İbn Âbidin(ö.1258/1836)’e göre kutub iki türlü olabilir. Birincisi, şehâdet âlemindeki yaratıklara nispetle bu ismi alan kutubtur ki, öldüğü zaman, abdâldan ona en yakın olan onun yerine halife olur ve abdâl arasında en kâmil olan bu kişi, bedel olarak onun makamına geçer. İkincisi ise, şehadet ve gayb âlemlerinin her ikisinde bulunan tüm yaratıklara nispetle kutub adını alır ki, abdâldan hiçbiri onun yerine bedel olamaz; hatta hiçbir yaratık onun makamına geçemez. Bu ikinci kutub, şehadet âleminde bulunan kutubların kendisine tabi oldukları kutbu’l-aktâbdır. Bu makamda ne ondan önce bir kutub gelmiştir, ne de ondan sonra başka bir kutub gelecektir. Bu, Hz. Muhammed (a.s.)’in ruhudur. Tek bir kişiden ibaret olan kutub, kendisine sığınıldığı zaman “gavs” olarak da adlandırılmaktadır. Her zaman nazar ettiği kutba Allâh Teâlâ, kendi katından en
büyük ilâhî sırları vermiştir. Rûhun bedende dolaştığı gibi, kutub da kâinâtın gizli ve açık noktalarında dolaşır durur. Zîrâ evrenin en yüce ve en aşağı mertebelerinde sürmekte olan hayâtın rûhu ondan feyezân eder. Bir de kutbu’l-aktâblık (kendisine sığınıldığı zaman gavsü’l-a’zam da denir) makamı vardır ki bu, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) nübüvvetinin bâtını olup, ancak ekmeliyet derecesine ulaşması hasebiyle onun özel verâsetini kazanmış olan kimseler bu makama erişebilir.
Kutbu’l-aktâbın kutubluğu, bütün kutubların kutubluklarını içine alır. Zîrâ esâsında kutubluk birdir; ancak farklı sûretlerde zuhûr eder. “Kutbu’l-aktâb çeşitli işlevleri itibariyle kutb-i âlem, kutb-i cihân, kutb-i ekber, kutb-i irşâd, halîfe, kutb-i zaman, kutb-i vakt, vâhid-i zaman, sâhib-i vakt, hicâb-ı a’lâ, mir’ât-ı Hak, kutb-i medâr ve gavs adını alır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder