Yakub-ı Çerhî’nin de ricâlu’l-gaybın tasarrufu ile ilgili bazı değerlendirmeleri vardır. Daha önce de belirtildiği gibi ona göre; ricâl arasında kutbu’l-abdâl ve kutbu’l-irşâd olmak üzere iki kutub bulunmaktadır. Buna göre, kutbu’l-abdâl, uzlete çekilen ricâlin kutbu olup bunlara uzlete çekilenler anlamında uzletiyân da denmektedir. Kutbu’l-irşâd, halka karışan ricâlin kutbu olup bu gruba girenler için de işretiyân tabiri kullanılmaktadır.
Yakub-ı Çerhî, bu iki grup arasındaki farklı niteliklere de değinmektedir. Uzlete çekilenler, tamamıyla teslimiyet içerisindedirler. Bunlar ne kendileri için ne de başkaları için Allah’a niyazda bulunmaz, O’nun her hükmüne razı olurlar. İşretiyân ise dua ile tedbire başvurarak, ihtiyaç ve sıkıntı içerisinde bulunan insanlar için Allah Teâlâ’dan yardım isterler. Bununla birlikte kendi işleri söz konusu olduğunda, duada bulunmayıp teslimiyet gösterirler ve işlerini Allah’a havale ederler. Çerhî’nin Mesnevî’den naklettiği Şeyh Dekûki kıssasının da, uzletiyân ve işretiyânın niteliklerine işaret ettiği belirtilmektedir. Bu kıssada ricalu’l-gaybın evren üzerindeki etki ve yetkileri veya hadiseler karşısındaki tutumları ile ilgili bazı ipuçları elde etmek mümkündür. Dolayısıyla Dekûkî hikâyesini ricâlu’l-gaybın tasarrufları bağlamında da değerlendirebiliriz. Mesnevî’de anlatıldığına göre Dekûkî, güzel bir çehresi olan, keramet sahibi ve çok seyahat eden bir kimseydi. Halka şefkatli ve su gibi yararlıydı. Güzel bir şefaatçiydi ve duası kabul olunurdu. Takva, dua ve ibadetle sürekli Hakk’a yakın kulları arardı. Dekûkî, seyahatlerinden birinde, bir akşam vakti yaya olarak bir sahile vardığında şaşırtıcı hallere ve birtakım kerametlere sahip olan yedi kişiyle karşılaşır. Hiç kimse onları görmemektedir. Bu yedi kişi, Şeyh Dekûkî’nin kendilerini görebildiğini anlayınca, ondan kendilerine namaz kıldırmasını isterler. Hikâyenin devamı özetle şöyledir: “O Dekûkî imamlığa niyet etti, o kıyıda namaza başladı. O Cemaat onun arkasında kıyamdaydı. İşte güzel bir topluluk ve seçkin bir imam! kaydı. Deniz tarafından ‘ İmdat, İmdat!’ sesi duyunca, gözü ansızın denize doğru Dalgalar arasında kaza, bela ve musibet içinde bir gemi gördü. Gemidekiler korkuyla küçülmüş, vaveylâların sesi yükselmişti. Dekûkî o kıyameti görünce, merhameti coştu ve gözyaşları aktı. Dedi ki: ‘Yâ Rabbi! Onların yaptıklarına bakma, ellerinden tut. Ey güzel sıfatlı padişah! Ey, eli denize ve karaya ulaşan! Onları güzel sağlıkla tekrar karaya ulaştır.’O pehlivanın nefesiyle gemi kurtuldu, ama gemidekiler kendi çabalarıyla sandı. O gemi kurtulup murada kavuştuğunda, o cemaatin namazı da tamamlandı. Birbirleriyle ‘Ey baba! Bizden bu boş konuşan kimdir?’ diye fısıldaştılar. Her biri Dekûkî’nin arkasında ona görünmez halde diğerine sır söyledi. Her biri ‘Ben şimdi bu duayı, ne içten ne de dıştan söylemedim’ dedi. Biri dedi: ‘Benzer ki bu imamımız dertlenerek boşboğazlıkla bir yakarışta bulundu.’ Diğeri dedi: ‘Ey yakın arkadaş! Bana da böyle görünüyor. O boş konuşan biriymiş, gönül darlığıyla mutlak irade sahibine itiraz etti.’ Dekûkî dedi: ‘Daha sonra o kerem sahipleri ne diyorlar diye görmek için baktığımda, onlardan birini yerinde göremedim, yerlerinden tamamen gitmişlerdi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder