17 Eylül 2022 Cumartesi

TASAVVUF VE FIKIH

 

Tasavvuf ve Fıkıh Tasavvufun fıkhî konularla irtibatında kuru bir sûrîlik ve şekilcilikten çok, öze yönelik hikmet-i teşrîi, makâsidu’ş-şerî’a ve sır arayışı söz konusudur. Bu yüzden tasavvuf klasiklerinde ibadet konuları işlenirken ibadetlerin nasıl yapılacağından çok niçin ve hangi duygularla yapılacağına vurgu yapılmaktadır. Kur’an’da geçtiği için ilk dönemde fıkıh ve fakih bütün müslümanlar tarafından sevilmekte ve övülmekte idi. Ancak zâhid ve sûfiler fıkıh ve fakih terimlerinin zâhirî ilim ve zâhir uleması anlamına geldiğini kabul etmekle beraber daha çok fıkhın bâtın ilmi, fakihin de bâtın âlimi anlamına geldiği kanaatinde idiler. Hasan-ı Basrî “Hakiki fakih dünyaya sırtını dönen, ahrete gönül veren, dini konusunda basiretli olan kişidir.” demektedir. Yani gerçek fakih, gerçek zâhid ve sûfidir. Buna göre fıkıh ikiye ayrılır: Biri zâhirî fıkıh, diğeri bâtınî fıkıh. Bâtın fıkhına kalp fıkhı ve vicdanî fıkıh (fıkhu’l-kalb, fıkhu’l-vicdanî) gibi isimler verilmektedir. Sûfilere göre fıkıh kalbin sıfatıdır. Kalp fakih ve müftüdür. Fehm/akletme de fıkıh anlamına gelir. Bir hadiste: “Fetvayı kalbinden iste.”  buyrulmuştur. Fıkıhçı müftülerin yanında bir de kalp müftüsü mevcuttur. Diğer müftüler fıkıh hâmili/taşıyıcısı iken bu müftü onu yaşamaktadır. Kur’an’da kalp takvâsından bahsedilir.9 Zâhid ve sûfiler takvâ medresesi mensuplarıdır.10 Kalp fıkhı ve sûfîlik, iki temel noktada zâhirî fıkıhtan ayrılır. Ulemadaki rey ve içtihada tekabül eden marifet ve hakikat (zevk, keşf, ilham, ilm-i ledün, sır) zihinsel bir çabanın değil, amel ve ibadetin, bunun neticesinde hâsıl olan kalp tasfiyesinin eseri ve ürünüdür. Daha açıkçası marifet ve hakikat belli birtakım pratiklerin mahsulü olan tecrübî ve pratik, onun içinde kişisel ve derûnî/içsel bir bilgidir. Akla, mantığa ve mantıkî kıyaslara dayanmaz. Tasavvufu anlamak için “Tadan bilir (marifet sahibi olur), tatmayan bilmez.” denilmiştir. Tatmak amel, ibadet, tecrübe etmek ve yaşamak demektir. Amel ve ibadet yoluyla hâsıl olan pratik bilgiler üzerinde elbette ki düşünebilir, akıl ve fikirle yorumlar yapılabilir ama bu konuda aslolan akıl ve mantık değil amel ve ibadettir. Uygulama, yaşam ve tecrübeye dayanmayan bilgilerin tasavvufta fazla bir değeri yoktur. Bu bakımdan tasavvuf bakarak, görerek, deneyerek ve tekrar edilerek öğrenilen sanatlara benzer.11 Buna göre “fıkh-ı ekber” tabiri akaid ve tevhid ilminin; “fıkh-ı vicdanî” ve “fıkh-ı bâtın” tasavvuf ilminin; “fıkh-ı zâhir” ise ibadet, muâmelât ve cezalara ait şer’î hükümlerin ve amellerin zâhirî kısmını inceleyen ilim dalına ad olmuştur. Zamanla “fıkıh” kelimesi, fıkh-ı zâhire hasredilmiştir. Fıkıh ve tasavvuf, bir bütünün farklı iki yapısını kendisine konu edinmiştir. Bunlar, zâhir ve bâtındır. Fıkıh; namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerle nikâh, talâk ve ticaret gibi muamelatı inceleyip hükümlerini tetkik ederken, tasavvuf; zühd, takva ve ihlas gibi ibadet ve muamelatın mânevî ve bâtınî ahkâmını ele almıştır. Nasıl ibadetlerin zâhirî bir şekli varsa ve bunlarla ilgili hükümler fıkıh ilminin konusunu teşkil ediyorsa, huzûr-ı kalb, huzû ve huşûun da öyle bir bâtınî şartı vardır ve bu da tasavvufun ilgi alanına girmektedir. Görüldüğü üzere fıkıh ve tasavvuf, inceledikleri konular itibariyle aynı olmakla birlikte vasıta ve vesileleri farklıdır. Her ikisinin kaynağı Kur’an ve sünnettir. Ancak fıkıh ilmi, akıl ile istinbat ve burhan yolunu, tasavvuf ise manevî tecrübe ve mükâşefe yolunu izlemektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder