13 Eylül 2022 Salı

MEZHEP,MEŞREP ,TARİKAT HZ.ADEMLE BAŞLAR

 Mezhep, meşrep, tarîkat meselesi Hz. Adem’le başlayan bir meseledir. İnsan, yani peygamber, peygamberle birlikte Kitap ve bu Kitap’ın yorumuyla başlıyor herşey. Bütün dinlerde bu böyle: Peygamber, kitap ve yorum. Her din mensubunun kendi mukaddes kabul ettiği kitaba getirdiği yorumlarla başlıyor bu iş. Hıristiyan tarîkatlar tarihinin temelinde ne var? İncil, Hz. İsa ve hıristiyanların yorumu var. Yahudi mistisizminin temelinde ne var? Tevrat, Hz. Musa ve yahudilerin yorumları var. Dolayısıyla tasavvuf da oradan başlıyor ve yürüyor. Cüneyd-i Bağdâdî ne diyor? “Bizim ilmimiz Kitap ve sünnetle kayıtlıdır.” Nokta! Nokta ama o noktayla iş bitmiyor. Bu sefer müslümanların Kitap ve sünnete getirdiği yorumlar başlıyor ki, önümüze âlem kadar geniş bir saha açılıyor. Fıkıhçılar geniş bir dünya açıyor… Kelâmcılar başka bir cenahta bambaşka bir âleme doğru yürüyorlar. Bin küsür yıllık bir yürüyüş. Bir yerde de tarîkatler. Daha da renklendirmek mümkün ama, hocamın da kitabında malum bu üç saha öne çıkarılıyor, selefiye, kelâmiye, sûfîye. Dolayısıyla insan olarak bu renklilik bizim kaderimiz, bir defa bunu söylemek lazım. Mezhebi ve tarîkati olmayan din yoktur! İnsanın fıtratı bu, kendi mukaddes ve mübarek kabul ettiği metne bakacak ve fakat o metinden bambaşka şeyler üretecek. Bizim sûfîler kelâmın ve fıkhın ürettiklerinden başka şeyler üretiyor, bu dinin ana damarlarından birini meydana getiriyorlar. Kelâm ya da fıkıh damarı tıkalı olsaydı İslâm medeniyeti oluşmazdı. Bazılarına göre tasavvuf damarı tıkalı olsaydı bir şey olmazdı! Ama bu yanlış bir düşüncedir. İnsanlık tarihine bakamamakla ilgili bir problemdir. Çünkü tasavvuf da bir insanî yorumdur. Er geç ortaya çıkacak o insanî yorum. Aynı ayete bakacak ama o ayetten başka bir şey üretecek

 Muhabbet de o Kitab’ın içinde. Ama onu açmak, netleştirmek, mahabbet meselesine yoğunlaşmak zaman istiyor. Hocamın “süreci anlamak” dediği husus bu. Yoksa, “Vellezîne âmenû eşeddu hubben  lillah” ayeti var. Evet zühd ve takvâyla alâkalı da ayetler var. Tabii ki cennet-cehennem ayetleri var. Bir de “eşeddu hubben lillah” var. Bunu da birileri işleyecek elbette. Muhabbetin en üst noktası, “şedîd” kelimesini kullanıyor. Veyahut “Allah’ı sevmek istiyorsanız Peygamber’e tabi olun ki Allah da size sevsin.” Burada da muhabbet kelimesi vardır. Allah sizi sevince ne olacak? Karşılıklı bir muhabbet oluşacak. Dolayısıyla tasavvufî âlemde zaman içinde ortaya çıkan bu yollar ki biz bunlara tarîkat diyoruz, tasavvufî zevki, neşeyi, anlayışı, zihniyeti insanlara aktarıyor, insanların da ilgi duyanları o yola geliyor, kulak kabartıyor. Daha doğrusu herkes meşrebine uygun bir yer buluyor. Herkes sesleniyor, mesela kelâmcılar üst perdeden vâcibu’l-vücûdu tartışıyor, ona ilgi duyan oraya gidiyor. Dolayısıyla müslümanların da bir kısmı haliyle “Râdiyyeten merdıyye”nin altında ne yatıyor?, “Radıyallahu anhum ve radû anh” ile ne demek isteniyor?, Rıza nedir?, Onun benden razı olması, benim ondan razı olmam ne demek? “Yuhibbuhum ve yuhibbûnehu” nedir? bunu merak ediyor. Buradan bir aşk felsefesi doğuyor. İsteyen bunun izinde yürümeye çalışıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder