16 Eylül 2022 Cuma

AŞIKLARIN ŞİİRLERİ

  Sûfî şairin de âşığın da derdi vardır. Âşığın derdi belki gördüğü bir Leyla, belki muhayyel bir Leyla’dır. Veysel, Emrah, Âşık Ömer böyledir. Sûfî şairin derdi bundan farklıdır. Yunus’un derdi, onun davası seyr ü sülûkde ulaşacağı marifetullahtır. Varlığın hayatın anlamını sorgularken, varlığa, bilgiye yüklediği anlam içerisinde kemâle eren, mutlak hüsnün tezahürü içerisinde o güzellikleri temaşa etmek niyetinde, onları idrak etmek niyetinde. Müşâhede, murâkabe, riyâzetle, nefsi tezkiye ile ulaştığı tecrübeleri dile getirmek istiyor sûfî şair. Neden bunu söylemek istiyor? Hani bu sübjektif bir bilgiydi, kendine mahsus bilgiyi neden dile getirmek istiyor. Çünkü dertleşmek istiyor. Sûfî şairin derdi varlığın mahiyetini kavramak anlamak, onu analiz etmektir ama bunu yaparken bir de dert yüklenir. Onu biriyle paylaşması lazım. Yunus ne diyor “Sevdiğimi söylemezsem, sevmek derdi beni boğar”. Hem-dert olacağı hemhâl olacağı insanı bulur. Sûfî şair hâlinin tercümanıdır. Âşık da kendi hâlinin tercümanıdır. Onlar tasannu yapmaz. Biri Leyla’nın peşindedir, diğeri mutlak güzellik peşindedir. Değişmeyecek olan mutlak hakikate ilişkin güzelliği terennüm etmek ister sûfî şair. Oğlanlar şeyhi İbrahim Efendi Müfid-i Muhtasar’da Mevlânâ’dan nakille anlatır. Mevlânâ’ya gelmiş usta bir erbâb-ı sühan. “Şiir yazıyorum diyorsun, yazdığın şiir de şiir değil ki, bir sürü aruz hataları var, imâle var zihaf var, kafiyeyi de oturtamıyorsun, kulak kafiyesi var göz kafiyesi var, sen şair falan değilsin.” Mevlânâ: “Hakkınız var.” demiş, “Ben şiir yazmak için yazmıyorum, cemâl-i yâri temaşa ediyorum, onu terennüm ediyorum.” Hâli dile getiriyor, o hâli yaşayanın hâline tercüman oluyorlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder