: İlerlemiş yaşına rağmen her daim genç kalmayı başarmıştı; zihni genç, dimağı genç, heyecanı genç, tasavvuru gençti.
Hülasa, kendi ifadesiyle, "kıdemli gençti" Ömer Tuğrul İnançer.
Ben hayatımda onun kadar "muhabbet içre celallenen" kimseyi tanımadım.
Şefkatten neşet eden "fikir öfkesi" sevgi ve muhabbetle maluldü.
Yürürken, otururken, sükût ederken, konuşurken her daim "iman ve aksiyon" adamıydı.
Sesiyle, endamıyla gürül gürül akan kadim bir nehir gibiydi.
O kadar ki, tarihte çok büyük işer başarmış bir milletin son temsilcisi olduğu hissini uyandırırdı.
Hep rikkat üzereydi. Kültür ve irfan sahibi tastamam bir bilgeydi.
Her haliyle bu aziz milletin yarınlarda da "tarihin öznesi" olacağının muştucusu gibiydi.
Onu dinledikçe içiniz umut dolar, "ölüm korkusu" bile kaybolup giderdi.
"İnsan fani değildir, fani olan dünyadır" derdi.
Öyleydi... "Topraktan gelip toprağa giden sadece bedendir. Kul Allah'tan gelip Allah'a gider."
Samimiyet timsaliydi, zerre miskali riya semtine uğrayamazdı.
"Edep, amelden üstündür..." derdi.
Hani, Yunus'umuz demişti ya: "Gezdim Halep ile Şam'ı, eyledim ilmi talep / Meğer ilim bir hiç imiş, illa edep illa edep!"
Evet, böyleydi... Edepsiz amel olmazdı. Hoş olsa da o amelden kimseye hayır gelmezdi.
Tam aksine, insanları o amelden de o amelin sudur ettiği dinden de o dine mensup olanlardan da soğutur.
Tuğrul Efendi bir defasında, "İnsanlar size bakıp Müslüman olmaya özenmiyorsa, imanınızı gözden geçirin..." demişti."
"Böyledir...
Kalp kırıyorsan olmaz. Kul hakkına giriyorsan olmaz. Zerre haram yiyorsan olmaz. Nefret ettiriyor, sevdirmiyorsan olmaz. Yalan söylüyorsan olmaz. Dedikodu/gıybet yapıyorsan olmaz. Diğerkâm olmazsan olmaz. Sevdiklerinden vermiyorsan olmaz. Umarsızsan, duyarsızsan olmaz....
Bunca "olmazlar" içindeyken namaz kılıyorsan namaza yazık, oruç tutuyorsan oruca yazık, tespih çekiyorsan tespihe yazık, zikrediyorsan zikrullaha yazık, abdest alıyorsan suya yazık, camiye gidiyorsan camiye yazık, İslam'ı savunuyorsan İslam'a yazık, Müslüman'ım diyorsan Müslümanlığa yazık...
Edep olmadan sevgi, sevgi olmadan ibadet olmaz.
Tuğrul Efendi sıkıntının, derdin, elemin çaresinin sevgide olduğunu söylerdi.
Tasavvufu da bu sevginin sistematize hâli olarak telakki ederdi…"Böyledir...
Kalp kırıyorsan olmaz. Kul hakkına giriyorsan olmaz. Zerre haram yiyorsan olmaz. Nefret ettiriyor, sevdirmiyorsan olmaz. Yalan söylüyorsan olmaz. Dedikodu/gıybet yapıyorsan olmaz. Diğerkâm olmazsan olmaz. Sevdiklerinden vermiyorsan olmaz. Umarsızsan, duyarsızsan olmaz....
Bunca "olmazlar" içindeyken namaz kılıyorsan namaza yazık, oruç tutuyorsan oruca yazık, tespih çekiyorsan tespihe yazık, zikrediyorsan zikrullaha yazık, abdest alıyorsan suya yazık, camiye gidiyorsan camiye yazık, İslam'ı savunuyorsan İslam'a yazık, Müslüman'ım diyorsan Müslümanlığa yazık...
Edep olmadan sevgi, sevgi olmadan ibadet olmaz.
Tuğrul Efendi sıkıntının, derdin, elemin çaresinin sevgide olduğunu söylerdi.
Tasavvufu da bu sevginin sistematize hâli olarak telakki ederdi.
"Sevgi sahibi olmadan, sevmeden olmaz; neyi seversen sev, yeter ki bir şeyi sev" derdi.
Tasavvufu, "Ağlayarak geldiğimiz dünyadan, gülerek ayrılmak sanatıdır" şeklinde tanımlardı.
Bir sohbetinde Hz. Mevlânâ'nın, Azrail Aleyhisselam'a, "Sevgiliye götürecek sevgili" dediğini anlatmıştı: "Beri gel, biraz daha beri gel / Ey benim canımı hakiki sevgiliye götürecek olan sevgili, daha beri gel..."
Tuğrul Efendi Hazretleri "hakiki sevgilinin" davetine icabet etti.
Bize de ayrılık ve hasret kaldı.
Menzili mübarek, makamı âli olsun. Sonsuz rahmet olsun..."
Salih Tuna
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder