10 Eylül 2022 Cumartesi

RİCALÜL GAYBE İŞARET EDEN HADİSLER

 1) Şurayh b. Ubeyd el-Hımsî şöyle demiştir: Hz. Ali Irak’ta iken yanında Şam ehlinden bahsedildi. Ona “Ey müminlerin emiri! Onlara lanet et!” denilince şu cevabı verdi: Hayır! Ben Rasûlullâhın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: “Abdâl kırk kişidir ve Şam’da bulunurlar. İçlerinden birisi öldüğünde Allah onun yerine bir başkasını koyar. Yağmura onlar vasıtasıyla kavuşulur, düşmanlara onlar vasıtasıyla galip gelinir, onlar vesilesiyle Şam ehlinden belâ (başka bir rivayette azap), uzak tutulur.” Şurayh’tan diğer bir rivayette bu son kısım “yer ehlinden bela ve boğulma onların (duaları) sebebi ile kaldırılır” şeklindedir.

2) Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: “Bu ümmetin içinde, Halil İbrahim’in (a.s) kalbi üzerinde olan bir kısım insanlar bulunur ki onlar abdâl sınıfındandırlar.”

3) Huzeyfe b. El-Yemân’dan: “Abdâl Şam’dadır ve onlar Hz. İbrahim (a.s.)’in yolu üzerinde otuz kişidirler. İçlerinden biri öldüğünde, Allah onun yerine bir başkasını koyar. Onlardan yirmi tanesi İsa b. Meryem’in yolu üzerindedir, yirmi tanesine de Dâvud ailesinin mizmarları verilmiştir

4) Ebû Saîd el-Hudrî’den: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: “Ümmetimin abdâlı amelleriyle cennete girmeyeceklerdir. Lâkin onlar cennete Allah’ın rahmeti, nefislerinin cömertliği (sehâvet), gönüllerinin selameti ve tüm Müslümanlara rahmet etmeleri nedeniyle gireceklerdir.”

5) Abdullah İbn Mesud’dan: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: “Ümmetimden kalpleri Hz. İbrahim (a.s.)’in kalbi üzerinde olan kırk kişi bulunur. Onların vesilesiyle Allah, yer ehlinden (belâları) defeder. Bunlara “abdâl” denilir. Onlar bu dereceye ne namazları ne oruçları ne de sadakaları sebebiyle ulaşmışlardır. “Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar bu dereceye nasıl ulaşmışlardır?” diye sorduklarında Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Cömertlikleri ve Müslümanlara nasihat etmeleri nedeniyle.”

Kuşeyrî Risâlesi’nde, cömertliğin üç mertebesinden söz edilmektedir. Buna göre, kişinin, imkânlarının çoğunu kendisine ayırarak azını hayır yolunda kullanmasına sehâvet, azını kendisine ayırarak çoğunu başkasına ikram etmesine cûd, gerektiğinde kendisini tamamen mahrum bırakarak imkânlarını başkası için kullanmasına da îsâr denir

“Müslümanlara nasihat etme” niteliğinin de, abdâlın bulunduğu makama ulaşmasında önemli bir vasıf olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki onlar, Müslümanlara öğüt vermekte, onları iyi ve hayırlı işlere davet etmekte, kötü ve şer olan şeylerden de sakındırmaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’de, “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır” 1281 buyurulmaktadır. Yine ilgili ayetlerde, peygamberlerin insanlara tebliğ yaptıklarını ve nasihat ettiklerini görmekteyiz.1282 Hz. Peygamber (a.s.) de, “Din, nasihattir” 1283 buyurmuştur. Aslında malum olduğu üzere, her Müslüman, gücü yettiğince tebliğ yapmak ve nasihat etmekle yükümlüdür. Bununla birlikte abdâl gibi seçkin kimselerin cömertlik, Müslümanlara nasihat etmek vb. nitelikleri kâmil manada temsil ettiklerini, dolayısıyla taşıdıkları bu vasıfların, onları bulundukları makama yücelttiğini söyleyebiliriz. Ricâlu’l-gayb hiyerarşisinde, “İyiliği emredenler” ve “Münkerden alıkoyanlar” olmak üzere iki ayrı tâifenin bulunması da bu bağlamda çok manidardır. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder