16 Ağustos 2023 Çarşamba

KONYA'DA BİR MEVLEVİ DERVİŞİ :NALBANT HALİL ÇAKAR(1926-2013)

 

Konya’da bir Mevlevî Dervişi: Nalbant Halil (Çakar) Amca (1926-2013)

Rahmetli baba dedem Sayar Camii’nin karşısındaki geniş bahçeli, tek katlı evi satın aldığında çevrede bir elin parmakları kadar az ev varmış. Bu evlerden bir tanesi de oturdukları evin karşısına düşen, iki katlı yeşil evdi. Evin sahibi ise Nalbant Halil adında bir Mevlevî dervişi. Nalbant Halil Amca’yı çocukluğumda tanıdım. “Efendimizin adı” diyerek ismimden dolayı bana ayrı bir sevgi ve yakınlık gösterirdi. Yeri gelmişken söyleyeyim Halil Amca büyük küçük, zengin fakir her insanı sever, her canlıya büyük bir şefkatle yaklaşırdı. Meslek olarak nalbantlık yapardı. Nalbantlığın ne olduğunu günümüz nesli için birkaç kelimeyle açalım: At, eşek gibi hayvanların ayaklarına nal çakan usta demektir. Bu mesleği yapabilmek için insanın hayvanı sevmesi lazım. Halil Amca hayvana nal çakacağı zaman onu sever, hayvana güzel sözler söylerdi… 

Camiye gitmeye başladığımda onu mutlaka her namazda görürdüm. Cami içinde namaz kıldığı yer değişmezdi; minberin karşısı. Namaza kalkmadan önce kimseye hissettirmeden gizlice secdeye varırdı. Halil Amca’nın Mevlana aşığı olduğunu, sadece kalbiyle değil bütün ruhuyla onu sevdiğini hemen herkes bilirdi. Çünkü dilinden hiç düşürmezdi. Ondan bahsederken de genellikle “efendimiz” tabirini kullanırdı. Resûl-i zîşân Efendimiz için de “efendimiz” tabirini kullanırdı. Bir şey anlatacağı zaman efendimiz dediğinde bazen hangi efendimizi kast ettiğini anlamazdım. Yıllar sonra “vahdet-i vücud” nazariyesini ucundan kıyısından anlamaya başladığımızda niye böyle dediğini/yaptığını da anlar gibi olmuştum. 

Halil Amcamız’ın diğer mahalle cemaatinden en önemli farkı, mahlûkata karşı beslediği sevgi ve merhamet duygusuydu. Şöyle derdi:

“Olmak istersen manen hacı,

Âlemdeki bütün canlıya acı.

Acıyana manen giydirirler tâcı.”

Halil Amca tasavvufî tabiriyle nazar-ber-kademdi. Yani yürürken sürekli olarak ayakucuna bakarak yürürdü. Hatırşinastı. Son derece zarif ve kibar bir insandı. Aslında bu hâl, Mevlevî dervişlerinin mümeyyiz vasfıdır. Malum olduğu üzere, başka kullanım alanları olmakla birlikte Osmanlı kültüründe “çelebi” tabirinin kullanım alanı; efendi, kibar, nazik ve ince şahıslar, bir yerde şehir terbiyesi almış kimseleri içine alacak şekildeydi. Bir de Hz. Mevlana’nın soyundan gelenler için kullanılırdı. Mevleviliğin bir şehirli tarikatı olduğu dikkate alındığında, bu kavram örtüşmesinin filolojik sebebi kendiliğinden izaha kavuşmuş olmaktaydı. Bu bir yerde Mevleviliğin varlık âlemine bakışındaki naiflik ve incelikten kaynaklanıyordu. O kültürde “lambayı söndür” değil, “lambayı dinlendir”, “gömüldü” değil, sırlandı, öldü değil, “hâmûşana karıştı” deniyordu. Nitekim dergâhta derviş olarak hizmet etmek isteyen bir kimsenin bu talebi kabul edilmemişse, yüzüne karşı bu söylenilmez onun yerine kibarca ayakkabısının ucu çıkışa doğru çevrilir; kabul edilmişse dergâha doğru çevrilirmiş.

Bu ince, insanı incitmeyen hayat üslûbunu bir diğer Mevlevi dervişi Kaşıkçı İsmail Ağabey’in -Mevlevîlerin diliyle- hâmûşana karışmasından sonra bizzat eşi ve kerimesinden işitmiştim. Kerimesi bana, “babam bir kez olsun ne anneme ne de evlatlarına mendil ve çoraplarını yıkatmamıştır”, demişti. Aile olarak, hatta insanlık olarak bugün bu yaşam tarzına ne kadar muhtacız!

Hiç kuşkusuz Halil Amca’nın çocukluk dönemimde bana verdiği değer; beni muhatap alması, büyük bir insan gibi görmesi ve bir takım hakikatleri seviyeme göre anlatması, bir irfan talimiydi. Bırakın bir çocuğu, yaşıtlarına bile değer vermeyen, kendisine rakip olarak gördüğü herkesi “değersizleştirmeye” çalışan günümüz insanı için bunun çok anlamlı bir davranış olduğunu düşünüyorum. 

Halil Amca’nın tahsil seviyesi ilkokuldu, buna rağmen Şâhidî İbrahim Dede’nin Gülşen-i tevhid adlı eseri vermek için İlahiyat fakültesini bitirmemi bekledi. Bu son derece pedagojiye ve ahlaka uygun bir yaklaşım şekliydi... Tasavvufa dair bazı hakikatleri anlatmak için bir gencin dini ilimlerde belli bir seviye gelmesini beklemek ne güzel bir irşat şeklidir! Hayatı boyunca hep güzel(i) görmeye çalıştı. Boşuna dememişler: “Kesb-i kemâl, seyr-i cemâl iledir.” diye… Yani güzelliğin seyri insanı kemâle erdirir.

Onunla unutamadığım anılardan bir tanesi de bir Cuma sabahı Dergâh-ı şerîfe yaptığımız ziyaretti (1994). İçeriye bilet almadan girdik. Çünkü kendisini bir müze ziyaretçisi olarak değil de âsitânenin (Pîr evinin) hizmetkârlarından birisi olarak görmekteydi. Kapıdaki görevliler belli ki kırk yıllık ahbabıydılar; ona ayrı bir hürmet gösteriyorlardı. Dergâhın her köşesi onun için ayrı bir anlam ifade ediyordu. Hz. Pir’in huzurunda ise “sırlanmadan” önce huzurunda nasıl davranacaksa o şekilde davranıyordu. (İşin bu kısmını dini ilim tahsili yapmış olanlarımız anlamakta zorlanabilir, ama hayatta her şeyi anladığımızı kim iddia edebilir?)

Dergâhtaki kafes kısmına işaret ederek Mevlevîliği şeriat çizgisinden uzaklaştırıp, kadınlı erkekli semâ yapanların duyması gereken şu cümleleri söylemişti: “O kafesler zikri kadınların oradan izlemesi içindir. Bu gün bazılarının, Mevlevîlik adına kadınlı erkekli semâ yapmalarının yanlışlığını da göstermektedir.” Halil Amcamız’ın dinin emirlerini hafife aldığına ya da batıni denilebilecek bir şekilde tevil ettiğine şahit olmadım. Hatırlayabildiğim kadarıyla tasavvufi terbiyesini “Efendi Baba” dediği İbrahim Evsen Dede’den aldı. Mesnevî-han ve Sultan Selim Camii Hatibi Hüseyin Sıtkı Dede (ö. 1933) ile bağlantısı da onun üzerinden. (alıntı:CELALETTİN DİVLEKÇİ) 

Halil Amca’nın manzum bir takım hikmetli sözler söylediğini de hatırlıyorum. Bunlardan bazılarını buraya teberrüken alıyorum:

“Halk arasında girme fazla araya,Sonra sürersin başını karadan karaya

Lüzumundan fazla önem verme paraya Deva bulamazsın içteki yaraya.”

***                               ***

“Gerçek kişi rızayı arar.Çünkü riza daim hiza”

***            ***

“İlim ilgidir, ilim sanma bilgi.Gerçeği bilmek; benliği silmek.”

***                          ***

“İlmiyle âmil olursa kişi Maddi manevi âsan işi

İlmiyle âmil olmazsa kişi,Maddi manevi hazan işi.”

***               ***

“Söyleme sırlarını dışa ,Yazın döner kışa…”

***        ***

Hakka vâsıl hangi kişi Olmuş sükût anın işi

Bağlanınca Hakka kişi Âsan olur dâim işi.

***            ***

“Anlama istersen kişinin özünü İyi dinle anın sözünü.

Ne varsa özünde, Beyan eder sözünde.”

Çok sade, çok sessiz kendi halinde bir hayat yaşayan Halil Amca şimdi üstadım dediği Hüseyin Sıdkı Dede’nin yanı başında, hâmûşan arasında. Dünyadayken aşkıyla kalbi buhurdan gibi tüttüğü Hz. Pir’e doğru –Sûr’a üflenir üflenmez- Horasan erenleriyle beraber koşmayı bekliyor. Ne diyelim “ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.” Hû.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder