“Tâlût”, “İbraniler ona Şaul der” veya “Saul Ben Kiş”, MÖ
1047 ile MÖ 1007 yılları arasında “Gibeah” merkezli “Hakim Samuel” tarafından krallığa seçilen
İsrail Krallığı›nın ilk kralıydı. Tâlût zamanında başkent Gibeah’tı. Tanah’taki
kitaplardan olan “Samuel kitabı” ve 1 Tarihler ve Kur’an’da adı geçen biri idi.
Câlût ise Musa şeriatına tabi olan Tâlût’un savaştığı komutanın adı idi. Allah
(c.c) Câlût’u İsrâîloğulları’nın başına musallat etti. Câlût, yoldan çıkan
İsrâîloğulları’nı mağlûb ederek onların çocuklarını ve kadınlarını esir aldı.
Câlût Hz. Musa’dan beri korunan, Mabed’in içinde minberdeki en üst kesimde
korunan, Akasya ağacından yapılmış 4 kulp ve 6 taşıma halkası bulunan ve
içindeki Kalem suresinde sözü edilen vahiy talepleri yanında Hz. Musa’nın
asası, Hz. Davud’un Kılıcı, Hz. Süleyman’ın asası, bir kısım mukaddes
emânetlerin bulunduğu bir emanet sandığı vardı. Sandığı ele geçiren Câlût,
hakaret olsun diye onu yerde sürükledi ve çamura attı. Yahudiler Gazab korkusu
ile paniğe kapıldılar. İşmoil/İsmail aleyhisselamdan yardım istediler. “Dua et
de, Allah bize bir komutan tayin etsin, Câllût’a karşı savaşalım”.
Ev, mal, mülk ve yurtlarından ayrı düşen İsrâîloğulları çok
huzursuz oldular. Tâbût’un, ellerinden çıkmasına çok üzüldüler. Artık bütün
emel ve gâyeleri Tâbût’u tekrar ellerine geçirmek olmuştu.
O dönemde İsrailoğulları’na gönderilmiş İşmoil/İsmail
isminde bir peygamber vardı. Yahûdîler, ondan kendilerine yol gösterecek bir
komutan istediler. Allah (cc) “Tâlût”
isminde bir kimsenin komutan olarak tâyin edilmesini vahyetti. Fakat bazı Yahûdîler,
“Tâlût, Peygamber soyundan da değil, hükümdar soyundan değil!” diye kabul etmek
istemediler. O zamana kadar İsrâîloğulları’na gelen peygamberler, Levî bin
Ya’kûb’un; hükümdarlar ise, Yahûda bin Ya’kûb’un soyundan gelmekteydi. Tâlût bu
iki soydan da değildi. Allah “soy-sop”a itibar etmememiz gerektiğini
gösteriyordu bu iradesi ile.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu konuda El Bakara 246’da şunlar
anlatılır: “Mûsâ’dan sonra, Benî İsrâîl’den ileri gelen kimseleri görmedin mi?
Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki (onun
kumandasında) Allâh yolunda savaşalım!’ demişlerdi. (O Peygamber:) ‘Ya size
savaş farz kılınır da savaşmazsanız!’ dedi. (Onlar da:) ‘Yurtlarımızdan
çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allâh yolunda neden
savaşmayalım?!’ dediler. Kendilerine savaş yazılınca da -içlerinden pek azı
hâriç- geri dönüp kaçtılar. Allâh, o zâlimleri hakkıyla bilendir.”
“Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allâh, Tâlût’u size
hükümdar olarak gönderdi’ dedi. (Bunun üzerine:) ‘Biz, hükümdarlığa daha lâyık
olduğumuz hâlde, (üstelik) ona servet ve zenginlik cihetinden geniş imkânlar da
verilmemişken, bize nasıl hükümdar olabilir?!’ dediler. (Peygamber:) ‘Allâh
sizin üzerinize onu seçti, ilmen ve bedenen ona üstünlük verdi. Allâh mülkünü
dilediğine verir. Allâh her şeyi ihâta eden ve her şeyi bilendir’ dedi.”
(el-Bakara, 247)
Câlût’un diğer adı Goliaht idi. Hani şu Çanakkale Savaşında
Muavenetimizin vurup batırdığı gemi. Muavenet, Davud aleyhisselamı temsil
ediyordu sanki. ABD’liler Muavenet’in intikamını çok sonra Ege’de bir NATO tatbikatında
aldılar.
İsrâîloğulları’nın ileri gelenlerine göre iktidar, büyük
servet ve sermâye sâhiplerinin olmalıydı. Hâlbuki bu fikir, cemiyetin
menfaatine ve adâlet prensibine aykırıdır. Çünkü iktidâra, zenginlerin değil,
ehil olan kimselerin geçmesi gerekir. Bu da, kişinin mânevî gücü, bilgisi ve
tecrübesi ile birlikte kuvvet ve cesâretine bağlıdır.
Fahreddin-i Râzî’ye göre İşmoil/İsmail AS İsrâîloğulları’nın
teklifini şu dört sebepten dolayı reddetti: Tâlût’u hükümdar olarak seçen,
Allâh (c.c)’dur. Hükümdarlarda önce iki özellik aranır: İlmi siyâset, bedenî,
ahlaki ve akli bakımdan marazi olmaması. Öte yandan mülk Allâh’ındır; onu
dilediğine verir. O her şeyi hakkıyla bilendir ve hüküm sahibidir.
Kaldı ki, Câlût’un 100.000 kişilik bir ordusu vardı. Tâlût,
bir rivayete göre 80.000 kişilik bir ordu toplayabildi. Onun da % 97’si
“içmeyeceksiniz, içecekseniz bir avuçtan fazla içmeyin” denilen suyu içti de, nehri
geçemeden madden ve manen hüsrana uğradılar. Nehri geçen bir avuç inanmış
insani Saul’e, Câlût’a karşı önce sen çıkma, bizden biri çıksın ki, eğer sen
çıkar ve yaralanırsan, biz ne yapacağımızı bilmeyiz. Sen seçilmiş birisin. Önce
bizden biri çıksın Câlût’a karşı dediler. “Kim çıksın” diye konuşurken, yolda
kendilerine elinde sapanı ve taşı ile katılan, kılıcı ve zırhı da olmayan bir
genç olan Davud, “ben” dedi. Tâlût, Câlût’a karşı çıkacak ve onu yenecek
kişiyi, bir rivayete göre servetine ortak edecek ve onu kızıyla evlendirecekti.
Davud (selam ona) sapanını çevirerek Câlût’a karşı koşarak meydana çıkmıştı
bile. Câlût karşısında gencecik, elinde sapanından başka silahı olmayan,
zırhsız bir çocuğu görünce miğferini çıkarttı. O tam o sırada sapanındaki taşı
fırlattı. Câlût başından isabet alınca düştü ve öldü. Ordusu ise yenilmez kabul
edilen, adeta kutsanan komutanlarının öldüğünü görünce kaçıp gittiler.
Allah, sonunda sapan taşından başka silahı olmayan bir
gencin eliyle bu işi bitirmişti. Tâlût komutandı ama onun ordusunun da,
neredeyse ordusunun tamamını kaybeden Tâlût’un da hiçbir riske girmelerine
gerek kalmadan çocuk yaşlarda bir gencin sapan taşı ile zamanının en güçlü
ordusunu bozguna uğrattı.
Oysa Tâlût’un hükümdarlığına îtiraz eden İsrâîloğulları,
Tâlût’un komutanlığına karşı itiraz üzerine itirazlarda bulunuyorlardı: “ ‘Eğer
o, sâhiden hükümdarsa, bize bir delil getirsin!’ dediler. Bunun üzerine:
Peygamberleri onlara şöyle dedi: ‘Şüphesiz onun hükümdarlığının alâmeti,
(vaktiyle sizden alınan) Tâbût’un size gelmesidir ki, onun içinde Rabbinizden
birsekîne (ruhlara emniyet veren bir huzur), Mûsâ ve Hârûn ehlinin
bıraktıklarından geriye kalan bir takım şeyler vardır; onu melekler
taşıyacaktır. Eğer mü’min kimseler iseniz şüphesiz bunda sizin için gerçekten
bir delil vardır!” (el-Bakara, 248)
Sahi, biz aday belirlerken hangi akılla, kimin aklı ile
hareket ettik / ediyoruz. Allah’ın razı olmadığı bir tercihte bulunanlar
Allah’ın yardımından mahrum olurlar. O zaman da kaybedenlerden olurlar. Kazandıklarını
sandıkları şey helaklarının sebebi olacaktır.
Tanrıyı kıyamete zorlayanlar gibi olmayalım. Birileri sanki
haşa Allah’ı iktidara zorlama gayretinde. Allah bizi mallarımız, canlarımız ve
sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek bizi imtihan
edecektir. Eğer O’nun rızasını gözetmez ve sadece kazanmaya odaklanırsanız,
kazandığınız şey sizin için hayır getirmeyecek.(A.Dilipak-Akit gazetesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder