlamı dış dünyadaki çirkin bir hayvana benzetir. Bunlar arasında akli bir bağ olup olmamasına bakmaz. Bu nedenle, haberleri olgulara, dış gerçekliğe uymaz. Bununla birlikte bu güç, aklın duyulurlan ve duyulurla- nn durumlannı algılamasına yardım eder. Akıl duyulurlar hakkında bundan al­ dığı bilgiye göre hareket eder. Eğer akıl, bu gücün şaşırtmalanndan kendini sıyı­ rabilecek kadar güç kazanır, kendine özgü gücü bunun elinden kurtaracak olur­ sa, tehlikelerinden kurtulur. Ama kendine özgü gücü tam olarak elde edecek denli güçlenemezse, şaşırır kalır. Bu dereceden aşağı kalacak olursa, imgelemin verdiği eğrileri doğru, yalanları gerçek sanma düzeysizliğine düşer.
28 Buraya kadar olan cümlelerle öfke gücü anlatılmıştır. 24 Bu cümlelerle kösnü gücü olumsuzlanmıştır.
  1. 22  Buraya kadar olan cümlelerde insanın akıl gücünün diğer duyu ve güçlerle
    ölünceye değin birlikte bulunacağı, ölümden önce bunların birbirinden ayrıla­ mayacakları, ölümden önce bunlardan kurtulup kendi evrenine gidemeyeceği için aklın, kurtulma zamanı gelinceye kadar onlara yenik düşmeyerek üstünlü­ ğü elinde tutması öğütleniyor.
  2. 23  Öfke ve kösnü güçlerini birbirine kırdırmak, bu yolla ikisini de etkisiz duruma getirerek tehlikelerinden kurtulmak öğütleniyor. Sert başlı olan öfke gücü, boş­ boğaz olan kösnü gücüne saldırtılarak bunun boşboğazlığı azaltıldığı gibi, öfke gücünün de sert başlılığı azaltılarak tehlikelerisavulmuş olur, kösnüllüğü baskın olan insanlar ağırbaşlılıklarını, onurlarını koruyamazlar. Bu durumda olanlar öfke gücünden yardım almalıdırlar. Bunun yumuşaklığı, öfke gücünün sert baş­ lılığıyla dengelenmelidir.
43
Öfke ve öç gücünün üstün gelmesi durumunda ortaya çıkacak eğilmeme, kendi­ ni beğenme ve büyüklenme de kösnü gücüyle giderilmeli, bundaki sertlik onunla yumuşatılmalıdır.
  1. 24  Buraya kadar olan cümlelerle sezgi gücü anlatılmış; bunun verdiği haberlerin mantıkça doğrulanmadan kabul edilmemesi öğütlenmiştir.
  2. 25  Buraya kadar duyu ve güçlerin etkin akıl tarafından gösterilen yolla yönetildik­ leri, etkin akim önerileriyle hareket edildiği anlatılıyor.
26 Buraya kadar olan cümlelerde şunlar dile getirilmiştir: İnsanın hayatta iken et­ kin akıl gibi yetkinlik kazanması, onun gibi bedensel eksikliklerden uzak, saf akıl kesilmesi, güçlük çekmeden her şeyi bilmesi mümkün değildir. İnsanın, ha­ yatının belirlenmiş süresini uzatma ya da kısaltma gücü de yoktur. Bu nedenle yaşıyorken, ancak bedensel eksikliklerden tümüyle sıyrılmış bulunmayan dü­ şüncelerle yetinmek zorundadır. Ayrıca bu düşüncelerin saf anlamda akli nite­ likleri kazanması, aklilikle birleşmesi de sürekli değildir. Bir an aklilikle birleşir­ se, diğer bir an da aklilikten koparak bedensel güçlerle karışır.
22 Buraya kadar olan cümlelerle insanın etkin akıl aracılığıyla kazanabileceği bilgi ve yetkinlik anlatılıyor.
Maddi olan doğal varlıklardan oluşan yeryüzündeki birinci sınır, özdek (
heyula) ile biçimden oluşan cisimler, genellikle gözümüzle gördüğümüz, elimizle tuttu­ ğumuz şeylerdir. Bunlar, doğal bilimlerin konulandır. Bunların öz ve gerçeklik­ leri, bu bilimler aracılığıyla bilinmiş, öğrenilmiştir. Mağribin arkasındaki sınır ile özdek kastedilmiştir. Bu, doğal cisimlerin asıllarını, tözlerini oluşturur.
Doğu yönündeki sınırla da özdeğin aldığı biçimler anlatılmaktadır. Bu özdek ve biçimin öz ve gerçekliği insana gizli kalmıştır. Bunları çok az insan bilebilir. Bu konuda yalnız yaratılıştan gelen güçler yeterli değildir, kazanılmış güçler de ge­ reklidir.
28 Durgun hayat pınarı ile mantık yardımıyla elde edilen, mantıkla ilişkili olan gerçek bilgi ya da gerçekler bilgisi anlatılıyor. İnsanın düşünme ve akıl yürütme gücüne işlerlik veren, varoluşu öğrenme gücü kazandıran bu mantık, iyi biçim­ de öğrenilirse, insana, varlıkların her türü hakkında kolayca bilgi verir. İnsanı genel bilgisizlik denizinden kurtarır, bilginin en yüksek derecesi olan kesin bil­ giye yükselmeyi kolaylaştırır, bu güç, yakasını kuşkulardan sıyıracağı için insa­ nı, bilgisizlik ve sapkınlığa bağlı karanlıklara düşmekten kurtanr.
29 Kutuplardaki karanlıklarla, insana ilişen kuşku ve şaşkınlıklar; kutupla da insa­ nın nefsi anlatılmıştır. Kutuplara yılın belli bir zamanında bir kez güneş doğma­ sı, akim kuşkuları giderecek kadar güç kazanmasının, gerçeği, gerçekliği görme­ sinin her zaman mümkün olamayacağını dile getirir. Kuşku karanlıklarının içi­ ne dalanlar, kuşkulan gidermek için tartışma ve araştırmadan geri durmayanlar, sonunda yetenekli oldukları yetkinliğe ulaşır, bilginin ışıklarıyla aydınlanırlar. Burada ilk görülecek şey, bilgi edinmeye yetenekli özdeksel akla yardım eden, feyzini gürül gürül akıtan bilgi pmandır. Bu pınarda yıkanarak bilgisizlik kirin­ den arınanlar, bilgisizliğin üstüne çıkarlar. Bilgisizlik onlan alt edemez; bilgi ve mantık yardımıyla yüksek bilgi tepelerine hiç bir zorlukla karşılaşmadan çıkar­ lar. Bu kimseler, nesnelerin gerçekliklerini, varlıkların öz ve köklerini kavrar, öz­ dek ve biçim dünyasına girerler.
80 "Güneşin battığı yere vardı. Orada güneşi sanki sıcak, siyah çamurlu bir pınar içine batarken buldu." Mevakib'in bu çevirisi, "aynın hamietin" okunuşuna gö­ redir. Bizim metnimizde olduğu gibi "aynı hamie" okunuşuna göre, "Güneşi bir sıcak pınar içine batar buldu" demek gerekir. - M.Ş.Y.
44
  1. 31  Buraya kadar olan cümlelerle cisimlerin aslı ve tözü olan, cisimleri oluşturan öz- dekler dünyasından söz edilmiş; özdek, güneşin içine battığı sıcak ve kızgın de­ nize benzetilmiştir. (Çünkü biçim, bu özdeğe girer.) Bu denizin yardım aldığı geniş ve harap iklimle de evreni oluşturan Ay altı evrende, Dünya'da olan ve ölen, yapılan ve yıkılan her şeyi anlatmıştır. Bu iklimin bayındırlığının dışarıdan gelen yabancılardan olması da, cisimlerin özdekten ayn olan biçimle oluşmakta ve birleşmekte olmalarıdır. Bu soyut özdeğe, biçim verici Tann'dan (vahibü’s-su- ver) gelen biçim bir ışık olduğundan, soyut özdek bunlarla biçim kazandığın­ dan, her biçim ve form bağlayan cisim bir ışık pırıltısı bulmuş, bir ışık pırıltısı olmuş olur. Bu özdek ve biçim dünyasında olma ve ölme sürekli birbirini izledi­ ği için, burası ot ve ocak tutmaz. Özdeğe gelen biçimler sabit kalmayarak sürek­ li değişir; oluş ve bozuluş (kevn üfesad) birbirini izler. Birbirine aykırı olan, hatta birbirine karşıt olan şeyler birbirinin yerini tutar, birbirinin yerine gelirler.
    İnsan biçimi özdeğe yaklaşırsa, herkesin kendine özgü biçim ve formu ile tüm insanlar arasında ortak olan biçim ve form oluşur. "Yabancı örtüler" ile bu biçim ve formlar anlatılmak istenmiştir.
  2. 32  Bu cümlede insanlık aşamasıyla özdek arasındaki maden, bitki ve hayvan dün­ yaları anlatılmıştır.
  3. 33  Buraya kadar olan cümlelerle bizim Dünya'mızm üzerindeki Ay'dan başlayarak dokuzuncu felek olan Atlas Göğü'ne kadar bütün gök cisimleri anlatılmaktadır. Bu gök cisimleri evreni de bizim dünyamız gibi özdekten ve özdeğe ilişen bi­ çimden oluşuyor, bu evrendeki özdekler debiçim ışığını biçim verici akli bir do­ ğadan alıyorsa da, buradaki biçimlerde değişme, birbirinin yerini alma yoktur.
3^ Bundan amaç Ay'dır. Bura halkının küçük gövdeli olmasıyla Ay'ın Dünya'dan küçük olduğu belirtilmek istenilmiş; hareket çabukluğuyla da ayın dönüşünü az zamanda tamamladığı anlatılmıştır. Bunun sekiz kenti ile sekiz hareketi, bu se­ kiz hareketle de Ay'ın alanının bölündüğü sekiz bölüm anlatılmıştır. (Aynntı için eski gökbilim kitaplarına bakınız. - M.Ş.Y.
33 Yıldızlara bakarak yeryüzünde ne olup ne olmayacağını bilme. - M.Ş.Y.
36
Neyrincat, Farsça nireng sözcüğünün Araplarca Arapçalaştırılmış çoğuludur. Ni- reng hile, efsun, tılsım ve simya anlamlarındadır. İbn Sina'nın neyrincata ilişkin
bir kitapçığı vardır. - M.Ş.Y.
32 Bununla Utarid anlatılmakta ve bunun Ay'dan daha ağır hareketli olduğu söy­

lenmektedir. Bunun kentlerinin dokuz olması da Ay'da söylenildiği gibidir.
(Biz de şunu ekleyelim ki, eski Yunanlıların Ermiş, Hermiş ve Romalıların Mer­ kür dedikleri bu imgesel tanrı, temelde ticaret tannsıydı. Ticaret adamları, malla­ rına müşteri çekmek için, çoğunlukla yalan ve hileye saptıklarından, bunda ba­ şarı da iyi konuşmaya bağlı olduğundan Utarid'e aynı zamanda konuşma, yaz­ ma ve bunlara benzeyen ya da benzemeyen işler de dayandırılmıştır. - M.Ş.Y.)

3® Buraya kadar olan cümlelerle Zühre anlatılmıştır.
(Zevk ve işret, oyun ve eğlence, müzik ve güzel ahlak tanrısıdır. Buna Romalılar Venüs, Yunanlılar Afrodit derler. - M.Ş.Y.)

39 Bu cümlelerle Güneş'e işaret edilmiş, halkının iri gövdeli olmasıyla güneşin bü­ yüklüğü anlatılmıştır.
(Apollon denilen Güneş güç, şiddet, ezicilik, namus ve merhamet tannsıydı. Bi­ lim ve sanatlann da koruyucuydu. Bunun bir adı da Febüs'tür. - M.Ş.Y.)

43 Bunlarla Merih anlatılmıştır.
45
(Romalıların Mars dedikleri Merih savaş tannsıydı. Yiğitlik, öfke, kızgınlık, ha- yınlık gibi şeyler bunun niteliklerindendir. Venüs, Mars'ı severdi. Kırmızı renk buna bağlanır. - M.Ş.Y.)
  1. 41  Müşteri'ye işarettir.
    (Latinlerin Jüpiter dedikleri yıldız bilim, yumuşaklık, utanma, cömertlik, alçak gönüllülük, soyluluk, akıl, güzel konuşma ve benzeri niteliklerle nitelendirilirdi. Bu yıldız iyilik tanrısı sayılırdı. - M.Ş.Y.)

  2. 42  Zühal'e işarettir.
    (Ahmaklık, bilgisizlik, korkaklık, cimrilik, yalan buna özgüdür. Buna Romalılar Satürn, Yunanlılar Oranus derler. Utarid'in yazı, astroloji ve benzerlerine, Züh- re'nin müziğe, Merih'in kan dökmeye, Müşteri'nin adalet ve erdeme, Zühal'in ihtiyatlılığa vekil olduğu gösterilmek için eski eserlerde Utarid, elinde kalem ve kâğıt tutan; Zühre, çalgı çalan; Merih bir elinde kılıç, diğerinde kesik baş bulu­ nan; Müşteri, yargıç gibi oturan; Zühal, elinde asa bulunan insan biçiminde be- timlenirdi. - M.Ş.Y.)

  3. 43  Sabit Yıldızlar Göğü'ne işarettir. Bu ülkenin genişliği, cisminin Dünya'dan çok büyük olmasıdır. Halkının çokluğu, buradaki sabit yıldızların çokluğudur. Bu­ rada kent bulunmaması da, sabit yıldızlar arasındaki aranın sürekli aynı kalma­ sı, boyutlarının değişmemesidir. Bunların tümü, bir cisim üzerine resmedilmiş noktaların cismin hareketiyle hareket etmesinde olduğu gibi, aralarındaki uzak­ lığı koruyarak hep birden hareket ettikleri için, ayrı ayrı kentlerde olmadıkları anlamı çıkarılmıştır. Buradaki oniki sınır da Burçlar Göğü bölgesidir. Aşağıdaki ülke halklarının buraya gelip gitmeleri, şaşkın beşli (hamse-i mütehayyire) denilen Zühal, Müşteri, Merih, Zühre ve Utarid'in Burçlar Göğü'ndeki dolaşımıdır.
  4. 44  Buraya kadar olan cümlelerle dokuzuncu ve sonuncu göğe, Atlas Göğü'ne işaret edilmiştir. Burada yıldızlar bulunmadığından cisminin ölçüsü belirtilmemiştir. Gözle görülenlerin burada yeri olmaması, yıldızların bulunmamasıdır. Varlıkla­ rın kaza ve kaderi bu feleğin aklı ve nefsi aracılığıyla iner. Her şeyin aracı bu- dur.
  5. 45  Buraya kadar olan cümlelerle özdeğe ilişen ilk biçimin hayvan, bitki ve maden gibi varlıklar olmadığını, özdek ile biçimin bu ilk buluşmasından dört temel (er- kân-t erbaa) denilen dört öğenin oluştuğu, bu dört temel ve öğenin de toprak, su, hava ve ateş olduğu anlatılmaktadır.
  6. 46  Varlıkların ilki olan maden anlatılmıştır. Buradaki yüksek dağlarla madenlerin kendileri; nehirlerle dağlardan kaynayan pınarlar; rüzgarlarla deniz buharların­ dan oluşan hareketli havalar ve yağmur yağdıran bulutlar anlatılıyor.
  7. 47  Varlıkların İkincisi olan bitkiler evreni.
  8. 48  Varlıkların üçüncüsü olan hayvanlar evreni.
  9. 49  Nesai'nin Sünen adlı hadis derlemesinde görüldüğü gibi Peygamberimiz bir ha­
    dislerinde güneş doğarken ve tam başımızın üzerinde iken namaz kılmayı ya­ saklamış ve şöyle buyurmuşlardır: "Güneş doğarken, şeytanın boynuzu ile do­ ğar, yükselince ondan ayrılır. Tam başımızın doğrusuna gelince yine ona bitişir. Sonra yine ondan ayrılır. Batmaya başlayınca yine ona bitişir, batınca ayrılır." Bu hadisin metnindeki "kamu'ş-şeytan"daki "kam” boynuz anlamına geldiği gibi "yaklaşma" anlamına da gelir.. Her iki anlama göre de amaç, bu üç vakitte na­ maz kılmama buyruğunu dile getirmektir. Çünkü Arapça'da herhangi bir nes­ neyi çirkin ve kötü göstermek istendiğinde, şeytanla ilişkilendirilir. İbn Sina, an­ latımıyla, bu hadise gönderme yapmaktadır. - M.Ş.Y.
46
Dört öğeden önce madenler, madenlerden sonra öğelerin ve madenlerin birleş­ mesiyle bitkiler, bundan sonra yine birleşme yasası gereğince hayvan ve en son­ ra da insan ortaya çıkmıştır. İnsandaki akıl yükselerek maddeden soyutlanmış, kendi kendine varolmuş, varlığını bedenin bozulmasından sonra da korumuş­ tur. Bu sürekliliğe "doğmak" denilmiştir. İnsanm akıl ve ruhundan başka güçle­ ri maddeden soyutlanarak varlığını devam ettiremedikleri için, bunlar hakkında Arapçada uzaklık anlamı belirten "şeytan" sözcüğü kullanılmış, bunlara "şey­ tan" denilmiştir. Bu şeytanın iki boynuzu olması, bu güçlerin iki sınıf olmasıdır. Bu iki sınıftan yürüyenlerle insandaki hareket ettirici güçler, uçanlarla da kavra­ ma güçleri anlatılmıştır. Kavrama hızla gerçekleştiğinden uçmaya benzetilmiş; maddi hareket buna oranla ağır olduğundan hareketler ve hareket ettiriciler yü­ rümeye benzetilmiştir. Hareket ettirici güçlerin canavar yaratılışlı olanı ile öfke gücü; hayvan yaratılışlı olanı ile de kösnü gücü anlatılmıştır. Bunların ikisinin de doğunun sol tarafında olmalarıyla anlatılmak istenen de, uçan boynuza göre bunların mertebelerinin düşük olduğudur.
  1. 51  Uçan şeytan ile insanın imge gücü anlatılmıştır. Buradaki yaratıkların aynı cins­ ten olmaması, imgelemin türlü türlü imgeler üretmesidir.
  2. 52  Ülkenin yöneticisi ile insanm bedensel güçlerine egemen olan ruh, beş posta ile bedenin dışındaki beş duyu anlatılmıştır. Çevremizdeki varlıkların varlıklarını bunlarla duyumsarız. Duyumlarımız, bir tür soyutlamayla maddeden soyutla­ narak ruha, akla bunlar aracılığıyla gittiğinden, aynı zamanda zabıtaya ve ya­ bancıları yakalayan polislere benzetilmiştir. Kapıda duran ve beş posta üzerine memur olan ortak duyudur (hiss-i müşterek). Güneş ışınlarının mercekte toplan­ ması gibi bunların duyumları da ortak duyuda toplanır. Ortak duyunun gelen haberleri yöneticiye sunulmak üzere kendisine gönderdiği hazinedar, iç güçleri­ mizden bellektir. Yönetici de ruh ve aklimizdir. Bu gücün esirleri yanında tut­ ması, duyumsanan biçimlerin bellekte kalmasıdır. Haberlerin kendisine gönde­ rildiği hazinedar ise sezgi gücüdür. Esirlerin bunların biçim ve şekillerini bağla­ maları, imge gücünün yukarıda açıklanan tasarruflarıdır. Herkesin kanının içine girenler ve kalplerin derinliklerine sokulanlar öfke ve kösnü güçleridir. Metin­ de, aşağıya doğru, bu güler açıklanmış, anlatılmıştır.
55 İmge gücü yalnız duyulurlan algıladığından akli işleri inkar ettirir. İmge gücü her ne kadar bir ilkenin varlığım kabul ederse de, soyut biçimde düşünemeye­ ceğinden, bunun doğal bir yıldız ya da yapılmış bir put olduğunu ileri sürer.
  1. 54  Yürüyen ve uçan boynuzlarla insandaki öfke, kösnü, imge gibi güçler anlatıl­ mıştır. Nefislerini anndıran, ahlakını güzelleştiren insanlar öfke ve kösnü güçle­ rine bağımlılıktan kendilerini kurtarırlar. Ayrıca, imge ve benzeri güçleri de ak­ lın buyruklarına boyun eğdirerek akli tözlere benzemiş, bunların niteliklerini kazanmış olurlar. Her ne kadar öfke ve kösnü güçleri akılla bir yerde bulunsa da, nefsini arındırmış kimselerin aklına bir zarar veremezler. Bunların göze gö­ rünmemeleri, açıkta olmamaları; isteklerle dolu olmaları da öfke ve kösnü güç­ lerindeki yararlan alma, zararları atma özellikleridir.
  2. 55  Buraya kadar olan cümlelerle bedensel güçlerden akli algı aşamasına geçmek, yükselmek; yeryüzü melekleri olan düşünsel nefsi bulmak ve bilmek; sağ yan­ daki bilici ve buyurucu toplulukla bilgi gücü; sol yanındaki buyruk alıcı ve yeri­ ne getirici toplulukla da kılgısal güç anlatılmıştır. İnsandaki bu kılgısal ve bilgi­ sel güçler, kimi zaman etkin akıldan yardım alarak göğe çıktıklan gibi, kimi za­ man da bedeni yönetirler ve böylece aşağı inmiş olurlar.
47

56 Kur'an'da da bildirildiği gibi insanı korumakla görevlendirilmiş melekler vardır ki bunlar görüp gözetici ve yazıcı meleklerdir. İnfitar Suresi'ne bakınız. İbn Zila, buradaki koruyucu (hafaza) ve yazıcı (kâtibin) ile akıl gücünün anlatıldığını, çün­ kü inşam aklın koruduğunu söylüyor. - M.Ş.Y.
  1. 57  Bu cümlelerde, sağda olduğu söylenen meleklerle edim ve hareketlerimizin kaynağı olan bilgisel gücümüz; solda olan meleklerle de kılgısal gücümüz anla­ tılmıştır. Düşünsel nefs yükselince insanlık aşamasına ulaşılacağı, insanlığa öz­ gü akla erileceği, göğe ve göğe özgü akla komşu olunacağı ve maddeden soyut­ lanmış varlıklarla karşı karşıya gelineceği bildirilmiştir. Bu, maddeden soyutla- nanlann, aşama aşama yükselerek, sonunda varlığı kendisinden olan ve varol­ makta kimseye muhtaç olmayıp her varlığın kaynağı bulunan, kaza ve kaderi gereğince var olan her nesne üzerinde yönetme ve tasarruf hakkı olan bir kay­ nağa ulaşırlar ki, bu kaynağa yönetici denilmiştir. Ufkun ilk aşamasındaki hiz­ metçiler ve bunları yüce yöneticilerine yaklaştıran işleri, felekler ve feleklerin nefislerinin yetkinleşme istekleri; bunların temiz olmaları da, dünyasal güçler­ den, öfke ve kösnüden aşkın bulunmalarıdır. Kendilerinde yeme ve içme bulun­ maması kösnü gücünden; birbirlerine zulmetmemeleri de, öfke gücünden arın­ mış, uzaklaşmış olmalandır. Bunlar, gök cisimlerini yöneten ve onlara yakın olan güçler olduklan ve maddeden tümüyle soyutlanmış olmadıkları için kent­ lerde ve güzel binalarda oturmaktadırlar. Aynı zamanda, bu güçlü gök cisimle­ rine yakın olmaları nedeniyle buranın varoşlarını imar etmekle görevlendiril­ mişlerdir.
    Gök cisimlerinin biçimleri, belirlenmiş özdek ve maddelerinden ayrılmadığın­ dan, bir madde üzerine türlü biçimler gelmediğinden, dünyasal maddelerde ol­ duğu gibi bunlarda değişme ve bozulma olmadığından bunların toprakları bi­ zim topraklarımıza benzemez. Görevlerinin tam bir boyun eğiş içinde varoşları imar etmek olması da, bu güçlerin gökleri harekete geçirmeleridir.
  2. 58  Buraya kadar olan cümlelerle göklerin maddeden aynk akılları anlatılmıştır, bunların işleri, nefislerde olduğu gibi harekete geçirme değil, akletme, düşün­ medir. Bu nedenle bunlar, yöneticiyle daha çok görüşürler, madde üzerinde ta­ sarruftan ve iş yapmaktan yücedirler. Yaratılmışların ilk ilkeye en yakın olanları bunlardır.
  3. 59  Buraya kadar olan cümlelerle de gerçekte ilk yaratılan varlık olan ilk akıl anla­ tılmış; genel olarak, madde ve süreden aşkın olmaları nedeniyle akılların zama­ nın etkisinden korunmuş oldukları; bunlar, özsel öncelikle öncesiz (kadim) ol­ duklarından, aralarında zamansal bir öncelik farkı olmadığı için, babanın dere­ cesinin oğulun derecesinden daha yüksek olduğu anlatılmak istenmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder