17 Eylül 2022 Cumartesi

EĞİTİM

 Bugün hayatı bütün haliyle değil parçalayarak karşılayan modern tasavvurun sonucu olarak formel bir zincirden ibaret eğitime dikkat çekmek gerekir. Disiplinlerin ve uzmanlığın aldığı renk, hayata parçacı bir bakışla gitmeyi imliyor. Dikey bir derinlik ama yatay bir körlükten bahsediliyor. Mesela iyi bir doktor ama hayatın diğer bölümlerinde kör, topal… İnsanın eğitiminden çok, insana meslek kazandırmak öngörülüyor. Bunca zahmet ve yarış üniversiteye girip orada bir mesleğin formatını öğrenmek için… Modern eğitim formu, hayata doğan insana hayatı ve kendisini bildirmek, tanıtmak, keşfettirmek için kurgulanmamış. İnsan bu eğitim formuyla hayatın bütünlüğünü, insan denen “meçhul”u öğrenemiyor. Bugünkü eğitim, insanı araçsallaştıran, mesleklere, fabrikalara eleman yetiştiren bir süreç. 

Bizim ananevî eğitim tasavvurumuz ise eğitimi hayatın bir bölümüyle sınırlamayıp hayatın bütününe yayar; beşikten mezara kadar devam eden eğitimi öngörür. Hayatın bütünü eğitim konusu yapılır. Bu anlayışa göre insan bilmek ve keşfetmek üzere yaratılmıştır. Kendini bilecek, varlığı tanıyacak, böylelikle insan olup hakikate uyanacak ve bu suretle cehalet zincirinden kurtulacaktır. Ananevî olanın inşa ettiği toplumda eğitim, bütün fikriyle görülürdü. Medrese, tekke vardı ama başka türlü bir eğitimi de mahalle ve sokakta almak mümkündü. Sokağın kendisi ve sokağın vazgeçilmezleri okullarda verilmeyeni verirdi. Anne ve babasından, evinden, gittiği okullardan alamadığını bu adreslerden ediniyordu. Karşısına cami, kıraathane, tekke, dergâh, çıkıyordu. Sokağın, mahallenin ve şehrin tümü okul oluyordu insana. İnsana bütüncül olan ve hayatın tamamını eğitim alanı gören böylesi bir model rehberlik etmelidir. İnsanın sadece aklî zekâsına değil, duygusal zekâsına da dikkat eden bir yaklaşım… Selçuklu-Osmanlı deneyimini mümkün kılmış unsurları keşfetmek lazım. Bu pratiklerde hayatın bir kısmı değil, acı ve mutluluğun iç içe geçtiği bir bütünlük vardı. Ananevî kültürümüzün ana damarını oluşturan irfana bakıldığında derdin önemsendiği görülür. “Derdim bana derman imiş” denir. Modern eğitim, acılardan soyutlanmış bir hayat öngörür. Varlığın, dolayısıyla hayatın bütünlüğüyle barışık değil, onunla kavgalıdır. Hayatın acı, ağrı, hastalık, yaşlılık tarafı bir günah gibi karşılanır. Modern eğitime dahil olanlar da bu şekilde görme ve yaşamaya alışır. Hayatın bu tarafının eğitimini alamayan “nahoş” bir şeyle karşılaştığında öylece kalır, hayat kendisine zehir olur. Modern algının tersine irfanî bakış başka bir yerden bakar: Kahrı ve lütfu bir görür. Yunus, Niyazi Mısrî, “Kahrın da lütfun da hoş!” der. Kahrı ve lütfu bir görmeyenin mutlu olma şansı olmaz. Fatih’in türbedarı Amiş Efendi, “Bir şeyin olup olmaması senin nezdinde müsavi (eşit) değilse nâkıssın evladım!” der. Peşinde koşulan mutluluk insanı kendinden dışarıya çıkarırken, bir anlamda insana kendini unuttururken, acı ve ağrı insanın yüzünü kendisine çevirmesini, üzerinde düşünmesini mümkün kılar. Felaketlerden geçerek hayatî dersler çıkarılır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder